02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Kaan ÖĞÜT Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi [email protected] Merkez Bankası kimden bağımsız? C S TRATEJİ konudur. IMF’nin temel amacı görünürde bu olmamakla birlikte uluslararası sermayenin gelişmiş ülkelerde sıkışan kâr oranlarına alternatif yüksek getiri alanları yaratmak konusunda önemli bir rol oynadığını düşünüyoruz. Türkiye 2001 sonrası süreçte, IMF’nin de yönlendirmesi ile, daraltıcı maliye politikalarının yanı sıra, sıcak paraya dünya ortalamasının çok üzerinde getiri sağlayarak YTL ’nin değer kazanması yoluyla enflasyonu düşürmüştür. Yıllık ortalama değerler üzerinden kaba bir analiz yaptığımızda ülkemize gelerek hazine kağıdı alan 100 doların bir yıl sonra 2002’de 64 dolar, 2003’de 51 dolar, 2004’de 32 dolar ve 2005’de 16 dolar civarında (son kur artışından önce çıktıklarını varsayarak) getiri elde ettiğini görüyoruz. ABD enflasyon oranının bu dönemde yüzde 2 civarında olduğunu düşünürsek bu rakamlar hemen hemen reel getiri anlamına gelir. 01 krizinden sonra IMF ile yenilenen standby anlaşması çerçevesinde Merkez Bankası (MB) Kanunu’nda yapılan değişiklikle MB’nin temel amacı fiyat istikrarının sağlanması olarak belirlendi, kamu kesimine doğrudan veya dolaylı olarak kredi açması yasaklandı ve bu şekilde bir anlamda karşılıksız para basılması engellendi. Önceki Başkan Serdengeçti’nin "MB’nin bağımsızlığı" ile ilgili konuşma metinlerine baktığımızda, sürdürülebilir büyüme ve istihdam artışının ön koşulunun fiyat istikrarı olduğuna, siyasetçilerin ekonomik büyüme uğruna fiyat istikrarı amacından ödün verebildiklerini ve hükümetlerin kamu maliyesi açığı vererek bunu MB kaynakları ile finanse etmeye istekli olduklarını bunun da enflasyonist sonuçları olduğuna, bu yüzden MB’nin hükümetlerden bağımsız olarak fiyat istikrarı hedefine yönelmesi gerektiğini ifade eder. Bir ekonominin büyüme ve kalkınmasını belirleyen optimal enflasyon oranının mümkün olan en düşük enflasyon oranı olup olmadığı tartışmasını bu yazı çerçevesinde bir kenara bırakarak, Yeni Klasik Makroekonomi Okulu’nun (YKMO) görüşleri çerçevesinde hazırlanan bu konuşmalarda, genel anlamda doğru vurgular yapılmakla ve MB’nin neden hükümetlerden bağımsız olması gerektiği anlatılmakla birlikte MB’nin uluslararası finansal sermaye karşısındaki konumunun ne olması gerektiğine dair bir vurgu yok. YKMO, Keynes ve onun belli açılardan sürdürücüsü olan Yeni Keynesyen ya da Post Keynesyen akımların vurgu yaptıkları asimetrik bilgi, belirsizlik, küresel sermaye hareketlerinden kaynaklanan krizlerle yeterince ilgilenmediğinden MB metinlerinde de böyle sınırlı bir bağımsızlık anlayışı ile yetiniliyor. Özetlersek bu metinlerin iktisat literatürünün 19701980’lerde moda olan çok sınırlı bir bölümü üzerine bina edildiğini ve genel olarak yanlış olmasalar bile özellikle küresel finansal piyasaları analizde çok yetersiz olduklarını söylemeliyiz. Merkez 20 Türkiye, finansal sermayeye teslim Yabancı sermaye girişi YTL ’nin değerlenmesine neden olarak, ithal mallarının ve onlarla rekabet eden yerli ürünlerin fiyatları üzerinde azaltıcı yönde baskı yapmak yoluyla enflasyonun düşürülmesine katkı sağlıyor. Öte yandan YTL ’deki değerlenmenin ihracatın ve genel olarak imalat sanayisinin ithalata bağımlılığının artmasını ve dolayısı ile Türkiye’de yaratılan katma değerin düşmesini desteklediği de söylenebilir. Değerli YTL ’nin belki tek faydası ithal sermaye mallarına dayanan yatırımlar için uygun bir ortam sağlamasıdır ki 2002’den bu yana özel sektörün makine teçhizat yatırımları 2005’de hız kesmekle birlikte oldukça yüksek oranlarda büyümüştür. Değerli YTL yüzünden ithalata bağlı ve düşük katma değerli, verimlilik artışı nedeniyle ise istihdam yaratmayan bu sıcak para girişine bağlı büyüme modeli 2001 sonrasında 4 yıl boyunca yüksek büyüme oranlarına ulaşılmasını sağladıysa da bu modelin sürdürülebilir olmadığı 2006’da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. MB Bağımsızlığı IMF’nin ısrarla üzerinde durduğu bir IMF NEDEN REZERV İSTEDİ? 2005’in son aylarında cari işlemler açığımızın ciddi boyutlara ulaştığı gizlenemez duruma gelince IMF dahiyane iki öneride bulundu. Bunlardan birincisi mali disiplin ve yapısal reformlara yapılan klasik vurguydu. IMF’nin Türkiye’den uygulamasını istediği ikinci öneri ise MB döviz rezervlerinin yükseltilmesiydi. Kısa vadeli dış borç stokunun, MB rezervlerine oranı (KVDBS/MBR) özellikle Asya krizinden bu yana kriz beklentisi için bir kriter olarak kullanılıyor. IMF rezerv artışı ile KVDBS/MBR oranının paydasını büyüterek kriz beklentisini ötelemek, kısa vadeli yabancı sermayenin cari açığı finanse etmek üzere girişini sürdürmek istemiş olabilir. Ancak bu isteğin olası sonucu 2006 Haziran’ında belirginleşti. Son günlerde kârlarını realize ederek Türkiye’den ayrılmak isteyen sıcak para ve döviz cinsi açık pozisyonlarını kapatmak isteyenler, MB üzerinde rezervleri bozdurarak kurun yükselmesini engellemek yönünde baskı yapıyorlar. Kurun yükselmesi durumunda YTL ’den dolara ya da diğer para birimlerine geçişte değer kaybı ortaya çıkacağı gibi, döviz borcu olanların borçlarının YTL karşılığı da artıyor. Bu yüzden bu çevreler MB’nin rezervlerini bozarak kura müdahale etmesini ve YTL ’nin değer kaybını engellemek istiyor. ENFLASYONU DÜŞÜRMENİN YOLU 2001 sonrası enflasyonu düşürmede sağlanan başarının temelindeki dinamikleri ekonometrik olarak analiz ettiğimizde bunların büyüklük sırasına göre 1) YTL ’deki değerlenme, 2) reel ücretlerin düşmesi ve çalışılan saatin artması ile sağlanan verimlilik artışları, 3) sıkı maliye politikası ve faiz dışı fazlanın da etkisi ile reel faizlerin düşürülmesi olduğunu görüyoruz. YTL ’deki değerlenmenin etkisi diğerlerinin toplamı kadardır. YTL ’deki değerlenmenin ağırlıklı olarak kısa vadeli sermaye girişinin bir sonucu olduğunu, bu sermaye girişinin ise yabancı sermayeye dünya ortalamasının çok üzerinde getiri sağlamamızdan kaynaklandığını biliyoruz. Bu süreç yabancı sermayeyi çekecek yüksek getiriyi sağlamak koşulu ile enflasyonun düşürülmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz SICAK PARANIN TATLI KARI Aslında devletin dış borçlarının (Merkez Bankası hariç) 68 milyar doları ve cari işlemler açığımızın da daha ilk dört ayın sonunda 12,5 milyar doları bulduğu göz önüne alınırsa YTL ’deki bu değer kaybının hem dış borç stoku/GSMH oranını hem de cari açık/GSMH oranlarını ciddi oranda yükselteceği bu yüzden de YTL ’deki değer kaybını engellemek için müdahale edilmesi gerektiği savunulabilir ancak bunun bir anlamda kısa vadeli sermayenin 20022005 arası elde ettiği tatlı kârdan hiç ödün vermeden ülkeden çıkmasını garanti altına aldığına da dikkat etmemiz gerekiyor. Yani ülke olarak daha az zarar görmek için önce uluslararası sermayenin kazancını garanti etmek durumundayız. İşte IMF 2005 sonunda bizi buna hazırladı ve sıcak paranın zarar etmesini engellemek için gerektiğinde bozdurmak üzere rezerv biriktirmemizi sağladı. REZERVİN MALİYETİ Ödemeler Dengesi rakamlarına göre 2005 yılında 23 milyar, 2006’nın ilk dört ayında ise 9,5 milyar dolar rezerv biriktirdik. Bu rakamlar 2003 ve 2004’te biriktirilen dörder milyar dolarla karşılaştırıldığında 2005 itibari ile rezerv birikiminde ciddi bir artış olduğu göze çarpıyor. Bu rezerv biriktirme sonucunda MB döviz rezervleri de 60 milyar dolar seviyesine yaklaştı. Aslında MB, IMF’nin yönlendirmesi olmasa bile bir anlamda rezerv biriktirmek zorundaydı. 2005 yılında
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle