19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Bride Wars) Gary Winick’in yönettiği filmde Kate Hudson, Anne Hathaway, Kristen Johnston ile Bryan Greenberg rol alıyor. Çok yakın iki arkadaş olan Liv ve Emma, çocukluklarından beri evlenip gelin olacakları günün hayalini kurmaktadırlar. Düğün hayalleri içerisinde ikisinin de vazgeçemediği tek ayrıntı, New York’un en ünlü düğün mekanı The Plaza Hotel’de evlenmektir. 26 yaşına geldiklerinde ikisi de evlenme teklifi alır. Hayallerini gerçekleştirmek ve muratlarına ermek üzereyken evlilik danışmanlığı ofisinde yapılan bir hata sonucu aynı gün evleneceklerini öğrenirler. Hangisinin The Plaza Hotel’de evleneceği savaşı kimin kazanacağına bağlıdır. ? Gelinler Savaşı Quentin Tarantino’nun ‘tüm zamanların en iyi kanlı filmi’ olarak nitelediği 1981 yapımı filmin yeni uyarlaması olan Sevgililer Günü Katliamı’nın yönetmenliğini Patrick Lussier yapıyor. Filmin başrollerini ise Jensen Ackles, Jaime King, Kerr Smith ile Betsy Rue paylaşıyor. Kömür madenindeki kazada 5 kişinin ölmesine sebep olan Tom Hanniger, on yıl sonra, Sevgililer Günü’nde kasabaya döndüğünde sebep olduğu ölümler hâlâ yakasını bırakmamıştır. Karanlık geçmişteki her şey geri döner. Başında madenci kaskı, elinde kazma olan, durdurulamaz bir katil etrafta kol gezmektedir. Tom ve diğerleri dehşetle fark ederler ki katil onları öldürmeye gelmiştir. ? Sevgililer Günü Katliamı (My Bloody Valentine 3D) Togan Gökbakar’ın yönettiği Recep İvedik 2’de Şahan Gökbakar, Gülsen Özbakan, Efe Babacan ile Çağrı Büyüksayar rol alıyor. Recep İvedik’in tek akrabası, kendisi gibi kıllı ve oldukça yaşlı babaannesidir. Babaanne, Recep’in yaşadığı aylak hayatı bırakıp adam olmasını ister. Recep İvedik 2, babaannesinin istekleri doğrultusunda Recep’in adam olma gayretlerini anlatıyor. ? Recep İvedik 2 Bir Amerikan rüyası! American Beauty (Amerikan Güzeli/1999), Road to Perdition (Azap Yolu/2002), Jarhead (2005) filmlerinin Oscarlı yönetmeni Sam Mendes, son çalışması Revolutionary Road’da (Hayallerin Peşinde/2008) yine aile temasına, dış görünüşün ASLI ardında gizlenen sırlara dönüyor. SELÇUK Richard Yates’in 1961’de yayımlanan, o yıllardaki feminist yaklaşımıyla, ahlak bozucu, kışkırtıcı sayılan ve skandal yaratan çok satışlı romanından uyarladığı dramında Mendes, eşi Kate Winslet’la Leonardo DiCaprio’yu, onları daha yirmili yaşlarında uluslararası starlara dönüştüren Titanic’ten (James Cameron/1997) tam 12 yıl sonra yeniden biraraya getiriyor. Amerikan rüyasının doruğa ulaştığı 1950’lerin ortasında April (Kate Winslet) ve Frank Wheeler (Leonardo DiCaprio) birbirlerini severek evlenmiş bir çifttir. April’le Frank mutlu olmak için gerçekten herşeye sahiptirler: Gençtirler, güzeldirler, Connecticut’ın temiz taşrasında konforlu yapıların sıralandığı, orta sınıf ailelerin yaşadığı Revolutionary Road’da güzel bir evde oturmaktadırlar. Kendilerini her zaman öteki insanlardan ayrı gören Wheeler’lar dönemin toplumsal tuzaklarına asla düşmemeye kararlıdırlar. Amerikan toplumunda hızla tırmanan tüketim kültürünün etkisinden uzak durduklarına inandıkları halde onlarda komşuları, arkadaşları gibi tüketim kültürünün tuzağına düşeceklerdir. Baba mesleğini seçen Frank’in en büyük korkusu, satış elemanı olan babasının açmazına düşmektir. April’se ellilerin sonundaki birçok kadın gibi yaşamdan fazlasını ister, kadınlara biçilen ideal ev kadını kimliğine yoğun bir tepki duyar. Oyuncu olma isteğini eş ve annelik rolü için askıya alan genç kadın gün geçtikçe hüzünlü bir Madame Bovary karakterine dönüşür. KONFORMİZM TUZAĞI DiCaprio’ya göre Hayallerin Peşinde, Titanik’in tam karşıtı bir aşk öyküsü: “Titanik’in saf romansından uzak bir film. Paris, April ve Frank için cennetin simgesidir. Ellilerde orta sınıf Amerikalılar için Avrupa’ya gitmek gerçekten bir düştü” diyen aktör, filmde içsel yoğunluk gerektiren çok sahne olduğunu, bunları da Kate Winslet’ın dışında başka bir kadın oyuncuyla yapamayacağını belirtiyor. DiCaprio’yu kendi kuşağının en iyi oyuncusu olduğunu savunan Winslet’sa onun Frank gibi etkilenmeye açık zayıf bir karakteri canlandırmayı duraksamadan kabul ettiğini açıklıyor: “Kuşkularla dolu, kendine hiç güvenmeyen biri Frank. Aktörlerin çoğu erkekliklerine(!) dokunan rolleri geri çevirirler. Leonardo, Frank gibi silik bir karakteri oynamaktan hiç çekinmedi. Onun iğrençliğini yansıtmaktan sakınmadı, onu sempatik göstermeye çalışmadı.” Winslet’la DiCaprio birbirlerine duydukları güven ve hayranlık sayesinde bu yoğun sahneleri başarıyla gerçekleştirdiklerini vurguluyorlar. Evliliğin, yuva, çocuklar, erkek işte, kadın evde olarak tanımlandığı bir sosyal düzende, birbirlerini çok sevmelerine, kendilerine dayatılan modelin içerisinde yer almak istememelerine karşın gündelik yaşamlarındaki konformizm Wheeler çiftini düşlerinden uzaklaştırır. Hayallerin Peşinde’de Kathy Bates, Michael Shannon, David Harbour, Kathyrn Hahn, Zoe Kazan gibi tiyatro kökenli oyuncular yer alıyorlar. Kate Winslet’e Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren film 27 Şubat’ta sinemalarımızda gösterime girecek. İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış orta sınıf Amerikalıların, Amerikan düşü adı altında yeni bir yaşama başladığı dönemi yansıtan, ailelerin varlıklarını mülkiyete, güvene, uzlaşmaya, sıradanlığa odaklamasına karşın mutluluk, tutku, coşku peşinde koşan AprilFrank Wheeler’ın öyküsü, “Amerikan yaşam tarzını” sivri, keskin gözlemleriyle betimleyen Sam Mendes’in vizöründen ayrıksı bir drama dönüşüyor. Nick and Norah’s Infinite Playlist ‘!f İstanbul’da iz bırakacak dört film... Sekizinci “!f İstanbul” AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin (12–22 Şubat) Hit Filmler Kuşağı’nda birbirinden iyi yapımlar boy gösteriyor. Sizler için aralarından dört tanesini seçtim, umarım beğenirsiniz. Nick ve Norah’nın Bitmeyen Şarkıları (Nick and Norah’s Infinite Playlist), ALPER “Pantolonumu hiç yıkamam. Geceyi TURGUT üstümde taşımayı seviyorum” diyen gençten bir film, hiç kuşkusuz... Uçuk, alperturgut.blogcu.com kaçık, sakar, komik ve romantik tipler, rock müzikle harmanlanan uykusuz bir gecede birleşiyorlar. İnsanın içini ısıtan sıcacık bir film bu, masumiyetin ve işte öylesine takılan gençlerin varlığıyla sarıp sarmalıyor izleyenlerini... Nick ve Norah’nın Bitmeyen Şarkıları’nın yönetmeni 33 yaşındaki Peter Sollett... Başrollerde, genç neslin meşhur komedyeni Michael Cera ile Kat The Wrestler Dennings, Alexis Dziena, Ari Graynor ve Aaron Yoo var. Eşcinsel indierock gurubunda gitar çalan ihanete uğramış heteroseksüel bir delikanlıyla anlamsız ilişkilerden sıkılıp aşkı arayan genç bir kadın... Aşk, bir sabahlama öyküsünün önsözüdür. Nick, Norah ve arkadaşları, bizi büyüleyici bir New York turuna çıkarıyorlar, kalbi kırık Nick’in taksi muamelesi yapılan şirin mi şirin Sarı Yugo’suyla... Özellikle gençler, Nick ve Norah’nın Bitmeyen Şarkıları’nı mutlaka izlesinler. YAŞLI, BİTİK BİR ET PARÇASI Şampiyon (The Wrestler), efsane mertebesine ulaşmış bir güreşçiyken yılların yıpratıcılığında enkaza çevrilen bir adamın ibretlik öyküsünü resmediyor. “Pi”, “Bir Rüya İçin Ağıt” ve “Kaynak”... Filmlerini, gökkuşağının farklı renkleriyle boyayan Darren Aronofsky, düşük bütçeli yapıtı Şampiyon ile resmen turnayı gözünden vuruyor. Tam da nerede bu adam derken “Günah Şehri”de karşımıza Marv karakteriyle çıkan ve sinemaseverleri yeniden büyüleyen Hollywood serserisi Mickey Rourke, Şampiyon’da ise hayatının rolünü çıkartıyor. Orta yaş bunalımındaki striptizci bir kadında (Marisa Tomei) aşkı arayan, uzun yıllar arayıp sormadığı biricik kızının (Evan Rachel Wood), tüm nefretini üstünde toplayan kıdemli güreşçi Randy, doping maddelerinin de katkısıyla artık “yaşlı, bitik bir et parçası”dır. Bir karavan dolusu yalnızlığını ringler sayesinde göğüslemeye çabalayan kahramanımız, bir gün kalp krizi geçirir ve acınası yaşamı daha da bedbaht hale gelir. Güreş salonunun curcunası ile sıradan bir hayat arasında artık bir seçim yapmak zorundadır. VAROLUŞ SAVAŞIMI Karmaşık duygularla, düş kırıklıklarıyla dolu April, Amerikan düşünün yapaylığını, korunaklı bir küre içinde sınırlanmış mutluluk garantisinin ayrımına vardıkça dünyası çatlamaya başlar. Varoluş savaşımını isyan etmekle, karşı koymakla verecektir. Ev kadınlığı, annelik, toplumla uzlaşmak onu giderek boğar. Frank tekdüze işinde sinirleri yıpranıp duran bir koca, April’se istek ve tutkularını bastırmaya çalışan mutsuz bir ev kadını olur. Aşkla evlendiği Frank’in yanında susuz bir çiçek gibi solduğunu düşünen April, yazgılarını değiştirme kararı ile yürekli bir plan yapar: Connecticut konforunu terkedip Paris’in bohem yaşamına gideceklerdir. April elindeki herşeyden kurtulup kaçma isteğiyle doluyken Frank’sa sahip olduklarını korumaktan yanadır. “Bu bir sabah uyanıp düşledikleri yaşamı yaşamadıklarının ayrımına varan insanların öyküsü. 1950’lerin Amerikası’nda herşeyin olası olduğu varsayılırdı, oysa durum bunun tam karşıtıydı. Toplumun büyük bir kesimi alabildiğine sıradan bir yaşam sürmekteydi” diyen Sam Mendes, yoldan çıkan insanların bunalımlarını yetkinlikle aktarıyor. April ve Frank Wheeler’ın içsel sarsıntılarını, evlerinin dört duvarının onlara neden yetmediğini, kaçış isteklerini anlamayan komşularınında kendilerine özgü gizli özlemleri vardır. Onlarsa korunmak için yalan söylemeyi yeğlerler. İstek ve akıl, serüven ve güvenlik arasındaki ikilemi sorgulayan bu trajik öyküyü tiyatrodan sinemaya geçen Sam Mendes, başarılı bir oyuncu yönetimiyle, yüzeyde görülmeyen psikolojik olarak duyumsanan bir gerilimle, yalın bir anlatımla aktarıyor. “HİNT FAKİRİ”NİN DÜŞÜ Ve son olarak, şu ana dek 49 ödül toplayan 2008’in en büyük bombası Milyoner’den (Slumdog Millionaire) bahsedelim. Usta yönetmen Danny Boyle ile tanışıklığımız, “Mezarını Derin Kaz”la başladı. Yeri asla doldurulamayacak başyapıt “Trainspotting” ise onun adını hafızamıza kazımamıza neden oldu. “Olağanüstü Bir Hayat”, “Kumsal”, “28 Gün Sonra”, “Milyonlar” ve “Gün Işığı” derken nihayet Boyle’un zaferine tanıklık edeceğimiz güne geldik. Asla kaçırmamanızı salık verdiğimiz Milyoner, “kim bilmem kaç Rupi ister” diye özetleyebileceğimiz bilgi yarışmasında, yeni hayat arayan bir Hint fakirini anlatıyor. Özellikle Brezilya’nın yoksul favelalarından çıkma “Tanrı Kent”in görsel şaşaasını aratmayan filmin ilk bölümü adeta kusursuz işlenmiş. İğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığın soluklandığı Mumbai (Bombay) kentinde, yoksul bir ailenin evladı olan Jamal’ın öyküsü bu. İsyan, katliam, dilenciliğe zorlanan çocuklar, mafya, işkence... Dünyanın en acı biberinin (Ruh biberi Bhut Jolokia) yetiştiği topraklar, istisnasız dramın en koyusunu yaşatır insana... TV karşısında teker teker her soruya doğru yanıtlar veren Jamal ve onun sarsıcı hikâyesi... Jamal’ın zenginliğe yürüyüşü, içlerinden birinin kurtuluşunu gören Hindistan yoksullarının geleceğe dair umutlarını arttırır. Hem zaten umut fakirin ekmeği değil midir? ANTİ AMERİKAN RÜYASI Ünlü yazar Richard Yates’in 1961 tarihli kült romanından uyarlanan Hayallerin Peşinde (Revolutionary Road), kapitalist sistemin kurbanı olan bireylerin üzerinden Amerikan toplumunu eleştiriyor. Bundan 10 yıl önce “Amerikan Güzeli” ile Oscar’a uzanan İngiliz yönetmen Sam Mendes, hayat arkadaşı yetenekli aktris Kate Winslet (bu filmde Altın Küre’yi kaptı) ve ergenlik çağındaki genç kızların rüyasıyken giderek yetkinleşen bir aktöre dönüşen Leonardo DiCaprio ile birlikte orta sınıfı tenkit eden harika bir işe imza atıyor. Onları tanıyan herkesin gözde ve örnek bir çift yakıştırmasında bulunduğu Frank ve April Wheeler, Devrim Sokağı’ndaki müstakil bir evde otururlar. Oyunculuk arzusu sekteye uğrayan tutkulu April, tek kelimiyle boşluktadır, bu hayattan ne beklediği tam olarak anlaşılamayan Frank ise nefret ettiği bir işte giderek tükenmektedir. Banliyö hayatının tekdüzeliği onların umutlarını yitirmelerine neden olmaktadır. Ya özgürlük adına Paris’e kaçacaklar ya da farklı durana şans tanımayan düzenin çarkları arasında öğütüleceklerdir. Çünkü harcanan hayatlar, Amerikan Rüyası’nın asıl suretidir. Cinsiyetçiliğe karşı Altın Bamya 9 Mart12 Nisan tarihleri arasında bu yıl 7.si düzenlenecek olan Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında 4 ilde 15 ülkeden 45 film sinemaseverlerle buluşacak. Bu yılki teması ‘Beden’ olarak belirlenen festivalde ilk kez Türk sinemasındaki cinsiyetçiliğe dikkat çekmek amacıyla ‘Altın Bamya Ödülleri’ verilecek. Altın Bamya, Türkiye sinemasında, erkek egemen bakışın ağırlığına, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kadınlara dair oluşan yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı. Altın Bamya ön jürisi, 2008 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini bu bakışla değerlendirerek 1. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi. Erkeklerin filmlerde tüm anlam ve aksiyonun merkezi olma durumları, güçlü gösterilmeleri ve kadını baskılama nedenleriyle değerlendirilen filmler arasında erkek karakter kategorisinde, 2008 Altın Bamya adayları Aşk Tutulması, Issız Adam ve Recep İvedik. Kadın karakter kategorisi değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmış. Bu kategorinin adayları ise Aşk Tutulması, Osmanlı Cumhuriyeti ve Üç Maymun. Film dalında ise cinsiyetçiliği bütüncül olarak göz önüne alınarak yapılan değerlendirmede Aşk Tutulması, Issız Adam, Recep İvedik filmleri belirlenmiş. Bu dört kategorideki adaylardan jürinin oylaması sonucu kategorisinde en çok oyu alanlara ödülleri, ön jürinin özel ödülleriyle birlikte 15 Mart’taki 1. Altın Bamya ödül töreninde verilecek. www.altinbamya.org C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle