19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (L’uomo Che Ama) Maria Sole Tognazzi’nin yönettiği filmin başrollerini Monica Bellucci, Pierfrancesco Favino, Xenia Rappoport ile Marisa Paredes paylaşıyor. Filmin konusu aşkla ilgili... Terk edilme hissini ve her şeyi kaybetme korkusunu da gözler önüne seriyor. Roberto, Sara’ya aşıktır. Ancak Sara, kendisine olan bu ilgiye rağmen, Roberto’nun hayatından dikkat çekmeden sessizce ayrılır. Roberto aldatıldığını keşfeder, sevdiği kadını kaybetme korkusu, kadının onu aldatmasından daha ağır gelir. Roberto’nun çektiği acıyı paylaşan tek bir kişi vardır, o da küçük kardeşi Carlo’dur. Filmdeki insanların tümü ya değişime uğrayacak ya da durumu kabullenecektir. (Saw VI) Kevin Greutert’in yönettiği ve Tobin Bell, Costas Mandylor, Mark Rolston ile Betsy Russell’ın oynadığı Testere VI da, kesin bir ahlak anlayışına sahip ve hayat denen hediyenin değerini takdir etmediğine inandığı kişileri oynamak zorunda bıraktığı, korkunç hayatta kalma oyunları konusunda bir dahi olan, ölümcül kanser hastası Jigsaw’un entrikalarını takip ediyor. Özel Ajan Strahm ölmüştür ve Dedektif Hoffman da Jigsaw’ın tartışmasız varisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, FBI, Hoffman’a yaklaştıkça o da bir oyun başlatmaya zorlanır. Böylece Jigsaw’ın asıl büyük plânı sonunda anlaşılmıştır. Yönetmen Kevin Greutert, “‘Testere VI’nın, bir adamın yolculuğunu anlatmasını istedim ve bunun için en iyi yaklaşımın, seriye yeni bir karakter eklemek olacağını düşündüm” diyor. ? Testere VI ? Aşka Dair Tesirsiz aşk bombası “Gecenin Kanatları”, siyasetten fersah fersah uzak bir metinle, “canlı bomba” gibi meşakkatli bir konuya merak saran ancak intihar eylemcisini, yalnızca zaman ayarlı ve tesirsiz bir aşk ALPER bombasına çevirmeyi becerebiliyor. Bu kötü bir şaka gibi... “Kapitalizm Bir TURGUT film, Aşk Hikâyesi” (Capitalism: A Love Story) ise dünyanın düzenini sorgulayayım derken, savaş çığırtanlığına soyunup, üstüne de Nobel Barış Ödülü’nü alan Barack Obama’dan medet uman bir belgesel... Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu... Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’ni mesken eyleyen fedailerinden girip, Japonların ünlü Kamikaze pilotlarından çıksak ne fayda... İntihar eylemcileri, denk kuvvetlerin çarpışmadığı her türlü mecrada çıkıverirler karşımıza... İkiz kuleleri vuran yolcu uçakları, savaş gemisine bodoslama dalan tekne, sürücüsüyle birlikte havaya uçan kamyon ve kamyonetler gibi motorize saldırılara ise hiç girmeyelim. Biz, direkt “canlı bomba” diye adlandırılan Ortadoğu orijinli eylem tarzına geçiş yapalım. İlk canlı bomba, İsrail’in, Filistin topraklarında gerçekleştirdiği katliamların yanı başında doğdu. Yaratıcısı ise Hamas örgütü idi. Hamas, 1993–2004 yılları arasında 400’ün üzerinde intihar komandosunu, çoğu sivil İsrail hedeflerine gönderdi. Ülkemizde ise tam 13 kez canlı bomba eylemi yapıldı. Bilanço mu? 35 yaşam yitti, onlarca kişi de yaralandı. Evet, göründüğü üzere bıçak sırtı diye tabir edebileceğimiz, gayet ciddi ve elbette çetrefilli bir durum. Ve ortada bunca çekilen acı varken, çözüm üretmek yerine konuyu sulandırmaya kalkmak. Haliyle abes kaçıyor. Gecenin Kanatları, politik yoksunluğu yüzünden işte bu hataya düşüyor. Soruna dikkat çekmeye çabalayacağına, aşk meşk mevzuları eşliğinde resmen dalgasını geçiyor. Aşk, sizin yedek forvetiniz mi? Maçın bitimine yakın oyuna sokacak ve son dakika golü attıracaksınız. Ama gel ve gör ki, olmuyor, üstelik tepeden tırnağa sakil duruyor. bunaltıcı ve yapay, beylik söylemler ise sevimsiz. Adı “Hayat” olan apartman ve barış simgesi güvercinler gibi göndermeler dahi basit kaçıyor. Filmin öne çıkan rollerinde, Beren Saat, Murat Ünalmış, Yavuz Bingöl, Erkan Petekkaya, Alper Kul, Cezmi Baskın, Ferit Kaya ve Arif Erkin var. Erkan Petekkaya, Alper Kul ve Ferit Kaya, rollerinin hakkını ziyadesiyle vermişler, belirtmek isterim. Gecenin Kanatları’nı çekenler, keşke 2005 tarihli “Vaat Edilen Cennet”i (Paradise Now) görüp feyiz alsalardı, canlı bomba filmi nasıl kotarılır diyerek... Hal böyleyken Gecenin Kanatları’nı, sinemaseverlere önermem de mümkün değil. Neyse ki; haftaya büyük bir keyifle “Vavien”i yazacağız. Notunuzu şimdiden alın ve yerlerinizi ayırtın, Vavien, kara mizahtan beslenen mükemmele yakın bir film. 12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra çocuk yaştaki Gece’nin evi, güvenlik güçleri tarafından basılır. Gözlerinin önünde anne ve babası katledilen Gece, bir anda büyür ve onu günümüzde bir canlı bomba adayı olarak buluruz. Ailesini öldüren ekibin başındaki polis yükselmiş, bakan olmuş, içindeki nefreti çoğaltan Gece de, gönüllülük ekseninde kendini feda etmeyi göze almıştır. Ancak eylem öncesi barındığı apartmanın kapıcısının oğlu Yusuf ile yakınlaşırlar. Hızlandırılmış aşk ve ateşli bir sevişme, Gece’nin yitirdiği tüm duyguları, bir anda geri getirir. Şimdi, karar verme zamanıdır. Ya intikamını alacak, ya da yeni bir hayata yelken açacaktır. Sinemanın birleştirici gücü 50. Selanik Uluslararası Film Festivali, değerli yönetmen Werner Herzog’un toplu gösterimini gerçekleştirdi, onur ödülü Altın İskender’i sundu. Herzog, ASLI yaptığım özel söyleşide, basın SELÇUK konferansında ve ustalar sınıfında sinemanın büyüsüne, 40 yılı aşan süre gerçeği arayışına, insanın varoluş sorgulamasına, psikanalize, Türk sinemasına, kadın karakterlere, yeni teknolojilere ait ilginç saptamalarda bulundu. Ustalar sınıfına Swing Time’dan (George Stevens/1936) Fred Astaire’in gölgesiyle dans edişi sahnesiyle başlayan Herzog bu yalın çekimin sinemanın özünü, vuruculuğunu aktardığını belirtti. Sinemanın bir eğlence olduğunu söyleyen yönetmen 11 yaşında okulda izlediği Bavyera dağları belgeselinin etkisinde kalmış: “O filmde aynı plan iki kez kullanılmıştı, böylesi bir hileyle bizi nasılda kandırıyorlar diye düşünmüştüm” diyen Herzog Münih’e gelince Tarzan, Zorro, Dr. Fu Manchu filmlerinden de çok etkilenmiş. becerileriniz sizi asla ileri taşımaz” Sözleriyle açıklayan Herzog yeteneği ise “sonradan edinilmesi güçtür” diye tanımladı. İyi bir anlatıcı ve bir sinema savaşçısı olmak istediğini belirten yönetmen felsefenin, matematiğin bile kimi zaman gerçekle ilgili açık yanıtlar veremediğini bundan ötürü gerçeğe ulaşmak için her yolu denediğini açıkladı: “Gerçeği bulamayabilirsiniz ama bu arayış varlığınıza anlam, saygı, değer katar”. Film çekmeyi, şiir yazmayı isteyen Herzog “filmlerimin yapımcısı da olmalıyım” düşüncesiyle geceleri fabrikada çalışmış gündüzleri okula gitmiş: “Sinema zorluklarla, yenilgilerle dolu bir uğraşı ama yaşamınıza bir yön vermeniz onu bir biçemde doldurmanız gerekiyor” diyor yönetmen. “Tinsel deneyimler insana başkalarının yaşamlarını anlamayı, ruhlarını çözebilmeyi öğretir. Yoksulduk, çocukken sürekli açtım bu bana gerektiği zaman yemek yemeyi öğretti. Dünyayı gezerseniz dünya size kendisini göstermeye başlar. Yolculuklarım boyunca dünyayı ve insan ırkını sevdim” diyerek yol göstericisinin zamanının üçyüz yıl öncesinde olan ressam Hercules Seghers olduğunu belirtti. Seghers’in manzara çizimlerinin çılgınlığı, sonsuzluğu, boyutsuzluğu, bilinçsizliği yansıttığını, herkesin kendi yolculuğuna çıkıp kendine yakın olan şeyleri keşfetmesi gerektiğini vurguladı: “Mekânı üç boyuta dönüştüren Seghers’in varlığı, onun gibi biri olmak isteği bana çok şey kattı. Yüreğimize yakın olan sanatçıları bulursanız varlığınızı bile aşan şeyler yaratabilirsiniz. Elinizde çok iyi bir öykü varsa hiçbir şeyden korkmayın”. Çoğunluğun onu melankolik bir sinemacı olarak bildiğini, bunun doğru olmadığını, dünyanın acımasızlığıyla Buster Keaton tarzı ince bir mizahla başa çıkmaya çalıştığını açıklayan Herzog, dünyanın sürekli değiştiğini, bu değişime de uyum sağlamamız gerektiğini betimledi: “Öykü anlatmak insan ırkının en önemli olgusu. İnsan paleolitik çağlardan beri kendini anlatıyor. Günümüzde bizi öylesine iletişim araçlarıyla besliyorlar ki giderek yalnızlaşıyoruz. Bu bir yalıtım değil. Bir anlamda varoluş yalnızlığı”. Yetenek ve beceri arasındaki ayrımı da “Öz becerinizle iyi filmler yapabilirsiniz ama sinemanın şiiri sonradan öğrenilemez. İzleyiciye aktaracak bir iletiniz yoksa Gerçeği arayış 2009’da iki uzun, bir kısa metraj yapan 67 yaşındaki sinemacı yoğun yaratıcılığını salt gereken çekimleri yapmasına, kurgu evresini hızlandırmasına borçlu olduğunu belirtti. Yeni teknolojilerin günümüz sinemasına çok şey kattığını belirten Herzog Avrupa sinemasının öldüğüne inanmadığını açıkladı: “Romanya, Avusturya, Filipinler’den, Peru’dan çok iyi örnekler geliyor. Son filmim My Son, My Son, What Have Ye Done’ı dijital çektim ama ben yine de tüm savaşımların güçlü anası selüloiti yeğlerim”. Son yapımının Antik Yunan trajedisinden öğeler barındırdığını, psikanalizin ise 20. yüzyılın en büyük yanlışı olduğunu belirtti: “Bedenin her karanlık noktasını deşmek bence hastalıklı, aptalca ve tehlikeli. Kör edici bir ışıkla evinizin her bölümünü aydınlatırsanız o ev barınılmaz hâle gelir. Aynı şey insan için de geçerli. İnsan varlığının her noktasını çözüme kalkışırsanız kendinize dayanamazsınız. Psikanalizi ben engizisyona benzetiyorum”. Türk sineması ve Almanya’daki ikinci kuşak Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz sorumu Herzog şöyle yanıtladı: “Türk sineması hakkında çok şey bilmiyorum, ben yılda iki ya da üç film izlerim. Almanya’da Türk kökenli çok sayıda yetenek yetişmeye başladı, bunlar yalnız yönetmenler değil içlerinde ilginç yazarlar da var. Onlar Almanca ve Türkçe olmak üzere her iki dilde kendilerini tanımlayabiliyorlar. Bu gerçekten etkileyici bir duruma dönüştü. On yıl içinde görünüyor ki Türk sanatçıların sayısı daha da artacak”. Kadın karakterlerin azlığını, çoğunluk erkek kahraman odaklı filmler çevirdiği saptamamı Herzog “İçinde kadın kahramanlar olan filmlerim de var, örneğin Land of Silence and Darkness’deki Fini Straubinger harika bir kadındır. Üstelik kadınları severim. İlginçtir ki yeni iki filmimim baş karakterleri kadınlar. Bu eksikliği ancak öyküyle bağlantılı olarak tanımlayabilirim. Aguirre: Tanrının Öfkesi’nde İspanyol misyoneri bir kadının oynaması olanaksızdı. Kadın odaklı filmler yapan Ingmar Bergman’ın, Michelangelo Antonioni’nin bile bu seçimlerinin nedenlerini bilmediklerinden eminim”. Gelecekte her şeyin değişebileceğini fakat sinemanın değerlerinin, büyüsünün, şiirselliğinin değişmeyeceğini vurguladı: “Medyanın hızlı gelişimine karşın çağımız bir yalnızlık çağı. Bir tek sinema insanları birleştiriyor”. Yalnızlık çağı Hızlandırılmış bir aşk ve ateşli bir sevişme Gecenin Kanatları’nı Serdar Akar yönetti. “Gemide” ve “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” gibi güzide yapıtları bizlere kazandıran Akar, kendi sinemasından da izler taşımayan bu içi bomboş filmi niye çekti? Yanıtını beklemeden, filmin kötü olmasında en büyük sorumluluğu üstlenen senaryoya geçelim. Mahsun Kırmızıgül ve Ahmet Küçükkayalı’nın ortaklaşa yazdıkları senaryonun hali perişan. Böylesi mesnetsiz ve karikatürize tipleri yaratmakta zorlandınız mı? Devrimciler, mafya bozuntularına benzetilmiş, ellerinde sadece bir tespih eksik. Final deseniz tek kelimeyle facia... Diyaloglar Kapitalizm Bir Aşk Hikâyesi, “Fahrenheit 9/11”, “Benim Cici Silahım” ve “Sicko” gibi belgesellerle, hayranlığımızı kazanan Michael Moore’un son icadı... Ancak üstat hakkındaki şüphelerimiz büyüyor, çünkü o, giderek radikallikten vazgeçip, merkeze yanaşıyor. İsyancı kişiliği törpüleniyor, başkaldırı ruhu, at gözlüğüyle yer değiştiriyor. Hatta dine bile yakınlaşıyor. Belki de tek derdi cumhuriyetçilerdir, demokrat Obama’yı kurtarıcı bellediğine göre... Kabul, kapitalizmin yarattığı buhrana kameralarını çeviriyor, varı yoğu para olan ve sıradan Amerikalıların çanına ot tıkayan şirketleri de didikliyor. Ama melanet, sadece Bush ile sınırlı değil ki... Obama, ezilenlerin sırtından inip, ezenlere de dur mu dedi? Vahşi, berbat, hain ve insana düşman bu sistem, çarklarını büyük bir zevkle döndürmeye devam ediyor. Obama, daha şimdiden umut taciri ve kukla olmakla suçlanıyor. Halkının yüzde 66’ı, onun, Nobel Barış Ödülü’nü almasına karşı çıkıyor. Biliyorlar ki; bu korku imparatorluğu, dünyayı savaş alanına çevirmeyi sürdürecek ve yine evlatlarının kanı dökülecek. Kapitalizm, asla bir aşk hikâyesi değildir, olsa olsa zulmün dehşet veren tarihçesidir. [email protected] Michael Moore kabuk değiştiriyor VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? testi kebabı yeyip “ofsayta karşı el ele, kalp kalbe, omuz omuza, sırt sırta, tek yürek, tek bilek...” oluyor. Bu arada Hıncal Uluç televizyonlara çıkıp “...Ofsaytı kaldıralım... tabancayı daya futbolun kafasına... vur... ehe ehe ehe ehe... o olur!..” şeklinde çıkışlar yapıyor. Ali Tarantula elinde bir kutu lokum ile UEFA’ya kadar dayanıyor. UEFA yetkilisine elleriyle lokum yediriyor. Ofsayta karşı Almanya, Fransa, İtalya ve Portekiz’de büyük destek sağlıyor, özellikle de Liechtenstein’da. Ve bir gün... Ali Tarantula’ya UEFA’dan bir mektup geliyor. Gorbach’ın yönettiği, Ali Taran’ın senaryosunu yazdığı No Ofsayt’ta Yıldırım Memişoğlu, Taylan Ertuğrul, Deniz Olgaç ile Ahmet Çakar rol alıyor. Ali Tarantula 45 yaşlarında, eğitimi sınırlı, ‘kendinden menkul’ otoriteye sahip biridir. Bu Ali Tarantula bir gün futboldaki ofsayt kuralına kafayı takıyor. Elinde tabureyle ‘Telegole’ programına giriyor. Durmuyor, Futbol Federasyonu’na dalıyor. Alen’iyle, Yücel’iyle, Ömer’iyle, Mesut’uyla, Mehmet’iyle yani taraftar liderleriyle ? No Ofsayt Mehmet Bahadır Er ve Maryna C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle