02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bir mirasın yok edilmesine yöneltilen eleştirileri Suudi yönetiminin niçin 'egemenlik haklarının kullanımına' bir müdahale saydığı daha anlaşılır olmaktadır. Kültürün evrenselliği düşüncesinin Suudi Arabistan'da yerleşik ve yaygın bir değere dönüşmemiş oluşu, insanlığın ortak kültür mirasını yansıtan ve yerine konulmaları imkansız eserler gün gelip buldozerlerin kepçeleri, gün gelip onarım bahanesi ile yok edilecek ve böylesine ilkel bir eyleme yükselen tepkiler Suudilerce ‘egemenlik haklarının kullanımına müdahale’ temelinde ele alınarak karşı bir tepki ile karşılanmayı sürdürecektir. Kosova ve Bosna'da savaştan zarar gören Osmanlı eserlerini, özellikle de camileri onarma bahanesi altında yıkarak, yerine tümü ile Arap mimarisini yansıtan yenilerini yapıp, kapılarına 'Suudi Arabistan Krallığınca restore edilmiştir' levhasını asmayı Vehhabiliğin Balkanlara taşınması için basamak yapacak hesaplar peşinde koşan bir zihniyet, Mekkei Mükerreme'deki üstelik Hz. Muhammedin mezarını koruma amacı ile Osmanlılarca inşa edilen Ecyad Kalesi'ni de gün gelip yıkacak ve şeri yasaların kapılarından içeri girmediği bir otel yapmayı yeğleyecekti. Ne var ki, Ecyad Kalesi'nin yıkılması konusunda medyanın öncülüğünde kamuoyunun sergilediği duyarlılık ve tepkiler, Türk toplumunun her zaman yineleme yanlışına düştüğü reaktif yaklaşımların yeni ve ayrı bir örneğini oluşturmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır. YUNANİSTAN’IN TAVRI 'yaşanmamış bir dönemi' anımsatan tüm kültür ve sanat eserlerinin sistematik olarak yok edilmesi sonucuna eşlik etmiştir. Yakın tarihinin bir bölümünü yok sayıp, yazılması ve konuşulmasını bir tabuya dönüştüren politikalar doğaldır ki, 'yaşanmadığı ileri sürülen' bir devirden arta kalan ve ‘yaşanmamış bir dönemi’ anımsatan tüm eserlerin imhasını gerektirecekti. Nitekim Yunanistan; Osmanlı döneminden günümüze yansıyan cami, sebil, medrese, kervansaray, türbe, köprü, imarethane, hamam, yönetim binaları, kışla, saat kuleleri, gümrük depo ve binaları gibi ve büyük bir çoğunluğu özel mülkiyet altında bulunan eski eserleri, dünyanın tüm çağdaş ülkelerinde uygulandığı üzere koruma altına alma ve tüm insanlığın ortak malı olan bir kültür mirası olarak değerlendirme yerine bugünkü sahiplerince yıkılmaları ve yok edilmelerini özendirmiş, bu politikası ile de bireylerin sorumluluğunu öne çıkararak, tahribatın devlet eliyle yapılmadığı görüntüsünü vermeye çalışmıştır. 'Tarihi anıt niteliğindeki eserlerin sadece mimari bir yapı değil, kırsal ya da kentsel alanlarda bulunmaları önem taşımaksızın bir uygarlığın günümüze ulaşan kanıtları ve bu özellikleri nedeniyle korunması gereken ortak kültür mirası' olduğunu vurgulayan Venedik Charter'ı ile 'mimari mirasın, yerine yenisinin konulması olası bulunmayan, kültürler arası farklılıkların günümüze yansıyan ve korunması mutlaka gereken zenginlik' biçiminde açıklandığı Granada Konvansiyonu'nda Yunanistan’ın da katılımı ile imza altına alınan bu açık hükümlere karşın Atina’nın Bizans C S TRATEJİ 19 tahrip eden, bir rastlantı eseri kalanların ise envanterini çıkarıp koruma altına almak yerine, amaç dışı kullanımlarına göz yumarak yıkılma ve yok olmalarına seyirci kalan Yunanistan'a niçin gösterilmediği merak konusu olmalı, Türkiye'ye sürekli uygarlık dersi vermeye kalkan AB'nin seçkin ülkelerine, üyeleri Yunanistan'ın süregelen 'kültür vandalizmi' anımsatılmalıdır. Bir uygarlık ve çağdaşlık projesi olan AB; bu birliği oluşturan ya da dışındaki ülkelere ait kültürel mirasın korunmasına göstereceği özen, ortak kültürel değerlere ulaşma konusunda çok önemli bir paydaya sahip sanat mirasının tüm insanlığın ortak malı olduğunu öne çıkaracak eylem ve söylemlerinin, yaşanan ve kültürlerarası bir çatışma tarzında ortaya çıkan akımların engellenmesi yönünde çok önemli bir mesaj taşıyacağı son derece açık olmalıdır. Bu bağlamda AB’nin üyesi olan Yunanistan ise topraklarında en fazla Osmanlı eseri barındıran ülkelerden birisi olarak bu konuda öncüörnek bir rol üstlenmeye özendirilmeli ve geçmişten günümüze yansıyan, ne ortak paydaların öne çıkarılıp toplumlararası anlayışın pekişmesine ne de geçmişte takılı kalarak geleceği birlikte barış içinde yaşamaya katkısı bulunan uygulamalarını terk etmeye, Avrupa’nın ortak kültürel mirasını koruma adına davet edilmelidir. Yunanistan’ın; topraklarındaki Osmanlı döneminden kalan ve tam envanteri çıkarılmamış olmakla birlikte, yapılan arşiv ve alan araştırmaları sonucu sayılarının 3370 olduğu saptanan ancak günümüzde ayakta kalabilen yalnızca 350 kadarının, üstelik insanlığın ortak mirası sayılmasına karşın korunmak bir yana saygısızca kullanımları ve tahriplerine seyirci kalıyor oluşu, Türkiye’den çok öncelikle AB’nin sorunu olmalıdır. ‘Kültürlerarası farklılıkları yansıtan mimari eserlerin korunması gereken bir zenginlik’ olduğunu ifade ederek bunu kayda geçiren ve imzaları ile onayan AB üyesi ülkeler, kendilerinden sakınılmakta olan bu zenginliğin daha da gecikmeden farkında olmalı ve yalnızca imzalarına sahip çıkma değil çağdaşlık ve uygarlığın gereklerini yerine getirme adına da her nasılsa ayakta kalabilen son eserler de yok edilmeden harekete geçmelidirler. AB Anayasasının giriş ve kültür başlığı altında yer alan hükümler; Yunanistan’a, topraklarında bulunan ve kültürlerarası çeşitliliğin günümüze yansıyan örnekleri olan Osmanlı eserlerinin korunmasını Anayasal bir görev olarak verirken, AB açısından da, Birlik Anayasası’nın üye bir ülkece çiğneniyor oluşu karşısında harekete geçilmesini amir olmalıdır. Ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Suudi Kralı Abdullah’ın ülkemizi ziyareti sırasında gündeme getirildiği anlaşılan Sevda tepesindeki araziye imar izni verilmesi için ricacı olanlara bundan üç yıl önce Mekke’de Bülbül Tepesinde bulunan son Osmanlı eseri Kal’ai Ecyad’ın protestolarımız ve verilen sözlere karşın bir gecede nasıl yıkıldığını anımsatarak yanıt vermelidir. Geçmişte haccı yasaklayan ancak bugün hac farizasını yerine getirmek için dünyanın dört bir yanından Mekke’ye koşan Müslümanların paralarını sömürmek için bir tarihi yok ederek yerine otel yapmayı yeğleyen Suud ailesine verilecek en anlamlı ve onurlu yanıt Sevda Tepesine bir çivi dahi çakılmasının mümkün olmadığının söylenmesi olmalıdır. Dipnotlar: 1Dünyada ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, Dr. Abdullah Manaz, İzmir 1998, s.118119 2Türkiye’de İrtica Hareketleri ve Terörizmin İlişkileri, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul, 1998, S. 31 3Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, Abdülbaki Gölpınarlı, İnkilap Yayınevi, İstanbul, 1996,s.45 4Meydan Laroussi, Meydan Yayınevi, İstanbul 1985, Cilt 12, s.554 5Rabıtatu’l Alemu’l İslamiye (Dünya İslam Birliği) 18 Mayıs 1962’de Mekke’de kuruldu. Konu eğer; Osmanlı kültür ve sanat mirasının üstelik sistematik bir şekilde yok edilmesi ise mercek altına Suudi Arabistan'dan önce alınması gereken bir ayrı ülke olduğunun unutulmaması gerekir. O ülkenin adı komşumuz ve çağdaşlığın adresi olarak tanımlanan AB üyesi Yunanistan’dır. Tarihten gelen ve yanlışlığında kuşku bulunmayan küçümseme duygularımızın öncülüğünde, tepkilerimizi toplumsal düzlemde cömertçe yönelttiğimiz Suudi Arabistan; Osmanlı eserlerini yıllardır sistemli bir şekilde üstelik ortak tarihi geçmişi çiğnemek bir yana, aşağılayarak yok eden Yunanistan'ı' görüş alanı dışına taşımamalıdır. Ecyad Kalesi'nin Suudilerce yıkılmasına gösterilen anonim tepkiler sıra Yunanistan'a geldiğinde, bu ülkede mevcut 3000’i aşkın Osmanlı eserinden yaklaşık yalnızca 350'si, o da kırıkdökük ayakta kalarak yok edilmekten şimdilik kurtulmuşken suskunluğa dönüştüğü ya da görmezden gelindiğinde, Suudi Arabistan'a yöneltilen eleştirilerin her zamanki duygusal ağırlıklı tepkilerimizden farklı olmadığı bir kez daha açığa çıkmaktadır. Helen uygarlığının bugünkü mirasçısı; dünyaya Sokrates, Eflatun, Aristofanes Aristotales, Homeros gibi aydınlıkları ve Atina demokrasisi ile Olimpiyat oyunlarını armağan eden Yunanistan; üstelik Suudi Arabistan'dan farklı olarak 'Uluslararası Anıtlar ve Ören Yerleri Konseyi' ile UNESCO'nun sponsorluğunda 1964 yılında Venedik'te düzenlenen anlaşmaya taraftır. Yunanistan ayrıca 1985 yılında Granada'da Avrupanın Mimari mirasını Koruma Konvansiyonu anlaşmasına imza koyarak "mimari mirasın yenilenemez özelliğinin Avrupa'nın ortak kültürel mirası ve bu mirasın Avrupa’lılara ait olduğu'nu kabul" etmiş bulunmaktadır. 1972 yılında 'Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Konferansı, 1982 yılında Mexico City’de düzenlenen ‘Kültürel Politikalar Dünya Konferansı toplantılarına katılarak, alınan kararları kabul eden, UNESCO, ICOMOS ve Avrupa Konseyi üyesi Yunanistan'ın, kültürel mirasın korunmasına yönelik olarak attığı kendisini bağlayan imzalarına karşın Osmanlı eserlerinin yok edilmesine yönelik sistematik politikaları, Suudi Arabistan'la karşılaştırıldığında herhalde çok daha ağır ve vahim olmalıdır. Yunanistan'ın resmi tarihinde; Osmanlı egemenliğindeki dönemi yok sayması, bu dönemden 'postByzantine' ya da 'premodern aralık’ olarak söz etmesi biçiminde yansıyan 'devlet politikası', sonuçta Osmanlı eserlerinin bugün bulunduğu ülkelerde; özellikle de Suudi Arabistan ve Yunanistan’daki içler acısı durum hep gözden kaçıyor. Tepkilere karşın yıkılan Ecyad Kalesi’nin yerine yenisi, söz verilmesine karşın yapılmadı. Buna karşın Suudi Kralı için Sevda Tepesi imara açılıyor. oyunlarını çağrıştıran 'özel mülkiyet' kavramını öne çıkararak, Osmanlı eserlerinin tahrip edilmesini özendirip, seyirci rolünü üstlenmesi hiç de uygar bir davranış olarak görünmemektedir. Yunanistan'ın Trakya ve Makedonya bölgeleri 14. yüzyıl; Epir, Mora, Teselya yöreleri 15. yüzyıl; Rodos 1522; Girit ise 1645 yılında Osmanlı egemenliğine girdiği için bu bölgelerdeki Osmanlı eserleri 14. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyıl sonuna kadar kendi dönemlerinin ayrı ve özgün özelliklerini taşıyarak son derece zengin bir kültürel miras çeşitliliğini ortaya çıkarmış, ancak uygarlığın beşiği olarak anılmaya devam edilen Yunanistan, böyle bir dönemi 'resmi tarihine' geçirmediği için tüm bu eserleri yok etme yolunu seçmiştir. Geçtiğimiz yıllarda Aya İrini kilisesinde içkili bir yılbaşı partisi verilmesine dini duyguları rencide ettiği gerekçesi ile karşı çıkan Fener Patrikhanesi yetkilileri, örneğin Serez'de marangoz atelyesi ve odun deposu olarak kullanılan Mustafa Paşa Camisi ile Nakpaktos'ta içkili ve müzikli bir tavernaya ev sahipliği yapan başka bir caminin de dini duyguları aynı ölçülerde rencide ettiğini herhalde kabul edecekler ve belki de bu yazı bağlamında ancak bilgi sahibi olacaklarını ummak istediğimiz, uygar ölçülere sığmayan bu gibi uygulamaların sona erdirilmesi için Yunanistan Hükümeti nezdinde gerekli girişimlerde bulunacaklardır. AB’DEN BEKLENEN TAVIR Ecyad Kalesi’nin Suudilerce, doğaları gereği kendilerinden beklenen bir hoyratlıkla yıkılmasına gösterilen haklı tepkilerin, ülkesindeki Osmanlı eserlerinin yüzde 90'ını bugüne değin sistemli olarak
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle