02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili [email protected] Küreselleşme ve yan etkileri… C S TRATEJİ kısaca incelemekte yarar var. Çünkü o dönemdeki oluşumlar ile maalesef bugünküler arasında giderek ciddi paralellikler oluşmaktadır. Osmanlı’nın parlak dönemleri, devlet yönetiminin padişahların Türk olmayan eşlerinin etkisinde kalmasıyla ve padişahların savaşlara ordunun başında gitmeyip saraylara kapanmasıyla sona erdi. Halkla devletin ilişkisi kopmuştu. Gerileme sürecinde rüşvetle, parayla Türk olmayan kişiler yönetime geçti. Hatta o devirlerde önemli görevlere gelmenin adeta bir şartı da Türk olmamaktı. Başa getirilenler, Türk olmayan ve hatta içlerindeki Hıristiyanlık duygusunu atamamış Hürrem, Kösem Sultan gibi padişah eşlerince seçiliyordu. Çoğunun amacı kese doldurmak idi. Bütün bu gelişme ve uygulamalar, bizi Balta Limanı Antlaşması gibi kapitülasyonlara kapı açan anlaşmalara sebep oldu. Hatta bu süreç, kültürel ve ekonomik yönden yabacı etkisinde kalan kimi hainlerin yakın geçmişte manda idaresini istemeye başlamasıyla devam etti. Yüce Atatürk’ün üzerinde önemle durup şiddetle karşı çıktığı çok önemli bir husus olan manda idaresi konusunda şöyle dediğini ve 28 Ağustos 1919’da Erzurum’da Türk milletine şöyle seslendiğini biliyoruz; "… İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye, istiklal bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz. İstanbul bizi, Wilson’a müracaat ettirmek istiyor, Türk milleti namına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz." Atatürk’ün bu görüşleriyle milletçe siyasal bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı’yla başlatıldı. Savaştıklarımız arasında Yunan’ı o güne kadar her fırsatta desteklemiş ve buna devam eden, bugünün küresel gücüne o gün için eşdeğer İngiltere de vardı. Savaş meydanlarında muzaffer olan Türk milleti daha sonra ekonomik bağımsızlık savaşını başlattı. İ nsanın kaybetme durumunda bedel olarak kan ve can vererek elde etmesi gereken veya yaşamında hava, su ve ekmekle bir tuttuğu bağımsızlık kavramı; özgür doğma, yaşama özelliği genlerinde yerleşmiş Türk milleti için çok daha bir özel önem ifade eder. Türk, dünyada sürekli olarak bağımsızlığını korumuş nadir milletlerden biridir. Yüce Atatürk: "Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben, milletimin ve en büyük atalarımızın en değerli miraslarından olan istiklal aşkıyla dolu bir adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar aile, özel, resmi yaşamımın her evresine tanık olanlar bu aşkımı bilirler. Bence bir ulusta şerefin, saygınlık, namus ve insanlığın var olabilmesinin ve sürmesinin, o ulusun kesinlikle bağımsızlığını elinde bulundurmasıyla gerçekleşme olanağı vardır" demiştir. Bağımsızlık sevdalısı Türk milletinin bu özelliği, bize karşı 9. Haçlı Seferi’nin de başlatıldığı vakit, bağımsızlığımız, özgürlüğümüz tehlikeye girdiğinde şiddetli bir refleksle ortaya çıkmış ve milletimiz yüce Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı etrafında birleşerek tehlikeye giren bağımsızlığını, özgürlüğünü korumayı başarmıştır. Ulusumuzun son silahlı özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin sembolik başlangıcı 19 Mayıs 1919 olarak kabul edilir. O gün her türlü esaretten kurtuluşun da başlangıcı olarak atılmış adım, başta bugünün ABD’si olarak kabul edilen "üzerinde güneş batmayan imparatorluk" İngiltere ve Fransa, İtalya gibi öteki emperyalist devletlere karşı idi. Osmanlının köhneleşmiş yapısı, kapitülasyonlar ve devlet idaresindeki zafiyetler nedeniyle maalesef yabancı büyükelçilerin kuklası olan padişah ve sadrazamlar eliyle imparatorluk yıkım eşiğine getirilmişti. Bugün o tür askeri müdahale ve emperyalist yaklaşımlar Afganistan ve Irak örneğinde olduğu üzere hala geçerliyse de, emperyalist ülkelerin halkları kontrolleri altına almak için başka enstrümanlara sahip oldukları da bir gerçek. Aslında artık uluslar, halklar, devletler birbirine, askeri zor ve siyasal boyunduruk yöntemlerinden daha etkili yöntemlerle yani ekonomik mekanizmalarla bağımlı kılınıyor. Bu bakımdan "küreselleşme" çağını yaşadığımız bu dönemde böylelikle sömürgeciliğin adı da değişti. Devlet aygıtını bizzat yönetmek yerine yaratılan ekonomik bağımlılıklar yoluyla devleti Telekom’un satış töreni... Bağımsızlık ve Cumhuriyet korunmalı Atatürk’ün,Türkiye’nin kuruluş sürecinde dikkat çektiği olumsuzluklar 80 yıl sonra yeniden gündeme geliyor. Stratejik tesisler satılıyor. Ülkeyi vatan değil de, ‘satılık arazi’ olarak gören anlayışlar türeyebiliyor. kendine borçlu ve bağlı tutmak bugünün en geçerli silahı oldu. Yani dünün toplutüfekli emperyalistleri bugün "medeni" görünen yollarla klasik savaşlarını, sinsice ve hatta daha acımasızca sürdürüyorlar. Siyasal bağımsızlığın yerinde durduğu havası verilerek kitleler oyalanırken ülkeler bir yandan uluslararası şirketlerin işgali, bir yandan da IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin kıskacı altına sokulmak suretiyle ciddi bir ekonomik bağımlılık yaratılıyor. Türkiye’de de bu oyun sürüyor ve hiçbir partinin programında öncelikle yer almazken iktidara her gelenin bir öncekinin bıraktığı yerden özelleştirmelere devam etmesi, bunu dış borçların faiz ödemelerinde kullanıp, döviz rezervleri artmış gibi göstermesi ve ulusal hazineleri uluslararası pazara peşkeş çekmesi siyasal bağımsızlığın varlığını da sorgulanır hale getiriyor. Nasıl Kurtuluş Savaşı öncesi ortaya çıkmışsa, Türk ulusunun bağımsızlığına önem vermeyen zihniyet bugün de maalesef işte bu çizgide ortaya çıkmaktadır. Bu zihniyet maalesef bugün bürokraside, siyasette, medyada ve diğer tüm oportünist kesimde kendine yer edinmiştir. Böylelikle ulusal ekonomi ve tam bağımsızlık fikrini küçümseyen AB’ciler ve ABD’ciler daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktalar. Yakın tarihimizde bir süre için bağımsızlığımızı ekonomik ve siyasal anlamda nasıl kaybettiğimiz ve Kurtuluş Savaşı’nı neden başlattığımızın temellerini anlamak için Kanuni’den sonraki Osmanlı dönemini EKONOMİK BAĞIMSIZLIK SAVAŞI Ekonomik bağımsızlık savaşımız Cumhuriyetimizin kurulmasıyla başladı. Bu savaş, Lozan Antlaşması’nı imzalarken "bunu imzalıyorum ama bu verdiklerimizi sizden en kısa sürede geri alacağız" diyen Lord Curzon ve emperyalistlere de verilen bir yanıt idi. Atatürk, siyasal bağımsızlık ekonomik bağımsızlık olmadan olmaz demişti. Yine Mustafa Kemal Atatürk, 2 Temmuz 1920 tarihinde tam bağımsızlığın en önemli göstergesi olan iktisadi bağımsızlık konusunu somut bir şekilde ele alarak ekonomik bağımsızlık savaşını başlattı. İşte bu nedenle 1923’den itibaren bugün çoğu haraç mezat satılan birçok tesis kuruldu. Cumhuriyet’in kazanımları olan sanayi tesisleri, uçak, silah fabrikaları bu devirde işletmeye açıldı. 1923–1936 yılları arasında genç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle