10 Ocak 2025 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 Dr. Nejat TARAKÇI Jeopolitikçi ve Stratejist vrupa’nın enerji bakımından (petrol, doğal gaz, nükleer yakıt çubuğu) Rusya’ya olan bağımlılığı, Amerika’yı ve onu dahi yöneten Amerikan Finans Kapital Sistemini endişelendirmektedir. Endişenin odak noktasını, bu bağımlılığın AvrupaRusya merkezli yeni bir global güç merkezi haline gelme olasılığı oluşturmaktadır. Bu nedenle Amerika, AB’nin etkili ülkelerindeki yeni yönetimlerin belirlenmesinde aktif bir rol oynamıştır. Çok ironik bir şekilde, AB’nin kurucu lokomotif ülkeleri olan Almanya ve Fransa, Merkel ve takiben Sarkozy’nin yönetime seçilmeleri ile Amerika’nın Avrupa’daki yeni Truva Atları haline gelmişlerdir. Petrol ve doğal gaza alternatif (soğuk füzyon, toryum, bor gibi.) bir enerji kaynağı bulunmadığı sürece "Avrasya’ya hakim olan dünyaya hakim olur " şeklinde özetlenen jeopolitik teorilerin geçerliliği devam etmektedir. Bu açıdan Avrasya hedefine kilitlenen Amerika’nın potansiyel rakipleri AB ve Rusya’dır. AlmanyaRusya veya FransaRusya stratejik ittifakı tüm dünya güç dengelerini yerle bir edebilir. Eurozone Projesi,(1) Amerikan dolarının egemenliğine son vermeyi amaçlayan antiAmerikancı bir projedir. Bu proje AlmanyaFransa işbirliği ile hayata geçirilmiştir. Bugün gelinen noktada bu projenin sadece ekonomik olarak başarıya ulaştığını söylemek mümkündür. Ancak arkasında sağlam bir politik ve bu gücü destekleyecek askeri bir güç olmayan bir para biriminin güvenilirliği, her zaman sorgulanacaktır ve geleceği sallantıda olacaktır. Amerika’nın bu konudaki hassasiyeti ve kararlılığı bilinmektedir. Amerika, Avrupa içindeki Truva Atları ile, sadece ekonomik ayak (Eurozone) üzerinde duran AB’yi kağıttan bir kaplana döndürebilir. AB’nin politik birliğini sağlayacak Avrupa Anayasasının gündemden düşürülmesi ve Avrupa Ordusunun bir türlü realize edilememesinin arka planında Amerika’nın dolaylı ve dolaysız müdaheleri bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Avrupa’nın ABD kontrolüne girmesiyle… C S TRATEJİ çektiği, Avrupa’yı, Amerika ve Rusya karşısında üçüncü bir küresel dünya gücü yapma ülküsü şimdilik oldukça uzak bir zaman sürecine ötelenmiş gözükmektedir. Ötelenen bu zor ve uzun vadeli açılım, Amerika’nın Avrupa’yı siyasal ve ekonomik açıdan daha fazla sıkıştırması halinde, AlmanyaRusyaFransa ittifakı gibi oluşumu daha kolay ve daha kısa vadeli yeni bir güç merkezine dönüşebilir. A Türkiye tek seçeneğe zorlanıyor AMERİKAN FAKTÖRÜ Avrupa’nın tarihinde bir birliktelik oluşturduğu görülmedi. AB’nin Rusya ile stratejik bir birlikteliğe gidebilmesi ABD’yi ürkütüyor. Son dönemde Merkel ve Sarkozy’nin ülkelerindeki iktidarları bu açıdan Atlantik ötesini rahatlatıyor. Sarkozy’nin dışlayıcı tutumu da Türkiye’yi seçeneksiz olarak bırakmaya yönelik… Irak’a müdahalesi ile dibe vurmuştur. Amerika, siyasi ve askeri enstrümanlar yanında doların değerini de sürekli düşürerek ve Avrupa çeliğine kota uygulayarak ekonomik olarak da AB’yi dize getirmeyi başarmıştır. Bugün Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası duruma benzer şekilde bir Amerikan kontrolü altında bulunduğunu söylemek fazla abartı sayılmaz. Nitekim Amerika’nın zorlamasıyla NATO Antlaşmasının 6. Maddesi değiştirilerek NATO sorumluluk sınırları Afganistan’a kadar uzatılmış ve Avrupalı müttefikler buraya asker göndermeye mecbur edilmiştir. Amerika’ya göre Amerika ve Avrupa’nın güvenliği Afganistan’dan geçmektedir. Amerikan Savunma Bakanı Gates’in 4 Aralık 2007 günü yaptığı çağrı ile Avrupalı müttefiklerin Afganistan’daki güçlerini iki katına çıkarmaları istenmektedir.(2) Almanya’nın başını Irak’ta sıkışan Amerika’nın İran, Hazar, Karadeniz, Ortadoğu ve Orta Asya plan ve stratejilerinde Türkiye’ye olan gereksinimi yadsınamayacak kadar açıktır. Bu maksatla 2002’de iş başına gelen ılımlı İslam modeli olarak adlandırdığı AKP hükümetine büyük destek vermektedir. AKP hükümetinin anti laik açılımları ve AİHM’nin türbanla ilgili kararları nedeniyle, AB Komisyonundan ve bir kısım ülkelerden tepkiler gelmektedir. Amerika’nın baskılarıyla AKP’nin antilaik açılımlarına olan AB içindeki tepkiler sona ermiş, üstüne AİHM kararına rağmen üniversitelerde türban uygulamasının Türkiye’nin kendi kararı olduğu yönde açıklamalar gündeme gelmiştir. Avrupa Parlamentosundaki Liberal grup yine Amerika’nın açılımları paralelinde bağımsız bir KKTC’ye sıcak bakmaya başlamıştır. Önceleri Türkiye’nin AB sürecine girmesi yönünde destek veren Amerika, şimdi Sarkozy ve Merkel’i kullanarak Türkiye’nin AB sürecini engellemeye çalışmaktadır. Sarkozy’nin yeni Türkiye açılımı, doğrudan Türkiye’yi alternatifsiz bırakarak Amerika istikametine itmek ve onun Amerikan global çıkarları istikametinde kullanılmasını kolaylaştırmaktır. Ne kadar ilgi çekicidir ki, Türkiye çok kısa sürelerle AmerikaAB çekişmelerinde karşılıklı olarak sürekli koz olarak kullanılan bir ülke olmuştur. 19902000 arasında AB’nin bağımsız bir güç merkezi haline gelmesini engellemek isteyen Amerika, Türkiye’nin AB sürecini desteklerken, 2000 yılından itibaren, Türkiye’nin bağlantısız olarak kendi yanında yer almasını sağlamak için onu AB’den dışlamayı planlamıştır. ALMANYA VE FRANSA’NIN İKİLEMİ Tarihsel süreç açısından Avrupa’nın, iki defa Alman işgalinden Amerika tarafından kurtarılması gerçeği, Bush ve Sarkozyl... hem Almanların hem de diğer Avrupalıların zihinlerinde hala yaşatılan bir olgudur. Almanya’nın mağlubiyeti sadece kağıt üzerinde kalmamış, takip eden barış döneminde de savaşta verdiği zararlar kendisine misli ile ödetilen bir ekonomik sürece itilmiştir. Bu nedenle AB projesini başından beri destekleyen ve projenin lokomotifi olan Almanya, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan dağınık güç dengeleri içinde, gerçek bir Avrupa Birliği yaratarak, Amerika’ya karşı yeni bir güç merkezi oluşturmak istemiştir. 1991’de Kuveyt’i kurtarmak amacıyla planlanan Amerikan müdahalesi, Almanya ve Fransa’nın bütün hesaplarını bozmuştur. Her iki ülke de Ortadoğu’dan büyük ölçüde dışlanmışlardır. Bu dışlanma 2003 Mart’ında Amerika’nın TÜRKİYE’NİN SEÇENEKLERİ Avrupa, 1000 yıllık tarihinde tam bir bütünlük gösteren hiç bir siyasi birlik sağlayamamıştır. Şimdi de durum farklı değildir. Çünkü Avrupa kıtasında başta enerji olmak üzere jeopolitik bütünlük sağlayacak stratejik kaynaklar bulunmamaktadır. Avrupa sadece gıda yönünden kendini besleyebilecek kapasiteye sahiptir. Sömürgeciliğin yarattığı ve ham madde kaynakları dışa bağımlı sanayisi ile ayakta durmaya çalışmaktadır. Bu nedenle Amerika’nın global üstünlüğü devam ettiği sürece Avrupa onun yörüngesinden çıkamayacaktır. Jeopolitik gerçekçilik açısından Avrupa’dan beklenen, normal ve olması doğal olan tercihi ise çok yakınındadır. Bitişik coğrafyada kendisinde olmayanların bulunduğu ve işbirliğine açık Rusya orada beklemektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan farklı ideolojik, ekonomik ve sosyal sistemler de artık ortadan kalktığına göre, Avrupa’nın çıkış noktası bellidir. Ancak Amiral Castex’in "bozguncu teorisi" bugün de geçerlidir.(3)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle