Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 14 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ sergi Tem Sanat Galerisi’nden Atina’da sergi Tem Sanat Galerisi, The Greek Printmakers Association’ın davetlisi olarak Atina’da Technohoros Galerisi’nde Prof. Mürşide İçmeli, Güngör İblikçi, Prof. Oktay Anılanmert, Prof. Fevzi Karakoç, Selma Gürbüz, Gazi Sansoy, Ilgım Veryeri Alaca’nın 35 özgün baskıresim (gravür ve litografi) eseri ile ‘Unexpected’ sergisini açacak. Technohoros Galerisi, devamlı sergiler açtığı beş yıllık bir dönemde ana hedeflerine sadık kalarak, baskıresim sanatını değişik stillerde yorumlayan sanatçıları sanatseverlerle buluşturuyor. Bu kez 14 Mart’a kadar, Türkiye’den bir grup sanatçıya ev sahipliği yapacak. ‘Picasso ve Ustalar’ının önlenemez başarısı Fransa’dan son günlerde üç kasırga geçti. Adı “Klaus” olan ilki kökünden ağaçları söktü, çatıları uçurdu, yüksek gerilim hatlarını devirdi; elektrikler, telefonlar, sular kesildi, vs... Bildik etkiler.... Sonra sosyal/siyasal “29 Ocak” kasırgasıyla hop oturduk hop kalktık. UĞUR 2,5 milyon insan neoliberal politikaları, bir rejimi yürüyerek, HÜKÜM keyfileşenmutlaklaşan şarkı söyleyerek ‘şiddetle’ uyardı, protesto ugur.hukum@gmail.com etti... Kimsenin burnu kanamadı. Ve üçüncü kasırga, 8 Ekim 2008’de başlayıp 2 Şubat 2009 akşamı biten “Picasso” kasırgasıydı. Hakkında ötekilerden fazla yazıldı, konuşuldu, tartışıldı. Nasıl olmasın ? Tek başına “Picasso” (1881, Malaga İspanya / 1973, Mougins Fransa) ismi dahi başarının, eşsizliğin, dehanın olduğu kadar hayranlığın ve yaratıcılığın simgesi. Her girdiği sanat/kültür ortamını kasıp kavuran, ilgili cemaat/meclisi yerinden oynatan bir kişilik, bir sanatçı, bir devrimci. Bu isme bir de Cézanne, Chardin, Courbet, Cranach, Degas, Delacroix, Dubois, El Greco, Gauguin, Goya, Ingres, Le Nain, Manet, Mazo, Melendez, Murillo, Poussin, Puvis de Chavanne, Rembrandt, Renoir, Ribera, Rousseau, Titien, ToulouseLautrec, Van Gogh, Velazquez, Zurbaran’ı eklerseniz, bırakın resim sevmeyi, azıcık mürekkep yalamışsanız, hatta belki bunlara bile gerek kalmadan bazı isimleri tanıyorsanız bile içiniz pır pır edebilir. Ne yapalım herkes kilometrelik kuleler dikmekle, günde milyonlarca varil petrol veya on mankenşarkıcı üretmek, en iyi kutsal kitap ezbercileri veya okuyucuları yaratmak veya damarlarındaki asil sıvıyla övünmekle yetinmez. Bazıları da karınca kararınca 16. yüzyıldan 20. yüzyıla 1+27=28 ressamın tablolarını yanyana koyup sergiler. 1,5 milyonu aşkın insan da kasırgaya tutulmuş gibi gecegündüz dinlemez onları görmeye gider. Ve söz düşer rengin üstüne Serpil Kapar Kılıç, 11. kişisel sergisini “Ve Söz Düşer Rengin Üstüne” başlığı ile Ankara Helikon Sanat Galerisi’nde açıyor. 1974’te Münih’te doğan Serpil Kapar Kılıç, 2004’de Rh+ Sanat Dergisi’nin düzenlediği yarışmayı kazanarak “Yılın Genç Ressamı” seçildi. Serpil Kapar Kılıç, sanat görüşünü şöyle açıklıyor: “Her resim andan alınmış birer hediye, bazen atınca altı gelen zarları alıp toprağın eteğine bırakıyorum, tohum diye... Büyümelerini beklerken ben de büyüyorum... Her resim bir oyun oluyor böylelikle ve oyunun sonunda tekrar başa dönüyorum, tekrar oynamak için... Atarken zarımı sonunu bilmediğim oyuna, elim ile yaşıyorum bu oyunu boyuna. Sergi, 28 Şubat’a dek sürecek.” (Tel: 0 312 441 78 01) PARÇALIYOR, UFALIYOR... Hiç alçakgönüllü değilmiş Picasso: “Braque bir gün bana dedi ki, ‘Sen daima klasik güzelliği sevdin.’ Doğru. Bu tespit halen geçerli. Her yıl yeni tipte bir güzellik keşfedilmezki.” 20. yüzyıla kadar birikmiş “güzellik”, (en azından resimlerdeki ‘plastik/estetik güzellik’ diyelim) güzellik anlayışını, güzelliğe bakışı köklü biçimde Picasso değiştirdi. Zikredilmeye ve tartışmaya değer bir görüş. Hele hele triptik, üç ayrı mekânda aynı zamanda yaşanan “Picasso ve Ustalar” sergisini, bütün zamanların en büyük ressamlarından 27’sinin yaratılarının, son ustanınkileri nasıl etkilediğini, ona nasıl esin kaynağı oluşturduğunu, tek tek ötekinin yaratılarının yanında görünce, tasavvur edince daha iyi kavradığınız bir görüş. Basında, uzmanların dilinde şöyle veya benzeri ifadeler gözümüze, kulağımıza ilişiyor: “Picasso ustaları taklit etmiyor. Alıyor, parçalıyor, ufalıyor, yeniden harmanlayıp, yeniden yapılaştırıp, tekrardan ama farklı bir şey yaratıyor.” Sergilenen bütün Picasso tablolarının bir biçimde ustalardan esinlenip, kimilerine göre ustalarından etkilenmiş eserler olduğu ileri sürülüyor. Picasso’nun kendine göre “Resmi resimlediği” belirtiliyor. “Picasso ve Ustalar”a meraklı hayranlar tam 83 saat süreyle neredeyse aynı gündüz yoğunluğuyla gecenin saat 3 ve 4’ünde sergi gezdiler. Sabahın saat 2’sinde karkış, yağmurrüzgar dinlemeden kapıda, açık havada kuyrukta bekleyen insanlar soruları hemen hemen aynı netlikte cevaplıyorlardı. “Böyle bir sergiye denk gelmek için bir hayat yetişmez!” İNSANLARI CEZBEDEN NEYDİ? Picasso daha 1900’ların başında Louvre müzesinde klasiklerin arasında dolaşırken hissettiklerini daha sonra şöyle kaleme almış: “Bir ressamın daima bir Annesi ve Babası (özlerin dışında) vardır. Boşluktan, hiç bir şeyden doğmaz. Ben de bütün buradakilerin çocuğuyum.” Serginin küratörü Anne Baldassari söz konusu çalışmaları “Picasso’nun üstadlardan ilham alması pek sıradan bir süreç değildir. O ne taklitçidir, ne açıklamacıdır, ne fetişisttir. O bir eseri hiç bir tabuya takılmadan yeniden yorumlayabilendir”, sözleriyle değerlendirir. Picasso 1947 yılında bazı tablolarını Louvre müzesindeki klasiklerin yanına asmış. 1971’de, 90. yaşgünü vesilesiyle 8 eseri Louvre Grand Galerie’sinde sergilenmiş. Hem de örneğin ünlü tablosu “Arlequin”in yanına ustanın esin kaynaklarından Watteau’nun “Gilles”i asılmış olarak. İşte bu hassasiyetten hareket eden RMN sorumluları yüzyıl geçişine atfen, biraz risk de içerse çok iddialı bir projeye, kimilerinin “Mucizevi YÜZYILIN SANAT OLAYI Grand Palais’de açılan ana sergi “Picasso ve Ustalar”da 210 karşılaştırmalı tablo yer alıyordu. Aynı tarihlerde Louvre Müzesi’ndeki “PicassoDelacroix” ve Orsay Müzesi’ndeki “PicassoManet” paralel sergileri RMN (Ulusal Müzeler Birliği) sorumluluğunda ve Paris Picasso Müzesi müdürü Anne Baldassari genel küratörlüğünde hazırlanmıştı. Bu paralel salonlarda sanatçıların toplam yüz kadar ayrı resim ve deseni sergilenmişti. Fransa’da yılın, 21. yüzyılın ilk 10 yılının, kimilerine bakılırsa da şimdiden 21. yüzyılın en önemli resim olayı, sergisi nitelenen bu ‘olağanüstü’ sanat buluşmasının 21. yüzyıl Fransa tarihinin şimdilik en pahalı ve kalabalık/gezilen sanat olayı olduğunda herkes hemfikir. Aslında 20. yüzyılda da bir tek 1985’te düzenlenen Renoir sergisi 824 bin ziyaretçi çekmiş. Ancak o dönemde şimdiki güvenlik önlemleri yokmuş. Zira şimdi artık hem girişteki denetlemeler sıkılaştırılmış, hem de özellikle içerde bulunabilecek azami ziyaretçi sayısı sınırlandırılmış. Sergi süresinin Renoir’ınkinden daha kısa olmasına rağmen yalnızca Grand Palais’yi gezen “fanatikler”in sayısı 783 bini bulmuş. Buna 450 binle Orsay’ı, 300 bini aşkın ziyaretçisiyle Louvre kanatlarını eklediğinizde sayı 1,5 milyona ulaşıyor. Tabloya epeyce yüksek sayılabilecek bilet fiyatlarını eklediğinizde (Grand Palais 12, Orsay 9,5 ve Louvre 9 avro – Üçlü toplu bilet 27 avro) başarı bir derece daha ileri düşündürmeyi gerektiriyor. Yaklaşık 2 milyar avro değerinde tabloların yer aldığı, LVMH firması sponsorluğunda 5 milyon avroluk (sadece sigorta bedeli 790 bin avro) bir bütçeyle kotarılan sergi neredeyse beklenmedik bir hasılatla 1 milyon avro kâra geçmiş. Günde ortalama 7270 kişinin gezdiği sergi bir başka ilginç ilke daha imza attı. Olağanüstü ilgi karşısında Grand Palais yöneticileri serginin son 4 gününde kapıları aralıksız açtılar. 3031 Ocak ve 1 Şubat geceleride dahil Sergi” nitelediği bir işe girişmişler. Zira her şeyden önce sergilenen eserleri 60 kadar dünya müzesi ve koleksiyoncusundan toparlamaları gerekmiş. Güvenlik, nakliyat, yerleştirme, vs, vs... Kısaca hatırlatmak gerekirse Gauguin’in “Otoportre”sine (18931894) göndermeyle 1901’de çizdiği “Yo, Picasso / Ben, Picasso”, El Greco’nun “Aziz Martin ve Dilenci”den (15971599) hareketle resimlediği yine ilk dönemlerinden “At Götüren Çocuk” (19051906) sanatçının klasik anlayış çalışmalarını simgelemiş. İspanya ve Portekiz Kralları’nın ilk çocuklarından sonra doğan bütün çocuklarına verilen “Infante” unvanlı, Velazquez’inkiyle aynı adı taşıyan “Infante Marie Marguerite” (1957) tabloları, Goya’nın “Koyun Kellesi Natürmortu”na (180812) gönderme yaptığı “Koyun Kafatası Natürmortu” (1939) ve yine Goya’nın enfes nüsü “Maja desnuda”sından (17971800) veya Ingres’in “Odalık”ından (182434) esinlenen “Kediyle Oynayan Yatık Çıplak” (1964); Manet’nin “Selam Veren Matador”undan (186667) “Matador”a (1970); yine Ingres’in “Madame Moitessier”sinden (1856) ünlü “Kırmızı Koltuktaki Büyük Çıplak”a (1929) çok sayıda efsanevi başeser başbaşa vermiş resimseverlere yüzyıllar geçse de eskimeyip, tüm tazelik ve heyecanları yaşatacaklarını, hatta yüzyılda bir çıkabilecek bir “aykırı”nın da aynı hazzı bir başka türlü aktarabileceğini kanıtlayacaklardı. tiyatro Noter Risk almaktan kaçınmayan bir tiyatro alanı yaratma hedefiyle kurulan Ve Diğer Şeyler Topluluğu, yeni oyunu Noter’le tiyatro severlerle buluşuyor. Yeşim Özsoy Gülan’ın yazıp yönettiği ‘Noter’in dekorunun seyircioyuncu alanı ayrımını bozan ve yeniden kurgulayan bir yapıya sahip olması izleyiciyi oyunun içine çekiyor. İzleyicisinin tiyatro mekânına girdiği andan itibaren, bireyin devletle burun buruna geldiği kurumlardan biri olan noter binasının içindeki bir müşteri gibi hissettiği oyun; devlet ve kişi arasındaki boşluklar ve sessizlikler üzerine kurulu. Oyun, 16 Şubat – 20 Nisan arasında her pazartesi GalataPerform’da. (Tel: 0 212 243 99 91) Ağrılar sonraya kalsın Başeserleri bir araya getirmek başarılı bir sergiye yeterli mi? Veya bu sergi gerçekten çok başarılı bir sergi miydi ? Ortalama bir izleyici sergi salonlarından çıktığından genellikle ilk izlenim “göz damağı”nda kalan yetersiz bir izlenim. İnsan daha fazlasını istiyor. Ancak bu arada bir çok eleştirmen sergiye ilişkin sayısız kritik ve kınamalar yağdırmış. Matisse’in eksikliği ilk ağızda çok yerinde bir uyarı. Cevap hazır: PicassoMatisse sergisi, farklı bir yaklaşımla da olsa 20022003’te düzenlenmiş. Diğerleri o kadar kolay atlatılır gibi değil: “Bütün duvarların gri oluşu insanın içini bunaltıyor.” “Karşılaştırma amacıyla yanyana konmuş tablolar arasındaki mantığı yakalamak her zaman kolay olmadığı gibi, hiç uymayan durumlar sözkonusu. Örneğin Rembrandt’ın ‘Otoportre’si hiç bir şeye uymuyor.” “Natürmortlar bölümündeki tablolara biraz ‘rastlantıya seçilmiş’ gibi bir izlenim veriyor.” “Çok yakın zamanlarda ortaya çıkarılan bazı ‘Zurbaran’ ve ‘Melendez’ tablolarını Picasso’nun görmüş olmasına imkân yok. Hangi mantıkla Picasso ile yanyana getirilmişler?” “Bu sergi niçin yeterince sanat tarihçileri ve uzmanların görüşüne başvurulmamıştır?” “Sergi komiserleri, tebrik edilmesi gereken tabloların toplanması dışında acaba ne yaptılar?” İşte böylesi ve benzeri ağır ancak pek duyulamayan eleştirilere rağmen 1,5 milyon ziyaretçi, beheri 49 avroluk “Sergi Kataloğu”ndan 100 bin (hepsi tükendiğinden serginin son günlerinde ikinci baskı yapılmış) adet satın da alarak paylaştıkları bir kaç saatlik tarihi zevkle dağarcıklarına “Bu günü de gördük” diye kayıt düştüler. Bu önlenemez başarıya sevinecek misiniz, dövünecek misiniz? Eğer bir kitap okurken, bir albüm dinlerken, bir film, bir resim izlerken eşsiz kişilik, şimdilik bütün zamanların gelmiş geçmiş en devrimci plastik sanatçısı Pablo Picasso’nun şu söylediklerini paylaşıyorsanız; şu sözlere benzer düşünebiliyorsanız ötekilere kulak asmanıza pek gerek kalmaz, ne mutlu size: “Manet’nin ‘Çayırda Yemek’ tablosuna bakarken kendi kendime diyorum ki, ağrılar sonraya kalsın...” ugur.hukum@gmail.com Bayrak Krek Tiyatro Topluluğu yaklaşık beş yıllık bir aradan sonra Berkun Oya’nın yeni oyunu “Bayrak”la Şubat Ayında garajistanbul’da seyirci ile buluşuyor. “Oltalar suyun altinda karisti’’ dedi, ‘’beni affedecek misin’’ dedi, ‘’affedebilecek misin!’’ Eser, tasarım ve reji’nin Berkun Oya’ya ait olduğu oyunda Ali Atay Canan Ergüder Okan Yalabık Bartu Küçükçağlayan Ayten Uncuoğlu Köksal Engür rol alıyor. Bayrak, 18 ve 25 Şubat’ta sahnelenecek. (Tel: 0 212 244 44 99) Izİzlenim Son zamanlarda İstanbul’da plastik sanatları izlemek bir zenginlik kaynağı oldu. Gezmek, görmek, okumak, eleştirmek pek olası. “Özellikle sergiler” derim. Onlarla hem eski, hem de yeni sanatsal açılımlardan haberdar oluyoruz. Dünya sanatıyla da ilişki kurmamızı sağlıyorlar. Fındıklı’dan Taksim’e (Karaköy hattından) bir uzanıverin. Yeni birçok galeri ve merkez var, çağdaş sanatı ve sanatçıyı destekleyen ya da önemli sanat olaylarından örnekler sunan, göreceksiniz. Galeri 5, Siemens Sanat, Hafriyat Karaköy, Kasa Galeri, Pera Müzesi, Galerist, Galeri Nev, Karşı Sanat, Akbank Sanat bunlardan sadece birkaçı. Mekanlardan bazıları 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Programları için kullanılıyorlar. Projeler genç sanatçıları desteklemenin yanında sanatı insanlara tanıtmak için de veriyi güncelleştirmekteler. Böylece Türk resminin gelişim basamaklarından haberdar olanların bildikleri bir gerçek günümüzde yeniden misillenmekte: çağdaş olanı yakalamak ve onu benimsemiş olmanın ayrıcalığını sunmak. Şimdilerde son teknolojilerden yararlanmak tutkusuna da adeta kaçınılmaz bir gereksinim gibi yaklaşılıyor... Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri’de “Bana Yalan Söyleme!: Bir bilgilendirme sergisi” güncel dışavurumların grafik tasarımlar, bilgilendirme tasarımları, görsel işitsel tasarımların desteği ile kurgulanmış hali. Hayal Pozantı işinde sosyolojik bulgular çizgisinde yalın bir biçimsel dil kullanmış. Duyurular altı ayrı sunumla karşınızdalar. Durumları var güçleriyle gösteriyorlar. Çarpıcılar! Tuğcan Güler bir trafik kazasının dökümanter olmasıyla ilgilenmiş. Hikayeyi burada da grafik çizim eşliğinde okuyorsunuz. Kaza anının resmini olgunlaştıran ses, konuya duyarlı yaklaşım gereği, olanca dehşeti ile kullanılmış. “İşte kaza anı, görsellik mi önemli?” dedirtiyor. Ses, ? ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Fındıklı’dan Taksim’e plastik sanatlardaki güncellik hem acıyı yansıtıyor, hem de görüntüyü anımsatıyor. Sergide daha farklı bilgilendirmeler de var. Çağdaş sanat bu, birçok temsil yöntemleri ile baş başayız. İlhan Sayın’ın duvardaki küçük heykeli ve bilgilendirme yazısı da bunlardan biri. “2008’de polis tarafından öldürülen insanlar mı? Dediniz.” Beynimde büyüyor konu, ayrıntıları düşünüyorum… Sergiyi 7 Mart’a kadar görebilirsiniz. Çağdaş resim sanatının sınırsız anlatım dili zaman zaman da klasik yağlıboya tekniğini ve figürasyonu kullanmakta. Bu tavrı 1979’lardan beri İngiltere’nin benimsemesi, hatta öne çıkarması günümüzde giderek daha da biçimlenmekte. Oryantalist olanın bir değişkeni nitelikli bu dil ‘Yeni figüratif’ olarak da anılıyor. Karşı Sanat’ta Zeynep Akgün ve Sayat Uşaklıgil’in resimleri, Casa Dell’Arte’de İlke Kutlay’ınkiler, hatta Ferhat Özgür’ün kent ve birey ilişkisinin acımtrak durumuna göndermelerle oluşturduğu “Şehir Defteri” isimli son sergisindeki fotoğraflar bundan. Günümüz insanını odasında, bölgesinde ya da şehrinde; fark etmiyor yağlıboya resimlerle ve kurgusal fotoğraflarla göstermekteler. Sıkıntı, acı, yanlızlık, iletişimsizlik birincil temalardan. Yapıtlarda yılgınlık, farklılık güncel ya da belleklerde yer edinmiş hallerindeler, bizlerle yeniden buluşuyorlar. Fındıklı’dan Taksim’e ve oradan şehrin her yerine uzanan plastik sanatların güncelliği, bugün müzelerin, kurumların ve merkezlerin etkinlikleri ile de sanatın kavranabilirliğini desteklemeyi amaçlıyor. Yeter ki; gidilsin, gezilsin, izlensin. Acaba çağdaş sanat Tuzla, Kartal, Ümraniye gibi uzak bölgelere taşınanlar gibi böylesi bir merkezi sunuluşta bile beklenilen etkinlikte olabiliyor mu? Sorun bu. Cesaret Ana ve Çocukları Semaver Kumpanya yine çağdaş bir masalla karşımızda! Bu yıl altıncı yaşını kutlayan topluluk, kurulduğundan bu yana klasikleşmiş yazarların, klasikleşmiş oyunlarına şimdi de Tilbe Saran’ın “Cesaret Ana” rolüyle sahneye çıktığı bir klasik daha ekliyor. Semaver Kumpanya; bugün ülkemizin ve dünyamızın içinde bulunduğu açmazları, can yakan savaşları Bertolt Brecht’in çağları aşan anlatımıyla yeniden dile getiriyor.Yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu’nun yaptığı, başrolünü Tilbe Saran’ın oynadığı “Cesaret Ana ve Çocukları” nın sahne ve ışık tasarımı ise Cem Yılmazer’ ait. Oyun 18 ve 25 Şubat’ta Akatlar Kültür Merkezi’nde. (Tel: 0 212 351 93 84) snmdnmz@gmail.com C MY B C MY B