23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Revolutionary Road) Yönetmenliğini Sam Mendes’in yaptığı filmin başrollerini Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates ile Michael Shannon paylaşıyor. Frank ile April, Revolutionary Road’daki evlerine taşındıklarında Frank sinirleri bozulan bir erkeğe dönüşürken, April de mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir. April cesur bir plan geliştirir: Lüks ve konforu bırakıp Paris’in bilinmeyen dünyasına gideceklerdir. Ancak birisi kaçmak isterken, diğeri sahip oldukları herşeyi korumaktan yanadır. ? Hayallerin Peşinde Oyuncular ‘Umut’ için yollara düşüyor Murat Aslan’ın yönettiği ve Fikret Hakan, Zafer Algöz, Selim Erdoğan ile Zeynep Tokuş’un oynadığı, bu hafta vizyona giren Umut filminin oyuncuları Erdoğan, Tokuş ve Seda Bakan 2 günde 4 il gezerek filmi seyirciyle birlikte izleyecek ve filme ilişkin soruları yanıtlayacak. Bugün Forum Trabzon Cinebonus’ta 13.30’te seyirciyle buluşacak oyuncular, aynı akşam 21.30’da Forum Mersin Cinebonus’ta olacaklar. Sanatçılar, yarın saat 14.00 seansında Denizli Forum Çamlık’ta, aynı gün 19.00’da ise Forum Aydın’da hayranlarıyla bir araya gelecek. Özen Film ve Hermes Film ortaklığıyla çekilen Umut, yurtdışında hapis yatan Yılmaz’ın (Selim Erdoğan) yıllar sonra vatanına dönmesiyle Şarköy’de başlayan ve İstanbul’da devam eden olaylar zincirini konu ediyor. (Four Christmases Anywhere But Home) Seth Gordon’ın yönettiği filmde Vince Vaughn, Reese Witherspoon, Robert Duvall ile Jon Favreau rol alıyor. Şortlarını ve güneş gözlüklerini valizlerine yerleştirip havaalanının yolunu tutan Brad ve Kate, tüm uçuşların iptal olmasına neden olan sis yüzünden San Fransisco havaalanında kapana kısılırlar. San Fransisco dışına çıkamadıklarını tüm şehre ve her ikisinin ailelerine yerel televizyondan duyururlar. Hiçbir kaçışları ve mazeretleri kalmadığından tatil ailelerin ziyaretine dönüşecektir. ? Zoraki Tatil Güreşçi Var mısın, yok musun? Yazar Hasan Ali Toptaş, zamansız ve mekânsız “Gölgesizler” için “Bu kaçışların değil, kayboluşların romanıdır” diyor. Güçlü dramatik bir alt yapısı ve şiirsel bir dili olan bir kitabın filme ALPER uyarlanması şüphesiz büyük bir merak Gerçeküstü bir anlatımı TURGUT uyandırıyor. yeğleyip, tüm sınırları zorlaması ise kabul alperturgut.blogcu.com buyurunuz ki, iştah kabartıyor. Gölgesizler’in filmi, her ne kadar romanın tadını vermese de sizleri şaşırtıp, etkileyecek. Mutlaka izleyin. Almanların en ünlü ve en ciddi yayın organlarından Frankfurter Allgemeine Zeitung; “Sadece Hasan Ali Toptaş okumak için bile Türkçe öğrenmeye değer” der. Çağdaş Türk Edebiyatı’nda kendine önemli bir yer edinen Toptaş’ın en bilinen ve zamanla büyük bir hayran kitlesi kazandıran romanı Gölgesizler, 1994 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kucaklamıştı Gölgesizler’in yapımcısı, finans sektöründen gelip yazarlığa soyunan ve filmde bekçi rolünü de üstlenen Hakan Karahan... Şarkıcı Candan Erçetin de, filmin final müziği “Ben Kimim”i yazıp, besteledi ve yönetici yapımcı koltuğuna oturdu. Gölgesizler’i senaryolaştıran ve yöneten ise “9” ve “Ara” ile sinemaseverlerin büyük beğenisini kazanan bir isim; Ümit Ünal... Ünal, senaryo yazarı olarak başladığı (Teyzem/1986) sinema yolculuğunda, “Milyarder”, “Hayallerim, Aşkım ve Sen”, “Arkadaşım Şeytan”, “Piyano Piyano Bacaksız”, “Berlin in Berlin”, “Yaz Yağmuru” ve “Anlat İstanbul” gibi nice alkışa muktedir yol arkadaşı edindi. Gölgesizler’in görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış, Kurgu ise Çiçek Kahraman’a ait. Kırklareli Karadere Köyü ve İstanbul Sarıyer’de çekilen filmin sağlam, güçlü ve hepsi birbirinden yetenekli bir oyuncu kadrosu var. Aklımıza ilk gelenler; Selçuk Yöntem, Taner Birsel, Ertan Saban, Arsen Gürzap, Altan Erkekli, Ahmet Mümtaz Taylan, Aydemir Akbaş, İranlı oyuncu Taies Farzan, Onuryay Evrentan, Beyti Engin, Zeynep Kumral, Erdem Akakçe ve Biğkem Karavus. sahneye çeviriyor. Ağdalı oynamak hiç kuşkusuz göze batıyor ve bir filmi film yapan saf ve basit ruhu bozuyor. Eşsiz ve özgün yaratıcılığının kitabi dilini sinemaya aktarmak, deveye hendek atlatmaktan zordur. Hakikat ile imgeyi kaynaştırıp, bunu dengede tutabilseniz dahi, zamansız, mekânsız ve tek kelimeyle edebi eserleri, beyazperdeye adapte etmek başlı başına büyük bir risktir. Örneğin Gabriel García Márquez’in büyülü gerçekçiliğin kilometre taşı “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı başyapıtını 90 bilemediniz 120 dakikaya nasıl sığdıracaksınız? İşte Gölgesizler de birebir uyarlamanın neredeyse imkânsız olduğu usta işi nadide romanlardan... Şimdi filmi tatsız, tuzsuz ve gayet ruhsuz bulan da olacaktır, layıkıyla kotarılması adına dev bir prodüksiyona gerek duyulduğunu savunan da... En nihayetinde; Gölgesizler’i (akılda kalıcı birçok sahne mevcut, belirtelim) sevip sevmemek sizlere kalıyor ancak bu işe soyunan, emek verip, alınteri dökenler, kesinlikle büyük bir övgüyü hak ediyorlar. Mickey Rourke’un yeniden doğuşu 1980’lerde Rumble Fish (Siyam Balığı), Year of the Dragon (Ejderin Yılı), Nine ½ Weeks (Dokuz Buçuk Hafta), Angel Heart (Şeytan Çıkmazı) filmleriyle ünlenen Mickey ASLI Rourke görüntüsünün SELÇUK yoğunluğuyla beyaz perdeyi delip geçiyordu. İlk çıktığında hemen umut veren oyuncuyu Francis Ford Coppola, büyük aktör Marlon Brando’ya benzetmişti. Dokuz Buçuk Hafta’yla (1986) ünü tüm dünyaya yayılan, etkileyici seks simgesi imajını silmeye çalışan Mickey, Barfly’da (1987) aykırı yazar Charles Bukowski’yi canlandırdı. Ardından Wild Orchid (Vahşi Orkide), Harley Davidson and the Marlboro Man, Another 9 ½ Weeks gibi erotik, serüven içerikli ortalama filmlerde oynadı. Harley Davidson’ı 2 milyon 250 bin dolar için kabul ettiğini, ruhunu şeytana sattığını daha sonra açıklayan Rourke’un kariyeri doksanların başında hızla düşüşe geçti. Vahşi Orkide’deki rol arkadaşı manken Carré Otis’le evlenmesiyle yaşam tarzı değişen, boksa başlayan, rapçı Tupac Shakur, mafya John Gotti, dolandırıcı Christophe Rocancourt gibi kişilerle yakın dostluklar kuran Mickey, ayrıksı davranışlarından, sete geç gelmesinden, denetlenememesinden, yapımcılarla tartışmasından ötürü sinema çevresince dışlandı. Dokunulmazlar, Top Gun, Yağmur Adam, İskoçyalı, Kuzuların Sessizliği gibi yapımlarda oynamayı reddeden Mickey 1991’de sinemadan çekildi, 1995’e dek boksörlük yaptı. “Film yıldızı olmak için oyun yeteneği gerekmiyor. Sizden bekleneni yapmanız, ortama uyum sağlamanız yeterli, çünkü Hollywood’da herşey yapay” diyen Rourke Hollywood’a küser. Boks yaparken yüzü iyice kabalaşıp değişen oyuncu birçok estetik operasyon geçirir. Rourke’un yakın dostu, eski profesyonel boksör Chuck Zito, ringe çıkan oyuncular yerine kamera karşısına geçen boksörleri yeğlediğini söylerken Mickey’in ancak ortalamayı tutturan bir boksör olduğunun da altını çizer. Sekiz yıl terapi gören, bokstanda uzaklaşan Mickey artık iyice dibe vurmuştur, meteliksizdir, boşanmıştır, dışlanmıştır. İlk yıllarının yetkin yapımlarının ardından sıradan filmlerde yer alıp, dünyaca ünlenip sonra unutulup gittiği yılların içinden sıyrılıp onbeşyıl sonra Randy “The Ram” Robinson karakteriyle dirilen Rourke, yönetmeni Darren Aronofsky’e minnet duyduğunu belirtiyor. 65. Venedik Film Festivali jüri başkanı Wim Wenders’in açıkladığı gibi yürek burkan bir yorum sunan Mickey Rourke bu rolüyle Altın Küre ve Spirit erkek oyuncu ödüllerini kazandı, Oscar’a aday oldu. Seksenlerin yıldızı Randy’yi karısı terketmiştir, kızını hiç görmemiştir, kalbinden ötürü ringlerden ayrılmak zorundadır. İkibinlerin yaşlı kurdu artık ancak doping ilaçlarıyla, uyuşturucularla ayakta durabilmektedir. “Hep son rauntta kazanırım” diyen aktör Randy’iyle son şansını yakalamış görünüyor. “Geçmişteki gibi büyük filmler düşlemiyorum. Çenemi tutup çalışıyorum. Herşeye sıfırdan başladım” diyen 1952 New York doğumlu oyuncu sevgisiz kötü bir çocukluk geçirmiş. AYI, KIZI KAÇIRDI MI? Berber dükkânında alelade bir gün... Deliliğe meyleden, saçı sakalı birbirine karışmış derviş kılıklı müşteri Cıngıl Nuri dışında kayda değer herhangi bir şey yok. Ama görünüşe SAYGIN OYUNCULUĞA DÖNÜŞ Koyu katolik İrlandalı ebeveynleri fareye benzettikleri oğullarına Mickey adını verirler. Babası evi terkettikten sonra annesi üç çocuğunu alıp Miami’ye gider, bir polisle evlenir. Kardeş sayısı yediye çıkan Mickey için bu dönem bir karabasan gibidir: “Erkeklerle kızlar ayrı odalarda uyurdu. Hep bunlar neden benim başıma geldi diye düşünürdüm” diyen, sürekli motosiklet kaskıyla dolaşan, Latin Amerikalı getto arkadaşlarıyla takılan Mickey’i üvey babası jimnastik salonuna yollar, delikanlı burada boksla ilgilenir. 196871 yılları arasında boks yapan Mickey omuriliği zedelenince 19 yaşında boksu bırakır. Boksun dışında oyuncu olmayı düşleyen Mickey, New York’a gider, Lee Strasberg Enstitüsü’nün drama kurslarına yazılır. Para kazanmak için seyyar satıcılık yapar, gay barlarda fedai olur, otoparklarda çalışır. “Drama derslerinde dinlemeyi yeğlerdim. Utangaçtım, içime dönüktüm. Sıra doğaçlamaya gelince çiçek gibi açılırdım” diyen Mickey Los Angeles’a gider. Burada sayısız denemeden sonra 1941 (1979), Heaven’s Gate (Cennetin Kapısı/1980) filmlerinde küçük roller alır. İlk eşi oyuncu Debra Feuer onun için “Metni hiç çaba sarfetmeden çok gerçekçi biçemde okuyor. İçinde saflıkla korkunçluğu aynı anda barındırıyor” der. Body Heat’teki (1981) kısa yorumuyla dikkat çeker, Coppola, Michael Cimino, Alan Parker gibi yetkin yönetmenlerle çalışır. Mickey Rourke uçlarda gezinen, kafası karışık bir kişiliktir, Cumhuriyetçileri tutar, George W. Bush’a büyük başkan der, İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nu destekler. Dünyadaki en ideal dişinin kısa süre önce yitirdiği köpeği Loki olduğunu söyleyen Mickey’ in 10 Nisan’ da gösterime girecek Güreşçi’yle sinemaya dönüşü, oyunculukta saygınlığını yeniden kazanması sanıyoruz ki aktöre alçakgönüllüğü de öğretmiştir. KAR NEDEN YAĞAR, KAR? Kendisi de emekli bir memur olan Toptaş’ın, eteklerine hepten gri, hantal, öteleme makinesi ve birey öğütücü bürokrasinin tutunduğu cezalandırma odaklı ve şefkatten bihaber devlet erkine, verip veriştirmesinin filme tam olarak yansıtıldığı söylenemez. Belki de hiç var olmamış bir köy üzerinden Türkiye’nin politik gerçeğini kurcalamak her babayiğidin harcı değil ki... Cehalet, batıl itikat, kör inanç, akraba evliliği, heba edilen yaşamlar, şehirden kaçma arzusu, yaşanılası bir dünya özlemi, umut, umutsuzluk, hasret, haset, sıkışmışlık duygusu, kusma isteği... Üstelik ne ararsan var. Filmde zaman atlamaları aza indirgenmiş, diyalog sahipleri değiştirilmiş, rol, başrol birbirinin içine girmiş ve muğlâklık hissi törpülenmiş durumda... Hani mevsimlerden kış değilken ve ortalık henüz beyaza kesmemişken romanın en keskin sorusu “Kar neden yağar, kar?”, yanıt aramayı şöyle bir kenara bırakalım, garibim havada asılı kalıyor. Tiyatro kökenli oyuncuların çokluğuysa, köy meydanını adeta devasa bir aldanmamak lazım, algılarına güvenenler için bu dükkân “kayıplar” köyüne açılan yegâne kapıdır. Zaten Cıngıl Nuri, yıllar önce sırra kadem basan köyün berberi değil midir? Köyün berberi kayıpsa artık bizim berber ne güne duruyor. Vakit yitirmeden görevi devralmalı ve adsız yere kapağı atmalı... Köy kahvesinde bir çay içimlik sohbet sırasında muhtar tarafından ikna edilen berberimiz, Cıngıl Nuri’nin viraneye dönüşen dükkânını yeniden hizmete açar. Onun gelişiyle köyün en güzel kızı Güvercin’in gidişi bir olur. Güvercin’in kaybolmasının ardından harekete geçen ahali, Cennet’in yarım akıllı oğlunu zanlı beller. Cıngıl Nuri’nin üç çocuk annesi mazlum karısı ise uçkur düşkünü ve amansız bir büyücü olan imamla (imamın evindeki Hz. Ali portresi ne alaka), zevki sefadırlar. Sonra Cıngıl Nuri yıllar sonra köye geri gelir, bu kez çıldırıp kaybolma sırası onun karısındadır. Muhtar, dertler birken bin olunca soluğu kör bilge Musa Dede’nin yanında alır. Dede, muhtara köyün atası Asker Hamdi (dört eşlidir ve bir avlu dolusu çocuk sahibidir) ile devrin afeti ve güzeller güzeli dilber Aynalı Fatma’nın öyküsünü anlatır. Muhtarın hayatını kahreden gerçek (hilkat garibesi bir oğlu vardır) daha da yakıcıdır artık. Bunca curcuna yetmezmiş gibi, köy sakinlerinin karışık, karmaşık ve çapraşık ilişkilerine şahitlik ederiz. Sonra kâh kentteki berber dükkânına kâh giderek yok alan köyümüze zıplar dururuz. Ta ki dağıttığı her şeyi toparlamaya çalışan bir finale sürüklenene dek. ? İki Çizgi Selim Evci’nin ilk uzun metraj çalışması olan İki Çizgi’de Gülçin Santırcıoğlu, Kaan Keskin, Zeynep Aydın ile Özgül Koşar rol alıyor. İstanbul’da yaşayan genç bir çiftin öyküsünün anlatıldığı filmde, iş kadını olan Selin, kendisinden yaşça küçük fotoğrafçı sevgilisi Mert ile birlikte yaşamaktadır. Yaz dönemidir ve çift arabalarıyla güneye doğru yola çıkar. Selin ve Mert, birbirinin aynısı günlerin ardından çıktıkları bu yolculukta, şehirden uzaklaştıkça, farkında olmadıkları bir şekilde ilişkileri ile oynamaya başlarlar. YÜREK BURKAN YORUM Çekici bir seks simgesiyken Quasimodo’ya dönüşen Mickey, 1995’te sinemaya dönse de artık onu ikinci sınıf roller bekliyordur. İkibinlerde Animal Factory’de tutucu Amerika’da yaşamaya çalışan bir travesti, Get Carter’da (Uzlaşma) uyuşturucu mafyası şefidir. Once Upon a Time in Mexico’daki (Bir Zamanlar Meksika’da/2003) yardımcı oyunculuğundaki başarısı onu sinema endüstrisine yeniden anımsatır. Roberto Rodriguez ve Quentin Tarantino sayesinde Sin City (Günah Şehri/2005) ve Domino’yla (2005) yine başrollere döner. Elli yedi yaşındaki Amerikalı aktör, Hollywood tarihindeki en büyük dönüşü Altın Aslan ödüllü The Wrestler’la (Güreşçi/2008) yapar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle