02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

gelen Müslümanlara yönelik kaygılar da gün yüzüne çıktı. Avrupa’da bu kıtada yaşayan Müslümanlara yönelik ciddi bir rahatsızlık yayılmaya başladı. Hatta, bu kaygılara Müslüman göçmenler ve mülteciler de dahil oldular. 11 Eylül 2001 ve 11 Mart 2004 terörist saldırılarından sonra Müslümanlara yönelik dışlamanın içeriği kültürel unsurların baskın olduğu bir yapıya dönüştü. Avrupa kamuoyunda İslamiyet’e yönelik korku ve kuşkuların artmasıyla yabancı işçi, göçmen ve sığınmacı kavramları beraber anılmaya, Avrupa’daki yerleşik Müslümanlar potansiyel birer terör militanı olarak algılanmaya başlandı. Müslümanlara yönelik düşmanlık, Avrupa çapında bir İslamiyet korkusu ve düşmanlığı (İslamfobia) üretti. Daha önceleri yasadışı göçlerin doğurduğu ekonomik kaygılarla Avrupalıların canını sıkan Müslümanların artık kültürel özellikleri ve simgeleri hedef olmaya başladı. Halk düzeyinde, son birkaç yılda Almanya, Fransa, Polonya, Macaristan ve başka yerlerde ölümcül antisemitizm patlamalarına ve yine Almanya, İtalya, Fransa ve Çek Cumhuriyeti’ndeki Türk, Arnavut ve diğer göçmen veya konuk işçilere yönelik çok daha şiddetli bir nefrete tanık olunuyor. Müslümanların hedef oldukları bu açık düşmanlık, onların fiziki şiddete maruz kalmalarına kadar gidebilen bir olgu haline geldi. Bu da İslam’a karşı bir tür nefretin ifadesidir. Yaşanan bu gelişmeler ise Avrupa sağının güç kazanmasını ve Müslümanlara yönelik tehlikeli bir sürecin başlamasını da tetikliyor. 11 Mart 2004 tarihinde meydana gelen Madrid olayları Avrupa yönetimi ve kamuoyu üzerinde de derin izler bıraktı, Avrupa’nın terör örgütlerine karşı çok daha sert önlemler almasına yol açtı. Avrupa’da medyanın İslam hakkında yaptığı yayınlar ve bu konudaki yaygın cehaletten dolayı Müslümanlığa karşı büyük bir önyargının olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Burada yapılan asıl yanlış ise bu karşıtlığın sadece İslami aşırıcılığa ya da köktendinciliğe karşı değil Müslümanların tamamına karşı sürdürülüyor olmasıdır. Dinlerarası diyalog çabaları beklenen sonucu vermiyor... C S TRATEJİ 23 Tabii ki böyle bir mekanizmanın varlığı da Müslümanların kendilerini toplumun sorumlu üyeleri değil, ikinci sınıf yurttaş oldukları hissine kapılmalarına neden oluyor. Bu çerçevede AB üyesi ülkelerin Müslümanlara yönelik ekonomik, etnik, kültürel ve eğitsel dışlamacı tavırlarını sonlandırmaları gerekiyor. Avrupa’da terör saldırılarının engellenmesi büyük oranda güvenlik güçlerinin kontrollü eylemleri ile bağlantılıdır. Ancak kıtada Müslümanlığa yönelik yanlış algılamaların sonlanması ise, terörü asla kabullenmemiş sivil toplum düzeyinde yapılacak çalışmalarla olanaklıdır. Avrupa ülkelerinde "radikal–ılımlı, Müslüman–terörist" ayrımlarının yapılması gerekmekte ve Müslümanların ırkçı hareketlerden korunmaları için harekete geçilmelidir. Avrupa genelinde toplumu kin ve şiddete teşvik eden kişiler gözetim altında tutulmalı ve gerekirse tutuklanmalıdır. İslam düşmanlığı ve karşıtlığının engellenmesi için siyasi liderler, medya, sivil toplum örgütleri ve uluslararası örgütlerin çaba harcaması gerekiyor. Müslümanlar ise bu saldırıları gerçekleştirenlere veya teşvik edenlere dur demek için özeleştiri yapma ve etkin biçimde çalışmalarına olanak sağlayacak alanları belirlemek zorundadırlar. Terörü, şiddeti ve nefreti yayan, Avrupa ülkelerinde yasalara ve anayasalara karşı faaliyet gösteren örgütlere karşı polisten tüm siyasi kademelere kadar işbirliği yapmaları gerekiyor. Burada altı çizilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, Müslümanların kendi içlerindeki bölünmeleri ve bu bölünmenin yol açtığı Avrupa toplumlarında seslerini daha güçlü çıkaramamalarıdır. Birkaç yıl öncesine kadar tehdit olarak görülmayan Müslümanlar, artık ‘içerdeki tehdit’ konumunda. Karşıt yaklaşımların artması, ‘kültürel çeşitliliğin de sonu olabilir. bir entegrasyon politikası geliştirilmelidir. Bugün asıl sorun, karşılıklı güven eksikliğidir. Şöyle ki, Müslümanlar içinde yaşadıkları toplumlarda kendilerinin sevilmediği ve İslam korkusu ve ırkçılıkla karşı karşıya bulundukları psikolojisi içindedirler. Müslümanlar bulundukları ülkelerin hükümetleri tarafından kendilerinin denetlendiklerini düşünüyorlar. KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK KORUNMALI Dini ve etnik çeşitliliğin Avrupa'nın geleceği olduğu unutulmadan Avrupa'da Müslümanlara yönelik gerçekçi S T R A T E J İ İbrahim Özgür BEKTAŞ K İ T A P L I Ğ I sıyrılarak son derece çarpıcı bir şekilde Kıbrıs’ı adeta yeniden yazmış denilebilir. Kıbrıs’a dair ortaya çıkan efsanelerin ardındaki gerçekleri ortaya koyan yazar, Osmanlı döneminden bugüne kadar gelen tarihsel süreci, Kıbrıs merkezli olarak TürkYunan ilişkilerini, Kıbrıs Sorunu’nun bölgesel ve küresel sistem içerisindeki yerini, TürkYunan ilişkilerinin Ortadoğu’ya yansımalarını, bu bağlamda Türkiye ve Yunanistan’ın Arap dünyası ile olan ilişkilerini, Kıbrıs’ın bağımsızlaşma sürecini, Kıbrıs’a yönelik ortaya konan planları, gelecek senaryolarını ayrıntıya boğmadan son derece "dozunda" bir üslup ile anlatmış. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Lübnan, Mısır ve diğer Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı ve Kıbrıs sorunun yeniden alevlenmeye gebe olduğu bir dönemde, Kıbrıs’ı ideolojik yaklaşımlardan arınarak, bu denli geniş ve bilimsel olarak aktaran "Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu"nu satır satır okumak, gerçekleri çıplak gözle görmek için iyi bir başlangıç olabilir… ıbrıs, neredeyse yarım yüzyıldır derecesi değişmekle birlikte Türkiye’nin gündemini sürekli meşgul eden bir "sorun" olarak, yediden yetmişe, sıradan insanından entelektüeline tüm Türkiye’nin perspektifinden hareket edilmeli; özellikle de "mücadelesi" olagelmiştir. Hatta bugün bile, aradan küresel ve bölgesel sistem analizi yapılarak geçen çeyrek yüzyıla rağmen, Kıbrıs Barış Harekâtı gerçekçi tezler ortaya atılmalıdır. Türkiye’de tüm yönleri ile tartışılan, her ortamda araştırılan, "ulusal çıkar", "milli mesele" olarak görülen Kıbrıs konuşulan bir konu olarak popülerliğini koruyor. konusunda ise bu bilimsel şablonun uygulandığı Keza, dönemin bürokratları, diplomatları, askerleri ve oldukça nadir görülen bir durum. Ancak son yöneticileri de aynı popülaritelerini sürdürüyorlar. dönemde, özellikle de Ancak, Kıbrıs bugüne kadar Kıbrıs’ın farklı bilinçli olarak öyle bir Yazar: Mehmet Hasgüler boyutlarla yeniden dramatize edildi ki, halk Alfa Yayınları, 5. Baskı Şubat 2007, 505 sayfa uluslararası arenada Kıbrıs sorununu siyasi, tartışılmaya başlandığı uluslararası bir bir süreçte Türkiye’nin bu yaklaşımlarla olay/sorundan çok bir halk destanı olarak algılar hale yapılmış çalışmalara ihtiyacı var. Bu ge(tiri)ldi. Oysaki, Kıbrıs Sorunu duygusal ya da bağlamda, Çanakkale 18 Mart vicdani yaklaşımlarla değil sağlam analitik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaklaşımlarla, sistematik olarak ele alınması gereken yapan Mehmet Hasgüler’in "Kıbrıs’ta Enosis hassas bir uluslararası sorun. ve Taksim Politikalarının Sonu" adlı çalışması Nitekim, Kıbrıs’ı anlayabilmek için halen bu oldukça ilgi çekici. Kıbrıs hakkındaki ezberleri bozan konu üzerindeki tartışmalar devam etse de bir bilim bir yapıt ortaya koyan yazar, kitapta, klişelerden dalı olarak uluslararası ilişkilerin teorik K Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle