19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ 3 Cumartesi Şairi fener iki cimbom sıfır’dır kimi pazartesileri niye kaçırmıştır penaltıyı beş numara, niye, nedeni vardır her şeyin bir nedeni vardır, unutmayın üstelik her nedenin de bir nedeni vardır bu şiirin yazılmasının da bir nedeni vardır biz burda keyfimizden şiir yazmıyoruz arkadaş.. AKGÜN AKOVA Ütopik durum Şu bilete bişi çıksa da yürüngen olsak.. SÜRÜNGEN Telsefi enstantane Mayıs Meydanı Anneleri kayıp çocukları için uzun süre eylem yaptı. Babasının kızı, annesinin oğlu İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin, Arjantin’de faşist cunta döneminde siyasi tutukluların uçaktan denize atılmalarıyla ilgili olarak “Güzel günlerdi. Yere böyle indiriliyorlardı” sözü dünya çapında eleştirildi. İşte Berlusconi’nin o güzel günlerinin bugün biri sarayda, diğeri sahalarda yer alan iki çocuğu. Biri babasını hâlâ ısrarla savunurken, diğeri annesinin yoksulluk siteminden hâlâ korkuyor. Arjantin denince akla, tango, bira bardağı, İsebal Peron, kayıplar, faşist cunta, Plaza De Mayo, beyaz tülbentliler, Maradona, Beşiktaşlılar için de Delgado gelir... Bu hafta içinde gazetemizde, İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin Arjantin’de faşist cunta dönemiyle ilgili bir haberi vardı. Başbakanlığının P2 locası üyesi, vergi METE yanında kaçakçısı, AC Milan kulübünün gizli KIZIK başkanı ve gladyoyla yakın ilişkilerinden söz ediliyordu. Geçen hafta tuttu bir demeç verdi. Cunta döneminde siyasi tutukluların uçaktan denize atılmalarıyla ilgili olarak: “Güzel günlerdi. Yere böyle indiriliyorlardı.” Bu sözleri dünya çapında eleştirildi. Aynı döneme ilişkin Che Guevera’nın hemşerisi Delgado’nun, geçen yılın ocak ayında Beşiktaş resmi dergisinde yayımlanan röportajını anımsadım bir anda. Diyordu ki: “İnsanlar evden çıkıyormuş ve bir daha geri gelmeyebiliyormuş. Nerede olduğundan, başına ne geldiğinden de kimsenin haberi olmuyormuş. Evet, ben küçükmüşüm, ama annemin babamın anlattıklarını dinleyince bile tüylerim diken diken oluyor. Gerçi diktatörlük sona ermişti, ama benim yaşadığım bölgede de toplumsal sorunlardan ötürü sokağa çıkıp bir daha geri dönmeme ihtimali çok büyüktü. Çok tehlikeli bir dönemdi.” Berlusconi’nin “güzel günlerdi” dediği dönemi anlatmaya devam ediyor Delgado: “Öyle dönemler yaşadık ki, bir devlet başkanımız vardı (adını söylemeyeceğim, çünkü uğursuzluk getiriyor!), onun döneminde özellikle zenginler çok zengin, yoksullar ise daha çok yoksul oldular. Orta sınıf diye bir sınıf kalmadı. Evet ben de çok kötü bir mahallede yaşadım, ama annem böyle kötü konuştuğumu duysa çok kızar. Sonuçta bizim evimizde her zaman sıcak yemek vardı, kalorifer vardı...” CIA ve Uluslararası Haberleşme Şirketi (ITT) işbirliğinde devrilir. Faşist Pinochet cuntası yönetime el koyar. Arka bahçeden, bu kez aynı politika, Arjantin’de uygulanır. Dünyada yükselen sol dalga, cuntanın sürmekte olduğu Arjantin kıyılarını sallar. Peroncular ve sosyalist hareketler cuntayı sıkıştırır. Yükselen toplumsal muhalefet sonucunda cunta çözümü Juan Peron’a iktidarı devretmekte bulur. Peron başbakanken ölünce, eşi İsabel Peron 1974 Temmuzunda görevi devralır. Karanlık güçler yeniden tezgahlar üretmeye başlar. Yükselen enflasyon ve faşist terör 24 Mart 1976’da Jorge Videla öncülüğündeki faşist cuntayı getirir. Askeri cunta solun her kesimine savaş açar. Beş yıl sürecek dönemde 30 bini aşkın Arjantinli devrimci açık ve gizli şekilde katledilir. Kayıpların, işkencelerin, yargısız infazların gerçekleşmediği saat neredeyse yoktur. Stadyumlar toplama kampına çevrilir. Gece yarısı evlerinden, yataklarından alınıp götürülen binlerce insandan, bir daha haber gelmez. Ne mezarları, ne de kemikleri bulunabilir... Kaybettirildiler. Bazı devrimciler uçaktan atıldı. Anneler evlatsız, çocuklar annesiz babasız, sevgililer yarsız bıraktırıldı... Geniş kesimlerin çıkarlarına ters olan bu yokluk, baskı, şiddet ortamında varlık içinde yaşayanlar eksik olur mu hiç? Bunlardan biri de dönemin Tarım Bakanı’nın kızı Maxima Zoregueta. Bizim Delgado’dan on yaş büyüktür. Maxima, ülkenin en iyi kolejinde okur. Üniversite eğitimi için ABD’ye gider. Kemal Derviş’e, Bilal Erdoğan’a da kucak açan Dünya Bankası’na girer. Ülkesinin iflasına yol açan ve milyonların çok uzun yıllar kemer sıkma politikaları nedeniyle açlık, yoksulluk içinde yaşamasına yol açan kredileri veren Dünya Bankası’nda üst düzeyde çalışmaya başlar...2002’de Hollanda Prensi WillemAleksander’la evlenir, Hollanda Prensesi olur. Babasının yakın arkadaşı Berlusconi’yi sık sık ziyaret eder... O “güzel günlerin” iki çocuğu biri sarayda, diğeri sahalarda. Biri babasını hâlâ ısrarla savunur, diğeri annesinin yoksulluk siteminden hâlâ korkar... İtalya Başbakanı “Güzel günlerdi” sözünü Maxima’dan almış olmasın sakın! metekizik@cumhuriyet.com.tr Fiks mönü ? Doğalgaz Soslu Sayaç Köfte ? Keriz Salatası ? Dondurmalı Cüzdandibi Türkiye bunları konuştu Yesin de az yesin be aabi.. Yiyo ama iş yapıyo.. Canım yemiyen mi var.. Yiyosa da helal ossun.. Sen de ye kardeşim yeme diyen mi var.. Götüüüürrrr... Da.. Vos.. Vos.. Bi an aklımdan düşünmek geçti.. Neyse ki düşünmedim.. Doktorunuz diyor ki Hani acaba serbest radikallere vize uygulaması mı başlatsak ha?!.. Yani.. İki meslek, iki görüş GEMİ MÜHENDİSİ: Bu gemiciği bi yerden gözüm ısırıyo ammaa.. AVİZECİ: Kim yürüttü lan gene bu ampulleri?.. DELGADO VE MAXIMA O döneme ilişkin yaşananlar, İtalya Başbakanı’nın sözlerini yalanlıyor: Neler olmuştu, anımsayalım. Berkeley’den başlayan kıvılcım, okyanus sınırlarını aşarak 1968 küresel isyanıyla dünyayı sarar. Bu durum Batı ülkelerinde demokrasinin sınırlarının genişletilmesine ve yöneticilere karşı isyan bayrağı açılmasına neden olur. Toplumun ve yasaların demokratikleştirilmesi, bununla beraber kadın haklarıyla özgürlük kavramlarının irdelenmesinde büyük adımlar atılır. Dönemin kadınları, kendilerini seks unsuru olarak gören yerleşik anlayışa karşı çıkarak “vermeyeceğiz” bayrağını yükselttiler. 68 isyanı özellikle Latin Amerika ve Afrika ülkelerinde ulusal kurtuluş hareketlerine dönüşerek ABD, kapitalizm ve emperyalizmden kurtuluş anlamına bürünür. Gelişen bu dalgalara karşı dünya halklarının kadın, çocuk, çalışanlardan yana ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen özlemleri ve mücadeleleri Washington patentli politikalarla engellenmek istenir. Çok değişik politikalar yaşama geçirilmeye başlanır. Bu amaçla Şili’de demokratik seçimler sonucu iktidara gelen ilk solcu Allende hükümeti Petşop Aranıyor Diş ve Dişçi Bulma Kurumu nerde kaaardeşim?!.. TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR Misafir çizer Gürbüz D. Ekşioğlu kamilmasaraci?gmail.com Kırmızı şemsiyeler sokakları dolduracak Yağmurun yağıp yağmaması fark etmez, 3 Mart’ta İstanbul ve Ankara sokaklarını kırmızı şemsiyeli kadınlar, transseksüeller, travestiler ve erkekler dolduracak. Onları, bu tarihte sokağa döken 3 Mart’ın Dünya Seks İşçileri Günü olması. Bu yürüyüş aynı zamanda seks işçilerinin Kırmızı Seks Şemsiye Sendikası kurulması için attıkları bir adım da. Bu işçileri kapsamda 2 Mart’ta konuyla ilgili örgütleniyor. Kırmızı seminer de düzenlenecek. Kaos Şemsiye Sendikası, biyolojik GL, Lambdaİstanbul, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği ve çeşitli sivil toplum kadın, travesti, transseksüel, kuruluşlarının desteklediği Seks İşçileri Çalışma erkek seks işçilerinin sorunlarını Grubu’ndan Baran Sofuoğlu’yla seks işçilerinin sorunları ve sendika girişimi üzerine konuştuk... gözler önüne sermeyi, haklarını İstedikleri basit; bir sendikaları olması, ancak korumalarına yardımcı olmayı bunun hayata geçmesinin hiç de kolay amaçlıyor. Sadece devlet olmadığını biliyorlar. Uğraşmaları gereken sadece devletin baskıları değil, toplumsal şiddet, baskısıyla değil, toplumsal dışlanma, aşağılanmayla da karşı karşıyalar. Biyolojik baskılarla da karşı kadınlar için sorunlar daha da büyük, çünkü travesti ve transseksüel seks işçilerinden ayrı olarak onlar insan karşıyalar. tacirlerinin şiddetine de maruz kalıyorlar. Evlere hapsediliyor, zorla çalıştırılıyor, senet imzalattırılıyorlar... Sofuoğlu, biyolojik kadın, travesti, transseksüel ya da erkek seks işçilerinin sorunlarını anlamak için kapı kapı dolandıklarını söylüyor, “Travesti ve transseksüeller devlet ya da müşteri tarafından şiddete uğruyor. Biyolojik seks işçileriyse bunların yanında bir de mafyayla uğraşıyor. Devlet gözetiminde çalışanların sigortaları yatırılmıyor. Bir sosyal hak verilmiyor, verilse de lütfedilmiş, bununla yetinmeleri gerekirmiş gibi davranılıyor. Sanki 1517 yaşından itibaren zorla çalıştırılmamışlar gibi” diyor. ESRA AÇIKGÖZ AMACIMIZ TEŞVİK ETMEK DEĞİL Seks işçilerinin durumunu, uğradıkları şiddeti, sorunları ortaya koymak için raporlar hazırlıyorlar. Amaçları zorla seks yaptırılanları değil ama seks yapmayı bir tercih olarak seçmiş kişilerin haklarının korunmasını, durumlarının iyileştirilmesini sağlamak. “Amacımız seks yapan insanları teşvik etmek değil. Buna başta herkes kolay para diye bakıyordu, ancak hiç kolay para değil, devletle, polisle uğraşıyorsun, zaman içerisinde çete oluşturmak, organize suç oluşturmak, fuhşa yardım ve yataklık etmek gibi suçlardan ceza alabiliyorsunuz. Hukuk bir yere kadar savunuyor. Hukuka gelmeden önce örgütlenmeniz gereken yerler var. İşin içinde örgütsüz bir emek olduğu için de sendika kurmaya karar verdik. Yurtdışında bunun örnekleri var. Türkiye’de neden olmasın?” diyor. Kolay olmadığının farkında, hele de sadece sendikalı oldukları için işçilerin işten atıldığı düşünülürse... Tek sorun bu değil, seks işçilerinin yaşam koşullarının zorluğu, zamanla duygusuzlaşmaları, insanlara güvenmemeleri de örgütlenme önündeki engeller arasında. En zoru da erkek seks işçilerini örgütlemek, çünkü öncelikle onlara seks işçisi olduklarını kabul ettirmeleri gerekiyor. Sofuoğlu kapı kapı gezerek seks işçilerine sendika hakkında bilgi verdiklerini söylüyor. Aldıkları tepki mi? “Herkesin bir güvensizliği var. Sordukları ilk şey, sigorta mı yapacaksınız oluyor. Bu en büyük eksikliği de gösteriyor. Sigortanın dışında sağlık haklarıyla da, hukuksal sorunlarınızla da ilgileneceğiz dediğimizde kafalarında pek bir şey canlanmıyor. Çünkü daha önce böyle bir şey olduğuna dair bir bilgileri yok”. “Türkiye’de fuhuş suç değil, ancak” diyor, “fuhşa aracılık etmek suç. Türkiye’de çok fazla seks işçisi var, resmi rakam 15 bin, ancak kayıtsız çalışan pek çok kişi olduğunu biliyoruz. Bizim sadece İstanbul’da tespit edip, görüştüğümüz 15 bin kişi var. Buna jigolo, travesti, transseksüeller, biyolojik kadın seks işçileri de dahil”. Devletin çeşitli illerde yer sağladığı genelevler var, ancak travestiler oralarda çalışamıyorlar. Bu nedenle valilikten zorunluluktan değil de seks işçiliğini seçerek yapan travestiler için çalışacakları bir alan istemişler, ancak aldıkları yanıt olumsuz olmuş. Seks işçileri hele de travesti seks işçileri sosyal hizmetler tarafından sığınma evlerine de alınmıyorlar. Polisin travestilere keyfince kestiği cezalar da cabası. Sendika kurulduğunda bu sorunların hemen bitmeyeceğini biliyorlar, üstelik yeni sorunlarla karşılaşacaklarının da farkındalar. “Mesela” diyor Sofuoğlu, “GençSen’in davasına gittiğimizde diğer sendikaların bizi nasıl karşılayacağını merak ediyoruz. Geçen seçimlerde eski bir seks işçisi milletvekili adayı olacağım dediğinde kıyamet koptu. Bundan ürken yüzlerce insan var, yüzleşmek istemiyorlar. Çünkü yüzleşirlerse genel ahlak kurallarının tamamen dışında kalacaklar ve bundan korkuyorlar, ama artık bunun zamanı geldi”. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle