19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tiyatro Oyunevi’nin yeni oyunu Beklerken, insanın bekleme hali üzerine odaklanırken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme çabasına ve tabii bekleyişine de göndermede bulunuyor. Beklemek, neyi ya da kimi? Sonu mu yoksa yeni bir başlangıcı mı? Durağanlığı çağrıştırsa da bir devingenliği mi barındırır içinde beklemek? Ya sürgün yaşamlar... Göçebe hayatlar, yeni başlangıçlar, tutunacak bir dal aramalar, soyut kafeslerden çıkmaya çalışmalar, bekleyiş, arayış, umut ve heyecanlar, savruluşlar... Tiyatro Oyunevi’nin yeni oyunu Beklerken’i ZUHAL izlerken, tam da bu kavramlar asılı kalıyor sahnede. Zihnine AYTOLUN yapışıyor insanın. Etkisinden çıkılamıyor. Peşini bırakmıyor, sorgulatmadan göndermiyor. Beklerken, göçebe beş insanın beklentileri, arayışları, umutları ve umutsuzlukları üzerinden bir manzara koyuyor ortaya. Birgül Oğuz’un yazdığı ve Mahir Günşiray’ın yönettiği oyunda, insanların beklerkenki durumlarıyla yüzleştiriyor bizi Ayça Damgacı, Bedir Bedir, Zekeriya Karakaş, Olcayto Art ve Özge Metin. Bir Avrupa kentinin limanına yanaşan yolcuların, kente kabul edilmeyi beklerkenki hallerini ve bu durumların yaşamımızdaki göndermelerini konuştuk Mahir Günşiray’la. Avrupa’yı beklemek Godot’yu beklemek benzemeyen gibi bir şey Banakalmasın! Sanat alanında son yıllarda nasıl bir çıkış yolu aranıyor? Her şeyden önce Avrupa’daki sanat ortamı, Türkiye’deki sanat ortamına ilgi göstermeye başladı. Çünkü onların da beslenecek yeni kaynaklara ihtiyacı var. Tabii burada beni rahatsız eden şeyler de var. Avrupa Birliği, o birliğe aday olan ya da çevresindeki ülkeler ve onların kültürleriyle ilişkiler kurarak bir tür yakınlaşma sağlayarak, etrafında ‘kendine benzemeyen kalmasın’ diye fonlar ayırıyor. Kendine benzeyen şeyler olması için de çok ciddi fonlar ayrılıyor. Bazı sanatçılar, organizasyonlar, küratörler ya da Avrupa’daki fonlarla iş yapmak isteyen insanlar buraya yöneliyor. Bunu sahici bulmuyorum. Çünkü bazı sanatçılar oradan ilgi ve talep gelmeye başladığı zaman, kendilerini oraya göre yönlendirmeye başlıyorlar. Bu çok tehlikeli. Böyle olursa, inandığım sahici tiyatroda, her sanatçının kendi içinden çıkacak, ona ait, onun dünyasını gösteren hakiki yaklaşımı bulmakta ve tutmakta büyük zorluk çekeceğiz. Onların bizi algılamasına uygun işler yapmaya başlıyoruz ki oranın kodlarıyla burada iş yapmaya çalışmak bana sahtekarlık olarak geliyor doğrusu. Peki ya Türk Tiyatrosu’nda yeni dil arayışlarını ve bu anlamdaki gelişimi nasıl görüyorsunuz? Kuşkusuz var. Genç kuşağın tercihleri bunu gösteriyor ve bu iyi bir fırsat. İçten bir şekilde yapılırsa ve içeriği ön planda tutan bir yaklaşım benimsenirse o zaman seyircinin ilgisiyle karşılığı alınır. Bu sıcak ilişki doğarsa, o ‘tiyatrodan soğuyan izleyici’ de daha çok ilgi gösterir. İyi tiyatro, yaşayan tiyatrodur ve yaşayan tiyatro ile de samimi tiyatro anlayışı sürecektir. İstanbul küçük Türkiye İstanbul kendi içinde ayrı ayrı şehirlerden oluşuyor neredeyse. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu? İstanbul, küçük bir Türkiye. Biz de böyle küçük bir Türkiye örneği anlatmaya çalıştık beş oyuncu üzerinden. Aslında Türkiye’yi anlatabilmek için belki yüzlerce karakter koymak lazım ki Türkiye diyebilelim. Biz, oyuncuları biraz bölgelere dağıtarak, elden geldiğince anlatmaya çalışıyoruz. Bu anlatımda da bazı kavramlar takılıyor insanın aklına. Umutları, umutsuzlukları, heyecanları, hayal kırıklıklarıyla oyundalar, karşımızdalar. Geçmişe dönüşleri ve geleceğe bakışlarıyla. Bu durum oyunumuzda önemli bir eksen oldu. Geçmişi hatırlamak ve geleceği umut etmek. Bugün, aslında hapsolduğumuz yer. Hapishaneleri düşündüğümüzde bugünü yaşamak kısıtlanmıştır. Hapishane fikri bunun üzerine doğmuştur. Bugünü yaşaman engellenmiştir. Ama hapishanede, bugünü yaşayamayanlar iki şey yaşıyor. Anıları, resimleri, paylaştığı hikayelerle geçmişi ve hayal ettikleri geleceği. O yüzden bu beş kişinin bir tür hapis içerisinde olduğunu da düşündük aslında. Sıkışmışlık var. Zaman zaman bu çaresizlikten çıkabilmek için bir yol arayışı var. Bugüne geldiğimizde ise sanki zaman duruyor ve her şey soyutlaşıyor, anlamsızlaşıyor. ÖLÜMÜ BEKLEMEK Beklerken nasıl ortaya çıktı? Seas/Denizler projesi ile nasıl buluştunuz? Seas projesi, 20022005 yılları arasında Baltık Denizi ve Adriatik Denizi’nden çok farklı sanatçılarla bir etkinlikler dizisi yapmış ve liman kentlerini dolaşmış. Şimdi Karadeniz’den, kuzey denizlerinden ve liman kentlerinden bazı sanatçılarla ortak projeler üreterek, kapalı mekanların dışında, toplumla iç içe, her yerin bir gösteri alanına dönüşeceği yerler seçerek etkinliklerini sürdürüyor. Bir buçuk yıl kadar toplantılar yaptık. Diğer ülkelerin sanatçıları ile ortak çalışmalar yürüttük. Tiyatro Oyunevi olarak beklerken temasını projemiz için temel aldık. Beklerken özellikle hangi fikre odaklanıyor? Göçebeler, kendilerine ait olmayan başka bir toplumun kapılarını zorlayarak girmeye çalışıyor. Göçmenlerin deniz aşırı ülkelerden başka dünyalara, başka ‘özgürlük’lere kavuşmak için çabalamaları tema olarak hep aklımdaydı. Diğer yandan da Avrupa Birliği’ne girmek için bekleyen bir takım insanların trajikomik durumlarını anlatmak istiyordum. O yüzden projenin ismi ilk başta Avrupa’yı Beklerken idi. Derken bu konsept ve kavramla Beckett’in Godot’yu Beklerken’deki kavramları çok benzer gözüktü bana. Avrupa Godot gibi bir şey. Türkiye’nin de Avrupa’yı beklemesi, insanlar için bir tür kandırmaca. Trajikomik bir durum. Bu anlamda hem kendimize öz eleştiri, hem de Avrupa fikrine eleştiri olarak doğmaya başlamıştı. Provalar sırasında beklemek durumunun çok zengin açılımlarına doğru yöneldiğimizde sadece ‘Beklerken’ olarak adlandırmanın daha doğru olacağını farkettik. Beklemek durağan gibi algılanır, oysa ki bir süreçtir. Oyunda da bunu görüyoruz. Siz nasıl tanımlıyorsunuz beklemeyi? Zaten hepimiz aslında ölümü bekliyoruz. Ölümü beklerken bir nevi hayatı yaşamaya, doldurmaya, onu değerlendirmeye çalışıyoruz. Bu proje daha çok ‘beklerken neler yapıyoruz’ üzerine kurulu. Yenikapı’da deniz kenarında bir parkta, mangallarımız, minderlerimizle, pikniklerle pek güzel geçiriyoruz hayatı. Ertesi gün başka bir şey başlıyor. Oyunda biraz da bu ikilemi vermeye çalıştık. Beklemek aslında trajik. Yalnızsın, beklediğin şeyler kimi zaman da soyut. Bundan kurtulmak için de bir şekilde şarkı söyleyerek, dans ederek, yiye içe, kimi zaman tırlatarak, toplum olarak beklerkenki süreci geçiriyoruz. Fotoğraf: Can Günşiray Fotoğraf: VEDAT ARIK ? Oyun Atölyesi’nde Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler bugün saat 20.30’da, yarın ise saat 16.00’da izleyiciyle buluşacak. 2 ve 3 Nisan’da ise Testosteron saat 20.30’da sahnelenecek. ? Dostlar Tiyatrosu, Muammer Karaca Tiyatrosu’nda bugün saat 20.30’da Marx’ın Dönüşü’nü sahneliyor. 1, 2 ve 3 Nisan’da ise Sivas 93 İzmir Sanat Merkezi’nde saat 20.30’da. ? Tiyatro İstanbul’da Altı Haftada Altı Dans Dersi bugün 15.00 ve 21.00’de, 2 ve 3 Nisan’da ise saat 21.00’de sahnelenecek. ? Kenter Tiyatrosu’nda 39 Basamak 31 Mart, 2 ve 3 Nisan’da saat 20.00’de sahneleniyor. ? Sadri Alışık Tiyatrosu’nda bugün Bahçemdeki Ayı saat 20.30’da sahnelenecek. ? Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Ölüm ve Kız saat 18.30’da sahneleniyor. ? Antalya Devlet Tiyatrosu’nda bugün Benim Doktor Oğlum saat 15.00 ve 20.00’de, Asilzadeler ise 1, 2 ve 3 Nisan’da saat 20.00’de sahnelenecek. ? Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda bugün saat 15.00 ve 20.00’de Sahnemizden Geçen Şarkılar, 2 Nisan’dan itibaren de ‘7. Orhan Asena Yerli oyunlar fesivali’ kapsamında oyunlar sahnelenecek. ? Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda bugün “Rumuz goncagül” adlı oyun saat 15.00 ve 20.00’de sahnelenecek. ? Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu Sefaköy Kültür Merkezi’nde “Ben Eskiden Küçüktüm” adlı oyun saat 20.00’de izlenebilir. Efes Pilsen’le bu hafta C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle