19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 1 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ Canım kardeşim Suzan Bu mektubu sana en yakın yerden; kalbimin en yanan yerinden yazıyorum. Mori, ben bilimkidır insan adıyle yaşar imiş ama niçın yaktın beni kızkardaş? Kaç sene geçti tanışıklığımızın üstünden, bilmiyorum ve saymayacağım da. Salt isteym deyem ki Ahmet Muhip Dranas’ın Fahriye Abla’ya şiirindeki gibi Hatırada kalan şey değişmez zamanla! Te üle! Arkadaşım; bu nasıl bir ömür ki “Gelem; Gelem!” diyerek Bulgar Romancasında arkadaş, eşdost bunca gelemi bir araya toplamış! Soyadının hikmeti midir bunca kardaşın kardaşı olmak canımın içi? Ben takıntılı biriyim, bilirsin. Adını hep “yakan kardeş” diye anlayarak düşünmüşümdür seni. Hani bir gün hatırlar mısın yine bir makyaj odasında isimlerimizden konuşuyorduk da sen demiştin ki; “Suzan, yakan demek güya ama ben kimi yakmışım bugüne kadar?” Ben de sana haddim olmayarak “İnsan kendini de yakmaz mı?” dediydim. Güzel Yugoslavya’nın en güzel kadını; Topraklarından göçüp kalbinin asıl yarısını kan içinde yaşasan da hepimize Ederlezi gülleri sunan kızkardaşım, varol sen! Sahne arkasını herkes bilmez, bilmesin de zaten. Orada, sanatçının korunmaya muhtaç bebekler kadar hassas olduğunu sadece o bebekleri şefkatle saran gönüller bilir, bu da yeter! Biz orada kendimizi öksüz, kimsesiz, hiç bir şey beceremeyecek kadar her şeyden yoksun hissederken; anlamayanların gözüne kaprisli, hırçın, ne dediğinden haberi olmayan ukalalar olarak görünürüz. Çocuklar düşerler, bir yerlerini yaralarlar, ne yapacaklarını bilemezler, etraflarına bakınırlar, yanlarına üşüşen herkese bağırır çağırırlar ama uzaktan anne görünür görünmez ağlaya ağlaya koşar o annenin bacaklarına sarılıp hıçkırırlar sanki dünyanın zulmünü yaşamışlar gibi… Sen o annesin! Fikret kardeşçiğimle (Kuşkan) söylediğiniz Kuzgun ninnisini duyuyor kulaklarım şu an. Kim kime söylüyor bu ninniyi? Hepimizin gerçek acısını anlayan, ruhlarımızın can ipliklerini ören, biraz sonra bir yığın insanın karşısına bizleri dünyanın hakimi gibi hazırlayansın. Ne yapardık sen olmasaydın? Şebnem Sönmez Söyleyeyim… Makyaj Odası Şarkıları, makyaj odamızda birbirimizi şenlendirdiğimiz vakitler olurdu hatıralarımızda. Senin taa ne zamanlarda söylediğin kendi memleketinin şarkılarını ne biz bilmiş olurduk ne de şimdilerde senin şarkılarınla anlamlanan herkes. Bize Hancı olmasaydın biz de senin hanında “şarkıcı” olamazdık. İstiklal Caddesi’nde yürürken geçen hafta bir baktım Demetçiğimin (Akbağ) sesi! “Olanlar oldu bana!” diye cilveli cilveli inletiyor ortalığı! Derhal bir dükkana girdim satın almak için, kendi sesimle sana seslenir oldum Suzano! Ah Bu Gönül Şarkıları Cem Yılmaz’dan bir başka efendilikle içine işliyor insanın. Suzancığım, Cem’e telli turnam Yılmaz Erdoğan’la selam götürür müsün? Üzülmesin, ağlamasın Belki gelirim yarına Sezen Aksu’yla geçirdiğin yıllar O’nun binbir hayattan damıttığı ruhuyla sana ne güzel hediye olmuş! Erkan Can küçelere su serpmiş, Oya Başar’ın kaşlarının arasına domdom kurşunu değmiş, Güven Kıraç da bir zamanlar benim gibi deli gibi sevmiş, Meltem Cumbul salına da salına da gel diye nazlanmış, Nejat İşler gurbetten yorgun gelmiş, Halil Ergün bugün efkarlıymış; ne söylese yeri varmış, Haluk Bilginer alkışı duymuş; ihaneti görmüş, Yasemin Yalçın “Uzaklarda arama/Çünkü sen içimdesin” diye noktayı koymuş, Olgun Şimşek’in elleri bomboşmuş, Özgü Namal kese asmış gül dalına! Ne olisın be altın kızkardaş? Sayden da Sen misin bu hallerde olmamıza sebep? Sensin elbette! Ya kim olacaktı? İster istemez isimlerimizin anlamını konuştuğumuz günü hatırlıyorum yine. Çok az insanın bildiği ön adımı, üstelediğim halde hiçbir arkadaşımın seslemediğini, bana bir türlü “Tevhide” diye hitap edilmediğini söylemiştim ya sana! Anlamı, birleştiren olan güzel adım. Kimse bana böyle hitap etmezse ben nasıl birleştiren olabilirim hayıflanmamı hatırlarsın. Birini binlerce kez “Tevhide!” diye çağırmadan da birleştiren olunabiliyormuş. Adımı adın yaptın sen bu albümle. Hepimizi tevhid ettin, çok yaşa! Canım Suzan’ım; Satırlarıma son verirken, daha nice senelere, hep böyle kardeş kardeş yürümeyi; insanların yalnızlıklardan usandığı bu dar vakitlerde onlara yudum yudum nefeslerle sokulmayı; hayatın birlikte katmerlenen kızıl bir gül bahçesi olmasını canı gönülden dilerim. Biliyorum Huysuzsun! “Ama biz de seni böyle sevmedik mi zaten?” Böyle dediğim için darılma sakın, aman ha! Zaten zor bulduk birbirimizi! Sen de başını alıp gitme ne olur! Ne olur tut ellerimi! Güzel gözlerinden öperim; kalbimin sana en yakın yangın yerinden! Seçilen ilk kadın muhtar Kadının siyasetteki yeri, genelde “ah vah” edilerek tartışılan, “keşke”lerin ağırlıkta olduğu bir konu. Oysa HAKAN Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gençlik dönemindeki DİRİK durum, onca olumsuz koşullara karşın zamanına göre bugünkünden daha parlak görünüyor. Önce bugünkü verilere göz atalım. Türkiye Muhtarlar Federasyonu Genel Merkezi’nden alınan bilgilere göre ülkede bugün 17 bini mahalle ve 36 bini köy muhtarı olmak üzere 53 bin muhtar görev yapıyor. Ancak yerel siyasette de kadının adı oy vermek dışında pek yok. 2004 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde 60 kadın muhtar seçilebilmiş. 29 Mart 2009’da ise bu rakamın 100’ün üzerinde olmadığını yine Türkiye Muhtarlar Federasyonu bildiriyor... Türk kadınına yerel seçimlere katılım hakkının 1930’da verildiği düşünülürse pek fazla yol kat etildiği söylenemez. Oysa yasanın hemen ardından dev bir adım atılmıştı.Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı Aydın’dan seçildiğinde duvarlarda 1933 yılının takvimleri asılıydı. O yıl yapılan seçimlerde “Aydın ilinin Çine Kazası’na bağlı Karpuzlu Nahiyesi’nin merkezi olan Demircidere Köyü”ndeki seçimleri 30 yaşındaki “Gül Hanım” 500 oy alarak kazanmış ve Demircidere Köyü’ne muhtar olmuştu. 15 Teşrini sani (Kasım) 1933 tarihli Cumhuriyet, haberi şöyle duyuruyor: “İlk Kadın Köy Muhtarı. Gül Hanımın intihabı köylüleri sevindirdi...” İzmir Büyküşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Oktay Gökdemir’in yaptığı araştırmaya göre, İbrahim Kızı Gül Hanım, Millet Mektepleri’nde yeni Türk harflerini öğrenmiş, köyde herkes tarafından sevilip sayılan aydın bir Türk kadını. Onu muhtarlık için teşvik edenler ise Karpuzlu Nahiye Müdürü Şevket Turgut Bey ile bölge jandarma karakolunda görevli ve halk tarafından “Gırbaş Başçavuş” olarak bilinen başçavuş. Gül Hanım, Türkiye’nin ilk kadın muhtarı seçildikten sonra dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaysa ve CHP Genel Sekreteri Recep Peker kendisine birer kutlama telgrafı göndermiş. Gül Hanım, muhtarlığı sırasında köyde kumarı yasaklamış ve köy gençlerinin medeni nikahla evlenmeleri konusunda yoğun çalışmalar yapmış. Gökdemir, cumhuriyetin ilk kadın muhtarıyla ilgili şunları söylüyor: “Gerçi, Yalovalılar da ilk kadın muhtar konusunda hayli iddialılar. Atatürk’ün 1932’de Yalova’yı ziyaretleri sırasında Gacık Köyü’nde öğretmenlik yapan Meliha (Manço) Hanım’ı muhtar atadığını söylüyorlar. Ama burada bir atama söz konusu; seçim değil. Seçim, 422 sayılı Köy Kanunu’un 20 ve 30. maddeleri değiştirilerek yapılmıştır.” hakandirik@gmail.com İstanbul esnaf lokantaları Çocukluğumun ve ilk gençliğimin esnaf lokantalarını hiç unutmamış bir kişi olarak, Sevim Gökyıldız’ın kitabı elime geçince, büyük bir heyecanla saldırdım, “bakalım içinde çocukluğumda veya gençliğimde yer etmiş esnaf lokantaları da var mı?” diye. Ama İstanbul’un esnaf lokantalarına geçmeden önce, Sevim Gökyıldız ve kitabından söz edelim biraz. Yirmi yıllık yemek yazarı Sevim Gökyıldız, Mutfak Dostları Derneği’nin 16 yıllık üyesidir ve sekiz yıldır da ikinci başkanlığını yapmaktadır. Aynı zamanda Akdeniz Mutfakları Konservatuvarının da üyesi olan Sevim Hanım’ın “İstanbul’da 40 yıllık 40 Lezzet Durağı “adlı yapıtıyla 2008 Dünya Yemek Kitapları yarışmasında Jüri Özel Ödülünü kazanmıştır. Bugün size sözünü ettiğim İstanhbul’un Esnaf Lokantaları (40 mekan) aynı serinin ikinci kitabıdır. İstanbul Ticaret Odası’nın kuşe kağıda büyük format, enfes fotoğraflarla basılmış olan kitabı, araştırma içerik, basım, fotoğraf olarak mükemmel. Gönül isterdi ki, aynı eserin, tabii ki aynı tadı vermeyecek olsa bile, bir de herkesin ulaşabileceği bir normal baskısı da yapılsın da insanlar kolaylıkla alabilsinler. Esnaf lokantaları beni çocukluk, gençlik yıllarıma götürür. O zamanlarda kimi “aşevi” diye adlandırılan esnaf lokantalarıyla doluydu ülke. Anneannem veya büyükbabam ile giderdim bazılarına, bunlardan Sevim Hanım’ın kitabında yer almış olan Kadıköy çarşısı içindeki Yanyalı Fehmi’den burada söz etmiştim. Üniversite yıllarımdaki, Mercan’da birbirini izleyen esnaf lokantaları hala hatırımdadır. Ne yazık ki, bu geleneğin çarpıcı örneklerinden bazıları, örneğin Mercan’da adını unuttuğum ama yediğim Elbasan tavasının tadını unutmadığım biri ya da dostuml avukat Taner Saka’nın bana tanıttığı Eminönü’ndeki Hüdadat gibileri tarihe karıştılar. Yaşamın koşulları, faast foot geleneği kimi değerlerimizi silip süpürüyor ne yazık ki... içinde teşhir eden, en mükemmelinden tencere yemeklerinin de yapıldığı bir esnaf lokantası sayılabilir ve Sevim Hanım’ın kitabında yer alabilirdi. Ama belki de birinci kitapta yer almıştır da ben görmemişimdir. “İstanbul’un Esnaf Lokantaları”nı okurken, iki noktayı keyifle gördüm. Birincisi bunların bazılarını bilmesem de, önemli bir bölümünü tanıyordum, ikincisi ölmekte olduğunu sandığım bir gelenek varlığını sürdürüyordu ve kitaptan da görüleceği gibi, bunların kimileri belki siz okurlarımın çoğuna göre değil, ama bana göre görece yeniydiler; demek ki esnaf lokantası geleneğimiz daha bir süre devam edecek. SİYAHKALEM Örnek bir esnaf lokantası: Havuzlu Restoran Şimdi dilerseniz sözü taam üstadı Sevim Gökyıldız’a bırakalım. Bakınız o 540 yıllık Kapalıçarşı’nın ünlü esnaf lokantası “Havuzlu Restoran”ı nasıl anlatıyor: “Lokantaya 5 10 masalık terası geçip, gösterişli neon ışıklarıyla aydınlatılmış kapıdan giriyorsunuz. Buraya ismini veren mermer şadırvanlı ufak havuz, terasın ortasında. Havuzlu teras serin ama, klimalı geniş salona girince de aynı ferahlığı bulabiliyorsunuz. Yüksek tavan ve taş duvarlar, girişte cam vitrine dizilmiş, dumanı tüten yemekler, arkasında mis kokular çıkaran döner, ( İstanbul’un en güzel esnaf lokantalarından olan, Lades’teki gibi burada da döner veriliyor, yalnız Lades’te pazartesi , perşembeleri olan döner Havuzlu ’da her gün var.B.Ç.) iştahınızı arttırıyor. Eskiyi anımsatan objelerlerle modern lokanta havası birbirlerine çok güzel bağdaştırılmış. Beş sene önceki ziyaretimden hatırladığım beyaz masa örtülerinin yerini göze daha hoş görünen Fransızca “chemin de table” adı verilen yeni moda örtüler almış...” Sevim Hanım daha sonra, Havuzlu Restoran’ın öbür esnaf lokantalarından farklı olarak, sabahları çorba servisi yapmadığını, burada servisin 11.30 da günün yemekleriyle başladığını da anlatıyor. Havuzlu restoran her gün yirmi çeşit tencere yemeği (özellikle şu dönemde patlıcan beğendiyi tavsiye ederim) ve döner verdiklerini belirttikten sonra zeytinyağlıları ve tatlıları sayıyor. Tabii bu arada, mekanın spesyalitesi olan cevizli pilava ayrı bir yer vermiş, siz de unutmayın derim. Doğrusu 1960 da açılmmış olan “Havuzlu Restoran”ı hepinizse tavsiye ederim. Ayrıca eğer konunun gerçekten meraklısı iseniz. Sevim Gökyıldız’ın İstanbul Ticaret Odası (İTO) baskısı “İstanbul’un Esnaf Lokantaları” kitabını da edinin derim. Bunlar bir kez okunup bir kenara konacak kitaplar değil, sık sık başvurulan keyif için bakılan türden. Havuzlu Restoran. Gani Çelebi Sok. No.3 (PTT yanı) Çalışma Saatleri 11.30 17.00. Kapalıçarşı. Tel: ( 0212) 527 33 46 Ama gelenek sürüyor Geçmişe karışmasına en üzüldüğüm, esnaf lokantalarından biri de, bir zamanlar Ağacamii Sokağında hizmet verirken, sonra İstiklal Caddesi üzerinde Atlas sinemasının yanındaki pasaja naklolan ve geçen yıl kapanan Hacı Salih olmuştur. Bu arada, her anlamıyla yerli müşteriye olduğu gibi, turistlere hizmet sunan, her türlü ızgaranın da bulunduğu, İstanbul’un seçkin restoranlarından İstiklal Caddesi üzerindeki Hacı Baba da aynı zamanda sıcak yemeklerini vitrin Keyifli İtalyan yemeği İtalyan yemeklerini keyifli ve sıcak bir atmosferde tatmaya imkan veren İtalyan Masası fırtınası, bu sezon da rahat ve şık bir yemek keyfi sunuyor. Pastarito’da büyük tabaklarda hazırlanan ve ortaya gelen yemeklerin elden ele dolaştırılarak servis edildiği asırlık İtalyan geleneği La Tavolata Italiana, Türkiye’de de yaşatılıyor. Garsonlar tarafından bölünmeyen sohbet, geleneksel tariflerle hazırlanan yemekler ve Pastarito’nun atmosferi tam bir İtalyan rüzgarı estiriyor. Geleneksel İtalyan sofra düzenine birebir sadık kalınarak hazırlanan İtalyan Masası’nın menüsünde Sarmısaklı Foccacia Ekmeği, Crostini Tabağı, kızartılmış mozarella peyniri Mozzarella in Carrozza, son günlerin Pastarito modası olan beyaz pizzalardan Pizza Mojito var. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle