22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 28 MART 2009 CUMARTESİ Kitabın Biri GÜRAY ÖZ Bukowski solcu mu? Bu sorunun tek bir yanıtı var. Kuşkusuz solcudur Bukowski. Peki nasıl bir solcudur? Halkımızın solculuğuna benzer onun solculuğu. Yiğit, haksızlığa tahammülsüz, korkak, cesur, cahil… Öyle işte. Ne yıllardı ama, Birinci Paylaşım yeni bitmiş, Yazın son günleri, bahara evriliyor her şey. Doğmak için güzel bir mevsim. Savaş sonunda ABD’ye göçmüş Polonyalı baba ile Alman annenin çocuğu için iyi bir başlangıç sayılabilir. Ama öyle olmuyor. Heinrich Karl Bukowski, Karl sonra Charles olacaktır, baba dayağı ile büyüyecek, annesinden de şefkat görmeyecektir. Babasından dayak yedikçe annesine sığınmaya çalışsa da beklediği ilgiyi göremeyecektir. “‘Doğru değildi yaptığı’ dedim anneme. ‘Neden bana yardım etmedin?’ ‘Baba her zaman haklıdır’ dedi.” Yine de onlara bir zaman sonra daha nesnel bakmayı deneyecektir. “Bütün suçu babama yüklememeliyim, ama çiğ ve anlamsız nefretle ilk o tanıştırdı beni.” Ezik, inatçı, isyankar başka ne olabilir. Doğal olarak solcu kısacası. Doğuştan solcu. Haksızlığa her zaman isyan ediyor. Ezilenleri, sömürülenleri görüyor, gözlüyor, inceliyor, hayatı onların yaşadığı GİBİ görüyor. Anlıyor onları. Aynı zamanda kızıyor, öfkeleniyor, adam olmadıklarını, olamayacaklarını gördükçe kendini yiyip bitiriyor. Daha çocukken zayıftan esir düşmüşten ezilmişten yana Bukowski. Çocukluk yıllarını anlattığı romanı Ekmek Arası’nda unutulmaz örümcek sinek meseli bir tür ipucudur, Bukowski’yi anlamak için: “Baktım, örümcek çalının dallarına ağını örmüş, bir sinek de ağa yakalanmıştı. Örümcek çok heyecanlıydı. Kurtulmaya çabalayan sinek bütün ağı titretiyordu. Örümcek, sineğin kanatlarını ve bedenini ağıyla giderek sararken sinek çılgınca ve çaresiz bir şekilde vızıldıyordu. Örümcek vızıldayan sineğin etrafında dolanarak ağını örüyor, sineği tamamen bağlıyordu. Örümcek çok iri ve çirkindi. ‘Hamlesini yapmak üzere!’ diye bağırdı Chuck, geçirecek dişlerini!’ Çocukların arasına dalıp bir tekmeyle ağı bozdum.” Böyledir Bukowski. Onun solculuğu yalnızca haksızlığa isyanla sınırlı kalmaz. Biraz daha öteye gider. Bir işçinin dayanılmaz günlük yaşamını anlatırken, kullandığı cümleler isyanı biraz daha zenginleştirir: “Sabahın altı buçuğunda bir çalar saatin sesine uyanıp yataktan fırla, giyin, zorla bir şeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara, başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan fırsat için müteşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. Nasıl razı olunur böyle bir yaşama?” Peki bu bizim solcu Bukowski, Marx’ı biliyor mu? Okumuş mu? Hiç sanmıyorum. Ama duymuş. Yazdıkları Marx’ın yazdıklarıyla benzeşiyor da. Şöyle diyor örneğin: “..Tepedeki büyük evinizde iyi bir hayatınız olması için verdim zamanımı. Bu anlaşmadan zararlı çıkan birisi varsa o da benim… Kaybeden benim. Anlıyor musun?” Marx da yazmıştı neredeyse aynısını: “ ..tüm yaşamı uyku yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalist için çalışmakla geçen kişi yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına zenginlik üreten bir makinedir yalnızca.” (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı) Ama bu yakınlık içgüdüseldir. Herkese duyduğu öfke gibi Marx’a da öfke duyar Bukowski. “Öğrenmek için Marx okumayın” diye öğütler okurlarına. Düzeni yıkanların kurdukları yeni düzene hep kuşkuyla bakar. Kendini anlatırken öylesine acımasızdır ki, onun yalnızlığı, çaresizliği çarpar sizi. “Kendimi hep yanlış şeylere hasretmişim; içmeyi seviyordum, tembeldim, bir tanrım, siyasetim, fikirlerim, ideallerim yoktu. Hiçliğe tezgah kurmuştum; bir çeşit varolmama ve bunu kabullenmiştim. Bütün bunlardan da ilginç bir kişi çıkmıyordu ortaya.” Ama aslında kendine haksızlık ediyordu. Bukowski. Olanı biteni görüyor, anlıyor, ürperiyor, isyan ediyor ama bir umut ışığı göremiyordu. Aslında onu çıldırtan ezilenlerin durumu kabullenmeleriydi. Kızıyordu onlara. Onları sahte kahramanlara karşı uyarıyor, çöplüklerde barınmayı yeterli bulanların hırçınlıklarına öfkeleniyordu. “Vazgeçin demiyorum. Ben insanlık ruhundan yanayım, o da ne demekse! Ama polisler ortaya çıkınca sizi dualarınızla baş başa bırakıp toz olan palavracılardan da uzak durun. Parklarda bas bas bağırıp sizi kahramanlığa çağıranlar, mermiler vızıldamaya başlayınca en uzak olanlardır. Hayatta kalıp anılarını yazmak isterler.” Devrimcidir kısacası Bukowski, hırçın, isyankar, umutsuz bir solcu. Halkımıza benziyor bir yandan da. Korkak, cesur, cahil, hakim… ve çocuk... Bütün bunları Ali Ulvi Özdemir’in ilginç kitabını size duyurmak için yazdım. Charles Bukowski’nin Kavgası ve Satır Aralarındaki Solculuğu (Alter Yayınları) kitabını okuyun, içinizde bir isyan kıvılcımı, hiç kuşku duymuyorum, yanacak, yanıyorsa harlanacaktır… 27 yıl sonra adalet Kara Panterler Partisi’yle 14 yaşında kapalı arabayı durdurur. İçindekileri tanıştı. Okulla ilişkisi parti bildirisini indirir. Şoförü yere yatırır. Köşe başında dağıttığı için kesildi. Partinin Mumia yerde kelepçe takılmak üzere olan radyosunda spikerlik yapmaya kardeşini görür. Bu arada taksideki METE başladı. Bir radyo müşteriler polise saldırır. Çıkan silahlı programında Mao’ nun çatışmada polis memuru Faulkner yaşamını KIZIK “İktidar namlunun ucunda yitirir. Mumia iki sokak aşağıda üzerinde büyüyor” alıntısını okudu. tabancayla yakalanır. Gözaltında polisi Fişlendi. Tüm kapılar yüzüne kapandı. kimin öldürdüğünü söylemesi istenir. Taksi şoförlüğünden başka iş bulamadı. Ancak ifade vermez. Sadece beyazlardan Beyaz bir polisi öldürdüğü gerekçesiyle oluşan jüri ve ırkçı bir savcının mahkemesi tartışmalı ve komplolarla dolu yargı süreci sonucunda hemen ölüm cezasına çaptırılır. sonucunda ölüm cezasına çaptırıldı. Ancak Üstelik polis memurunu öldüren mermiyle dünya bu haksızlığa ayaklandı. Dört bir Mumia’nın tabancasında çıkan mermiler yanda protesto eylemleri, yürüyüşler, imza farklıdır. Bu durum tüm dünyada onun kampanyaları düzenlendi. Dayanışma onun suçsuzluğunun savunulmasına yol açar. yaşamını kurtardı. Dayanışma grupları İnfazı defalarca oluşturulur. Binlerce Abu Cemal Mumia, yürüyüş, basın ertelendi. En sonunda hakkındaki ölüm cezası 27 yıldır haksız yere açıklamaları, imza 27 Mart 2008’de kampanyası, konser hapiste yatıyor. tümden kaldırıldı. düzenlenir... ABD’de idam Gelecek hafta içinde Dahası her gün cezasına karşı ABD Yüksek Yargıçlar mücadelenin de simgesi ölüm cezasının Meclisi, davanın en Mumia Abu Jamal’in, infazısını bekleyerek olan başından görülmesi 1999 yılında infaz tarihi başvurusunu ele geçirdi günlerini. belirlenir. Gelen tepkiler alacak... Haksız yere üzerine infazı ertelenir. Suçsuzdu ama mahkum olup, her İsmi Paris’te bir sokağa derisinin rengi jüri saniye infazı olasılığıyla bile verilir. Bir çok insan 27 yılı hücrede geçen 55 hakları örgütü jürinin ırkçı için suç teşkil yaşındaki Abu Cemal bir anlayışla seçildiğini, ediyordu. Mumia, Mumia, kısa süre sonra soruşturmaların gelişigüzel belki de tamamen özgür bu kadar yıl dünya yürütüldüğünü ve kalacak. Onu; 27 yıl Mumia’yı aklayan tanık çapındaki boyunca dayanışma ifadelerinin dayanışma yaşattı, belki yine o dinlenmediğine dikkat kurtaracak... gösterileriyle yaşadı, çeker. Çünkü 2001 yılında, olay gecesi takside önümüzdeki hafta CEZASI bulunan Arnold belki özgürlüğüne Beverly’nin duruşmadaki ÖLÜM doğru bir adım yeminli ifadesinde, polisi Mumia, babasını 9 öldürenin kendisi atacak. yaşında kaybettikten olduğunu açıklaması bile sonra üç küçük dikkate alınmamıştır. kardeşiyle birlikte Mumia, en sonunda beraber yaşam mücadelesi vermeye yaklaşık 20 yıl süren sessizliğini 3 Mayıs başladı. 1964’teki Philadelphia Eyaleti 2001’de bozar. Suçsuz olduğunu söyler. siyahi ayaklanması onun politize olmasına Avukatı Robert R. Bryan davanın yol açtı. 68 ABD devlet başkanı yeniden görülmesi için başvuruda bulunur. adaylarından George Wallace’ye karşı Bryan, “Savcılığın 1982’deki jüri gerçekleştirilen protesto eylemlerinde ilk üyelerinin seçiminde izlenen ırkçı kez ırkçı polislerin şiddetiyle tanıştı. 14 motifleri göz önüne serecek güçlü yaşında bu eylemde tutuklandı. Sonra Kara kanıtlarımız var. İdama kararlı iddia Panterler’in radyosunda spikerliğe başladı. makamı karşısında adalet umuduyla Üçüncü evliliğiyle birlikte partiden mücadele etmekten başka çaremiz yok” ayrılarak, çevreci yeşil anarşist MOVE açıklamasını yapar. gurubuna katıldı. Bu grubun radyosu Haftaya, ABD Yüksek Yargıçlar WHYY’de kadife sesi, ilginç Konseyi, yargılanmanın yeniden yapılması röportajlarıyla kısa sürede ünlendi. 9 Aralık 1981’de İrlanda doğumlu polis başvurusunu karara bağlayacak. Suçsuzluk memuru Daniel Faulkner gece sokak ve dayanışma kazanacak mı acaba? devriyesi görevini yapmaktadır. Farları metekizik@cumhuriyet.com.tr. umudu Mehmet Esen, hayatlarını aşkları uğruna yok sayanları anlatıyor bu kez İçimde binlerce insan var ŞİZOFREN BİR TOPLUMUZ Kitabın içeriğinden konuşurken ister istemez 1980’li yıllara dokunuyoruz. Esen, 80’li yılların şizofren bir toplum yapısı yarattığından söz ediyor. Yağan enformasyon altında insanların sürekli kirlendiğini, köklerinden koparılmak istendiğini ve kültüre sistemli şekilde saldırı olduğunu söyleyen Esen, yine de duruşunu koruyor: “Ne kadar kirlenirsek kirlenelim bizim toprağımızda çok sağlam insanlar yetişmiş. Biz onları hatırlattıkça yıkanacağız, kirlenmeyeceğiz. Bizim görevimiz genç kuşaklara köprü olmak. Çünkü acı duyuyorum televizyonlarda gençleri bu şekilde görünce. Ama ayna görevi görüp bazı şeyleri gösterdiğiniz zaman her şey çok çabuk toparlanacaktır.” En çok da susanlara, gerçekleri görmezden gelenlere, yok sayanlara ve duruşunu gösteremeyenlere öfkesi. Aşk Hayattan Büyük’te bir de medyaya eleştirisi var Esen’in. Eskiden sokakla iç içe yapılan gazeteciliğin artık plazalara, masa başına, pek çok yazarın ise korunaklı sitelere hapsolduğunu, pek çok konuda yönlendirilmiş haberlere imza atıldığını söylüyor: “Günahlarını unutmak istedikleri için Alzheimer olmayı tercih etmişler.” Daha çok oyunculuk yönüyle tanıyoruz Mehmet Esen’i. Ancak o aynı zamanda senaryo da yazıyor, yönetmenlik de yapıyor. ZUHAL Şimdilerde ise ilk AYTOLUN romanının heyecanını yaşıyor. ‘Aşk Hayattan Büyük’ onun yıllarla ve yaşanmışlıklarla biriktirdiklerinin bir dışavurumu. Hatta Esen, “İçimde binlerce insan var, sürekli tekmeliyor ve dışarı çıkmak istiyorlar” diyerek anlatıyor yaptığı onca işi ve harcadığı onca emeği. Aşk Hayattan Büyük, sadece bir aşk romanı değil. Kitabın kahramanı bir anda herşeyini bırakıp gidiyor ve biz onu bıraktıklarından tanımaya çalışıyoruz. Kendimizden de izler bularak... Hayatlarını, aşkları uğruna yok sayanları anlatıyor kitap. Yaptıkları işleri aşkla sevenleri... ‘Yaptığın şeyi başarmak amacıyla değil, aşkla, mutluluk için yap’ mesajını veriyor Esen romanda. Otobiyografik bir yanı da var kitabın. ‘Bütün karakterlerde ben varım’ diyor. Hepsine dokunmuş, konuşmuş, tanımış, tanışmış. Acısını, mutluluğunu yaşamış, hissetmiş. Aşk Hayattan Büyük, ilk başta bir uzun metraj senaryo olarak tasarlanmış ancak dil olarak farklı bir yöntem uygulamak istediği için roman olmasına karar vermiş. Böylece roman, farklı dili ve kurgusuyla okuyanı yalnızca aşka değil yaşamda pek çok duyguya yönlendiriyor. Tam da bir yere koyamıyor insan okurken. Farklı bir paylaşımı var Esen’in. Bunu da yaşamın hızlanmasına uygun olarak tasarladığını, o tempoyu ve ritmi romana yansıtmaya çalıştığını anlatarak dile getiriyor: “İstedim ki bu hikaye kendi seyircisini yaratsın.” Günlük hayatın aslında çok zorladığını, büyük şehirlerde büyük kaosların yaşandığını düşündüğü için bu ritmi romanın içine yedirmiş Mehmet Esen. Sanatçı olarak genç kuşaklara bir köprü olmak istediğini dile getiriyor. Büyük iddiaları yok. Geçmişten yarına birşeyler taşıyabilmek amacı. Ötekiler Yılmaz Akyüz yazdı: Sermaye Bölüşüm Büyüme. Aslında otuz üç yıl önce yazdı. Geçerliliğini, değerini koruyor. İktisat öğrenmek isteyenler için yurttaş iktisatçı için eskimez bir başvuru kitabıdır. Eflatun Yayınevi. Stefan Zweig yıllar önce yazdı, ölümünden sonra yayınlandı: Balzac. Hem Zweig’ın hem zamanının tanığıdır bu eser. Can yayınları Çakmakçı’nın ilk romanı Renkli Taşların Siyah Gölgesi Altuğ Çakmakçı, ilgi gören ilk romanı ‘Şimdiki Zamanın Tarihi’nden sonra ikinci kitabı ‘Renkli Taşların Siyah Gölgesi’ni Tekin Yayınevi’nden çıkardı. Yazar bu kez öfke ile başa çıkma yetisinin bir bireyin kaderini nasıl değiştirebileceğini, öfkenin insanı kırılganlaştırdığını ve öfkeli günlerin neden ‘kötü günler’ olarak adlandırılabileceğini ölüm, aşk ve doğum döngüsü üzerinden anlatıyor. Öfkenin hayatı siyah bir gölge ile yansıtan bir aynaya dönüştürdüğünü okuru sürekli merak içinde tutmayı başararak aktarıyor. ‘Renkli Taşların Siyah Gölgesi’nde birbirinden uzak görünen ancak ilerledikçe içiçe geçen iki ayrı hikayeden oluşuyor. 1960 ve 1980 dönemlerinin öncesi ve sonrasında geçen olaylar, romanın iki hikayesini ustalıkla birleştirecek biçimde tarih çizgisi üzerinde ileri geri gidilerek anlatılıyor. Öfkenin sarmaladığı iki farklı dönemi ve fertleri birbirinden kopuk bir ailenin iki kuşağını anlatan ‘Renkli Taşların Siyah Gölgesi’ hem cinayet, hem de aşk romanı olarak okunabilir. Olayların yaşandığı dönemi yansıtan dili, artık unutulmaya yüz tutan kimi adetleri vurgulaması ve gerilim ile ironiyi aynı tavada eritmesi ile kitap okura keyifli bir okuma vaat ediyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle