21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema şöleni başlıyor 3 Nisan’da “Hoş Geldiniz / Welcome” filmiyle açılacak 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni bu yıl En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazanan “Gidişler / Departures” filmi kapatacak. Semih Kaplanoğlu’nun “Süt” filmi festivalin uluslararası yarışma bölümünde Türkiye’yi temsil edecek. Festivalin ulusal yarışma bölümünde de 14 film var. Onur ödülleri ise Türk sinemasına yıllarca emek veren Agâh Özgüç, Hale Soygazi ve Erdoğan Tokatlı’nın... “Gidişler / Departures” adlı filmi olacak. “Dünya Festivalleri” bölümünde gösterilecek “Gidişler / Departures”; orkestrası dağılınca doğduğu yere dönüp bir cenaze evinde çalışmaya başlayan bir çellocunun hikâyesini anlatıyor. Japonya’nın geleneklerine mizahi ve samimi bir bakış açısı sunan film Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı’nın yanı sıra Palm Springs ve Montreal film festivallerinde de En iyi Film ödüllerine layık görüldü. “Gidişler / Departures”; 19 Nisan Pazar saat 13.30 ve 21.30’da Emek Sineması’nda gösterilecek. 28 MART 2009 CUMARTESİ 7 ‘Böyle bir dünyada gel de politikayı sev’ Çocuk yaşta seslendirmeye merak salan sonra da en çok istediği alana, oyunculuğa yönelen Serkan Altunorak, şimdilerde ‘Kürklü Merkür’ adlı tiyatro oyunu ve ‘Melekler Korusun’ dizisindeki rolüyle adından söz ettiriyor. Çocukluğundan bu yana din ve politika hakkında konuşmaların bastırıldığını ve bu kuşağa alttan alta hep bastırılmanın empoze edildiğini söyleyen Altunorak, bu konuda ailesine de okullara da kızgın. Ne istediğini bilmeden yaşamak ve hayatını bu şekilde tüketmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olsa gerek. Günümüzde çoğu insanın hayatını bu şekilde ŞULE sürdürdüğünü düşünürsek oyuncu Altunorak’ı şanslı insanlar KAYA Serkan kategorisine koymak mümkün. Tabii buna sadece ‘şans’ demek, Altunorak’ın ‘başarılı bir oyuncu olma’ amacı uğruna verdiği mücadeleyi hafife almak olur. Herkes kamera önünde olmayı isterken, onun henüz 10 yaşındayken dublaja merak salması ve oyunculuğa bu şekilde adım atması hiç kuşkusuz, ‘ne istediğini bilen’ bir insan olduğunun en büyük göstergesi. Dublaj konusunda hiç eğitimi olmamasına ve büyüklerinin ‘başaramazsın’ demesine rağmen inatla kendini onlara kabul ettirmesi de... 3 bin 500 kişi içinden ilk 10’a girerek, bir yabancı olmasına rağmen ABD’nin en saygın sanat okullarından birisi DePaul’e öğrenci olarak kabul edilmeyi başarması da... Ve bitirmeyi çok istediği okulunu bir takım talihsizlikler sonucu yarıda bırakmak zorunda kalmasına rağmen yine de vazgeçmeyip, mücadelesine Türkiye’de devam etmesi de bunun bir kanıtı. Yaklaşık 2 sezondur rol aldığı Tiyatro Dot’ta sahnelenen “Kürklü Merkür” oyunu ve “Melekler Korusun” dizisindeki başarılı performansıyla “sessiz ama sağlam” bir şekilde ilerleyen Serkan Altunorak sorularımızı yanıtladı. FESTİVALİ BİLETLERİ Uluslararası İstanbul Film Festivali biletleri satışa çıktı bile. Sinemaseverler biletlerini Beyoğlu’nda Emek ve Atlas ile Kadıköy’de Rexx sinemalarında açılacak gişelerden ve Biletix’ten satın alabilecek. Geçen yıl 170 bin izleyiciyle rekor bir rakama ulaşan İstanbul Film Festivali’nin biletleri bu yıl da çok uygun fiyatlara satılıyor. Geçen yılki indirim devam ediyor: Festivalde biletler tam 10 TL, öğrenci ile 65 yaş ve üstü için 7 TL olacak. Festivalde hafta içi gündüz seansları yalnızca 3,50 TL, Akbank Galaları’nın bilet fiyatları ise 15 TL. Festivalin Türk Sineması bölümünde yer alan filmler için de bilet fiyatı tüm seanslarda yine 3,50 TL. Festival Sponsoru Akbank’ın Axess kart sahipleri (hafta içi gündüz seansları ve Türk filmleri hariç) festival boyunca satın alacakları biletlerde yüzde 20 özel indirimden yararlanacaklar. Lale Kart sahipleri ise her zaman olduğu gibi yine biletlerini öncelikli ve indirimli alacak. Festivalin gösterimleri Beyoğlu’nda Emek, Atlas, Beyoğlu, Yeni Rüya, Pera Müzesi Sineması ile Kadıköy’de Rexx sineması ve hafta sonları Nişantaşı CityLife Cinema (City’s) olmak üzere toplam yedi sinemada gerçekleştirilecek. DENİZ YAVAŞOĞULLARI 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin programı bu yıl da dopdolu. Dünyanın belli başlı festivallerinde gösterilip Türkiye’de merakla beklenen çoğu filmin ilk gösterimleri festivalin geleneksel “Dünya Festivallerinden”, “Genç Ustalar”, “Mayınlı Bölge” gibi bölümlerinde yapılacak. Bu yıl bir de “Gümüş Ülke, Altın Sinema: Arjantin” ve “Aşk Olsun” gibi yeni bölümler festival programında yer alıyor. Bu bölümler, sinemada yeni yönelimleri yansıtan filmleri kapsayacak. “Asiler, Azizler, Âşıklar”, “Anılarına” gibi bölümlerle de klasik sinemanın unutulmaz örneklerine yer verilecek. Her yıl olduğu gibi bu yıl da ünlü konukların, usta sinemacıların katılacağı söyleşi ve atölye çalışmaları, sinema dersleri ve partiler olacak… 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali; Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gidişler İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi tarafından da destekleniyor. Ayrıca, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 2009 ve 2010 yıllarında gerçekleştireceği tüm İstanbul Festivalleri’ne destek veriyor. 3 Nisan Cuma akşamı Philippe Lioret’in “Hoş Geldiniz / Welcome” adlı filmiyle başlayacak olan İstanbul Film Festivali programının kapanış filmi ise Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı kazanan Yojiro Takita’nın Altın Lale’de heyecan Hoşgeldiniz başlanıyor. 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde Altın Lale için, sinema çevrelerinde ses getiren, birbirinden etkileyici 13 film yarışacak. Yarışan 13 film arasında; Bulgar yönetmen Javor Gardev’in Moskova Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan ilk filmi Zift, Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy’nin ortaklaşa yazıp yönettiği Rumba, Olivier Assayas’ın bugüne kadar çektiği en iyi film olarak değerlendirilen yaz saati / L’heure, Steve Jacobs’ın Nobel ödüllü yazar J.M. Coetzee’nin romanından beyazperdeye uyarladığı Utanç / Disgrace de bulunuyor… Uluslararası Yarışma’da Türkiye’yi bu yıl Süt filmiyle Semih Kaplanoğlu temsil ediyor. Uluslararası Yarışma filmleri, Altın Lale ödülü için festivalin ikinci haftasında izleyicilerle uluslararası jürinin huzuruna çıkacak. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek Türk filmlerinin sponsorluğunu yine Efes Pilsen üstleniyor. Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde bu yıl önemli yenilikler oldu. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale Ödülü bu yıldan itibaren, sadece Uluslararası Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde Altın Lale için jüri karşısına çıkacak 14 film şunlar: Başka Semtin Çocukları / Aydın Bulut, Uzak İhtimal / Mahmut Fazıl Coşkun, Hayatın Tuzu / Murat Düzgünoğlu, Kara Köpekler Havlarken / Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach, Hayat Var / Reha Erdem, 11’e 10 Kala / Pelin Esmer, İki Çizgi / Selim Evci, Süt / Semih Kaplanoğlu, Vicdan / Erden Kıral, Köprüdekiler / Aslı Özge, Ali’nin Sekiz Günü / Cemal Şan, Mommo / Atalay Taşdiken, Pandora’nın Kutusu / Yeşim Ustaoğlu, Gölgesizler / Ümit Ünal… OYUNCULUK İSTEĞİ Henüz 10 yaşındaki bir çocuğun dublaja merak salması çok ilginç. Bu iş neden ilgini çekmişti? Çok soru soran bir çocuktum. Hatta annemle babam, konuşmaktan çok soru sorduğumu söylerdi. 10 yaşındayken de filmleri izlerken dublajın nasıl yapıldığını merak etmeye başlamıştım. Ailem nasıl yapıldığını anlattı ve çok etkilendim. Annemin TRT’de çalışan arkadaşları aracılığıyla başladım bu işe. Çok başka bir dünyanın içine girmiştim o yaşta. Dublajın, dublaj olduğu zamanlardı o dönem. Çetin Tekindorlar, Sungun Babacanlar... Onlarla aynı ortamda bulunmak benim için müthişti. Eğitim almadan başlamak zordu tabii. Ama inat ettim, çalıştım. Desteklerle hırsım birleşince başardım. İlk kimi seslendirdin? İlk dublajımı bir kovboy filminde yaptım. Söylediğim tek cümle de “Evet efendim”di. Bütün aile televizyon başındaydık. Sesim duyulduğunda hepsi bana baktı. Ben de “İşte o bendim, bendim” diye bağırdım. Ondan sonra dublaj beni bambaşka yerlere götürdü. Oyuncu olmak istiyordum ama ailemi ikna etmem kolay olmadı. İnandırmanın tek yolu kanıtlamaktan geçiyordu ve oldukça iyi bir puanla konservatuvara girdim. Daha sonra oyunculuk eğitimimi devam ettirmek için New York’a gittim. Uluslararası İstanbul Film Festivali tarafından her yıl verilen “Sinema Onur Ödülleri” Türk sinemasına yıllar boyu emek vermiş üç değerli sanatçıya takdim edilecek: Eleştirmen, arşivci, yazar Agâh Özgüç; oyuncu Hale Soygazi ve yönetmen Erdoğan Tokatlı. Polonya sinemasının en saygın yönetmenlerinden Jerzy Skolimowski’ye de festivalin kapanış gecesi Yaşam Boyu Başarı Ödülü verilecek. Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’nda gerçekleşecek İstanbul Film Festivali Açılış Töreni’nde ödülleri verilecek bu üç büyük sanatçıdan Hale Soygazi’nin başrolünü üstlendiği İrfan Tözüm’ün Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri filmi ile Erdoğan Tokatlı’nın Son Kuşlar filmi de festival kapsamında gösterilecek. Köşeler tutulmuş Son yıllarda Amerika’da hayatı daha gerçekçi bir şekilde anlatan diziler çekiliyor. Türkiye’de bu neden başarılamıyor? Çünkü bizde yazan insan yok. Hayatımıza dair alt metinler ortaya çıkmadığı sürece üretim de olmuyor. Ya kopya oluyor, ya paran varsa orijinalin telif hakkını satın alarak Türkçe’ye çevirtiyorsun. En tehlikelisi de bu. Ülkemizde gençsen deneyimsiz olarak kabul ediliyorsun. Çok iyi yazarlar, oyuncular, yönetmenler var ama fırsat verilmiyor. Uğraşmaktan da sıkılıyorsun. Çünkü emeğin bir yere gitmiyor. Köşeler çok iyi bir şekilde tutulmuş durumda. Siyasetle aran nasıl? Çocukluğumuzdan beri bize hep din ve politika hakkında konuşmamamız gerektiği söylendi. Bizim kuşağa alttan alta hep bunu empoze ettiler. Biz de çok güzel yutmuşuz bunu. Ama yaş ilerledikçe sorgulamaya başlıyor ve cevapları da kendin bulmaya çalışıyorsun. Ve bulduğun cevaplardan pek hoşlanmamaya başlıyorsun. Bu sefer daha beter bir kaçış başlıyor çünkü zaman geçmiş ve sen çok geride kalmış oluyorsun. Bu yüzden aileme de, okuduğum okullara da kızıyorum. Çünkü onlar da buna alet olmuşlar. Sence bir oyuncu politik olmalı mı? Oyuncu olarak ABD’nin en iyi sanat okullarından birini 3 bin 500 kişi içerisinden ilk 10’a girerek kazanıyorsun, üstelik yabancı bir kimlikle. Ama bunun için Kültür Bakanlığı’ndan destek istediğinde “Bu bizi aşıyor” yanıtını alıyorsun. Ve imkanın yetersiz olduğu için bu okulu bitiremiyorsun. Böyle bir dünyada gel de politikayı sev. Bir kişinin bu ülke için iyi bir şeyler yapabilmesi tek başına mümkün değil maalesef. SAHNE GERÇEKLİĞİ Tiyatro DOT’ta sahnelediğin ‘Kürklü Merkür’de böylesine genç ve başarılı bir ekip nasıl bir araya gelebildi? Murat Daltaban, bu oyunu sahnelemeye karar verdikten sonra bir seçme gerçekleştirdi. Bizim bir araya gelişimiz aslında “Full Monty” filmindeki gibi oldu. Hepimiz İstanbul’un bir şekilde sıkıntılarını çekmiş insanlarız. Zor zamanlar yaşadıktan sonra karşımıza çıkan bu fırsata hepimiz çok tutunduk. Seçilmemden 10 gün önce babamı kaybetmiştim. Oyun bir terapi oldu. Provalarda bağırmak, küfür etmek, kafamı zorlamak... KAPLANOĞLU’NUN SÜT’Ü Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale heyecanı bu sene ikiye katlanıyor. Festivalin Altın Lale Ödülü, bu yıldan itibaren, Uluslararası Yarışma’nın yanı sıra Ulusal Yarışma kapsamında da verilmeye Izİzlenim ? ? ÜMRAN BULUT insanların çıkışı için tüm seçenekler geçerli olabiliyor… Bu durum kuşkusuz sanatın tüketilen nesne gibi ele alınmasına da koşut geliştiriliyor. Tuval resminden, fotoğraftan yerleştirmelere değin onca anlatım biçimi kullanılırken farklı olmak için sakıncasız davranabilmek önemseniyor. Sanatçıların kendi aralarında oluşturdukları gruplar, birlikte çalışma ortamlarını hazırlamaları, aynı temada buluşmalar zaman zaman güdülenme adına da yapılabiliyor. Bir seyahatte buluşmak, aynı sanatçıya odaklanmak, algıların, görüşlerin paylaşılması, tartışmak eskilerden günümüze vazgeçilmeyen çalışma biçimlerinden. Beşiktaş Çağdaş’da 26 Nisan’a kadar izlenecek olan ‘Vincent van Gogh’un Peşinde/ Modernizmin İzinde’ sergisi bunlardan biri. Van Gogh bildiğimiz en melankolik sanatçılardan biri. Yalnız ve yanlızlığını seven bir usta. Arkadaşı ünlü ressam P. Gauguin ile geçirdiği günlerin dışında uzunca süreler kendi başına yaşıyor. Ruhsal dünyası, hüznü onun diğer insanlarla birlikteliğini engelliyor. Bir başka deyişle Van Gogh toplumsallaşamıyor. Hayatı sadece kendi [email protected] ‘Hafriyat’tan Hafriyata Tahrik, tecavüz, namus, cinayet… Bunlar, kendimizi bildik bileli hep var olan sözcükler. Kadınlarla bağdaşık konularda yoğunlukla kullanılırlar. Sorgulayıp eleştirmek toplumca kanıksanmalarını önleyememiştir. Kadın meselesi konuşulur, görüşülür, tartışılır. Günümüzde de yapıldığı gibi baş örtüsünden eğitiminden, özgürlük ve demokratik haklarına değin ele alınır kadın. Siyasette acımasızca kullanılır, ailede çağ dışı uygulamalarla geçiştirilir. Sonuçta kadının bireysel kimliğini baskılayan bir anlayıştan başka bir şey yoktur elde. Kadın meselesi sanatın her halinde defalarca ele alınmıştır. Eğitimsel, uyarıcı tavrı benimseyen sanatçılarca vazgeçilmezliğini hep koruyacaktır. Hafriyat Karaköy’deki ‘Haksız Tahrik’ de tamamıyla bu durum sergileniyor. Kadın bedeninde tahrik unsuru nitelikli bakışa göndermelerle dolu. Biraz irkiltici biraz basmakalıp ama etkileyici. İşçilerin dertleri, imam nikahına boyun eğmeye maruz bırakılanlar; değil hayatı, kendi hayatlarını bile değerlendirmekten uzaklaştırılmışlara sanatsal bir dille uzanıyor. Sergide kadın meselesine yanlı ve yanlış bakışı protesto eden genç kadın sanatçıların dışavurumcu yaklaşımlarını, aynı zamanda da feminist bir sanat gösterimi olarak değerlendirmek mümkün. Örneğin, Dilara Kızıldağ’ın ‘Vajina Kapısı’ adlı işi sanatsal açılımların ne denli çarpıcı olabileceğini gösteriyor. Sergi sorgulayıcı olduğu kadar rahatsız edici oluşu ile de ilginizi çekecektir. 31Mart’a kadar izleyebilirsiniz. Günümüzde plastik sanatlardaki yaratımların sınırsız oluşuna söyleyecek söz yok. Sanata değişik olma tutkusuyla bağlanan köşesinden yaşamak çok lüks ise de; o, hiç sakınmadan bu lüksün peşinden gidiyor. Böylece renkleri, tekniği zaman zaman derbeder, karamsar, mutsuz oluşunun göstergesi oluyor, zaman zaman da yaratıcı oluşun sınırsızlığında coşuyor. Kırda, kahvede, odasında ya da farklı bir durumda sadece sanatıyla bütünleşmiş olarak üretiyor. Van Gogh doğayı kendi dünyasından resmediyor. O da Barbizon ressamlarının yaptığını yapıyor, ancak çok önemli bir farkla. O sadece algıladıklarıyla, içselleştirdikleriyle uğraşıyor. Resimlerinde doğa ve Van Gogh’un birlikteliği fersah fersah dilleniyor. Hırçın bir sarı ya da sakinliği çağrıştıran maviyle… Dahası da öyle, portreler, çalışan insanlar hep kendince resmedilmişler. Van Gogh hiçbir sisteme boyun eğmiyor, içselleştirdiği bağlamla yaşıyor. “Baskıcı oluşum mu?” dediniz? Siz siz olun demeyin, O baskının her türüne zıt… Öncelikle iç dünyasının olgusallığı ile örülü bir yaşamı seçmiş. Sergiden edindiğimiz bilgi ise onun peşinde olabilmekle ilgili. Sanatçının yoğun melankolisinin uzağında kalırken belirgin biçimsel kaygılardan, imgelerden başka noktalara odaklanılamayacağını kanıtlıyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle