02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

gizleyebilecek avantaja sahipken Bosna’nın "kasıt" kriterini ispatlayabilmesi ise neredeyse imkânsızdı. Evet, UAD yargılamayı ancak tarafların dava süresince önüne getirdiği bilgi ve belgelere göre yapmak zorunda. Ancak getirilen bütün kanıtların mahkemece kullanılmadığı yönündeki suçlama çok ciddi. Mahkemenin resmi ya da bağımsız sayısız rapor ve kanıtla karşılaştığı ve bunların içinden tarafsız olanları ayıkladığı da doğru ancak ICTY gibi yine BM tarafından oluşturulmuş mahkemenin verdiği kesin hükümleri "elinde yeterli kanıt olduğu" gerekçesiyle yargılamaya dahil etmemesi ise en ciddi itiraz sebebi. Boşnak mülteciler... C S TRATEJİ 9 ve hukuku oluşturduğu iddiasındaki AB için kaldırılması güç bir yük olacaktır. Sırbistan’daki yükselen radikal milliyetçiliği daha da kışkırtmamak ise yüzyılın davasına bakan mahkemenin amacı olmamalı. Gerçekte kışkırtıcı olan ise satır aralarında soykırımın faili olarak belirlenmesine rağmen asıl davalı olmaması nedeniyle BosnaHersek devletinin ortağı olan Sırp Cumhuriyeti hakkında hüküm verilmemiş olmasıdır. Zaten soykırımın failinin belirsiz bırakılmasında da iki halkın birbirine yabancılaşmasına sebep olarak Sırp Cumhuriyeti’nin BosnaHersek’ten ayrılma girişimini hızlandıracağı endişesi egemendi. Aynı uluslararası adalet Boşnakların tecavüzcüleriyle aynı devlet içerinde yaşamaya mahkum edilmesinden ise vicdani bir rahatsızlık duymadı. KANITLAR AKSi YÖNDE Sırbistan’ın soykırıma doğrudan etkisinin bulunmadığını ispatlaması açısından kullanılan olaylara karışan Bosnalı Sırpların Sırbistan ile herhangi bir resmi görev ilişkisi içinde olmadığı iddiasının aksi ispatlandığı halde mahkeme Sırbistan’ın sorumluluğu yönündeki kararını değiştirmedi. Nitekim hala ele geçirilemeyen Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç’in 2006’ya kadar Sırbistan ordusundan emekli maaşı almaya devam etmiş olduğu biliniyordu. Ancak mahkeme bazı subayların maaşlarının Sırbistan tarafından ödenmesinin onların Sırbistan ordusunun parçası olduğunu ispatlamayacağı kanaatindeydi. O halde UAD Mladiç’in 1994’de Yugoslavya ordusundan "general" ünvanı aldığını atlamış olmalı. Böylesi önemli bir davada böylesi büyük bir hata. Belgrad "Akrepler", "Kaplanlar", "Sarı Arılar", "Kırmızı Bereliler" gibi sözde gönüllü bazı birlikleri örgütlemiş ancak bunları "milis örgütler" olarak lanse ederek Sırbistan kurumları ile bağlantıları olmadığını savunmuştu. Akrepler’in Sırbistan İçişlerine bağlı bir birlik olduğunu ispatlayan kanıtlar ise UAD tarafından yeterli bulunmadı. Hâlbuki Miloşeviç Yugoslavya’sının amacı savaşmıyor izlenimi yaratarak savaşmaksa bunu ispatlayan kanıtın saklanması birlikleri oluşturmaktan çok daha kolay olacaktır. "Devlet sırrı" adı altında Belgrad’da saklanan belgelerin getirtilmesini de mahkeme kendi işi olarak görmedi. Bosna’nın bunlara ulaşması ise imkânsızdı. ICTY yargılamalarında soykırımın Sırbistan’ın bilgisi dâhilinde yapıldığına ve Belgrad’ın Bosna’ya yönelik saldırıyı stratejik bir şekilde planladığına, belli taktiklerle uyguladığına ilişkin sayısız itiraf bulunuyor. Ne var ki UAD bunları kabul olarak kabul etmedi. Sırbistan’ın soykırım suçundaki payı hakkında Bosna Savaşı’nı sona erdiren Dayton Barış Antlaşması’nın altında Miloşeviç’in imzasının bulunması da mı şüphe yaratmaz? Şüphe yaratmışsa da sonuçları öngördüğü ve istediği konusunda "kesin delil" oluşturamamıştır. Anlaşılıyor ki, Miloşeviç yaşasaydı ve soykırımdan haberdar olduğunu itiraf etseydi bile sonuç değişmeyecekti. Karar: Sağlanması imkânsız yazılı, resmi mühürlü gizli belgeleri Bosna sağlayamadı o halde Sırbistan suçsuzdur. BATI KENDİNİ AKLADI Mahkemenin en büyük ayıbı kararını, suçları bir bütün olarak değil de ayrı ayrı ele almaya odaklanarak soykırımın en yoğun yaşandığı ve 8 bin insanın öldürüldüğü Srebrenitsa ile sınırlı tutmasıydı. Sırplar tarafından katledilen 200 bin kişi "soykırım" kapsamı dışında bırakıldı çünkü mahkemeye göre BosnaHersek’in diğer bölgelerinde yaşanan suçlar "savaş suçları" veya "insanlığa karşı suçlar" kapsamına giriyor olsa da bunlar hakkında yargıya varmak gibi bir yetkisi bulunmuyor. Boşnak hükümeti bu davayı henüz katliamlar sürerken ve en geniş çaplı öldürmelerin yaşandığı Srebrenitsa katliamının yaşanmasından iki yıl önce UAD’a götürmüştü. Boşnak hükümetinin bu başvurudaki temel amacı Avrupa’nın ortasında işlenmekte olan bir suça, yapılmakta olan geniş çaplı katliama dünyanın dikkatini çekmek ve Batı’yı Boşnak soykırımını önlenmeye çağırmaktı. Buna rağmen BM tarafından "güvenli bölge" ilan edilerek BM askerlerince korunan bölgelerde soykırım yapıldı. En acısı da Srebrenitsa’da görevli olan Hollanda askerlerinin kararın açıklanmasından kısa süre önce Aralık 2006’da "üstün hizmet madalya"sıyla ödüllendirilmesiydi. Garip bir ironidir ki UAD da kararını Hollanda’dan açıkladı. Soykırım hedefine ulaştı çünkü bugün BosnaHersek’in yüzde 49’u Sırp’ların elinde, bu bölgede Sırp olmayan unsur neredeyse hiç yok ve Srebrenitsa da bu topraklara dâhil. Soykırım hedefine ulaştı çünkü Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devletin kurulması engellendi. Bu kararla aklanan soykırımı yapan Sırbistan değil, soykırımı seyreden bu anlamda asıl "soykırımı engelleme suçlusu Batı’dır. Müslüman Boşnaklar tamamen yok olur mu acaba beklemesinde olan Avrupa Birliği’dir. Aklanan ellerindeki silaha ve "güç kullanma" da dâhil olmak üzere "gerekli tüm önlemleri" alma yetkisi verilmiş(2) BM askerleridir. Aklanan Alman mayınları, Rus silahlarıdır. Gerçekten yoksul olan Sırbistan’ın kendilerinden de yoksul olan Boşnaklara ödeyemeyeceği tazminatı da belki Avrupa ve ABD öder. Boşnakların suçu Müslüman ve "Türkleşmiş" (3) olmalarıydı, çalan tehlike çanlarına rağmen silahlanmaya gerek görmemeleri ve BM askerlerine güvenmeleriydi. En büyük sorumlu ise Boşnakların iyi niyetiydi. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç "Bu savaşta sizden daha çok mağdur olan insanlar var. Onlar dağa çıkıp kurşun yağdırmak yerine sizinle birlikte yaşamayı tercih eden Sırp komşularınızdır. Dağdakiler onları hain, siz ise düşman olarak görüyorsunuz. Onlara merhamette ve saygıda kusur etmeyin." diyordu. Bedeli çok ağır oldu. Yazık oldu. Karar, hukuki yaklaşıma göre değil siyasi yaklaşıma göre alınmış durumda. Batı’nın bu kararı kendi korkunç geçmişine yeni bir örnek eklememe kaygısından kaynaklanıyor. Avrupa’da, soykırımla suçlanan ikinci bir devlet fazla görüldü. yöneticilerinin aldığı kararlar nedeniyle bir başka devletin vatandaşlarının soyu kırılabildi. UAD, Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanımın muğlâklığından istifade edilerek gerçek adaletin doğuracağı sakıncaları bertaraf etmeyi tercih etti. Uluslararası hukuk, yine, yeni bir siyasal adalet için kalıba uydurma aracı olarak kullanıldı. Sonuçta hukuki olmaktan uzak bu nedenle adil görünmeyen ancak bölge dengelerini gözeten siyasi bir hüküm verildi. UAD heyetindeki hâkimlerin gruplaşması da siyasi yaklaşımı doğruluyor. Mahkeme Başkan Yardımcısı Yargıç Şevket ElHasavni (Ürdünlü) ile Bosna tarafından seçilerek heyete eklenen Ad Hoc Yargıç Ahmet Mahiou (Cezayir asıllı Fransız) Sırbistan aleyhindeki tüm kararlarda olumlu oy kullandıkları gibi Sırbistan’ın daha fazla sorumlu olduğunu ispatlayacak yeterli kanıt bulunduğu konusunda da hemfikirler. Rus yargıç Leonid Skotnikov ile Sırbistan tarafının seçtiği Ad Hoc Yargıç Milenko Kreca da Sırbistan’ın soykırımı önlemekte başarısız olduğu konusunda dahi oylarını Sırbistan lehine kullandılar. VİCDANİ KANAAT "Şüpheden sanık yararlanır" ilkesinin "hukukun üstünlüğü" ilkesinin üzerine çıkabileceği ender durumlardan biri yaşandı Lahey’de. Bu mahkemenin standartlarının Holocausta uygulanması halinde Nazi Almanya’sının Yahudilere karşı işlediği cinayetlerdeki "kasıt" unsurunun ispatlanması da mümkün olmayacaktı. Srebrenitsa kararı da tarihin "ikinci" ayıbı olacaktı. UAD soykırım suçunun işlendiğine karar vermesine rağmen "kasıt" unsurunu ispatlanamaz kılarak Sırbistan’ı suçsuz buldu ve tespit ettiği soykırım suçunu da çıplak, mesnetsiz ve faili belirsiz bıraktı. Mahkumiyet için yeterli vicdani kanaat oluşturamadı ancak savaş mağdurlarına bir darbe daha vurmuş olmaktan çekinmedi. Mahkeme bir halkın yöneticilerinin aldığı kararlar nedeniyle vatandaşı oldukları devletin işlemiş olduğu suçlardan mahkum olmalarını uygun görmemiş olmalı. Ancak bir devletin SİYASİ KARAR Mahkeme heyetini oluşturan yargıçların etnik ve dini aidiyetleri gibi uluslararası güçlerin etkisinin ve denetiminin de çıkan hükümde payı olduğuna dair ciddi şüpheler bulunuyor. Karara yargı dışı unsurların da karışması nedeniyle adaletin hukuka göre değil siyasete göre sağlandığı konusunda ise geniş bir uzlaşı bulunuyor. Sonuçta UAD hem bir soykırımın yaşanmış olduğunu kabul etmek hem de 13 üyesiyle Sırbistan’ı soykırımdan aklamak istedi. Sırbistan’ın kurucu temellerini ve meşruiyetini dahi sorgulanabilir kılacak böylesi ağır bir suçtan aklanmasının karşılığının sadece Mladiç ile Radovan Karadziç’in iadesi olduğunu düşünmek mümkün değil. Kosova’nın bağımsızlığı konusunda daha fazla pürüz çıkarmamak da buna dâhil edilmeli. AB’nin Sırbistan’ı da genişleme planı içerisinde görmesinin de karara etkisi olduğu yadsınamaz. Mahkemece soykırım suçlusu olduğu sabit görülmüş ikinci bir devletin daha varlığı Avrupa kültürü Dipnotlar: 1 Karar için bkz. http://www.icjcij.org/icjwww/idocket/ibhy/ibhyframe.htm 2 BMGK’nin 4 Haziran 1993 tarihli ve 813 sayılı kararı. 3 General Radislav Krstic ve General Dragan Obrenovic arasındaki 19 Temmuz 1995 tarihli telsiz konuşmasında "Tek bir tanesinin bile canlı bırakılmaması" emri verilen Boşnaklardan "Türkler" olarak bahsediliyor. USSM duruşma tutanakları, 1 Kasım 2000, http://www.un.org/icty/transe33/001101ed.htm
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle