21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 MART 2009 CUMARTESİ 3 Sadece şizofreni hastalarının katıldığı yarışmada dereceye giren üç öykünün yazarı yaşadıklarını anlatıyor. Hüseyin Avni Cinozoğlu 54, Yümehan Celiloğlu 30, Okay Uludokumacı 32 yaşında. Yaşıtlarından farklı yaşıyorlar. Kendi anlatımlarıyla karanlık bir tünele giriyorlar kimi ESRA zaman. Günler, haftalar aylarca evden AÇIKGÖZ hatta çıkmıyor. Kimseyle görüşmüyor. En basit ihtiyaçlarını dahi karşılamanın ağır geldiği zamanlar yaşıyorlar. Ta ki tünelin sonunda ışık görene kadar... Yalnız değiller, istatistiklere göre her 100 kişiden biri şizofren. Yani Türkiye’de 700 bin şizofren yaşıyor. Peki biz onlardan ne kadar haberdarız? Çok az. Önyargılar, bilgisizlik onları eve kapatıyor. Şizofreni Dernekleri Federasyonu ve Bilim İlaç’ın “Gerçekler Maskelenmesin” projesi, yaşamlarına kapı aralıyor. Projenin ilk aşaması kapsamında düzenlenen, sadece şizofreni hastalarının katıldığı “Ateşin Düştüğü Yerden: Sesler, Yüzler, Öyküler” yarışmasındaki öyküler en çok da bunun için değerli. Konuları kadar dilleri de özgün öykülerin. İşte o öykülerden dereceye giren üçü, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Yümehan Celiloğlu ve Okay Uludokumacı’ya ait. Söz artık onlarda... Gerçekler Cep muhabbet Cep boşaldı aabi.. Çekinme cepten ara.. Cumartesi Şairi Kademsiz oluyor kimi ağaçlar Sokak üstüne, ayak altına düşenler Tozdan, dumandan görmez olmuş yeşil gözleri Onlar da çam, onlar da çınar ama Toroslar’ daki akranlarıyla aralarında Epiy bi yükseklik ve hava E az’ cık da bir sınıf farkı var.. CAN YÜCEL maskelenmesin Bahissentır TEK SATIR OKUYAMADIM Celiloğlu, 2000’de şizofren olduğunun farkına varmış. Liseyi bitirmiş, ancak hastalığı nedeniyle üniversite sınavını kazanamamış. “Her yer karanlık gibiydi” diyerek başlıyor o günleri anlatmaya, “Çok zor günlerdi. Tedaviye başlandı, bu sefer de ilaçlardan dolayı fazla uyuyordum. Çok istememe rağmen çalışabilecek durumda değildim”. Uludokumacı ise şizofren olduğunu 2002’de öğrenmiş. ODTÜ Felsefe Bölümü’nde okurken, takip edilmekten yakındığı için arkadaşları onu bir psikiyatra götürmüşler. “Ondan önce platonik bir aşk yaşadım” diyor, “Depresyon tanısı konmasına neden olan, bu aşkı yendim sanıyordum ki şizofreni yakama yapıştı ve kronik bir hal aldı. Bakırköy’deki serviste ‘misafir’ oldum.” İki yıl evden çıkamamış, kimseyle görüşmemiş. Öyle ki, en basit ihtiyaçlarını bile gidermek zor gelmeye başlamış. En çok da, yaşanacağını bildiği rahatsızlığı için önlem alamamak dokunmuş. “Okuyamamak, yaratamamak... Çevremdeki insanların bana bakışının olumsuz yönde değişmesi, benden çekinmeleri... Halbuki aşılarım tamdır ve ısırmam!” diyor. Celiloğlu’nun da evden çıkmadığı zamanları olmuş, ağzını dahi açmadığı. Sonra bir gün, dışarıda neler olduğunu merak etmiş, kendisini nasıl bir hayatın beklediğini... “Tek başıma dışarıda dolaştım. Evle ilgilendim, kitap okudum, değişik uğraşılar edindim. Yavaş yavaş kendimi sosyal hayata adapte ettim. Fark ettim ki az da olsa karanlıktan çıkmayı başarabilmişim” diyor. Hayatlarındaki değişiklikler bu kadar değil, ancak anlatması öyle zor ki... Yine de deniyor Celiloğlu, yaşadığı dünyayı anlayalım diye basitleştirmeye çalışıyor: “Karanlık bir tünele girmiş gibisiniz, mutlaka bir çıkış olmalı ve ışık görünmeli ki, hayatımıza devam edebilelim. Umutlarınız sönüyor, ancak yardımla kendinize gelebiliyorsunuz. Her şey ağır işliyor, zaman ağır ilerliyor, vücudunuzu kendinize bir fazlalık olarak görüyor, en kötüsü de kendinize ve hayata yabancılaşıyorsunuz. Biz de herkes gibiyiz aslında, tek farkımız daha hassas olmamız ve karamsar düşünmemiz, hem nasıl olmayalım; dünyaya baksanıza her gün kirli çıkarlar ve savaşlar uğruna binlerce insan ölüyor ve bu gidişat durumumuzu daha da perçinleştiriyor. Hastalıkla yaşamayı öğrenince, bir süre sonra nasıl hareket etmeniz gerektiğini kavrayabiliyorsun”. Yaşamlarını önyargılar daha da Uludokumacı zorlaştırıyor; Deli damgası yemek, ciddiye alınmamak, dinlenmemek... Uludokumacı “Ya haydut ya da süper zeka” olarak görülmekten yakınıyor. “Halbuki ikisi de değiliz” diyor, “10 Şizofreni hastasının sadece biri saldırgan olabiliyor. Bu oran sağlıklı insandan çok daha düşük. Cahillikten şikayetçiyim”. İnsanlara empati Celiloğlu kurmalarını öneriyor Celiloğlu, “Lütfen” diyor, Doktorunuz diyor ki Cildiniz bozuk.. tırnaklarınız kırılgan.. saç deriniz kepekliyse kömür ve beyaz eşyayı sofranızdan asla eksik etmeyin.. Ha canım.. Sözlük YABANCI SERMAYE: Vay kardeşşş!.. YERLİ SERMAYE: Bana hiç yabancı gelmediniz. Eşim iyileşti, ben de... Şizofreni doğuştan bir hastalık sanıyordum. Yüksek zekâlı insanlar şizofreni ya da benzer bir hastalığa yakalanmaz diye düşünüyordum. Hukuk ikinci sınıfta, karanlık korkusu nedeniyle psikiyatri servisine başvurdum. En son fakülteden mezun olup doktoraya başladığımda iyi olduğumu söylediler. Eğer tek doktor tedavimi düzenleseydi daha iyi olurdu, zira yirmi yaşımda ve hastalığım “akut” evredeyken başvurdum psikiyatra. Ama hastalığımı öğrenince biraz aşağılık duygusu hissettim, en yakınlarımdan bile sakladım, “Acaba kaç yaşımda şizotim evreden şizofrene inkılap edecek hastalığım ve ne zaman paçavralar içinde, saç sakalı uzun, perişan dolaşacağım”, sorusu hep zihnimi meşgul etti. İlk bütünsel çöküntüden sonra gerçekten dünyada beni ayakta tutacak hiçbir şey kalmamıştı. Hayalimdeki akıl hastanesi imgesi farklıydı. Liseden çok zeki bir arkadaşım Bakırköy Akıl Cinozoğlu Hastanesi’nde sıcak suyla kendini haşlayarak intihar etmişti. Yani ben hastaların akıl hastanelerinde demir sütunlara zincirle bağlanıp dövüldüklerini sanıyordum. İlk intiharımın nedeni de bu yanlış “tımarhane” imgesiydi. Oysa yıllar sonra hastanede yatarak tedavi gördüm. Klinik çok mükemmeldi. Tek ya da çift kişilik odalar, iyi yemekler, her gün değiştirilen yatak çarşafları, hekim ve hemşirelerle sohbet ve arkadaşlıklar. On yıl önce Dr. Talat Bayburtluoğlu iki yeni ilaçla tedavimi düzenledi. Daha önce o kadar aşırı bir sıkıntı hali vardı ki, altı yıl intihar etmeye yakın yaşadım. Şimdi yaşadığım cehennemden, sıkıntı, korku ve illüzyonlarımdan kurtuldum. Hayatı çok seviyorum. 1980’de evlendim. 28 yıldır evliyim. Tek evladımı yedi yaşında Karabük’te bir hastanede kan verilirken, biraz da hekim hatası sonucu kaybettim. Eşim de şizofren. Asıl iyileşmemi sağlayan eşimin de Talat Bayburtluoğlu’nun verdiği yeni ilaçlarla tedavi olması. Kitaplık başta olmak üzere, birinci sınıf dergilerde şiirler yayınladım. İlk romanım Hayal Yayınları’nca yayınlandı, ikinci romanım “Erken Yılkı” basıma hazır. Safranbolu hakkındaki kent monografim için üç yıl çalıştım, yayınlanacak. Elli üç yaşındayım, hayata bilgece bakıyorum. Bu ödül hayatımın en değerli ödülü. Türkiye bunları konuştu Konuşma ulan..Açtırma kutuyu..Açık konuş..Bi konuşursam.. Yemin ettim konuşmucam.. Konuştuk da n’oldu?!. Keşke konuşsaydım.. Boşuna konuştuk..Konuşsam mı acıba?.. İki meslek, iki görüş STRİPTİZCİ: Ekonomik vaziyet kelek..Kılık kıyafetten biraz kısıcaz haliyle.. KÜRKÇÜ: Bırrrrrrrr... Petşop Misafir çizer Ferit Avcı Bir soru bi cevap Pardon sayın Düşünen Adam bazen düşünmediğin iz oluyo mu?.. Bunu bazen düşünüyorum. “lütfen biraz empati... Deli damgası yiyince karşınızdakine neyi, nasıl anlatabileceğiniz konusunda çok ciddi zorluklar çekiyorsunuz. Kısaca söylemleriniz inandırıcılıktan uzak ve gerçekliklerinizse birer kuruntudan ibaret kalıyor. Takdir edersiniz ki bu çok zor bir durum.” Unutmamak lazım ki, Uludokumacı’nın dediği gibi “şizofreni bir kara piyango ve size de çıkabilir”! İlaçlar nedeniyle gününü uyuyarak geçiriyor Uludokumacı, kalan zamanda da okuyor ve yazıyor. Celiloğlu’nun günleri ise Sevgi Evi Rehabilitasyon Merkezi’nde geçiyor; resim çiziyor, spor yapıyor, gitar öğreniyor, takı tasarlıyor, okuyor... Akşam, gününe ve hayatına dair şeyler not alıyor. Bu öykü yarışması Celiloğlu için bir şeylere başlamanın da ilk adımı. Hikayesiyle ümitsizliği anlatsa da, onun hala ümidi var. Biliyor ki, herkesin başarabileceği bir şeyler var. Uludokumacı da “Benim Hâlâ Umut’um var” diyerek bitiriyor lafını.Yarışmaya ve yazmaya gelince... Nedeni basit: “İnsanları özellikle kadınları güldürmek çok hoşuma gidiyor. Şen kahkahalar atan bir kızdan daha güzel ne olabilir ki”? Mario Levi’den eğitim alacaklar. Onların hala umudu var, biraz empatiyle yardım edebilirsiniz... Fiks mönü * Maganda Küfte * Wall Street Usulü Köşk Tulumba kamilmasaraci?gmail.com Dikizleme kültürü ‘ölüm’e dayandı Sosyolog Nilüfer Narlı’ya göre ölümün de bir ürün olarak algılanması toplumu tehlikeli durumlara götürüyor. Ülkemizde de yayınlandığı dönemde çok eleştirilen, eleştirildiğinden de fazla izlenen “Biri Bizi Gözetliyor” (BBG) yarışmasıyla insanların özel hayatlara ne kadar meraklı olduğunu, dikizlemekten haz duyduğunu, hatta dedikodular ve yorumlarla bu kültürü yaşatmaya çalıştığını gözlemledik hep beraber. Bir anda parlayan, kanaldan kanala gezen, programlarda her konuda fikir yürüten, sokakta bir star edasıyla dolaşan yarışmacıların bir süre sonra söndüğünü, bu sönüşle beraber büyük bir bunalım yaşadığını da izledik. Kimi itiraf etti bu anlık şaşalı yaşamın getirdiği handikapları ve yaşamlarında bıraktığı izleri, kimi de sonuna kadar savunucusu oldu bu reality şovun. Türkiye’de yayınlanan BBG, yurtdışındaki program formatının ZUHAL AYTOLUN uyarlamasıydı. Orada da tıpkı Türkiye’deki gibi kavgalar, tartışmalar yaşanmıştı, hatta bazı görüntüler de yasaklanmıştı. Şimdi ise farklı bir gündem konusu var. İngiltere’de 7 yıl önce düzenlenen BBG yarışması ile ünlenen Jade Goody, yaşamının son dakikalarını ve hatta ölümünü satışa çıkardı. Yakalandığı rahim ağzı kanseri nedeniyle son zamanlarını yaşadığı söylenen Goody, son arzusunun sevgilisiyle evlenmek olduğunu açıklamıştı. Ve sevgilisiyle evlendi. Şimdi de düğün fotoğraflarının yanı sıra ölüm anını da yaklaşık 4 milyon liraya satışa çıkardı. İki oğlunun geleceğini garanti altına almak amacında olduğunu dile getirerek... Bunun yanı sıra bir internet sitesi açıldı adına. Üzerine bahisler başladı. İnternet sitesi, Goody’nin ölüm tarihini ve saatini bilene iPhone 3G hediye edeceğini açıklamasıyla da oldukça tepki topladı. Tüm özel hayatların izlendiği televizyonlarda artık ölümün de bir ürün olarak görülerek pazarlanması sürecini sosyolog Nilüfer Narlı’ya sorduk. İnsanların artık başkalarının özel hayatlarına dair büyük merakları olduğunu ve başkalarının hayatlarını gözetleyerek yaşananlardan heyecan duymanın bir talebe dönüştüğünü dile getiriyor. Özel yaşamları gözler önüne sermek artık bir endüstri halini almış durumda. Postendüstriyel toplum yapılarında görülen, tek düze yaşamlarından sıkılan insanların başvurduğu televizyondan dikizleme yeni bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Narlı, “Asıl enteresan olan böyle bir şeye para yatırılıyor olması. Çünkü bu bir anlamda röntgencilik. Kendi hayatlarında heyecan duyamayan, yaşamlarına karşı yaratıcılıkları olmayan insanlar yeni heyecanlar ve farklı duygular yaşamadıkları için bu yola başvuruyor. Ölümü bile merak ediyorlar. Medya da bunu sunuyor” diyor. Yalnızca ölüm görüntülerinin satılması değil, ölüm günü ve saati üzerine bahis açılmasının da çok tehlikeli bir süreç olduğunu dile getiriyor Narlı. Yüzyıllardır insanların bahis üzerine bir ilgisi olduğu gerçek. Ancak artık insanların yaşamları üzerine de bahis yapılmaya başlandığını görüyoruz. Narlı, reyting kaygısı nedeniyle her bir program türünün bir ürün olarak değerlendirildiğini, günümüzde ölümün de ürün olarak pazarlandığını dile getirerek, bu gelişmelerin algılanan insan değerinde de değişim yaşanması nedeniyle toplumu tehlikeli noktalara götüreceğini vurguluyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle