Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ 7 Kendimi tutamıyorum, ne yapayım! Ayça Şen’in yeni çıkan kitabı “Hırs Ve Ceza” işini bırakıp yazar olmaya çalışan orta yaşlı bir kadının hikayesini anlatıyor. Ayça Şen “Hırs Ve Ceza” için “çok da üzerinde konuşulacak atla deve bir şey değil” diyor ama, insanların kimin kitap yazıp yazamayacağına karar vermeye niyetlenmesini “faşistlik” olarak nitelendiriyor. Bu sayfalarda ünlü rock yıldızları ya da bir takım tarihe mal olmuş şahıslarla ilgili haberlerin hayranlık nidalarıyla dolu cümleler eşliğinde sunulduğuna tanık olmuşsunuzdur. DENİZ Ayça Şen‘in de benim kuşağımdan ÜLKÜTEKİN birçok insan için pek altta kalır yanı yok. Daha kolay ulaşılabilir biri olması da bu hayranlığı zedelemiyor. Elbette tarihe mal olmuş kişilerin sevmeyenleri olduğu gibi Ayça Şen’in de var. Bunu açık dille belirtmelerinde de tabii ki bir sakınca yok... Ayça Şen’in “Hırs Ve Ceza” isimli kitabının piyasaya çıkması toplumda infial yaratmadı ama nedense bazı insanlar böyle bir şey olacakmışcasına hazırlıklıydılar. “Yuh bir de kitap mı çıkarmış” türünde yakınmalarla karşılaştım. Ayça Şen’in asıl sıkıntısı bu eleştiriler değil. Kitabıyla ilgili röportaj yapmaktan sıtkı sıyrılmış. İnsanların kendisini kitabın baş karakteri Ece’ye benzetmesinden yakınıyor. Hakkı var çünkü Ece boyundan büyük laflar ediyor. “Orta sınıftan herhangi bir kız. Bugün metrobüste ya da vapurda yanınıza oturan kızlardan biri olabilir. Ece bankacı ama sekreter ya da satış pazarlama elemanı da olabilir. Entellektüel anlamda kafası fazlasıyla karışmış. Önüne ne konulursa onu alıyor” diye tarif ediyor Ayça Şen, karakterini. Gizli kalmış bir Yeşilçamkolik Vadullah Taş çocukluğundan beri Yeşilcam’a tutkun. Yıllardan beri topladığı afişleri, kupürleri ve filmleri evinde özel şifreyle koruduğu bir odada saklıyor. Taş, Anadolu’da bir köy sinemasının deposunda kaybolduğu sanılan 4 önemli Yılmaz Güney filmini bularak sinemaya kazandırmış. Kulaklarda Belkıs Özener’in “Boş Kalan Çerçeve, Adını Anmayacağım” diyen sesi, akıllarda istesek de unutamayacağımız Yeşilçam yıldızları. Onların ZUHAL aşkları, neşeleri, onların her seferinde AYTOLUN hüzünleriyle bulutlanan gözler. Eğer siz de Sarmaşık Gülleri’ni, Senede Bir Gün’ü, Selvi Boylum Al Yazmalım’ı on kez izleseniz de bıkmayanlardansanız Vadullah Taş’ı anlayacaksınız demektir. Taş, çocukluğundan beri tutkunu olduğu Yeşilçam’ı, evinde afişleri, film kopyaları, gazete kupürleriyle yaşatıyor. İstanbul Güzel Sanatlar Galerisi Müdürü Vadullah Taş, tam bir sinema aşığı. Yaklaşık 6 bin afiş, 5 bine yakın film, kartpostallar, gazete kupürleri ve yazılarla bugünde değil sanki o günlerde yaşıyor. Vadullah Taş Siirt doğumlu. Siirt delikanlılarının bol olduğu bir mahallede doğmuş. Sinemaya, sanata düşkün Holoniye, gençlerin tek uğraşı sinema olan bir mahalle. Çocukken başlıyor heyecanı. 8 sinemanın olduğu Siirt’te bir futbol taraftarı gibi oyuncuların da taraftarları olduğundan söz ediyor Taş. Cüneyt Arkın’cılar, Eşref Kolçakçı’lar, Aytekin Akkaya’cılar... Vadullah Taş, Yılmaz Güney’cilerdenmiş o yıllarda. Hâlâ da sürüyor Güney hayranlığı. Gazetelerden topladıkları kupürleri defterlerine yapıştırırlarmış. Hatta hâlâ sakladığı bir defteri Yılmaz Güney’in haberleri ve resimleriyle dolu Taş’ın. “İyi ki saklamışım” diyor. Sakızlardan çıkan fotoğrafları, sağda solda bulabildiği kartpostalları toplamaya başlamış ardından. Sanata ve sinemaya da ilgisi oluşmuş zamanla. Sinemanın yedinci sanat olarak tüm sanatları içinde barındırdığını bu anlamda da çok beslendiğini söylüyor Taş. Taş. Elinde ve zihninde sinema tarihine dair çok şey biriktirmiş. Hepsi de hafızasında filmlerin. Biri sahnesini soruyor, filmi çıkarıyor hemen. Bir ihtiyaç halinde aranan ilk isimlerden. Köprünün iki ayağını da yaşamış. Hem siyahbeyaz, hem de renkli dönemi. Bugünü, Yeşilçam’la kıyaslayamıyor elbette. O tadı, lezzeti bulamıyor bugün. Gerçek Yeşilçam sinemasını arıyor. Hiç ilgisi olmayan, sermayeyi yatırarak bir film çekmeye çalışıp sinemacı olan insanlara özellikle karşı çıkıyor: “Yeşilçam’ın yaşattıklarının izlerini günümüz sinemasında görüyoruz. Bugünkü teknik o dönemde olsaydı Türk Sineması dünyaya meydan okuyacaktı. Günümüzde teknik var ama eskisi gibi bir kalite yok. Güzel filmler yapılıyor olsa da bu işi ticari anlamda yapanlar var.” Şimdiki afişler de cezbetmiyor tabii. “Eskiz ya da taş baskının tadı başka” diyor “Eskizlerle bugünün kuşe kağıda basılı afişleri bir mi?” Yine de Ece’nin benzerlerinden bir farkı var. Herkesin hayatında en az bir kere dediği gibi “bu işleri bırakıyorum, oturup kitap yazacağım” diyor. Herkes der ama kimse yapmaz, Ece dediğini gerçekten yapıyor. Oturup kitabını yazmaya koyuluyor. Arada sırada edebiyat devleri Balzac ya da Dostoyevski‘nin hatırını soruyor. Daha kitabının ilk paragrafını yeni bitirdiğinde bile “biz yazarlar” diye başlayan cümleler kuruyor. Ayça Şen tam da bu yüzden karakteriyle özdeşleştirilmek istemiyor. “Ya ben çıkıp öyle büyük büyük laflar etmek istemem. Bu kızın ‘üstelik konuşacak bir şeyi yok’ ve devamlı konuşuyor. Bunları sanki ben söylemişim gibi algılanıyor; o yorucu işte” diyor. Arada “toplumun sanat algısına bakışla ilgili bir eleştiri mi” diyecek oluyorum, “valla ne yaptım ben de bilmiyorum” diye cevap veriyor. Karşısına gelenlerin tepkileri pek farklı olmamış. “Acaba yazar burada ne demek istemiş?” yaklaşımıyla karşılaşmış. Açıkça bu konuda konuşmak istemiyor. Röportajları da yayınevine karşı edindiği sorumluluk nedeniyle kabul ettiği söylüyor. Elbette satış gibi bir beklentisi yok. “Belki yayınevi tanınır olmamın avantajını kendi içinde konuşmuştur ama bana herhangi bir zorlamayla gelmediler” diyor. Zaten önceki kitabı Saatçi Bayırı da en çok satanlar arasında yer almamış. Oysa ben kitabı hakkında konuşmayı ya da en azından kendi düşüncelerimi söylemeyi çok istiyordum. Hiç hazzetmediği şekilde kendimi yazarla özdeşleştirmiştim. Baş karakterimiz Ece esnafla olan muhabbetinin koyuluğuna göre günlük ruh durumunu ölçüyor, ya da küçük bir çocuğa hediye olarak ucuz bir org alıyordu. Kitapta bunun gibi bir sürü detay vardı ve çoğu bende bir şeylere dokunuyordu. Ayça Şen de “ben detay anlatmayı seviyorum” diyor. Ancak kendimi sırf bu detaylarla sınırlamama gerek yok. Ece’nin dağınıklığını da paylaşabilirim. Kimi zaman solcu olmak istiyor ama hayatı hiç o yönde akmıyor. Ya da durup duruken Atatürk’ten bir alıntı yaparak konuyu bağlamaya çalışıyor. Yazar ne demek istemiş Güneydoğu’nun baş bayiliğini yapan bir video şirketi kurmuş daha sonra, kardeşi Ceylan’la beraber. Ailece sinemayla ilgilenmişler. Yıllardır da sürdürüyor koleksiyonculuğu. Toplamaya başladığı afişlerin ilki Yılmaz Güney’in İnce Cumali’si. Sokaktaki tabeladan sökmüş bu afişi, sinema sahibinin kendisine bağırmasını duymazdan gelerek. Koleksiyonunun ilk parçası bu afiş. Derken binlerce afiş, binlerce film, binlerce kartpostal birikmiş yıllar içinde. Hatta Türkiye’de kayıp olan yüzlerce filmi Almanya’dan Belçika’dan bulup getirmiş. Hem aktardığı Dvd’leri hem de orijinal kasetleri koruyor. Bugüne kadar isteyip de bulamadığı hiçbir şey olmamış. “Azmin zaferi” diyor. Sinemanın gizli kalmış önemli karakterlerinden Azmin zaferi En son Sesam başkanı Yılmaz Atadeniz’le Anadolu’da bir köy sinemasının deposunda kabyolduğu sanılan 4 önemli Yılmaz Güney filmini bularak sinemaya tekrar kazandırmışlar. Evinde özel bir arşiv odasında saklıyor onları, diğer tüm arşiviyle beraber. İsteyenle de hemen paylaşıyor. Ya bir kopyasını veriyor, ya da gönderiyor daha sonra geri almak üzere. Arşivi paylaşıma açık. Odasını da özel bir güvenlik sistemiyle koruyor. Kapısı alarmlı, şifreli ve sigortalı. “Bunları çok iyi korumam gerekiyor. Ailem de dahil kimse bunların kıymetini bilmiyor. Her defasında çevreme ‘Ben öldükten sonra bunlara sahip çıkacaksınız’ diyorum.” Bir yayınevinden teklif de almış Taş. Yayınevi Vadullah Taş adlı bir sinema merkezi kurmak istemiş. Ancak onun tek dileği paylaşıma açık olması ve korunabilmesi. Özellikle bir merkeze gerek olmadığını dile getiriyor. Korunması ve devamlılığının olması açısından böyle bir merkeze ihtiyaç olduğunu söylüyoruz ancak “İnanın kimse benim kadar iyi koruyamaz” diyor. Koca bir yaşam, peşinde koşulmuş binlerce bilgi belge film... Ölümünden sonra da bunların tamamını bir üniversiteye hediye etmek istiyor. Vasiyeti bu. Çünkü en büyük şikâyeti mevcudiyetin korunamıyor olması. Bunun bir görev olduğuna özellikle dikkat çekiyor Taş. Tüm bunların yanı sıra bir proje üzerinde çalışıyor. “1S 3F” projesiyle Siirt Fıstık Film Festivali gerçekleştirecek Ekim ayında. Onun yaşamı varsa yoksa sinema. Sinema koleksiyonculuğu ise onun için sonsuz bir serüven. Heyecanla yol aldığı... Üniversiteye armağan edeceğim Ayça Şen “Hırs Ve Ceza” için “çok da üzerinde konuşulacak atla deve bir şey değil” diyor ama kendisini eleştirenlerin sandığının aksine kitabı yazması üç yılını almış. Önce albüm sonra kitap; biraz gıcık durduğunu o da kabul ediyor. Fakat insanların kimin kitap yazıp yazamayacağına karar vermeye niyetlenmesini “faşistlik” olarak nitelendiriyor. Duyduğum eleştirileri dillendirdiğimde biraz olsun üzüldüğünü hissediyorum. “Ben ne yapıyorum, çıplak poz mu veriyorum, sayfalarca haberlerim mi çıkıyor” diye soruyor ve devam ediyor. “O insanların tam tersine destek olması lazım. Ya da öyle bir şey yapsınlar ki ben de utanıp, haddimi bileyim bu işi bir daha yapmayayim. Önce üretsinler öyle kuru eleştiriyle bırakacak değilim” diyor. Peki bu tip eleştirileri ilk ağızdan fazlaca duymuş muydu? “Duydum ama çok da rahatsız etmedi. Öyle dediklerinde ‘kendimi tutamıyorum, ne yapayım” diye cevap veriyorum” diyor. Bir özeleştiri de kendine yapıyor. Aslında kendisinin de radyoyu kimseyle paylaşmak istemeyeceğini söylüyor. Eleştirileri de bir yandan anlaşılır buluyor. Çünkü ona göre bu biraz da insanların işlerine duyduğu sevgiyle ilgili. Oysa tüm radyoculuk, müzik ve yazı üretimini bir araya getirmek için kendisinden çok da fedakarlık etmiş. Son zamanlarda bu işlerin kendine kattıkları, götürdüklerine göre azalmış. Nasıl azalmasın ki? Kısa bir süre önce One Love Festival’de sahnede şarkı söylüyordu. Bu kez ben karşısında ona kitabıyla ilgili ağzından laf almaya çalışıyordum. Ertesi sabah beşte kalkıp radyoya gidecekti. Sonradan fark ettim. Ayça Şen’le biraz olsun muhabbet etme şansım vardı. Ben ise çoğunu kitabı hakkında yüksek perdeli sorularla harcamıştım. Radyoyu paylaşmak istemem Dersimiz güncel sanat Outlet İhraç Fazlası Sanat, “Dersimiz Güncel Sanat” isimli ilk yayınını satışa sundu. Dersimiz Güncel Sanat; 2008’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Azra Tüzünoğlu tarafından gerçekleştirilen sanat sosyolojisi derslerine paralel olarak, üniversite dersliklerinde, öğrencilerin ve okul dışından sanatsever dinleyici/izleyicilerin katılımına açık olan konuşmaların bildirilerinden oluşuyor. Ayrıca, kitapta; yayın için hazırlanan yeni metinler ve bildiri olarak sunulmayan ama temel tartışmasını konuşmalardan alan yazılar bulunuyor. Güncel sanatta rüya tabirleri: “Rüyada arazi görmek”, galericilik + koleksiyonerlik, İstanbul Bienallerinin Türkiye güncel sanatındaki yeriişlevi, karşıgüç olarak sanat, kurumlarkültür politikaları, yeni medya ve işlemsel sanat kitaptaki konu başlıklarından birkaçı. Geçen sezon gerçekleşen konuşmalara, güncel sanat ortamından, alanının en yetkin isimleri davet edildi; Şener Özmen, Erden Kosova, Haldun Dostoğlu, Saruhan Doğan, Evrim Altuğ gibi. Kimi zaman davet edilen konuşmacılara önceden sorular hazırlanıp gönderilirken kimi zaman da, moderatörler davet edilerek tartışmayı yönlendirmeleri istendi. Çoğu zaman birbirleriyle farklı fikirlere, dünya görüşlerine sahip kişi ve grupların aynı masada oturmaları istendi. Sunumlardan sonra her bir konu salondaki katılımcıların soruları doğrultusunda derinlemesine tartışıldı ve tüm konular tartışma kayıtları ile birlikte çözülüp yayına hazırlandı. On hafta boyunca davet edilen kişi ve kolektifler bazen konuşma ve tartışma şeklinde, bazen internet ortamından tartışmaya online katılarak, bazen de performans şeklinde sunumlarını gerçekleştirdiler. Türkiye sanat ortamı içindeki benzerlik, ayrışma ve çatışmaların görünür olduğu bu sunumlar, kimi zaman genel bir panorama çizmenin ötesine geçerek hararetli tartışmalara zemin hazırladı. Sanatçı grubu ile sanatçı bünyesi arasındaki anlamyapı ayrılığı, yeni medya sanatları ile işlemsel sanatlar ayrımı ya da “New York’ta yaparsan her yerde yaparsın” başlığının yarattığı tartışma bunlardan sadece birkaçı. Azra Tüzünoğlu, bu konuşmalarla amaçlananı şöyle anlatıyor: “Karşılıklı bir etki alanı yaratarak, hem güncel sanat tartışmalarını üniversiteye taşıyarak tartışma alanı genişletmek ve çeşitlendirmek, hem de güncel sanat aktör ve takipçilerini genç zihinlerle buluşturup yeni enerjiler doğmasına ön ayak olmak.” Yayınının amacını aşarak, alanla ilgilenenler için bir döneme ait tartışmaların derlemesine dönüştüğünü de vurgulamadan geçmiyor. Dersimiz Güncel Sanat kitabı, hatırlamaya/kaydetmeye dönük bir bellek kitabı. Kitabın alana ilgi duyanlar için bir başvuru kitabı olması da hedefleniyor. C MY B C MY B