02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası Ekonomik tetikçiler, IMF ve Dünya Bankası kol kola... C S TRATEJİ tetikçilerin hedefi, Türkiye’nin ekonomik olarak ABD’ye bağımlı hale getirilmesiydi. Bunun yolu ülkenin güçlü sanayi kollarını yok etmekti. Bu da ülke ucuzlaştırılarak ve kuruluşlar tekel konumundaki güçlere satılarak sağlanabilirdi. 1994’te mali kriz, 2001’de finansal kriz ve akabinde bat(ırıl)an bankalar da sistemin kollarını oluşturuyordu. Öncelik, IMF programları çerçevesinde, yurtdışına olan borçların ödenmesiydi. IMF’nin, (kendince) başarılı politikalarının meyvelerini toplamasının uzun sürmediği görülüyor. IMF bugün, dünya ekonomisine hakim olan güçlerin çok rahat bir şekilde kriz çıkarabildikleri, güçlü kuruluşların ve bankacılık dahil pek çok sektörün holdinglerin eline geçtiği bir ekonomi yaratmakla övünüyor. Bu hedefi gerçekleştirmeye çalışan ve oluşan ortamdan rant sağlayan tek ülke ise ABD değil. Kasım ayında çıkan haberlere göre, Japon yardım kuruluşu JICA’nın uzmanları "bedavadan" İstanbul’un şehir içi ulaşımı için bir plan hazırlayacaklar ve planın kabul edilmesi halinde Japonya Uluslararası İşbirliği Bankası aracılığıyla Türkiye’ye kredi verilecek.(1) Türkiye ekonomisini iyi tanıyan "uzmanlar" ve geliştirilen projelerin uygulanmasında oldukça büyük bir görev üstlenen IMF’nin, ABD’nin nihai amacını gerçekleştirmeye yönelik kararlar verdikleri ve 1958 yılından bu yana bu politikayı sistemli bir şekilde sürdürdükleri dikkate alındığında, Türkiye ekonomisinin krizlerden kurtulamamasının sebebi daha iyi anlaşılacaktır. Zira imzalanan her anlaşmanın ardından uygulanan "istikrar" programlarının Türkiye’yi daha ucuz ve yoksul bir ülke haline getirmesinin ve bu yolla güçlü sanayi kollarının yabancı ya da yerli görünümlü holdinglerin eline geçmesinin amaçlandığı, IMF ile ilişkilerin başladığı 1950’li yıllarda belli olmuştu. Aksi takdirde, 1958 yılında kotası 151 milyon SDR olan Türkiye’ye, henüz borçlarını ödeyememiş ve vadelerini uzattırmış olmasına rağmen, neden 250 milyon dolar (kotayı yaklaşık 30 milyon dolar aşan bir tutar) kredi verilsin ki? Türkiye üzerinde tehdit oluşturan ülke ve kuruluşların kullandığı "ekonomi" argümanı, AB’ye üye olmadan kabul edilen Gümrük Birliği (GB) aracılığıyla da kullanılıyor. Bu yolla ticaret serbestliği Türkiye aleyhine oldu, ekonomi bir yandan IMF aracılığıyla çöküşe uğratılırken diğer yandan GB tarafından sömürüldü. AB’ye girildiği takdirde daha fazla ekonomik kaybın oluşabileceğine somut bir örnek vermek gerekirse; Macaristan’ın AB’ye girdikten sonra, müteahhitlik hizmeti veren tek bir yerli firmasının kalmadığını söylemek yeterli olacaktır. Politika yapıcıların Türkiye ekonomisini analiz ederken bu kuruluşların asıl amacını ve oluşturdukları tehdit ortamını görmezden gelmesi, büyük bir yanlışlık olacaktır. Bunun yanında programlar ve uygulanan projeler değerlendirilirken Clinton'ın eski danışmanlarından Dick Morris'in 2002 yılında söylediği "IMF, Türkiye'yi bizim için satın aldı" sözlerini akılda tutmak, gerçekçilikten uzaklaşmamak adına gerekli görülüyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün 16 Mart 1923’te, Adana Sanayi Mektebi’ni ziyaretinden sonra söylediği gibi; "Bu güzel vatanımızı fakirliğe, ülkemizi yıkıntıya sürükleyen çeşitli sebepler arasında en güçlüsü ve önemlisi iktisadi hayatımızda bağımsız olamayışımızdır." Dipnot: (1) Güngör Uras’ın "Bir Ekonomi Tetikçisinin İtirafları" adlı makalesinden, Milliyet, 16 Kasım 2005 [email protected] nsanlık günümüzde, küresel hakimiyetin askeri yollarla değil, ekonomik güçle sağlandığına tanıklık ediyor. Küresel hâkimiyetin son safhasını oluşturan küresel imparatorluk hedefi ise, büyük güçlerin hayalini kurduğu ve bazı ülkelerin bu amaç uğruna işgallere bile giriştiği bir durum. Bu hedefe ulaşmak için en çok yatırım yapan ülke de hiç kuşku yok ki ABD. Öyle ki ABD, küresel imparatorluk hayalini gerçekleştirebilmek için yeni sektörler ve iş alanları yaratarak mücadelenin tek boyutlu olmadığını da gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bu projeyle ABD, önce güvenini kazanıp yakınlaştığı ülkelerle "müttefik" oluyor, ardından bu ülkeleri kendine bağımlı hale getirerek devletlerin üniter yapılarını tehlikeye sokabilecek bir ortam hazırlıyor. Kullandığı silahla tüm sektörlere hükmedebilen ABD’nin elindeki koz ise ekonomi. 1945’lerden sonra "küresel güç olma" fikrini en iyi uygulayan ülke şüphesiz ABD. Manifest Destiny (Bariz Kader) ve daha gelişmiş şekliyle Monroe Doktrini çerçevesinde Pasifik’in ötesine açılmayı, kendisine Tanrı tarafından verilmiş kutsal görev olarak gören ABD, bu amacına ulaşmak için her yola başvuruyor. Kasım 2005’te ilk baskısı, bir ay sonra da ikinci baskısı yayınlanan "Confessions of an Economic Hit ManBir Ekonomik Tetikçinin İtirafları" adlı kitap aslında bu amacı, bu uğurda yapılanları/yapılabilecekleri gözler önüne sermeye yetiyor. Kendisini de bir Ekonomik Tetikçi (ET) olarak tanımlayan yazar John Perkins, kitabında, ülkesinin küresel imparatorluk hedefini gerçekleştirirken kullanılan maşalardan biri olduğunu ve yoksul ülkeleri kendi ülkesine bağımlı hale getirmek için yaptıklarını anlatıyor. İ Ekonomik güç, emperyalizmin aracı Günümüzde küresel egemenliğin önemli koşulu ekonomik olarak ülkelerin ele geçirilmesi. Bu amaçla IMF ve Dünya Bankası’nın çalışmalarının yanı sıra Ekonomik Tetikçilerin de (ET) küresel sisteme hizmet ettiği biliniyor. TEHDİTLER ÇOK BOYUTLU Geliş(tiril)memiş ülkelerin ABD destekli kuruluşlardan kredi kullanımını sağlamak ve borcu ödeyemeyecek duruma gelinceye kadar bu John Perkins uygulamaya devam etmek, oluşturulmaya çalışılan unutmamak gerekiyor. Nitekim dünyaca ünlü ABD merkezli sistemin en büyük çarkını oluşturuyor. spekülatör Steve Forbes'in dediği gibi, "IMF bir Bu doğrultuda 1973’teki petrol kriziyle bütçesini dört uluslararası cinayet fonudur. Bu cinayetleri de, kat artıran Venezüella, artan gelirleri ile bir anda kendisine kaderlerini bağlayan ülkeleri istikrarsızlığa dikkatleri üzerine toplamış ve ET’lerin yeni iş sahası iterek işler. Elindeki tek silah, büyüme karşıtı olmuştu. Altyapı ve "sosyal yaşamı iyileştirme" ekonomik reçetelerdir." Üstelik bu reçeteleri amaçlı yatırım karşılığı IMF’den kredi almaya Türkiye’de de uygulayan kuruluş, krizlerin sorumlusu zorlanan Venezüella, ağır bir yükün altına girdiğinin değilmiş gibi ortaya çıkıp kurtarıcı rolünü farkında değildi. Petrol fiyatlarının dibe vurmasıyla oynayabiliyor. Bu rolün IMF’ye verilmesinde birlikte gelirleri azalan ülke çok geçmeden borcunu "bağımlı" siyasilerin ve ölçüsü kaçan özerk ödeyemez hale geldi Chavez’e kadar, ABD’ye olan kurumların etkisi büyüktür. Yoksa, 2000 yılında bağımlılığını sürdürdü. olduğu gibi, başarı şansı olmayan "dövizin baskı ABD’nin başlattığı bu oyuna müdahil olmak altına alındığı bir kur çapası sistemi" uygulanabilir isteyen pek çok ülke çalışmalarını başlatıyor. Oyun miydi? öyle bir hal alıyor ki, bir ülke (genellikle ABD) sömürmek üzere bir hedef belirliyor, diğer rakipler de o ülkenin kazancını azaltmak için aynı hedefe ETİKÇİLER TÜRKİYE’DE yöneliyor. Kısa zaman içinde kurtlar sofrasına düşen IMF sisteminde Türkiye’de önce krizler çıkarıldı hedef, küçük parçalara ayrılmaya çalışılıyor. İşte bu ardından "kurtarıcı" IMF geldi ve ekonomi sakinleşti. aşamada devreye giren tetikçilerin ve onlara yardım Ancak yüzde 25 oranında küçülmüş bir ekonomi, eden IMF ve Dünya Bankası’nın "sosyal yaşamı yüzde 20’leri aşan işsizlik oranı ve ucuzlaştırılmış bir iyileştirme projeleri" karşılığı verdiği kredilerin Türkiye kaldı. Türkiye’de hala TürkAmerikan aslında çok boyutlu bir sistemin parçası olduğunu müttefikliğinin var olduğuna inananlar bir yana T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle