Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Oxford Cinayetleri (The Oxford Murders) Alex de la Iglesia’nın yönettiği filmde Elijah Wood, John Hurt, Leonor Watling ile Julie Cox rol alıyor. Oxford Üniversitesi’nin efsanevi profesörlerinden Arthur Seldom ve heyecanlı ama müthiş zeki öğrencisi Martin, matematiksel sembolleri çözmeye çalışıyorlardır. Fakat ikisi de kendilerini seri cinayetlerin ortasında bulurlar. ? Kasabanın Yenisi (New in Town) Yönetmenliğini Jonas Elmer’in yaptığı filmin başrollerini Renee Zellweger, Harry Connick Jr, Siobhan Fallon ile J. K. Simmons paylaşıyor. Portresini Zellweger’in çizdiği Lucy Hill işine tutkuyla bağlı bir iş kadınıdır. Geçici görevle Minnesota’ya gönderilince hayatı alt üst olur. Fabrikada yapmaya çalıştığı değişiklikler sonucunda çok sayıda işçi çıkaracağı korkusuyla tüm çalışanlar isyan halindedir. Sendika temsilcisi Ted işten çıkarılmalara karşıdır. Meydana gelen komik bir kaza sonucunda fabrika çalışanları da Lucy’ye sıcak davranmaya başlar. ? Karanlıklar Ülkesi: Lycan’ların Yükselişi (Underworld: The Rise of the Lycans) Patrick Tatopoulos’un yönettiği ve Michael Sheen, Rhona Mitra, Bill Nighy ile Kevin Grevioux’un oynadığı film, güçlü ve ölümsüz iki ırk arasında patlak veren asırlık kan davasını konu alıyor. Destanının üçüncü bölümü geçmişe gidip Ölüm Tacirleri olarak bilinen aristokrat Vampirler ile yırtıcı bir kurt adam türü olan barbar Lycan’lar arasındaki çatışmanın kökenine iniyor. Lucian, istediği zaman kurt adama dönüşebilen yaratıklar olan Lycanların ilki. Sonja ise hem bir Ölüm Taciri hem de güçlü bir Ata Vampir olan Viktor’un kızı. Hikaye Sonja ve Lucian’ın birbirlerine aşık olmalarının etrafında şekilleniyor. Bu da Lycanlar’ın Yükselişi’ni ilk iki bölümden farklı bir hikaye haline getiriyor. Dokuz canlı Tom Cruise Aktörlüğünün sonuna geldi, nerdeyse unutuldu derken Tom Cruise, Bryan Singer’ın Valkyrie(Valkyrie ASLI Operasyonu/2008) Hitler’e SELÇUK filmindeki suikast düzenleyen Albay Claus von Stauffenberg rolüyle yeniden hatırlandı denilebilir. Hollywood’un yaşayan efsanesi, karanlık Scientology tarikatının mesihi Tom Cruise’un hem çekici hem de korkutucu olan şaşırtıcı bir yüzü var. Medyanın cinsel tercihlerine ait bombardımanının, Nicole Kidman’la yaptığı sözde sahte (!) evliliğin, Scientology üyelerinin önünde verdiği insanlığı kurtarma söylevlerinin ardından Cruise 27 yıldır sinemanın içinde, bugünlerde kendinden yine sıkça söz ettirmeyi başarıyor. 2006’da dünyanın en güçlü ünlüsü, Hollywood tarihindeki en etkili adamlardan biri olarak seçildi. 2005’te Steven Spielberg’le birlikte yaptığı War of the Worlds (Dünyalar Savaşı) gişede 590 milyon dolar yaparak ona oyunculuğunun en büyük başarısını getirdi. Sete tarikatın bir çadırını yerleştiren Tom’un Spielberg’le olan ilişkisi bozuldu. Filmin tanıtım turnesini de sürekli Katie Holmes’a olan aşkından sözederek bir karabasana dönüştüren Tom’la Spielberg’in bağları iyice koptu fakat bunca olayın ardından şöhretine nedense hiçbir şey gölge düşüremedi. Adam), Born in 4th July (Doğum Günü 4 Temmuz) gibi filmlerde hırslı genç adam rollerindeydi. Doğum Günü 4 Temmuz’da Oliver Stone’a bazı sahneleri yeniden çevirten Tom, yönetmeni çileden çıkartmıştı. Uzak Ufuklar’ın çekim ekibine önünde yapılmaması gereken şeylerin listesini dağıttığı biliniyor. Hayat Var Hayat Var’ın başrolünde boyundan büyük bir rolü başarıyla kotaran Elit İşcan var. TARİKATIN HİZMETİNDE Martin Scorsese (Paranın Rengi), Stone, Stanley Kubrick (Eyes Wide Shut), Brian de Palma (Görevimiz Tehlike), Spielberg (Azınlık Raporu), Paul Thomas Anderson (Manolya) gibi saygın yönetmenlerle çalışan Cruise film başına aldığı 1520 milyon dolarla Hollywood’un en zengin, dünya sinemasının da en önemli adlarından biri oldu. 1985’te ilk eşi oyuncu Mimi Rogers onu Scientology ile tanıştırdı. Diskleksini giderdiğine inandığı tarikata tümüyle bağlanan Tom, iyileşmiş bir üye olmak için özel bir görüşmeden geçmek zorundaydı. Bu zorunlu seans kişinin eğilimlerine göre belirleniyordu, bunların içinde yamyamlık, pornografiye bağımlılık, hayvanlara eziyet, tecavüz etmek, eşcinsel deneyimler vardı. Üyeler görüşmenin sonunda ifadelerini yazarak gizli dosya halinde teslim ediyorlardı. Tarikatın kurucusu Hubbard’ın oğlu Ronald De Wolf, bu işlemi ünlü yandaşlarını denetlemek, gerektiğinde de kullanmak için uyguluyordu. Özel ve profesyonel yaşamı tarikatın denetiminde olan Tom, anlaşmalı bir evlilik yaptığı Kidman’dan ayrıldıktan sonra Penelope Cruz’la kısa bir ilişki yaşadı. Scarlet Johansson’ca reddedilen Tom, kancasını ona daha az zarar verecek olan Katie Holmes’a attı. Paramount’la anlaşması sonlandırılan Cruise, United Artist şirketini satın aldı. Tropikal Fırtına’da kendiyle alay eden bayağı yapımcı rolüyle izleyiciyi güldürdü. Almanların önyargılarını kırarak Valkyrie Operasyonu’nu çeken yapımcıoyuncu, gişede olağanüstü bir başarı kazandı, bir para makinesi olduğunu yeniden kanıtladı. Tom Cruise’un Gerçek Öyküsü adlı kitabında Andrew Morton, aktörü fanatik, tarikatın servisinde bir savaşçı olarak tanımlar. O, aslında toplu bir cezbetme silahıdır, totaliter yüzünü yapay bir sempati maskesiyle örtmektedir. Gülüşü ve karizmasının ardında sert, saldırgan, hesaplı bir Tom saklıdır. Gitti gidiyor derken dokuz canlı bir kedi gibi oyuncunun dört ayağı üstüne düştüğü ortadadır. Kadere inat ‘Hayat Var’ İstanbul’un karanlık yüzü ve yoksun, yoksul insanlar... “Hayat Var”, insanı diken üstünde tutan, huzursuz ve huysuz bir yapıt. İzlenmeye değer. “Ölümcül İçgüdü” (L’instinct de mort) ise Fransa ve Kanada’da “bir numaralı halk düşmanı” ilan edilen ünlü gangster Jacques Mesrine’in akıl almaz yaşam öyküsünü ALPER kurgulayan güzel ve ilgi bir film. TURGUT çekici “A Ay”, “Kaç Para alperturgut.blogcu.com Kaç”, “Korkuyorum Anne”, “Beş Vakit” derken filmlerini iple çeker olduğumuz senaristyönetmen Reha Erdem’in son eseri Hayat Var, nihayet gösterime giriyor. Filmin görüntü yönetmenliğini Florent Herry üstlendi, müzikler ise arabeskin kralı Orhan Gencebay’a ait. Hayat Var’ın başrol elbisesini, boyundan büyük bir iş kotaran çocuk oyuncu Elit İşcan giydi. Erdal Beşikçioğlu, Levend Yılmaz, Banu Fotocan, Handan Karaadam, Nebil Sayın, Erhan Tekin ve Metin Yıldırım da filmin öne çıkan diğer oyuncuları... olsa da, Reha Erdem’in “Hayat Var”ı izlenmeye değer bir seyirlik. Hayat Var, görece kadınların yanında saf tutan bir yapım. Film, görsellik dersinden de sınıfını geçiyor. Mutlu, umutlu arabesk bir final ise yukarıda dile getirdiğimiz üzere film boyunca peşinizi bırakmayan rahatsızlık hissini bir anda dağıtmayı başarıyor. Ancak peşin peşin söyleyelim; Hayat Var, sinemaya ağlamak, gülmek ve eğlenmek için giden genel izleyiciye göre bir film değil. 7. Sanat tutkunları, zihin jimnastiğini sevenler ve sinema salonunda tokat yemek isteyenler... Mesajı aldıysanız; Hayat Var, sizin için ideal bir seçim. Bu öykü, küçük kahramanımız Hayat’a (14) Öldüren İçgüdü AMANSIZ SAVAŞ MAKİNESİ Last Samurai (Son Samuray) filminin gezisini de bir Scientology propagandasına dönüştürdü, L. Ron Hubbard’ça kurulan tarikatı överek göklere çıkardı. Bu skandalın ardından Cruise’un duygusal saçmalıklarından, tarikat bağımlılığından bıkmış olan Paramount şirketi ona verimli getiriler sağlamış olmasına karşın (Top Gun, Thunder Days, Mission Impossible) aktörle olan 14 yıllık anlaşmasını feshetti. Tom’un karanlık yönü oyuncunun çocukluğunda, gençlik döneminde saklıydı. 1962’de New York’ta Syracuse’da doğan Thomas Cruise Mapother, çocukken hep diğer çocuklardan önde olmalıyım, onları geçmeliyim duygusuyla büyüdü. Bunun altında kaba saba bir adam olan babasının erkeklik duygusunu onurlandırmak, ona kendini sevdirmek isteği yatıyordu. Mapother’ler sürekli taşınıyorlardı, Tom her yeni ortama alışmak, herkesten okumayazma bozukluğunu (disleksi) saklamak zorundaydı. Herkese kendini beğendirmek, hayranlık uyandıran bir insan olmak istiyordu, bu duygu onu amansız bir savaş makinesine dönüştürdü. Bu 47 yıl süresince taşınması güç örseleyici bir maskeydi. Risky Business’te (1984) komşu delikanlıyı simgeleyen parlak Amerikalı, ideal damat,sadık arkadaş tiplemesindeki başarılı yorumuyla tüm ülkede ünlendi. 1985’da Top Gun’da cesur bir jet pilotunu canlandıran, deri ceketi, motosikleti, plajda pilot arkadaşlarıyla üstü çıplak voleybol oynaması Tom’a gereken ünü sağlamaya yetti. Top Gun gişede bir numara oldu, Paramount ilk kez bir oyuncusunu, Cruise’u bir filmin yapımına, senaryo yazımına, yönetmene karışmaya, kurguya dahil etti. Tom henüz 23 yaşındaydı. Bu filmden sonra erkek dayanışmasını simgeleyen plaj voleybolu sahnesi gay dergisi Suck tarafından üç sene üst üste en kült sahne seçildi, Tom da gaylerin ikonu oldu. Oyuncu, Cocktail, Thunder Days, New Horizons (Uzak Ufuklar), Rain Main (Yağmur HAYAT’A DAİR... “Hayat Var”, eyvallah... Peki, bu filmde tam tekmil kasavet, rahatsızlık hissi ve kavruk bir yapı yok mu? Gürültü kirliliği uzmanı İstanbul’a, nefes darlığı çeken yatalak dedenin hırıltısıyla kadın olma heveslisi küçük kızımızın çıkardığı mırıltı da eşlik ediyor. Hiç şüpheniz olmasın, tüm bu cazırtı kulaklarınızı çınlatacak, rahat koltuklarınızda otururken karabasan etkisi yaratacak. Film, her haliyle yaralı ve üstelik kendisine ve karşısındakine zararlı karakterlerle dolu... Kayığıyla gemicilere fahişe pazarlayan mutsuzluk timsali eşcinsel bir baba, öksürük nöbetleri arasında üçkâğıtçılıkla iştigal eden zavallı bir dede, evlat ayrımı yapan samimiyetsiz bir anne, bir kaşık suda boğulmaya layık tacizci bakkal amca, yırtıcı bir kuş misali avını gözleyen lezbiyen komşu teyze, bir erkeğe olan aşkından meczuba dönüşen bir adam... Yahu koskoca İstanbul’da bir tane normal insan kalmadı mı? Hemen hemen herkesin ister istemez tepeden tırnağa kötülüğe belendiği tekinsiz kenti karşıma alıp, “Korkuyorum Reha” diye haykırmak geliyor içimden. Şakası bir yana ve her ne kadar katlanması zor dair... O, Göksu Deresi’nin kıyısındaki vahşi bir cazibesi de olan harabe bir yuvada büyümeye çabalar. Bakıma muhtaç dedesi ve evin rızkı için balıkçılık dışında yasadışı işlere de yönelen babasıyla... Acımasız dünyadaki korunağı derme çatma ahşap kulübesinde, boğazın diğer yakasındaki okulunda ve aklınıza gelebilecek her yerde yalnızdır bu çocuk. Hayat’ı, içimiz cız ederek kâh iskelede eve dönmek için büyük bir sabırla babasını beklerken kâh metruk arsada garibim horozu tekmelerken yakalarız. Fenerbahçe aşığı delikanlı çırak ile ağaçlara tırmanmadığı vakitlerde bakkal amcayla tehlikeli oyunlar oynayan Hayat’ın yakınlaşması ise kaçınılmazdır. Kadere inat, yaşama dört elle sarılmıştır Hayat... BİR NUMARALI HALK DÜŞMANI Öldüren İçgüdü, gerçek bir hikâyeden yani 39 can alan bir adamın otobiyografisinden devşirildi. Fransa’nın son gangsteri “bin bir suratlı” Jacques Mesrine, şiddete tapınan bir katildir ve karşısına kim çıkarsa çıksın silahı ölüm kusacaktır. Bu efsanevi haydudun akıbetini merak edenler ise 1 Mayıs günü vizyona girecek devam filmi “Ölümcül İçgüdü 2”yi beklemek zorundalar. Yönetmen JeanFrançois Richet’in 33 haftada çektiği Ölümcül İçgüdü’nün maliyeti 80 milyon doları buldu, “Nefret” (La Haine) filminden bu yana mercek altında tutuğumuz güzeller güzeli Monica Bellucci’nin yetenekli kocası Vincent Cassel, Mesrine karakteri için 20 kilo aldı. Üç dalda Fransız Oscar’ı Cesar’ı kazanan yapım, biraz hızlı aksa ve psikopatlığa karşı saygı uyandırsa da aksiyonmacera filmlerini sevenler için biçilmiş bir kaftan... “Kanunları sevmem, çünkü zenginler için yapılmışlardır” ve “Hükümeti ve maksimum güvenlikli bölgeleri sevmem” gibi incileri bulunan ünlü katil Jacques Mesrine, 1936 yılında doğmuştur ve Fransa’nın Cezayir’de giriştiği soykırım yıllarında sıradan bir askerdir. Askerliğin bitimiyle memleketine dönen Mesrine, kötü arkadaşlar sayesinde yer altı dünyasına adımını atar. O, sürekli kendi kimliğini arar ve içgüdüleriyle hareket eder. Giderek vicdanını yitiren ve paranoyaklaşan cani Mesrine’nin zaafı ise güzel kadınlardır. Mesrine’nin iflah olmaz bir romantik olması ve sevdiği kadınlara aşk mektupları yazması ise ilginçtir. Hırsızlıktan banka soygunculuğuna, fidye için adam kaçırmaktan cezaevi basmaya, rehin alma eylemlerinden infazlara dek yemediği halt kalmaz. Çeşitli cezaevleri, üç kez firar ve kaçak yıllar... Güvenlik güçleri ve karşı cenahtaki diğer kanunsuzlar tarafından yana yakıla aranan antikahramanımız tüm bu hengâme esnasında evlenir ve üç çocuk sahibi olur. Tabii ki kendisini polisi aramakla tehdit eden karısının ağzına silah sokmayı unutmayarak... O, 60’lı ve 70’li yıllara damgasını vurur ve hatta “AntiMesrine” adı verilen özel bir polis birliğinin kurulmasına neden olur. Bunun dışında meşhur gangsterin, Quebec Özgürlük Cephesi üyeleri ve sol cephe militanlarıyla arası iyidir. Yönetmenin dediğine göre; Mesrine, aynı zamanda isyancıdır, provokatördür, entelektüeldir, sinemaya hayrandır, pazarlama dehasıdır, çekicidir, karizmatiktir, benmerkezcidir, mükemmel bir aşçıdır. Dört film festivalde Bu yıl 714 Mayıs tarihleri arasında 12.’si düzenlenecek olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin Sinema Yazarları Derneği’ne (SİYAD) üye kadın sinema yazarları arasında yaptığı soruşturma sonuçlandı. Jane Campion’ın ‘Piyano’ filmiyle Agnes Varda’nın ‘Beşten Yediye Cleo’su ilk sırada yer aldı. Bu filmleri sırasıyla Pedro Almodovar’ın ‘Annem Hakkında Her Şey’i, Marleen Gorris’in ‘Antonia’nın Yazgısı’ ile Çek sinemasının ilk feminist yönetmeni Vera Chytilova’nın ‘Papatyalar’ filmleri izledi. Türkiye sinemasından Atıf Yılmaz, ‘Adı Vasfiye’ ve ‘Ah Belinda’ filmleriyle ilk sıralarda yer aldı. Listeye Füruzan ve Gülsün Karamustafa’nın birlikte çektiği ‘Benim Sinemalarım’, Yeşim Ustaoğlu’nun Güneşe Yolculuk’ ve Pelin Esmer’in ‘Oyun’ adlı filmleri girdi. Filmlerden dördü (‘Annem Hakkında Her Şey’ ‘Beşten Yediye Cleo’, ‘Dalgaları Aşmak’ ve ‘Papatyalar’) festivalde gösterilecek. C MY B C MY B