02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İSLAM ÜLKELERİNE SINIRLAMA İsrail dışındaki bütün Ortadoğu ülkelerinin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Andlaşması (Nuclear Non Proliferation Treaty/NPT) imzala(ttırıl)mış olmaları da adil değildir. Dünyadaki nükleer santral sahibi 31 ülkeden Pakistan dışında hiç birinin Müslüman ülkelerden olmaması hususunu burada daha ayrıntılarıyla irdelemekte yarar vardır. İran İslam Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Manuçehr Muttaki’nin geçtiğimiz aylarda çeşitli vesilelerle dile getirmiş olduğu "Batılı ülkelerin, İslam ülkelerinin modern teknolojilere sahip olmalarını istemediği" ve batılıların bu yönde adeta bilimsel bir ırk (bu durumda din) ayrımı uyguladıkları görüşü ciddiye alınması gereken bir husustur. Özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin, İsrail Başbakanı’nın yaptığı atom silahlarına sahip oldukları yönündeki son beyanına karşı bir tavır almazken İran’a karşı karar almasının dünyada nükleer silahların sınırlandırılması hususunda bir çifte standardın hüküm sürdüğünü göstermektedir. Bu çifte standart, bir anlamda ve belki de nükleer güç olma konusunda ciddi bir ihtiras gösteren İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin devrilmesi veya düşürtülmesiyle başlatılmıştı. Her ne kadar ABD ve İsrail yanlısı bir politika izleyen Pehlevi Batı için bir tehdit teşkil etmiyor idiyse de, belki de Şah’ın ciddi silahlanma çabalarının yanı sıra nükleer güç olmaya önem veren politikası uzun vadeli endişelere yol açarak sonunu getirmişti. Amirabad Nükleer Reaktörü’yle başlatılan İran’ın nükleer programı çerçevesinde yüzyılın sonunda ülkenin toplam 23.000 MW gücünde 26 kadar nükleer santrale sahip olması hedefleniyordu. Bu çerçevede ele alınan bir programla, ABD, Almanya, Namibya, Fransa ve Güney Afrika ile yapılan anlaşmalarla teknoloji, reaktör ve uranyum alınması konusunda anlaşmalar yapıldı. Bu konuda acaba Şah o zamanlar için nükleer teknoloji edinimi konusunda çok ileri gidip ABD ve özellikle İsrail’i gelecekteki olası gelişmeler açısından rahatsız mı etmişti. Veya acaba ABD ve İsrail yine ileri bir nükleer teknolojiye, kapasiteye erişebilecek bir İran’ın ileride köktendincilere yakın bir rejime sahip olup sıkıntı yaratacağını da düşünüp, Humeyni’nin İslam devrimine göz yumdukları ve nükleer emelleri olan Şah’ı tahtından düşürdükleri de söylenebilir miydi? Her halde buna tarih karar verecektir diyelim ve bu gün için İran’ın benzer bir teknolojik atılım yapıp nükleer güç olmasının batı tarafından istenmediği tespitini de tekrar yapmış olalım C S TRATEJİ İran’da askeri törenlerde teşhir edilen füze... 11 dair herhangi bir bulgu bütün çabalara karşın ortaya çıkartılamamıştır. 2003 Mart’ında IAEA Başkanı Muhammed El Baradey’in Irak’ta her hangi nükleer malzemeye rastlanmadığına dair açıklamasına karşın Irak işgal edilmiştir. Sonradan dünyadaki çeşitli saygın kuruluşların açıklamaları, ABD’nin Irak’taki Kitle İmha Silahları’nın (KİS) varlığı konusunu çarpıttığı şeklinde olmuştur. Bugün gelinen noktada ise bundan böyle, ateşle kavrulan Irak’ın tekrar nükleer bir program başlatması da her halde bir hayal olacaktır. İsrail’in Ortadoğu’da varlığını sağlamlaştırma amacıyla edindiği nükleer güç gözlerden kaçıyor. Türkiye’nin komşuları Bulgaristan ve Ermenistan’daki nükleer tesisler SURİYE’NİN de unutuluyor, İran baskı altına alınıyor. ÇABALARI ülkelerinin nükleer teknolojiye sahip olmamaları hususu tarihsel süreçte özellikle ABD’nin Irak, Libya ve hatta bir ölçüde İsrail dolayısıyla Mısır ve Suriye politikalarını etkilemiştir. LİBYA’NIN NÜKLEER ÇABALARI 1969’da petrol zengini olmaya başlayan Libya’yı askeri darbe yaparak yönetmeye başlayan Albay Muammer Kaddafi 1970’lerin başından itibaren kararlı bir şekilde nükleer teknolojiye sahip olma çabalarına girişti. Bunda Kaddafi’yi zorlayan en önemli husus her halde Arapların can düşmanı İsrail’in nükleer bombaya sahip olmasıydı. Bu konuda Fransa, Pakistan ve hatta Hindistan ile çeşitli anlaşmalar yapılırken Sovyetler Birliği ve Belçika’dan da teknolojik yardım alan Libya daha sonra bu çalışmaları biyolojik ve kimyasal silahların geliştirilmesinde de gösterince ABD’den ciddi uyarı aldı. Esasen Lockerbie uçak kazası sonrasında daha 1999’da teslimiyetçi bir tutuma girmiş olan Kaddafi, 2003 yılında Alman bandıralı bir gemide Libya’ya taşınmakta olan uranyum zenginleştirmeye yönelik malzemenin ele geçirilmesiyle nükleer programından vazgeçmek zorunda kaldı. Ayrıca yine, Saddam Hüseyin’in Irak’ta Kitle İmha Silahları iddiasıyla devrilmesi Kaddafi üzerinde de yıldırıcı bir etki yarattı. 2003’de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) görevlilerinin Libya’nın 9 nükleer araştırma tesisinde yaptıkları araştırmada uranyum zenginleştirmeye yönelik malzemeler bulmaları sonrasında Libya nükleer programından tamamen vazgeçti, nükleer silahsızlanma ile ilgili ek bir protokole imza attı ve tesislerinin tamamını kontrole açtı. Nükleer çalışma ve zenginleştirme ile ilgili birçok malzemenin de ABD’ye gönderilmesiyle Libya’nın nükleer teknoloji ve güç olma sevdası bu şekilde son buldu. İsrail’in can düşmanı ve ABD’nin de hedef tahtasında olan öteki güney komşumuz Suriye’nin KİS’lerin biyolojik ve kimyasal silahlarla ilgili çalışmalarında başarılı adımlar attığı söylenmekteyse de, nükleer teknoloji konusunda aynı ilerlemeyi sağladığını söylemek zordur. Dayr ElCacar’daki 30 megawatt gücündeki bir araştırma reaktörüne sahip Suriye’nin IAEA kontrollerinde temiz çıktığı söylenmektedir. Suriye’ye Rusya tarafında vaat edilen hafif su sistemli bir reaktörün de yine IAEA kontrollerine tabi olacağı açıklanmıştır. MISIR’IN ÇABALARI Çoğu Arap ülkesinden daha güçlü, zengin ve nükleer teknolojide kararlı adım atma potansiyeli taşıyan Mısır ise 1950’lerin sonunda 2 megawatt gücündeki Sovyet orijinli araştırma reaktörü ve 22 megawatt gücündeki Arjantin orijinli hafif sulu reaktörle nükleer araştırmaları başlatmışsa da bunu teknolojik uygulama alanına koyamamıştır. Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge olmasını savunurken Mısır buna özellikle İsrail’i dâhil etmektedir. İsrail’in nükleer güç olması durumunda, kendisinin de barışçı amaçlarla nükleer santraller kuracağını açıklayarak tepki veren Mısır’ın yanı sıra Suudi Arabistan’ın da aynı yaklaşımda olduğu görülüyor. Özellikle Irak’ta yükselen Şii, Sünni çatışmasından sonra Suudi Arabistan’ın İran’ı dikkate alarak bu konudaki çabalarını arttıracağı söylenebilir. Ancak bu söz konusu Müslüman ülkelerin barışçıl amaçlarla bile olsa nükleer santraller ve teknolojiyi inşa etme konusunda ne kadar başarılı olacakları yine ABD, İsrail ve öteki Batılı güçlerin iznine ve stratejilerine bağlıdır. Bu izne, enerji sıkıntısı had safhadaki Türkiye de dâhildir. Arap ülkelerinin elektrik enerjisi üretmeyi amaçladıkları şeklinde açıkladıkları nükleer teknolojiye sahip olma çabalarını teröristlerin ellerine geçeceği endişesiyle şüpheyle izleyen Batılılar, Türkiye konusunda değişik stratejilere sahipler. Batı için, her anlamda olduğu üzere mümkün olduğunca dışa bağımlı bir enerji politikası olan istikrarsız bir Türkiye gereklidir. Çünkü kaynaklarının çoğu pahalı olan ve güvenli enerji sağlama açısından riskli, kaynaklara bağımlı, enerji fakiri, pahalı elektrik üreten bir Türkiye Batı tarafından daha kolay etki altına alınabilecektir, kontrol edilebilecektir. IRAK’IN ÇABALARI 1975’te Tevhidye’de Fransız yardımıyla bir nükleer reaktör kuran Irak’ın bu tesisi 1981’de İsrail jetleriyle tahrip edilmişse de Irak’ın nükleer programının birden fazla tesiste 1991 Körfez Savaşı’na kadar sürdüğü söylenmektedir. Hatta bu sırada Irak’ın prototip bir nükleer bomba yapma aşamasına geldiği de iddia edilmektedir. 1991’deki yenilgi üzerine bu programı durdurmak zorunda kalan Irak’ın daha sonra da bunu tekrar başlattığına MÜSLÜMAN ÜLKELERİN ÇABALARI İsrail’in öteden beri karşı olduğu ve ABD’nin de 11 Eylül terör saldırılarından sonra İsrail’i daha kararlılıkla desteklediği, Müslüman Ortadoğu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle