19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 12 ARALIK 2009 CUMARTESİ ‘Aşk’ ve ‘hiç’ Ağırlıklı olarak doğa ve kadın konularını işleyen İranlı ressam Ahmet Nejat, resimlerinde tüm insanlığı etkileyen ortak kavramları irdelemeyi seviyor. Varlık, doğum, ölüm, yaşam, kardeşlik, özgürlük, sonsuzluk ve hiçlik gibi... İranlı Ahmet Nejat’ın Mevlana’dan esinlenerek yola çıktığı ‘Aşk ve Hiç’ segisi 10 Ocak Pazar gününe kadar İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde. “Her resim, ŞİRİN gelecekteki resimler için bir GÜVEN başlangıç” diyerek devamlı üretmenin önemini vurgulayan ressam, aldığı Batı resmi eğitimiyle Doğu kültürünü birleştiriyor. Nejat, aşkı mutlak gerçeğe ulaşma yolundaki aşamalardan biri, ‘hiç’i ise aşkın en son evresi olarak tanımlıyor. “Aşk ve ‘hiç’ bir olur mu hiç” diye soruyorsanız bu sergi tam size göre... Serginin adı ‘Aşk ve Hiç’. Aşk ile ‘hiç’i nasıl bağdaştırıyorsunuz? Sergimin isminin ‘Aşk ve Hiç’ olduğunu duyanlar arasında ‘aşk=hiç’ yakıştırması yapanlar oldu. Sanıldığının aksine bu iki sözcük benim için ne bir denklik, ne de bir karşıtlık ilişkisi taşıyor. Mesnevi’de ‘Aşk ve Hiç’ten şöyle söz edilir: “Hiçbir şey olmayan bir şey, hiçbir şey olmayan bir şeye aşık olmuş, hiç var olmamış, hiç var olmamışın yolunu kesmiştir. Hepsi hayal. Ya gerçek”? Buradan yola çıkarak ‘aşk’ ve ‘hiç’i anlatmak daha doğru olur. Benim ele aldığım ‘aşk’, ‘mutlak gerçek’e ulaşma yolundaki aşamalardan biridir. ‘Aşk’ın en son evresi ‘hiç’tir. Yani felsefi bağlamda ‘her şeyi kapsayan mutlakiyet’tir. Gerçeği arama yolunda geçen yaşamın farklı evrelerinde, farklı kavramlara işaret edecek şekilde karşımıza çıkan ‘aşk’ sözcüğünün kimi zaman ikili ilişkiler bağlamında kullanılması tüm bu kavramlardan bağımsız düşünülmemelidir. Çünkü sevmeyi, aşkı bilmek, herşeyden önce bir canlıyı sevebilmekle başlar. ‘Sonsuz aşk’ı kavramak için yeryüzündeki aşkı tatmış olmak şarttır. Dolayısıyla benim resimlerimdeki ‘aşk’ her izleyici tarafından farklı algılanabilir. ‘Hiç’ ise herşeyi olduğu gibi ‘aşk’ı da kapsar. Izİzlenim ÜMRAN BULUT ?? bir arada Plastik sanatlarda yeni anlatım biçimleri Sanat o bilinen “güzeli arama” eğiliminden uzaklaşalı beri yeni anlayışların, ardı arkası kesilmeyen akımların, değişimlerin sınırlarını zorluyor. Plastik sanatlar için 20. yüzyıl en geniş anlatımıyla değişimin beşiği, yeni sanat anlayışlarının dünyaya yayıldığı yüzyıl oldu. Türkiye’de de çağdaş sanat örnekleri günden güne artmakta. İzleyiciler müzelerde, bienallerde, fuarlarda, galerilerde Türk ve yabancı çağdaş sanatçılarla kolayca tanışabilmekteler. Şimdilerde Akbank Sanat’ta Erwin Wurm, Karşı Sanat’ta Komet var. Sanatçılar, güzellik için doğadan alışverişi öneren sanattan epey uzaktalar, çağdaş dünyanın önerisini kabullenmişler, toplumsal olandan yanalar, ondan besleniyorlar. “Gündelik hayattan en ufak bir ayrıntıyı ve en basiti alıp koskoca bir sanat diline kavuşturmak; yeni anlatım biçimselliği ve estetik anlayışla ruhsal, politik konuşabilmek bu” dedirtiyorlar. Wurm biçimi evirip çevirip sanatta kullanıyor. Komet “Yok”un yokluğuna ve “yok”tan varlığa göndermede bulunuyor. Sanat en basit olandan yararlanıyor. Ne güçlü bir olgu! Wurm heykeli bizi güncel sanatın içtenliğine çekiyor. M. Duchamp’ın, J. Cage’in, J. Beuys’ün ve benzer sanatçıların geleneksel uygulamaları ve teknikleri alt üst eden anlayışlarına gönderiyor. İş orada kalamazdı, tetiklenmişti bir kere. Basitçe heykel kavramını sorguluyoruz. Güncele, tüketime odaklanıp biraz soruyor, biraz eğleniyoruz. Video sanatından tanıdığımız mizahi yaklaşımın gündelik malzemeden yola çıkılarak kullanılmasını izliyoruz. Bilinenin yeni biçimsel dille anlatımında, farklı sunumlardaki yeni zeminlerin geçerliliğindeyiz. Heykel sanatının birçok sanat dili ile buluşup özgürleşmesine hatta sınırsızlığına açılıyoruz. Yaşamın döngüsü Ağırlıklı olarak kadın ve doğa konularını işliyorsunuz. Neden? Kuşkusuz doğadaki her bir varlığın dünyanın dengesi içinde önemli bir yeri var. Ancak ben ağaçların güzel görünümleri, gölgeleri, meyveleri, rüzgarda dallarının çıkardığı sesleri ile hayatımızda eşsiz bir yere sahip olduklarını düşünürüm. Dahası insanın ve tüm canlıların yaşam döngülerinin çeşitli evrelerini ağaçlara bakarak hatırlamak mümkündür. Ağaçlar bana her zaman topraktan gelip toprağa dönüşeceğimizi, dolayısıyla fani olduğumuzu hatırlatır. Benim ağaçlarım da doğumu, mutlu ve hüzünlü anlarıyla yaşam sürecini, ölümü ve yaşamın tüm döngüsünü resmetmek için birer araç. Kadınları neden resmettiğim sorusuna gelince, bunun mantıklı açıklaması sanırım genetik şifrelerimizde gizli. Tüm resimlerinizde altın varak kullanmaya sizi ne itti? Hem Doğu hem de Batı’nın geleneksel sanatlarında altının önemli bir yeri vardır. Tezhipte, minyatürde, ikonografide altın çoğu zaman süsleme, kimi zamansa konu edilen olayı, karakteri öne çıkarma amacıyla kullanılır. Ekonomide ayrı bir öneme sahip olan ve tarih boyunca edindiği takas değerini hiç kaybetmeyen altın, benim resimlerimde hiçbir zaman okside olmayan, renk değiştirmeyen bir özelliğe sahip olması nedeniyle sonsuzluğu simgeleyen bir ifade gücüne sahip. İnsanlık tarihinde savaşlara neden olan, tanrılara sunulan, güzelleri süsleyen altın resimlerime sonsuz fon oluşturur ve kimi zaman da ışığın ve renklerin yansımasına hizmet eder. Resimlerinizin düşünsel alt yapısını varlık, doğum, ölüm, yaşam, kardeşlik, özgürlük, sonsuzluk ve hiçlik gibi kavramlar oluşturuyor. Bunu biraz açabilir misiniz? Bir sanatçının ele aldığı konular ne kadar bireysel olursa olsun, bireyin yaşamına ilişkin herşey yaşamın kendisine, dolayısıyla tüm insanlar ve canlılar için bir ortaklığa dönüşür. Ben bu düşünceyle yola çıkarak tüm insanlığı etkileyen ortak kavramları konu ediyorum. Minyatür geleneğinin içine doğdum Resimlerinizde bir anlamda Doğu ile Batı’yı mı sentezliyorsunuz... Ben Doğulu bir sanatçıyım. İran minyatür geleneğinin içinde doğdum ve İran resmini özümsedim. Mimar Sinan Üniversitesi’nde çağdaş Batı resmi eğitimi aldım. Resimlerimin Doğu kültürünün izlerini taşıması vazgeçilmezdir. Doğuya ait geleneksel formlardan ve resim tekniğinden yararlanmakla birlikte, kaynağını Batı sanatından alan renk ve öğeleri kullanarak sanatımda özgün, çağdaş bir üslup geliştirmek benim için önemli. Türkiye’de böyle bir sergi açmaya nasıl karar verdiniz? Bence, sürekli resim yapmak, devamlı üretmek bir sanatçının gelişimi ve daha iyiye ulaşması için kaçınılmaz bir yol. Her resim, gelecekteki resimler için bir başlangıç. Yeni bir resim yapmaya başladıktan bir süre sonra zihnimde bir kaç yeni resim daha canlanır; her bir resim gelecekteki resimlere kapı aralar. Resim yapmak kadar heyecan verici olan bir başka şey de resimlerimi dostlarımla, sanatseverlerle paylaşmak, gözler önüne sermektir benim için. ‘Aşk ve Hiç’ konulu resimlerime de benzer bir iştahla başladım. Resim yapmak kadar bu resimleri paylaşmak için de can atıyordum atölyemde çalışırken. Sorun şu ki; şimdiye kadar her sergime elimde ıslak bir resimle gitmişimdir çünkü son dakikaya kadar resim yaparım. Yaptığım, bazen de kafamda tümüyle sonuçlandırdığım halde tuvale aktarmayı bitiremediğim tüm resimleri izleyiciler ile paylaşmak isterim. Bu uğurda kendi sergime geç kaldığım bile olmuştur. Kim bilir, belki de kolumun altına yeni bir iki resim alıp öyle giderim serginin açılışına. Kitap okumanın eylemi de mi olur demeyin Kitapların 20 yıl öncesine kadar yakıldığı bir ülkede yaşıyorsanız, bilincinizin sizi kitap okumaya zorlaması pek de beklenen bir şey olmamalı. Bilgi Üniversitesi’ndeki Toplum DENİZ Gönüllüleri Vakfı üyeleri de bunun ÜLKÜTEKİN farkında. Bu yüzden farkındalığı arttırmak için iki haftadır her Cuma günü Üniversitenin Eyüp’teki kampüsünde bir eylem düzenliyorlar. Kitap okuma eylemi. Her gün meydanlarda karşılaştığınız pankartlı, yürüyüşlü, sloganlı eylemlere pek benzemiyor. Öğlen saatlerinde kampüsün bahçesinde, kantinde toplu ya da dağınık halde kitap okuyan beyaz tişörtlü çocuklar görüyorsunuz. İlk bakışta çok rahatsız edici ya da farkındalık yaratıcı bir ylem gibi görünmüyor ama hiç de öyle değil. Çevreden geçenlerin alaycı bakışları ya da konuşmaları dikkatlerden kaçmıyor. Eylemcilerden Kerim Arslan benzer tavırlara küçüklüğünden beri yabancı değil. “Oha kitap mı okuyorsun?” veya “entel misin?” soru cümleleri bir meraktan çok önyargıyı vurgulamak için kullanılmış. Ancak onlar bu durumdan bir hayli hoşnut. Çünkü farkındalık yaratmanın tepki çekmekle başladığını biliyorlar. Volkan Ağır üniversitedeki kişisel gözlemlerini aktarıyor, “İnsanların yüzde yetmişi kitap okumak yerine farklı şeyler yapmayı tercih diyor. Kitap okumanın kendilerine çok farklı özellikler katacağından habersizler. Sürekli batak oynanan kampüslerimiz var. Oynanmasın demiyorum ama sürekli olunca etrafın farkında olmak zorlaşıyor.” Dilara Karşıdağlı’ysa kantinde batak oynamak yerine kitap okumayı tercih eden nadir isimlerden, hemen hemen boş bulduğu her anı kitap okuyarak değerlendiriyor. “Metroda, bir arkadaşımı beklerken, beş dakikalık ders aralarında bile kitap okuyorum” diyor. Medyanın ve eğlence teknolojilerinin ononbeş yıldaki hızlı gelişimi kendisinden dokuz yaş küçük kardeşiyle arasında büyük bir fark oluşmasına sebep olmuş. Çünkü kardeşinin neredeyse hiç kitap okuma alışkanlığı yokmuş. Zamanının çoğunu çantasında bulundurduğu dvd ya da mp3 çalarla ilgilenerek geçiriyormuş. “Boş zamanlarda kitap okumak” denildiğinde aslında önemli bir yanlışın içinde olduğumuzu da atlamamak gerekiyor. Volkan da “boş zamanımız hiç olmuyor ki” diyor. Soru şu kitap boş zamanlarda mı okunması gerekn yoksa okumak için zaman yaratılması gereken bir şey mi? Kerim için insanları kitaptan uzaklaştıran bir diğer etken de yanlış seçimler. Herkesin harcı olmayan uzun edebiyat klasiklerinin insanlarda farklı bir önyargı oluşturabileceğini söylüyor. Üçünün de birleştiği ortak fikir, kitap okumaya çocuk yaştan alışılması gerektiği. İlerleyen yaşlardaysa bu alışkanlığı edinmek çok zor. Bu yüzden eylemleri üniversiteyle sınırlı değil. Çocuk kitapları toplayarak bunları ilkokullara dağıtmak gibi bir hedefleri var. Üniversite içindeki eylemleriyse dönem Fotoğraf: KERİM ARSLAN sonuna kadar devam edecek. C MY B C MY B Çok öncelere dönersek, heykelin Batı’da da, Doğu’da da kendi diliyle hep varolduğunu yineleyebiliriz. Bin yıllar öncesine de uzansak heykelle anlatılan konulara, zaman zaman korunan değerlere ulaşırız. Mitolojiden klasik dönemlere, moderne ve çağdaşa uzansak dinsel, törensel olduğu gibi propaganda için de kullanılan boyutlar var. Bir kahramanın heykeli, bir anneninki, bir sevgilininki ya da herhangi birininki, hayvanınki heyecan duyulmasını birebir sağlıyor. Heykeller zevkle izleniyorlar, ifadeciliğe yoğunlaşılanlar; ya da soyut olanlar hatta devasalar ve karşıtları küçücükler, telden kıldan, taştan ve topraktan yapılanlar… Bakın siz de sıralıyorsunuz bildiklerinizi. Heykeller düşündüğünüzden daha çok sizinleler. O’nun yüzünü o ışıkta algılamıştınız; yüceliğini, hareketini ya da boş yüzeyini.… Sanatçılar yüzyıllarca savaşta ve barışta heykelle uğraştılar. 20. yüzyıla gelince heykel büyük bir değişimi barındırır haliyle de kabul gördü. Burada güncel sanat var. Örneğin Wurm ile heykelin gezindiği alanların ötesi var. Wurm’un biçimi bozuşları ya da yeniden ifade biçimi oluşturmaları insanın aklına ister istemez Türkiye’deki heykele bakışı getiriyor. Düşündürüyor... Heykel sanatının bizde karşılaştığı olumsuzluklar dillere destandır. Heykellerin yerleştirildikleri alanları kafalarına takanlar, anlamlarını, uygunluklarını sorgulayanlar; onları yerle bir etmeye yönelik girişimlerin sanatın bir üfürmesinin girdabında yok oluşlarını anımsamak da an meselesidir. Anımsayın. Onlar bugünlerde Akbank Sanat’a uğrasalar Erwin Wurm’un heykellerini görseler; kimbilir ne yaparlardı? Kuşkusuz heykel sanatını uzaktan yakından bilmediklerini bir güzel görürlerdi. Acaba öğrenmeye yönelerek bizi şaşırtırlar mıydı? Sanmam ama dilerim. Sergiler Akbank Sanat’ta 2 Ocak 2010’a, Karşı Sanat’ta 30 Aralık 2009’a kadar açık olacak. [email protected] www.umranbulut.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle