22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 7 MART 2009 CUMARTESİ Sen saygısızlık yapma, Merhaba Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü... Bedenleriyle var olan kadınların anlattıklarını yarın Cumhuriyet Pazar’da okuyacaksınız. Bugünse bedenlerini ‘kutsal bir amaç’ maskesi altında ticarileştirenlerin hikayelerine tanıklık edeceğiz. Ölüm anını satan İngiliz kadın Jade Goody. İki çocuğunun geleceğini garanti altına almak için böyle bir yönteme başvurduğunu söylüyor. Oysa Goody, daha önce de BBG türü bir programda yer almış, yetmemiş düğününü de ekranlara taşımış bir kadın. Yine de diyelim ki Goody, annelik içgüdüleriyle hareket ediyor, peki ölüm anına ilişkin bahis sitesi kurulmasına ne demeli? Ölüm gününü ve saatini bilene “iphone 3g” hediye edilecek. Kaç kişinin ‘ölümü bilen adam’ olmak için bahse katıldığını öğrenmeye çalıştık. Ancak site yetkililerinden bir yanıt alamadık.... Sonuçta neresinden bakarsak bakalım gerek yurt dışında gerekse ülkemizde yaşanan bu tür ‘dikizleme kültürüne’ dayanan programlar algılanan insan değerine ilişkin değişimin göstergesi. Ve Sosyolog Nilüfer Narlı’nın da dediği gibi bu değişim, toplumu tehlikeli noktalara götürüyor. İsveçli ve Norveçli sevgililer, bedenlerini bir amaç uğruna ama ‘zevk’ de katarak kullanmayı yeğliyorlar. Onlar, doğa için sevişiyor ve kendilerini yeni kuşak çevreciler olarak tanımlıyorlar. Kendi tabirleriyle sevişerek, porno film yaparak çevre katliamına karşı duruyorlar. Ancak kazandıkları para, Doğan Hayatı Koruma Vakfı’nca işin içinde seks olduğu için kabul edilmemiş. Onlar da tutup bir site kurmuşlar ve bugün dünya çapında 5 binden fazla üyeye sahipler. Onlar tabulara, cinsel baskılara ve endüstriyel pornoya karşı olduklarını söyleseler de aldıkları tepkiler hiç de yenilir yutulur gibi değil. Özellikle feministlerden. Mete Kızık, annesinin sözünü dinleyerek savaşmayan Leona ile konuştu. Leona, hepimizi gülümseten bir öneride bulunmuş Mete’ye... Ne diyelim? İyi hafta sonları. ben senin yerine de Son İbrahim Tatlıses mağduru Yıldız Tilbe’yle Kadıköy Savcılığı’nda buluştuk. Avukatıyla suç duyurusunda bulunmaya gelmişti. Başına gelen olaylara rağmen mağrur duruşunu koruyordu. Öğrendik ki Yıldız Tilbe televizyon ekranlarında yaşanan aşağılama olayının planlı olduğunu düşünüyor ve tehdit telefonları alıyor. Yıldız Tilbe’nin İbo Show’da yaşadığı talihsiz olayı duymayanınız kalmamıştır. Olay ekibimizi de o kadar rahatsız etti ki, Tilbe’ye ulaşmaya ve onunla konuşmaya karar verdik. Menajeri Muzaffer Kılıç’ı aradım önce. Muzaffer Bey, Yıldız Tilbe’nin cep telefonu numarasını verdi. Yıldız hanımla ertesi güne bir randevu saati ve yeri belirledik: Kadıköy ŞİRİN saat 15.00. GÜVEN Savcılığı, Yıldız Tilbe ve Muzaffer Kılıç’la buluştuk. Avukatı da oradaydı Yıldız Hanım’ın. Savcılığa suç duyurusunda bulunmaya gelmişlerdi. Önce dosya açıldı, avukatı Tilbe’ye kısa bir özet geçti. Dosyadaki başlıklar şunlardı: Şarkılarını İbrahim Tatlıses’in kullanmaması (zaten kendisi “Eger bir daha şarkısını söylersem haysiyetsiz ve onursuzum. Öleceğimi de bilsem bir daha onun şarkısı burada çalmayacak” dememiş miydi?), program öncesi izinsiz kaydedilmiş telefon konuşmaları (özel hayata müdahale), ‘jilet parası bile istedi’ tarzında çıkan çirkin haberler ve aldığı tehditler. Tatlıses’in kendisini sinirlendirmeye çalıştığını anlattı. ‘Off the record’ örneklerle Tatlıses’in onu çıldırtmaya ve izleyicilerin önünde kötü göstermeye çalıştığını söyledi. Tabii bunları o anda değil, sonradan olayın üzerine düşününce fark etmiş. Hatta arkadaşlarıyla konuştukça. Şarkılarını defalarca kez yarıda kesmesinin, bir parçasını söylerken tonu 3 kez yukarı çekmesinin nedeninin bu olabileceğine karar vermiş. Programda ise şaşkınmış Tilbe. “Nedir içindeki bana karşı olan bu büyük öfkenin kaynağı” diye düşünmüş hep. Tilbe tüm olanlar karşısında efendiliğini bozmayınca, Tatlıses ani bir çıkış yapıyor ve başlıyor birbirinden ağır cümlelerine. Ortada pek de bir neden yokken. İzleyip izleyip “Neye bu kadar sinirlendi de, bu laflar çıktı ağzından” diye düşünüyordum hep. Meğer beklediğini bulamamanın hırsıymış tümü. Her nedense Tilbe’nin üstüne saldırmasını ve izleyicilerin gözünde kötü görünmesini sağlamak istemiş. yaparım NASIL SAKİN KALABİLDİM? “Peki niye?” diyorum Tilbe’ye. O da çok düşünmüş, “ama net olarak bildiğim tek günlük bir olay değildi yaşananlar” diyor ve ekliyor: “Hiç doğru değildi yaptıkları. Ne diyeyim ki... Hep sebep aradım, niye böyle davranıyor, neden böyle şeyler söylüyor diye ama hiç bir neden bulamadım”. O sözleri işitip nasıl o kadar sakin kalabildiğini de soruyorum. O yine aynı sakin tavrıyla yanıtlıyor: “Hiçbir şey söylemedim. Sadece bulunduğum yeri terk ettim. Onu alkışlayarak, ‘bravo’ diyerek çıktım. Ama kendisini tanımıyorum bundan böyle”. BİRKAÇ KURŞUNLUK HAKKIN VAR! Evet orada net bir şekilde öğrendim ki, Yıldız Tilbe tehdit telefonları alıyormuş. Savcılığa başvurduktan sonra bir çay içtik beraber. Ardından da Tilbe’nin arabasıyla Avrupa Yakası’na geçip Levent’te yemek yedik. Beraber geçirdiğimiz tüm saatler boyunca hep konuştuk. Kimi ‘off the record’du, kimi değildi. Tilbe, Tatlıses’in programındaki sakin halini hala sürdürüyordu. Başına gelen olaylara rağmen sükunetini koruyordu. Önce tehditlerden konuştuk. “Senin de birkaç kurşunluk hakkın var. Senin ve ailenin sonu geldi” gibi telefonlar alıyormuş gizli numaralardan. Ne hikmetse, tam da Tatlıses ile yaşadığı gerginlikten sonra başlamış bu aramalar. Ne yapacaktım diyor bana, “Benim onun gibi başkalarına başvuracak halim yok ki. Memleketin yasası var, devleti var, polisi var, savcısı var” diyor. Sonra da ekliyor, “Kendime olacak hiçbir şeyden korkum yok aslında. Ben ailem için endişeleniyorum, can güvenliklerinden emin olmak istiyorum. Bana olacak her şeye hazırlıklıyım ama aileme... Çünkü karşımdaki dürüst değil”. Sonra giriyoruz olayın detaylarına. Öncelikle şunu söylemeliyim; Tilbe yaşananların başından beri planlı olduğunu düşünüyor. Programdan önce kaydedilen konuşmalar da buna bir işaret. Ayrıca program boyunca ? Elleri her yere uzanır, ama korkmuyorum Uzun sohbetimiz sırasında Asena ve Derya Tuna gibi ‘İbrahim Tatlıseszedeler’den de bahsettik. Onların yaşadığı tatsız olaylardan yola çıkarak, işlerinin azalmasından, İbrahim Tatlıses hegemonyasının Tilbe’nin konserlerine ve programlarına engel olmasından korkup korkmadığını sordum. “Onun elleri her yere uzanır. Ama hiçbir şeyden korkmuyorum” diyerek cesaretini gösterdi bir kez daha. Söz döndü dolaştı, Tatlıses’in sonrasında çıkardığı çirkin belgelere geldi. Arada yaşananlar her ne olursa olsun, bir kadına “Jilet parası bile istedi” denilir mi diye çok düşünmüştüm çıkan haberlerin ardından. Nitekim Tilbe de çok içerlemiş o haberlere ve konuyu savcılığa iletmiş. Konunun detaylarını da anlattı. Yüzündeki et bende çıkan tüyleri çekmesinin tehlikeli olduğunu, kansere sebebiyet verebiyeceğini söyledi. Bunları burada asla yazmazdım aslında çünkü bir kadının tüylerinden bahsetmek için başka hiç işimizin, gücümüzün kalmamış olması gerekir. Ama konuya derinlemesine bir giriş yapılmış bir kere, çirkin bir giriş üstelik. Özel hayatı, mahremiyeti fazlasıyla ihlal edilmiş. Haliyle Tilbe de düzeltmek istiyor yaşanan sevimsiz olayları. Yıldız Tilbe bir şarkıcı... Ama o her şeyden önce bir kadın! Bir kadına böyle davranılmaz, bir kadına o cümleler kurulmaz. Hele ki milyonların önünde... Bu durumda bir kadının düştüğü kötü duruma mı üzüleceğiz, yoksa herhangi birinin bu sözleri söyleme hakkını kendinde nasıl gördüğünü mü sorgulayacağız bilmiyorum. Ya da mahremiyet ve özel hayat bırakmayan birine sadece “Bu kadar insanın önünde benimle bu şekilde konuşmayın, ayıp ediyorsunuz” diyen kadını takdir mi edeceğiz? Yok, yok en iyisi, “Saygıda kusur etme” derken ‘saygısızlığın’ dibine vuranı eleştirelim. Evet, evet, “Ben adapta, edepte kusur yapmadım. Sen bazen haddini aşıyorsun” diyerek bir yandan yaptığı densizliği fark etmeyen adamı sorgulayalım. Izİzlenim ÜMRAN BULUT konularda kullanılmasıyla başlıyor, ardından formun üçüncü boyut yanılsamasında “ışıkgölge” ile sürüyor ve günümüzde Christo’nun, J. Claude’ un çevreyi bezlerle, naylonlarla kapladıkları devasa yapıtlarına ulaşıyor ve oradan K. Walker’in insanlarında karşımıza dikiliyor… Günümüzde heykelde, fotoğrafta, sinemada ayrı bir yeri var gölgenin. Yoğun kullanılıyor. Bu ilgi için “Bir tutku” bile diyebiliriz. M.S. 1. yüzyılda İskenderiyeli Heron’un icadı olan makine ile ilk hareketli gölgesel imgelere ulaşılması bizi tüm gelişmelerin ne denli kapsamlı olduğundan haberdar ediyor. İstanbul Modern’deki “Gölgeye Övgü” sergisi de tüm bunlara uyumlu hazırlanmış. Türk ve Yunan gölge tiyatrosundan tanıdığımız ünlü Karagöz’e ve Karaghiozis’e, kuklaların dünyasından L. Starewich ve L. Reiniger gibi sinemanın öncülerine ve oradan H. Akakçe, K. Walker, N. Djurberg, W. Kentridge gibi birçok çağdaş sanatçılara kadar uzun bir yol katettiriyor. Perdelere yansıtılan gölgelerle, kesilmiş büyük boyutlu gölge resimlerle, heykellerle hareketli oluşun getirdiği enerjik ortamda gezilmekte. Müzikten, masaldan, fabldan yola çıkın, varılan noktada melodramla, trajediyle bile buluşabilirsiniz. Örneğin, K. Walker ırk, toplumsal çarpıklık, cinsellik konularında alt edilememiş çirkinlikler için gölge tiyatrosu içtenliğini yeğlerken, bir anlamda da psikolojik alımlama formunu kullanmayı önemsememiş. Yapıtları, çağdaş yaşamın sanatın eğlendirici boyutundan en can sıkıcı ve en sorgulayan tipine değin bir çok kültürü içeriyor. Hayata dair göndermeler W. Kentridge’de, sahnesine yansıyanlar gibi, klasik eserlerle ve operalarla bağıntılı ele alınmışlar, bazılarında ise hayali umranbulut@gmail.com Gölgeye Övgü Sanat kuşkusuz insanlarla bütünleşmiş çok ciddi bir olgudur. İster eğlendirsin, güldürsün; isterse en acı olanla buluştursun bizi, bu böyledir. Yüzyıllardır ne savaş dinler ne de olumsuzluk. İnsanın kendisini keşfettiği yaratım sürecinde yeşerir ve istenirse sunulur, istenilmezse kendisinde kalır yaratanın. Yarım da bırakılabilinir sanat, bitirilinceye kadarki uzun uğraşıyı da kaldırır. Resimde, heykelde, filmde, müzikte en ayrıntılı vuruşlar gibi en bütüncül olanlar da paylaşımcıların vazgeçemediği bölümler olacaklardır. Gölgeler, sesler, siluetler… İnsanlar gölgeleri, sesleri, siluetleri mağara içlerine çizdikleri resimlerden beri kullanmaktalar. Gölge, Batı resimde 1300’lü yıllardan günümüze gelen bir değer. Varoluşunun uzun serüveni dinsel kahramanlarla ve çamurdan bebeklerle. Gölgeden, gölge tiyatrosuna ve sinemaya, oradan çağdaş sanatçıların esinlenmelerine. Ne dersiniz, uzun bir yol değil mi? …Ve soruyoruz. Hangi sanat çok eskilerden esinlenmemiş ki? Rönesans’ a dönelim, sanatçılar Antikite’den yararlanmadılar mı? Ya, yeni klasikçiler, postmodernler, dijital sinemacılar… Yeni anlatımlar, yeni anlayışlar, zaman zaman içsel, zaman zaman da biçimsel ve kavramsal olarak bulmak mümkün olmuyor mu? İşte böyle esinlenmenin ucu bucağı yok. “Gölgeye Övgü” de işte tam bu noktada duruyor. Etkin olabilecek bir sergi. İstanbul Modern’de sergiye eşlik edecek program, gösterilecek filmler ve çocuklara yönelik çalışmalar da bu açılımı destekleyecekler. İyi seyirler. Sergi 6 Mayıs 2009’a kadar açık olacak. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle