Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Doktor üretimi ve eğitimi eş anlamlı mıdır? CEM SUNGUR Doktor sayısı artışı ile nüfus artışı dengelenemediğinden doktor açığı başgösterdi, uluslararası standartların dışında ve hedeflerin de uzağında kalındı. Bu dengeyi yeniden sağlamak için değişik çözümlere başvuruldu. Mevcut tıp fakültelerinde öğrenci kontenjanları arttırıldı, ikili tedrisata geçildi, yeni tıp fakülteleri açıldı, öğretim üyelerine rotasyon getirildi, tıp fakültesi mezunu olmayan öğretim üyelerinden yararlanma yoluna gidildi (hatta fakülte dekanı olarak atandı), öğretim üyesi standartları gevşetildi, mecburi hizmetten medet umuldu veya yabancı doktor ithali planlandı. Hatta bu “çözüm”lerin çoğu geçmişte denenmiş ve olumsuzlukları herkes tarafından izlenmiş bile olsa, aynı yöntemler bir kez daha uygulanmak istenildi. Aslında bu çözümler geliştirilirken hiç kimsenin aklından çıkmaması gereken iki temel soru var; 1) Tıp fakültesi eğitimi, istatistiklerin zorlamasıyla oluşturulan doğaçlama ve eşi duyulmamış çözümlere yatkın bir eğitim midir? 2) Nicelik ve nitelik arasındaki dengenin gözetilmesi önemli midir? Eğitimin içeriği ve standartları da meslekten olan veya olmayan kişilerin esnetmelerine ve kolaycı çözümlerine yatkın değildir. Uluslararası platformda çözümler oluşturulurken üzerinde önemle durulan ve tartışılan bazı noktaların bilinmesi yararlı olabilir. Listenin başında yer alan anlayış, doktorluk mesleğine eski saygınlığının kazandırılmasıdır. Bu konuda tıp fakültelerine ve sivil toplum örgütlerine önemli görevler düştüğü açıktır. Öte yandan daha fazlası politika üretenlere ve yöneticilere düşmektedir. Ekonomik olarak ödüllendirilmeyen bir mesleğin gelişmesi, özellikle de denetimin zayıf olduğu bir piyasa ekonomisi içinde beklenemez. Tıp eğitimi ile bir ülkenin sağlık sistemi arasında önemli bağlantılar vardır. Eğer birinci basamak sağlık hizmetlerini ön plana çıkaran bir sağlık sistemi seçilmişse, mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimin yeniden tasarlanması gerekmektedir. ABD’de gerçekleştirilen RAND araştırması bu tür bir eğitimden geçmemiş olan birinci basamak hekimlerinin sadece yüzde 50’sinin hastalarına uygun tedaviler uyguladığını göstermiştir. Tıp fakülteleri öğrencilerinin bilgi ve beceri donanımı kadar, belirli değer ve davranış biçimlerini kazanmalarını sağlamalıdır. Mezunlar toplumun değişen sağlık sorunlarına ve bu sorunların sağlık sisteminde yol açabileceği etkilere hazırlıklı olmalıdır. Yetişen doktorlar sağlığı iyileştirme ve kronik sağlık sorunları ile baş etme konularında, en az tedavi edici hekimlik kadar yeterli olmalıdır. Mezuniyet öncesi ve sonrası eğitim süreçleri arasındaki geçiş süreçleri kesintisiz hale getirilmelidir. Sağlık hizmetlerinde sürekliliği ve eşgüdümü ön plana çıkaran eğitim modelleri geliştirilmektedir. Bütün dünyada gözlemlenen kadın doktor adayı sayısındaki artışın, sağlık sistemi içinde daha iyi değerlendirilmesi için çalışma koşullarında kolaylıklar sağlayan düzenlemeler uygulamaya konulmaktadır. Sadece eğitim veren, klinik hizmet sunmayan fakülte üyelerinin istihdam edilmesi yaygınlaşmaktadır. Fakültelerin sunduğu tıp eğitimi ulusal ve uluslararası bağımsız kuruluşlarca akredite edilmektedir. Tıp eğitiminin niteliği aslında herkesi ilgilendiriyor. Gün geçmiyor ki, konuyla ilgili bir tartışma uluslararası gündeme taşınmasın. Oysa ülkemizde konu kolaycı ve yararsız çözümlerle ilgili tartışmalar bağlamında ilgi topluyor. Konuya sanki günün birinde kendimiz veya sevdiklerimiz için sağlık hizmeti almak zorunda kalmayacakmışız gibi yaklaşıyoruz. cem.sungur@anadolusaglik.org figenatalay?yahoo.com 25 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ 5 Takdir edersen başarırım İstanbul Ümraniye Şehit Öğretmen Ahmet Onay İlköğretim Okulu’ndaki öğrenciler, ders başarıları nasıl olursa olsun “takdir edilecekleri en az bir FIGEN yönlerinin olduğunu” çok iyi ATALAY biliyor ve bununla gurur duyuyorlar. Öğrencilerin, akademik, kişisel, sosyal, duygusal, mesleki, eğitsel ve fiziksel gelişimlerindeki değişim ve çabaları izleniyor, değerlendiriliyor, kendilerine ve velilerine törenle sunulan “teşekkür belgesi” ile de takdir ediliyor. Okul Rehber Öğretmeni ve Psikolojik Danışmanı olan Erhan Ağbaba tarafından, “İlköğretim kurumlarında öğrencilerin takdir edilme ihtiyaçlarının karşılanamaması sonucu oluşan başarısızlık ve olumsuz davranışları önlemek” amacıyla geliştirilen bu proje ile amaçlananlar şunlar: olduğunu biliyor ? Öğrencinin gizil kalmış fark edilmemiş özelik ve çalışmalarını ortaya koyması öğrencilerin kendilerini olduğu gibi kabul etmelerini kolaylaştırdı, ? Diğer öğrencilere örnek olan bu uygulama olumlu davranışlar sergileme konusunda öğrencileri motive etti ve birincil öncelik olmamasına karşın ders başarılarında artış görüldü, ? Üretmek ve ortaya bir şeyler koymak için öğrencileri arayış içine sokan bu proje ile özellikle sosyal projelerin ve aktivitelerin artmasını sağladı, ? Okula ve öğretmenlerine güven duymasını sağladı ve özgüvenlerini artırdı, ? Öğrencilerin birbirlerini değerlendirme konusundaki bakış açılarını sorgulamalarını sağladı, Tüm başarı ve başarısızlıklardan bağımsız olarak öğrencinin, ? Akademik, kişisel, sosyal, duygusal, mesleki, eğitsel ve fiziksel gelişimlerini bir bütün olarak değerlendirerek ? Bu gelişim sürecinde var olan, gizli kalmış ya da fark edilmemiş tüm gelişim, değişim, çaba ve gayretlerini tespit ederek ? Gelişim ihtiyaçlarına uygun sıklıkta, ? Öğrencinin kendisini ve gelişiminde payı olan velisini takdir ederek Hem öğrencilerin ders başarıları dışında ki yönlerini takdir etmek hem de takdir ihtiyacının eksikliğinden kaynaklanan olumsuz davranışları ve buna bağlı olarak gelişen ders başarısızlığını önlemek amacıyla geliştirilmiştir. Velileri üzerindeki sonuçları; ? Veliler artık her ne olursa olsun çocuğunun takdir edilebileceğini biliyor ? Çeşitli problemler yaşayan öğrencisinin iyi yönlerinin de olabileceğini fark eden velilerin, çocuklarına olan güveni arttı ve çocuğunu farklı bir bakış açısıyla değerlendirebilme konusunda düşüncelerine genişlik kazandırdı ve öğrencisini doğru destekleme yöntemlerini öğrendi ? Çocuğunun davranışlarından dolayı takdir edilen veli hem çocuğuna hem de yetiştirdiği için kendisine yönelik olumlu duygular beslemesini sağladı ? Velilerin çocuklarını sadece ders başarısıyla değerlendirme konusundaki olumsuz bakış açılarını sorgulamalarını sağladı ve öğrencisinin yaşadığı problemler yüzünden okula ve veli toplantılarına gelmeyen velilerin çoğunu okula çekmeyi başardı. Bu uygulamanın sonuçları da şöyle: ? Bu okulun öğrencileri her ne olursa olsun takdir edilebilecek bir yönünün Depresyonlu annenin çocuğu hiperaktif olabiliyor “Takdir Edebilirsen, Başarabilirim!” projesi, veli, öğrenci ve okul işbirliğini artırıyor, olumsuz davranışları iyileştiriyor ve eğitim yaşamına devam hakkının yalnızca ders başarısına bağlı olmadığını kanıtlıyor. Hiperaktivite sorunu bulunan çocuklar, aşırı hareketlilik ve dikkat eksikliği nedeniyle, zekâları normal olmasına rağmen, okulda düşük başarı elde ediyor. Üstelik bu nedenlerle kendilerini ciddi kazalardan koruyamadıkları için ciddi hayati tehlikelerle karşı karşıya kalıyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Arzu Önal, bu yıl yapılan bir araştırmaya göre, hiperaktif çocukların annelerinin, depresyon, kasiskelet ağrıları ve kaygı bozuklukları gibi hastalıkları daha çok geçirdiklerinin saptandığını söyledi. Başka bir araştırmada ise annede bulunan depresyon, kaygı ve duygusal problemler ile Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) arasında ilişki olduğu bulunmuş. Ayrıca çocuğunun ilaç kullanmasını istemeyen annelerin çocuk ruh sağlığı uzmanlarına 13 kat daha fazla başvurdukları saptanmış. DEHB’li annelerin yüzde 1.2’sinde en az bir ruh sağlığı problemi olduğu iddia edilerek 2020 yılında kadınlarda depresyon oranının çok yükseleceği, annelerin kendilerine dikkat etmesi gerektiği vurgulanıyor. Arzu Önal Gökalp, erken çocukluk yaşlarında fark edilen bu durumun tedavi edilebileceğini belirtiyor. ‘Yeryüzü cenneti’nde körler restoranı Önce üzerinizdeki saat, gözlük, yüzük, bilezik yani metalden yana ne varsa çıkarılıyor, amaç parlamayı engellemek. Sonra verilen kömür karası giysiyi üzerinize geçiriyorsunuz. Ardından yemek siparişleriniz alınıyor. Ve en önde eşlikçiniz, içeriye girmeye AYŞE başlıyorsunuz. Öyle elinizi kolunuzu YILDIRIM sallayarak giremezsiniz. İlkokuldaki gibi sıra düzeni kuruluyor. Herkes bir elini önündekinin omuzuna koyuyor ve karanlığa adım atıyor. Körler restoranına hoş geldiniz. Gözgözü görmüyor kelimesi bile az kalıyor içerisini tarif etmek için. Ruhunuz da karanlığa gömülüyor bir anda. Ürperti, korku, tedirginlik, ışığa muhtaçlık, panik... Hepsini yaşatıyor karanlık. Üstelik biz yemeğe de gelmedik, sadece restoranı görmek, hissetmek, o duyguyu yaşamak için oradayız. Dayanamıyoruz; cep telefonları çıkıyor. Biraz ışık ve biraz rahatlama. İçeride sadece beş masa ve sandalyeler var. Yemek iki saat sürüyor. Çatal, bıçak kullanılmıyor. Sadece kaşık. Dahası size hizmet veren garson da kör. O, karanlıkta yaşadığı için zorlanmıyor belki. Ama sizin empati duygunuz tavan yapıyor; yemeğe gelen konuklardan kendini tutamayıp ağlayanlar olduğunu öğreniyoruz... Antalya’daki Adam&Eve Oteli’nin Blind yani ‘Körler Restoranı‘ndayız. Otelin sahibi Talha Kayıp Grup Yönetim Kurulu Görgülü Başkanı Talha Görgülü, “Biz bu restoranı açtığımızda sadece Londra’da vardı. Şimdi Hollanda ve Moskova’da da açılmış. İlk açtığımız yıl faaliyete geçiremedik. Kör garson bulamamıştık. Daha sonra gören garsonlara karanlıkta eğitim verdirip, adım hesabı yaptırarak hizmete açtık. Şimdi ise içeride hizmet veren garson yüzde 80 görme kaybı yaşayan bir arkadaşımız” diyor. Aynı zamanda TURSAB ikinci başkanı da olan Talha Görgülü ile hem Adam&Ev, hem de turizm sezonu üzerine sohbet ediyoruz. Görgülü, turizm sektörünün açmazlarından ve desteklenmeyişinden yakınıyor. Küresel krizin etkilerinin sezon sonunda döviz kaybıyla kendisini göstereceğini söylüyor. “Otellerin bir çoğu yüzde 15 ile yüzde 40 arası fiyat düşürdü. Buna rağmen bu yıl turizm sektörü geçen yıla göre yüzde 1415 oranında azalacak. Tabii rakamlar doğru açıklanırsa” diyor. 1980’den bu yana sektörün hiç teşvik almadığını, krize rağmen vergilerin düşürülmediğini anlatıyor ve ekliyor: “Biz otomobil ve inşaat gibi devletle çok içiçe bir sektör değiliz. O yüzden de kendimizi çok iyi anlatamıyoruz.” Turizmcinin ayakta durabilmek için fiyat kırdığını, ancak bunun sonuçlarının ileride ortaya çıkacağını belirtiyor, hem de olumsuz bir şekilde: “Fiyat düşerse otomatik olarak kalite de düşer. Oysa bizim mevsimimiz uzun, turizm çeşitliliğimiz var. Paralı turistleri Türkiye’ye getirmemiz lazım. Bunun için de en azından kriz dönemlerinde sektörün desteklenmesi gerekiyor.” “Örneğin Belek” diyor Görgülü “Belek’i Cannes, Dubai gibi yapabiliriz. Yüzünü tamamen değiştirip, eğlence ve yiyecekiçecek merkezi yapabiliriz. Belek’in girişindeki mezbelelik hale gelmiş köyü kaldıralım, onun yerine gerçek bir Türk köyü oluşturalım. Böylece orada yaşayanlar da hanutçulukla uğraşmaz. Turistler gelip gerçek bir köy yaşamını görürler. Köy halkı da kalkınır. Belek’te bir meydan kuralım, konserler yapılsın. Dünyaca ünlü isimler Türkiye’ye geliyor, buralara çağıralım o isimleri. Dünya kongre merkezi haline getirelim burayı. Ama bütün bunları 35 turizmcinin çabasıyla olmaz. Devletin, sektörün arkasında durduğunu göstermesi lazım.” Görgülü, ekonomik koşullar nedeniyle Riva otellerini sattığını söylüyor bir tek Adam&Eve’i tutmuş elinde. Buranın kendisi için özel bir önemi olduğunu söylüyor. Bir buçuk yıl boyunca dünyayı gezmiş Adam&Eve’i inşa etmeden önce. Farklı, değişik, çılgın ve dizayn bir otel yapmak istemiş. Sonuçta Eren Talu ile oturmuşlar oteli projelendirmişler. Konseptin yarısının kendisine ait olduğunu söylüyor; zaten inşaatın bitimine 45 ay kala Talu ile yollarını da ayırmışlar. 120 milyon euro’ya malolmuş otel. İnşaat sürerken, otelin tanıtımını da bizzat kendisi yapmış Görgülü. Orta gelir üstü ve üst gelir grubu insanların yaşadığı her yere gitmiş, dünyayı dolaşmış, oteli anlatmış... Melekler iş başında Otel diyoruz ama Görgülü Adam&Eve için “Asla bir otel değil” diyor. Kendisini sınıflandıracak, kategorize edecek yıldızı olmadığını söylüyor; “Çünkü, biz bir yeryüzü cenneti hayal ettik ve Akdeniz’in en büyük dizayn otelini yarattık.” Antalya Belek’te orman içinde, 100 bin m² alana sahip; denize sıfır Adam&Eve’de beyaz, ayna ve cam kullanılmış. Beyaz ile yeryüzü cennetinin “saflığı”, ayna ile asla “yalnız” kalınmayacağı, cam ile “yaşamsal zenginliği sınırlanmadan görme arzusu” ifadelendirilmiş. 469 odalı otelin koridorları ise siyah; böylece gizem de işin içine katılmış. Otel dışında Adam&Eve’de deniz menzaralı ve bahçesinde özel havuza sahip 24 tane de villa bulunuyor. “Adam&Eve’e gelen herkes kendini Adem ile Havva gibi hissetmeli” düşüncesiyle misafirlerin kusursuz tatil geçirmesini sağlamak için dünyada ilk defa uygulanan bir sistem getirilmiş; Adam&Eve’de yeryüzü cenneti kavramanın bir simgesi de ‘spa suit’. Özel bahçe içinde 10 adet Spa Suit bulunuyor. Tüm Spa Suitler, sauna, Türk hamamı ve terapi jakuzi ile donatılmış. İki adet Spa suit Thai tarzında; iki adet Spa suit ise cilt bakım ünitesi ile birlikte tasarlanmış. C MY B C MY B ‘Angel kopsenti’. Yani melekler. Melekler, tüm misafirlerin otele girişinden itibaren 24 saat hizmet veriyor. Bir nevi tatil danışmanı. Talha Görgülü, “İnsanlar tatil sırasında her ihtiyacı için farklı insanlar aramasın istedik. İstekleri ya da sorunları olduğunda 24 saat hizmet veren Angellere iletmeleri yeterli. Angel konseptini biz çıkardık, şimdi patentini almaya çalışıyoruz” diyor.