02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Yrd. Doç. Dr. Deniz TANSİ Yeditepe Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi İç ve dış kökenli ayrılıkçılığa karşı C S TRATEJİ müridi, adamı, hemşehrisi gündeme gelecektir. Cemaatlere hapsedilen, yurttaşlığın sosyolojik kazanımlarından uzaklaştırılan insanlar, cemaatlerin itaate dayalı ilişkiler ağının parçası haline geliyorlar. Hatta insanlıktan da uzaklaşarak, ‘kul’laşıyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, işte bu bağlamda, yurttaşlık temeline dayalı ulusa dayanan ulusdevlettir. Atatürk, "Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir" diyerek, yurttaşlık temeline bağlı olarak Misakı Milli sınırları içerisinde yaşayan, etnik kökeni, dili, dini, mezhebi, cinsi ne olursa olsun herkesi Türk olarak kabul etmiştir. "Ne Mutlu Türk’üm diyene" sözü, bu anlayışın, somut bir başka ifadesini ortaya koymaktadır. Türk adı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir ırkın adı değil, Atatürk’ün de belirttiği gibi, Cumhuriyet’e yurttaşlık bağıyla bağlı olan, bu topraklarda yüzyıllardan beri ayrımsız kaynaşmış Türk ulusunun adıdır. Bu noktada ulusun bir mozaik olmasından çok, bu ayrımsız kaynaşmanın alaşımı olduğunu, altını çizerek belirtmek daha doğru bir yaklaşımdır. Ulusal alaşımın temeli, farklılıkların altını çizmekten çok, ortak, benzer yönlerin pekiştirilmesini gerektirmektedir. K üreselleşme sürecinin en somut etkileri, küreselleşmeyerelleşme bağlantısıyla açıklanıyor. Söz konusu yerelleşme, etnik, dinsel, mezhepsel, ırksal kökenlerin ön plana çıkarılması, mikro milliyetçiliklerin beslenmesi gibi somut verilerle ortaya çıkıyor. Ulusdevletin, küresel ve yerel oluşumlar arasında aşındırılması, ulusal aidiyetlerin yozlaştırılması, ulusal kimliklerin erozyona uğratılması, özellikle AB gibi, bölgesel oluşumların desteklendiği bir birliğe girme hazırlığındaki Türkiye’de yeni soru işaretlerine neden oluyor. 19841999 arasında yoğun bir biçimde yaşanan, ‘düşük yoğunluklu bir çatışma modeli’ içerisinde yorumlanan PKK terörü, Öcalan’ın yakalanmasından sonra siyasallaşma stratejisi içerisine girdi. Irak’ın kuzeyinde yaratılmaya çalışılan etnik devlet, Türkiye’nin güneydoğusu açısından, sekter bir oluşum olarak görülüyor. Bu çalışmada, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu ulusdevlet, ulusal kimlik, küreselleşmenin etkisiyle bölge ve etnik köken etrafında yeni bir ortaçağa evrilen etnik köken siyaseti, bu etkiyle ortaya çıkan etnik kimliği istismar etmeye çalışan terör, Türkiye’nin ulusal birlik ve bütünlük içinde, bu interaktif ilişkiler yumağından çıkış yolları tartışılmaya çalışılacak. ‘Ulusal Alaşım Modeli’ milliyetçilik, hem küresel bir milliyetçilik karakteri taşııyor, hem de göç olgusuna karşı ortak bir refleksi içeriyor. Küresel ve bölgesel milliyetçilikler teşvik edilirken, ulusdevlet milliyetçiliği dışlanıyor, yeni milliyetçilik türlerine karşı ulusdevleti savunma refleksi, üçüncü dünyacılık ya da şovenlikle suçlanıyor. Oysa, ulusdevlet milliyetçiliği, yurttaşlık temeline göre, etnik, dinsel, mezhepsel ya da diğer alt kimliklerin üstünde, ortak bir ulus kimliğini savunur. Bu evrim, özellikle 1789 Fransız devriminden sonra ulaşılmış bir noktadır. Ulusdevlet ya da ulusal kimlik yerine, alt kimliklere yönelik siyasalar, tarihin akışını tersine çevirmek anlamına gelir. Zira, ulusal kimliğin parçalandığı bir çerçevede cemaat kültürleri ön plana çıkacaktır. Ulusdevletin eşit ve özgür yurttaşı yerine, alt kimliğin KÜRESELLEŞMENİN ETKİSİ Küreselleşme sürecinin en bariz etkilerinden biri, ulusdevleti atomize eden, onu alt kimliklere bölen işlevidir. Ulusdevletin, AB gibi oluşumlar içerisinde bölgesel ve küresel oluşumlarla aşındırılması, ulusdevlete seçenek olarak yeni hükümranlık alanlarının oluşturulduğunu gösteriyor. AB içerisinde ‘committee of regions’ yani ‘bölgeler komitesi’ olarak adı geçen komitede, 200’e yakın, belediye, il özel idaresi, bölgeler yer alıyor. Bölgelere tanınan finansal, siyasal, ekonomik özerklikler, ulusdevletin aşağıya doğru bölgeler politikasıyla, yukarıya doğru AB oluşumu çerçevesinde küresel yapılara esnemeye başlamasını beraberinde getiriyor. Yani ulusdevlet egemenliğini bölgeler ve küresel oluşumlarla paylaşmak durumunda kalıyor. Bu süreç beraberinde bölgesel ya da mikro milliyetçiliklerin önünü açıyor, ya da 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yaşandığı gibi, AB ülkeleri ve ABD’de Müslüman ve Doğulu kimliğine karşı ortak bir milliyetçilik türü gelişiyor. AB içerisinde ‘Avrupalı Milliyetçiliği’ olarak anılan bu tür Türkiyenin uluslaşma sürecine TERÖRÜN KÜRESEL saldırılar, kuruluşundan bu yana REFERANSLARI 19841999 arasında yaşanan ayrılıkçı iç ve dış kaynaklı olarak sürüyor. Ülkemizde terör, tarih içinde değişik çıkarların izdüşümü sürekli istismar edilen Güneydoğu Küreselleşmenin alt aidiyetleri olarak sorununu dayanak yaparak eylemlerini sürdürmüş ve yenilmiştir. 19. yüzyılın sonlarında ön plana çıkarma yaklaşımı İngilizlerin kışkırtmasıyla ortaya çıkan ilk talepler Şeyh Ubeydullah İsyanı’yla günümüzde yeni bir ortaçağı ayrılıkçı başlamış, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Koçgiri İsyanı, Cumhuriyet döneminde yine İngilizlerin gündeme getiriyor. etkisiyle Şeyh Sait, Dersim, Ağrı gibi isyanlarla zaman zaman ortaya çıkmıştır. Aslında Şeyh Sait isyanında da görüldüğü gibi, ayrılıkçılığı aynı zamanda irtica da beslemekte, hem ayrılma, hem de hilafet istekleri eşzamanlı olarak dile getiriliyor. 1970’lerde bu sefer Doğu Bloku ve marksist etkilerle desteklenen ayrılıkçı talepler, 1984’te söz konusu destekle birlikte, bazı Batı ülkelerinin de desteğiyle bir başka boyuta kaydı. 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında SSCB ve Doğu Bloku rejimleri çökerken, ayrılıkçı terör, bazı Batı ülkelerinin himayesiyle palazlandı, 1991’deki 1. Körfez Savaşı’ndan sonra, Irak’ın kuzeyinde oluşan otorite boşluğundan, Türkiye’ye yönelik mülteci göçünün kaosundan faydalanarak, saldırılarını üçerbeşer kişilik timlerden, 100’er kişilik bölük düzeyine yükseltti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, çetin mücadelesi, düzenli bir ordu niteliğiyle birlikte, düzensiz savaşın taktiklerini de kulanmasıyla örgüt geriledi, 1999 Şubat’ında Öcalan’ın yakalanmasıyla, örgütün eylemleri yok denecek boyutlara indirgendi. Bu bağlamda örgüte yönelik mücadele gözlerden kaçırılmamalıdır. Zira, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra gündeme gelen asimetrik savaş teorileri, düzenli orduların, karargahı, cephaneliği belli olmayan belirsiz düşmana karşı hangi taktikleri kullanması gerektiğiyle ilgilidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu süreçte, asimetrik savaş konusunda bir hayli deneyim kazandı, üstelik başarılı oldu. Bugün gelinen noktada, 2. Körfez Savaşı’nın ardından, Irak’taki merkezi otoritenin tamamen yok olması ve ABD işgaliyle, Irak’ın kuzeyinde etnik bir devlet yaratılmaya çalışılıyor. Bu etnik devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kısım yurttaşları Kuzey Irak sınırını gözetleyen Mehmetçik...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle