Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 18 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ Sergi Neolitik’ten Selçuklu’ya sessiz tanıklar Rezan Has Müzesi, günümüzden yaklaşık dokuz, on bin yıl önce başlayan insanlığın uygarlaşma sürecinde, toplumların doğaya karşı verdikleri mücadeleyi, günlük yaşamlarını, inanç dünyalarını, sosyal ve ticari ilişkilerini, hatta ölüme karşı gelmek için geliştirdikleri araç gereçleri, kısacası geçmiş medeniyetlerin sessiz tanıklarını ziyareçileriyle buluşturuyor. Sergide, M.Ö. 7500M.S. 1500 yılları arasında Anadolu ve çevresinde yerleşen çeşitli uygarlıklara ait eserler, mühürler, tıp aletleri, silahlar, figürinler ve idoller, ağırlık ve ölçüler, aydınlatma araç gereçleri gibi kendi tarihsel süreçleri içinde tematik olarak da sergileniyor. (Tel: 0 212 533 65 32) Türkler artık birlikte gülmekten hoşlanıyor Almanya’da yaşayan Türk gazeteci Işın Sigel, hep gördüğümüz ama pek bilemediğimiz bir dünyayı sergiliyor “Aaa Siz Hiç Türklere Benzemiyorsunuz!” kitabında. Sigel Almanlar ve Türklerle ilgili 20 yılda biriktirdiklerini anlatıyor ve diyor ki “Hâlâ uyum sorunları var ama dizilerde oynayan, yöneticilik yapan, doktor olan Türklerin sayısı hiç de az değil.” Sigel’in Türklerle ilgili bir saptaması da iş odaklı yaşamlarının ne yaşadıkları ülkeyi ne de o ülkenin insanlarını tanımaya olanak vermesi. Yani Sigel’e göre onlar yaşamı ıskaladılar. İzmir’de üniversiteyi bitirdikten sonra Almanya’ya yerleşen ve 20 yıla yakın bir süredir bu ülkede gazeteci olarak yaşayan Işın Sigel, izlenimlerini kitaplaştırdı. Türkiye kökenli göçün OSMAN yarım asra yakın bir süreyi geride ÇUTSAY bıraktığı şu günlerde ve bu ülkede, aslında kimsenin farkında olmadığı bir büyük öykünün içinden geçtiğimize dikkat çeken Işın Sigel, “Aaa Siz Hiç Türklere Benzemiyorsunuz!” başlıklı kitabında, bu “mucizevi öykünün” somut kahramanlarıyla konuşuyor. Haberciliğinin yanı sıra bir süredir özel bir Türk televizyon kanalı için çekilen dizi filmde de oyuncu olarak görev yapan deneyimli gazeteci, “Almanya Türkleri”nin gelişim süreciyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Yaklaşık 20 yıldır bu ülkede ve her iki toplumun tam ortasında yaşadınız. İki toplumu da yakından tanıdığınızı biliyoruz. Bu süre içinde, özellikle “Almanya Türklerinde” nasıl bir gelişim saptadınız? Almanya’ya ben de bir takım (ön)yargılarla gelmiştim. Hem Almanlara hem de Almanyalı bizim Türklere yönelik (ön)yargılardı bunlar. Üstelik onları hiç de yakından tanımıyordum. Almanlar çalışkan, dakik, işlerine titizlikle ve dört elle sarılan, ticari ilişkilerde dürüst ve güvenilir, Türkiye’nin denizine ve güneşine hayran, bahçe cüceleri olan, “Alman hesabı”nı dilimize kandıran, her şeyi fazlasıyla yerinde ve zamanında yapan, esnek olmayan, evlerine çat kapı gidilemeyen, candan ilişkilerin zor kurulabildiği, Üçüncü Dünya ülkeleri insanlarını küçümserken Batı Avrupalılara ve Amerikalılara sempati duyan insanlardı. Türkiye’de yetişirken izlediğim çok sayıdaki Amerikan yapımı nazi filmleri de cabası tabii. Ülkelerinde yaşayan Türklere ise sabır gösteren ve dönmelerini dört gözle bekleyen evsahipleriydiler benim için. Halimiz ne olur korkusu geçmişte kaldı Sizce “çoğunluk toplumu”, Almanlar, Türkçeyi bir zenginlik olarak mı, yoksa korkutucu bir içe kapanıklık olarak mı değerlendiriyor? Ya siyaset sınıfı bu olguya nasıl bakıyor? Genellemeler yapılabilir mi? Evet hâlâ bir korku söz konusu. Bu korkuyu da yayanlar belli. Seçim dönemlerinde “Nein zur Moschee!” (Camiye Hayır!), “MultiKulti, Nein Danke!” (Çokkültürlü Topluma Hayır!) gibi sloganlarıyla ırkçı partileri görüyoruz. CDU ve CSU gibi muhafazakâr Alman siyasi partileri ise bir yandan yeni adaylarla Türk toplumuna açılım yapmaya çalışıyor, bir yandan da okul bahçelerinde bile Türkçe konuşulmasına tahammül edemeyen ataklarda bulunuyorlar. Politik yaşantının dışında iş dünyası ise Türkçe’yi ön plana çıkarak reklamlarıyla, kampanyalarıyla Türklere yöneliyor. Ve çok da iyi bilindiği gibi, bu savaşı bence “iş dünyası kazanır”... Türkiye’deki toplumsal gelişmeler ile Almanya’daki toplumsal gelişmeler arasında sizce ne gibi bağlantılar var? Yoksa birbirlerinden tamamen bağımsız gelişmeler mi bunlar? Orta ve uzun vadede Türkiye ve Almanya’daki toplumsal gelişmelerin, insani gelişmelerin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Bunları birbirlerinden bağımsız düşünmek artık imkansız. Türkiye’de sinek uçsa yankısını hemen Almanya’da hissetmek mümkün. Kürtçe yayınlardan Ergenekon davasına, seçimlerden anayasa değişikliği tartışmalarına, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine dek, Almanyalı Türk, Türkiye’deki tüm gelişmeleri adım adım ve pür dikkat izliyor. Gerektiği yerde gösterilerle, toplantılarla görüyoruz bunu. Bazen da Türk kökenli milletvekillerinin tartışmaları Federal Alman Meclisi’ne taşımalarına bile şahit oluyoruz. Almanya’daki Türklerin her halükârda “şanslı” olduğunu söylemek istiyorum. Türkiye’nin kendisi AB üyesi olmasa da, yaklaşık 4.5 milyon Türk çoktan AB’de, yaşıyor. Sorunlarımız olsa da buradaki Türklerin artık “Bize kim sahip çıkacak?” diye bir kaygısı yok. Yarım asırdan bu yana devlet babadan medet uman Türkler kendi yaralarını kendileri sarmayı öğrendiler. Türkiye’deki olumsuz gelişmeler Almanyalı Türk’ü de mutlaka derinden etkiliyor ve sarsıyor. Yine de “Halimiz ne olur?” korkusu geçmişte kaldı. Materyal Resim Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi Operation Room’da açılan “Materyal Resim” sergisi, yoğun ilgi üzerine 7 Ağustos’a uzatıldı. Materyal ve resim ilişkisini farklı açılardan gösteren serginin küratörü Ekrem Yalçındağ. Sergi, Ramazan Bayrakoğlu, Sabine Boehl, Özlem Günyol, Erinç Seymen, Ilgın Seymen, Sabire Susuz, Merve Şendil, Evren Tekinoktay, Ebru Uygun ve Halil Vurucuoğlu‘nun birbirinden ilginç eserleriyle sanat üretimlerinde materyal kullanmayı bir yöntem olarak benimseyen sanatçıları bir araya getiriyor. (Tel: 0 212 444 37 77) Türkler artık kendine güveniyor Ya Almanyalı Türkler? Onlar da, bizim ancak yaz aylarında görebildiğimiz, giyinişleri ve saç modelleriyle “Almancı” tarzını yaratan, eğitim sorunları olan, ne Türkçe’ye ne de Almanca’ya hakim, Türkiye’deki Türklerden bir çağ geride yaşayan, muhafazakâr, Almanlarla ilişki kurmayan, kurmakta zorlanan ve hatta ilişki kurmamakta ısrar eden, ezilmişliği, dini ya da milliyetçi cemiyetlere üye olarak yenmeye çalışan, bir türlü uyum sorununu çözememiş insanlardı. İlk yıllarda gazetecilik yaparken katıldığım toplantılarda benim ve benim gibi kadın meslektaşlarımın ellerini sıkmaktan kaçınan çok vatandaşımızla karşılaşmıştım ve çok da şaşırmıştım. Bir de buna ek, bu işi ısrarla bizlerin “hobi” olarak yaptığımıza inanmak istemeleriydi. Ama bugün Almanya’da sayısız Türk ulusal ve yerel gazetesi, çok sayıda televizyon kanalı mevcut. Medyada çalışan sayısız kadın gazeteci var. Bu o zaman hayalini bile kuramayacağım, benim için son derece çarpıcı bir farktır. Üstelik birçok yerel gazetenin yazıişleri müdürlüğünü Türk kadınları üstlenirken bazı medya kuruluşlarımızın da üst düzey yöneticileri yine Türk kadınlarıdır. Alman medyasında da Türk kadın gazetecilerinin sayısı küçümsenemez. Ne yazık ki hâlâ Türklerin dil, eğitim ve uyum sorunu var. Böyle olmasına rağmen Türkiye’ye dönmekten vazgeçen, Almanya’da yerleşik bir Türk toplumu söz konusu. “Almancı” kavramı bu nedenle tamamen Bu ülkedeki Türkiye kökenli kadınlar, 50 yılı bulan bir zaman kesitinde, önce neredeydiler, şimdi nereye geldiler? Türk kadınlarının da en az Türk erkekleri kadar Almanya’nın kalkınmasında büyük payı var. Hayatları sadece çalışmaya endeksli Türk aileleri ne yazık ki geçim kaygısı ve buna eklenen geriye dönme hayalleri nedeniyle çocuklarından bile vazgeçip Türkiye’ye evlatlarını gönderdiler. Bu ülkede yaşayan Türk kadın işçiler benim için elleri öpülesi kadınlar. Ancak bu, işe odaklı yaşadıkları ülkenin ne dilini, ne insanını tanımalarına fırsat verdi. Buradaki Türkler kadınıyla erkeğiyle kelimenin tam anlamıyla hayatı ıskaladılar. Son dönemde ise üniversiteye giden Türk genç kızlarının sayısındaki artış, kliniklerde ve mahkemelerde sık sık karşılaştığımız Türk kadın doktor ve avukatlar içimize su serpiyor. Tiyatro Deliler Boşandı Ankara Ekin tiyatrosu’nun sahneye koyduğu Aziz Nesin’in unutulmaz öyküsü Deliler Boşandı’da, Orostopontolis adında hayali bir ülkede, deliler akıl hastanesinden kaçarak hayatın içine karışırlar ve olaylar gelişir. Deliler Boşandı, Aziz Nesin’in yazdığı bir öykü ancak oyunda, esin kaynağını yaşadığımız toplum ve bizim ilişkilerimiz oluşturuyor. Faruk Güvenç’in yönettiği, Ayhan Ahıskal, Bülent Yıldıran, Cavidan Polatkan, Kutlay Akbal, Harun Güzeloğlu, Aliye Karahan, Selim Kalıç, Erkan Saraç, Yeliz Kayserili, Karden Kasaplar’ın oynadığı oyun 21 Temmuz’da Bostanlı Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu’nda sahnelenecek. geçerliliğini kaybetti. Misafir işçi de diyemeyeceğimize göre burada olsa olsa “Almanyalı Türk” kavramını tercih etmek gerekiyor. 50 yıl önce dişlerine dek kontrol edilen, barakalarda yaşayan Türklerin 21. yüzyılda çok farklı bir çehre ile karşımıza çıktığını görüyoruz. Sadece dini ya da milli kimliklerine değil “kendilerine” güvenen Türklerden söz edebiliriz artık. Gurbetçi değil Almanyalı olmayı kabul etmiş, kökeniyle barışık ve kültürel farklılıkları zenginlik kabul eden bir Türk toplumu söz konusu. Almanya’nın dört büyük partisinden birinin eşbaşkanı Türk, yerel seçimler, Avrupa Parlamentosu ve genel seçimlerdeki Türk aday sayısı Almanya tarihinde görülmemiş düzeyde yüksek. Almanya’nın milli boks ve futbol takımlarında Türkler var. Dünya boks şampiyonları Türk, uluslararası platformda Almanya’ya sinema dalında sayısız ödül getiren rejisör Türk. Alman dizilerinde bir dolu Türk oyuncuyu izliyoruz. Alman komedi dünyasına ise damgasını vuran yine bir dolu Türk şovmen ve usta var. Türkler artık birlikte gülmekten hoşlanıyor. Bu arada, dünyanın önde gelen basın ajanslarından DPA’da Türkçe servis açılması, ülkenin en güçlü siyasi partisi CDU’nun muhafazakâr yapısına rağmen Türk adaylara ağırlık vermesi, Alman bankalarının Türkçe birimler kurması, otomobil ve banka sektöründe “Türkçe konuşuyoruz” kampanyaları ile Türklere yönelmesi bize bambaşka bir Almanya’nın ve farklılaşmış bir Alman anlaşıyından haber veriyor. Bence, 20 yıl sonra, Almanya, benim de içinde çok severek yaşayacağım bir ülkeye dönüşecek. Izİzlenim 28. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi Sergi Beyoğlu’nda Akbank Sanat’ın yeniden açılan salonlarında. Geniş mekanda rahatça izlenip doğrusu insanı umutlandırıyor. Zaten hep böyle olmuştu, Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergileri her zaman resim sanatımızdan çağdaş ve ilginç örneklemelerle Türkiye’deki güncel görsel kültürün tanınmasını sağlamıştı. Sanatçıları desteklemişti. Bir yenisi ile buluşmak güzel. Sergiyi oradan geçenler, uğrayanlar ya da ulaşanlar ilgiyle izlemekteler. Bu da güzel. Genç sanatçılar için çalışan küratörler Derya Yücel ve Simona Vidmar’ı desteklemek gerekiyor. Onlar günümüz toplumsal yapısına sanatsal önermeleriyle katılan genç sanatçılardan bir seçki yapmışlar. Bizi güncel sanattaki açılımların özbiçim bütünselliğindeki estetikle buluşturuyorlar. Çağdaş teknolojik malzemelerin (adeta takıntı halinde kullanılan) dışındaki klasik malzemelerle üretilmiş yapıtlardan oluşan bu seçki, aynı zamanda da sanatsal yaratımın düşünce boyutundaki, estetik duruşundaki farklılıkları açıkça göstermekte. Tuval üzerine akrilikler, yağlıboyalar, kağıt üzerine guvajlar çağdaş karma sergilerde neredeyse hiç rastlanmamaya başlanan tekniklerden. Ne iyi ki, bu sergide videoların, fotoğrafların ve yerleştirmelerin, karışık tekniklerin yanında varlar. Çağdaş sanatta bir anlamda yaşamın içerilmesini öneren güncel sanatçılar sürekli yeni anlatımlar yaratıyorlar. Böylece izleyici, sanatçıyapıtizleyeci üçlemesinin bir parçası durumunda sanatçı ile buluşup bir yandan sanat yapıtını bir yandan kendisini, çevresini, toplumsallığı sorguluyor. Yapıt ise, sanatçı ve izleyici arasında, bir taraftan diğerine sunulan varlık, halinden memnun. Bazen anlaşılır kolaylıkta, bazen özenilen estetikte, bazen de sorunsuz tavrıyla varlığını pekiştiriyor. İzleniyor, okunuyor, seviliyor ya da nefret ediliyor; üçlü ilişki ortamını canlı mı canlı kılıyor. Şimdi bakalım, Songül Sönmez 29 adet küçük portresi ile nerelere uzanıyor? Ya Fulden Aran “Golf” isimli yapıtıyla nerelere? Ortada duran küçük çocuk da bir şeyi göstermekte, işaret etmekte. Nereyi? Kimi? Neyi? Soruların ardı arkası ? ÜMRAN BULUT kesilmiyor. Mehmet Öğüt’ün videosu çok açık. Baskın ve ezici seçkinciliğin vahşi basamaklarında ve varılması öngörülen noktalarda duraklatıyor. “Yok öyle yağma” diyorsunuz. kaçınılmaz. Fırat Bingöl’ün “Elektrikli Süpürge” sini izlemek de yüksek gerilimli bir hatta donakaldıracak cinsten. Dikkat! Üst katta Emre Meydan’ın resimleri ile buluşmak hoş. Bir ressamın çalışma odasındasınız. Ufak mekansal ayrıntılar içtenlikli kompozisyon önermeleri olarak resim tadını duyumsatıyorlar. Bahar Oganer’in Kuşlar’ı ise akrilikle boyanmış büyük boyutlu bir tuvalde resmin anlamsallığına değiniyor. Buralarda duyulan bir ses var, bir müzik. Yaklaşıp orada olan biteni izlemeye koyuluyorsunuz. Ali İbrahim Öcal’ın ayrıntısız bir görüşü bu. Yalın ama çok dilli… Çağdaş sanat üretimi gerçek, gerçeküstü, yanılsamacı biçimleri, dilleri özgürce kullanan yapısallığı ile oluşumları ve yaşamı yeniden tarif edebiliyor. Çağdaş sanatçılar, toplumsal olayların içinde onları ele alıp düşündüren değerlendiren tarzı benimsemişler. Katılımcılığı gerektiren yapı, tekdüze bir sanat anlayışını silip atarken eleştiren bakış açılarını kolaylıkla körüklüyor, etkileyiciliği besliyor. Sergi 31 Temmuz’a kadar sürecek, iyi seyirler. www.umranbulut.net Tuluatmasyon Sedat Demirsoy’un yönettiği, Ziver Armağan Açıl, Esin Kartaloğlu, Cengiz Çelik, Özge Yıldırım’ın rol aldığı Tuluatmasyon, seyirciden alınan çıkış noktasından başlayarak, oyuncuların o anda doğaçlama olarak geliştirdikleri, komediye dayalı, geleneksel gösteri sanatlarımız (tuluat, meddah, ortaoyunu, kukla ve gölge oyunu) ile şov kalıplarını buluşturup, kaynaştıran, teatral, tekrarsız bir gösteri. Mavi Sahne yapımı olan bu oyunu, Mavi Sahne’de masanızda oturarak, mum ışığında, içeceğinizi yudumlayarak izliyorsunuz. (Tel: 0 312 426 26 29) C MY B C MY B