19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 3 EKİM 2009 CUMARTESİ Tek beklentim İsmail Hacıoğlu oldukça yetenekli bir oyuncu. Henüz 24 yaşında olsa da şimdiden Türk ŞİRİN GÜVEN sinemasındaki pek çok önemli isimle birlikte çalıştı. İlk uzun metraj filmi Çağan Irmak’la... Ardından Tayfun Pirselimoğlu ve Ömer Kavur geliyor... Sonra Ömer Vargı ve Yavuz Turgul’la çalıştığı Kabadayı filmi derken projeler birbiri ardına sıralanıyor. Genç, yetenekli ve kararlı... Ama daha da önemlisi oyunculuğa tutkuyla bağlı... Bu sevgiyi henüz çok küçükken, ilkokuldaki müsamerelerde sahneye çıkınca hissetmiş. Ve böylece sahneden aldığı keyfi tüm yaşamına yaymaya karar vermiş. Hacıoğlu şimdi Cemal Şan’ın çektiği ‘Sonsuz’ filmiyle karşımızda. Yeni bir filme de Kasım başında başlayacak. Onun geleceğe dair isteği belli. Güzel filmler çekmeye devam edebilmek: “Ben bana sunulandan mutlu olmayı bilen bir adamım. Sadece işimi yapmaya çalışıyorum, bir farkım varsa o da budur. Tek beklentim güzel filmler çekmeye devam etmek. Bir de temiz kalabilmek”... Aşk, devrimcinin güzel filmler çekmek en önemli özelliği Steven Soderbergh’in tam yedi yıl süren bir ön hazırlıktan sonra çektiği ‘Che 1 Arjantin’ ve ‘Che 2 Gerilla’ Filmekimi kapsamında gösterilecek. Oscar’lı yönetmen Steven Soderbergh’in kurgulayıp yetenekli aktör Benicio Del Toro’nun omuzladığı “Che 1 – Arjantin” (Che Part One: The Argentine) ve “Che 2 Gerilla” ‘Che ALPER Part Two: Guerrilla), nihayet kapsamında seyirciyle TURGUT Filmekimi buluşacak. Baştan söyleyelim; Arjantin ve Gerilla, hiç kuşkusuz ince bir işçilik ile yoğun bir emeğin ürünü... Soderberg ve Del Toro, toplam uzunluğu 4.5 saate ulaşan ve bu nedenle iki ayrı parça halinde gösterime sokulabilen film için tam yedi yıl süren bir ön hazırlık yapmışlar. “Seks Yalanları”, “Erin Brockovich”, “İyi Alman”, Ocean’s 11”, “Ocean’s 12” ve “Ocean’s13”. ABD’li yetkin rejisör Soderberg, resmen canı ne istiyorsa onu çeker. Festival filmlerini de yöneten odur, gişeye oynayan yapımları da... Üstelik yönetmelik dışında, senaryo yazarlığı, editörlük, görüntü yönetmenliği ve yapımcılıkla da haşır neşirdir. Arjantin ve Gerilla, “Olağan Şüpheliler”den beri mercek altına aldığımız Porto Rico doğumlu yıldız oyuncu Benicio Del Toro’nun, Soderberg ile yaptığı ilk ortaklık değil. Daha önce Soderberg’in “Trafik”i (Traffic) ile Oscar kazanan Del Toro, Che rolüyle de Cannes ve Goya’da en iyi erkek oyuncu ödüllerini kucakladı. Evet, aksanı, boyu posu ve daha birçok noktadan eleştirilse de hakkını da vermek gerek; Benicio Del Toro, filmin hemen her şeyi... Arjantin umut, Gerilla yılgınlık Arjantin, devrime yürüyen Küba’yı, Gerilla ise isyana sırt çeviren Bolivya’yı anlatıyor. Biri yengiyi, diğeri yenilgiyi kurguluyor. Özetle; birinin adı umut, diğerinin ki yılgınlık. Asi güçlerin, cangılda, dağlarda ve zor şartlarda verdiği mücadele renkli, Che’nin, Birleşmiş Milletler (BM) toplantısı için 1964’te New York’a gidişi (bu bölüm filme belgesel havası katıyor) ise siyah beyaz çekilmiş. Santa Clara’nın gerilla tarafından zaptı sırasında yakalanan takdire şayan görsel zenginlik, Soderberg tarzı ani geçişler, özenilmiş yakın plan çekimler. Filmde: Fidel ve Raul Castro, Bolivya’daki çatışmada yaşamını yitiren Almanya kökenli “Gerilla Tania” (Haydée Tamara Bunke Bider), Fransız gazeteci ve Che’nin arkadaşı Jules Régis Debray, geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz devrimci komutan Juan Almeida Bosque ve Che’nin adını oğluna verdiği can yoldaşı Camilo Cienfuegos (27 yaşında hayatını kaybetmiştir) da var. Che’nin hayat arkadaşı Aleida March, Fidel’in biricik aşkı Celia Sanchez Mandula’yı da es geçmeyelim. Ve her koşulda “dağlara geri dönelim” çağrısını yineleyen İnti Peredo ve kardeşi Coco Peredo... Trinidad doğumlu iki kardeş, Bolivya’da can verirler. Anneleri Selvira Lei ise bir metanet anıtıdır: “Eğer doğurganlığımı yitirmemiş olsaydım, Latin Amerika’nın özgürlüğü için birkaç çocuk daha doğururdum.” Ernesto “Che” Guevara de la Serna Liync. Arjantin’de doğan, doktor önlüğü yerine mavzere sarılan ve sosyalizm bayrağını Guetemala’ya, Küba’ya, Kongo’ya ve Bolivya’ya taşıyan adam. Kadın gazeteci “devrimin sahip olduğu en önemli özellik nedir? diye sorar, Che yanıtlar; “Aşk! Bir devrimci, müthiş bir aşk ile yönetir kendini. İnsanlık aşkı, doğruluk ve adalet aşkı...” Politik yönden bu filmi eleştirmeye yerimiz yetmez. İnsan yönünü verelim derken tepeden tırnağa zaafları olan, zavallı ve aciz bir komutanı resmetmek, ne özgünlüktür ne de tarafsızlıktır. Bence her şeyden önemlisi yapıt, sıcaklıktan ve sevecenlikten muaf, haliyle tutku ve ateş mağduru... O büyük sevdadan eser yok. Che, Küba devriminin komutanı Fidel’i “devrimciliğin olanca ateşiyle kucaklar”... Che’den yaklaşık beş yıl sonra gençlik önderlerinden Deniz Gezmiş, darağacına yürümeden önce ailesine bıraktığı son mektubunda; aynı cümleyi kurar. Devrimcilik, dünyanın en zor mesleği değil midir? İnanç, sevgi ve cesaret ile kurulan bir büyük yapının ustasıdır Che, “dünyanın neresinde haksız yere bir tokat patlasa birinin yüzünde, onu yüreğinde hissedebilmektir” diyebilendir. alperturgut@cumhuriyet.com.tr Keşke çekmeseydim Steven Soderberg, “The Guardian”a verdiği röportajda, oldukça mutsuz ve umutsuz bir portre çizdi. Kariyerinin sonuna geldiğini düşünüyordu: “İki üç yıl içinde zaten kara listedeki bir yönetmen haline gelirim. Bir filme başladığımda her sabah ‘umarım proje hâlâ devam ediyordur’ diye kalkmaktan sıkıldım. Hayatım boyunca yapmayı düşlediğim üç, dört proje kaldı. Onları da tamamlayınca sessizce kaybolmayı düşünüyorum. Artık yeni şeyler hayâl edemiyorum”. Soderberg, Che filmiyle ilgili soruya ise şu yanıtı verdi; “Keşke Che’yi hiç çekmeseydim. Olağanüstü küçük bir bütçe ve takvimle çalışmak zorunda kaldık. Filmden memnunum ama hayatımı en az üç dört yıl kısalttı. Herkes projeden biraz korktu. Hem onu sevenler, hem de ondan nefret edenler tarafından çok sıkı bir şekilde eleştirildik. Sadece oyuncular değil, tüm ekip bu eleştirilerden rahatsız oldu, motivasyonları düştü ve istediklerimizi gerçekleştiremedik”. Oyunculuğa olan ilginizi nasıl keşfettiniz? İlkokul sonunda yapılan müsamerelerde hissettim bu ilgiyi aslında. Sahnedeydim ve çok keyifliydim. Sonra bunun üstüne düşmek istedim. Ailem de destek oldu bana. Yani geçici bir heves gibi bakmadılar bu işe. Sonra kurslara yazıldım ve ondan sonra Çağan Irmak’la tanıştım. Böylece Bana Şans Dile’yi çektik. Ardından da Ömer Kavur’la tanıştım. Zaten o filmdeki rolünüzle ödül de aldınız ve bir anlamda hızlı bir giriş yaptınız... Evet. Ama o filmde oynamamı sağlayarak Ömer Hoca bana ödülü vermişti bile... Henüz daha çok gençken bile önemli isimlerle çalıştınız. Kendinizi şanslı hissediyor musunuz? Evet, bu anlamda her zaman kendimi çok şanslı hissediyorum. Sinema kariyeri açısından ne bekliyorsunuz, ne umut ediyorsunuz?Güzel filmler çekmek istiyorum. Umarım daha çok senaryolar okuyabilirim. Ve vakit geçtikçe bu katlanır ve kuvvetlenir. Hem senaryo sayısı olarak, hem de işimi iyi yaptığımın göstergesi olarak. Kendi adıma sadece görmek istediğim bu. 24 yaşındasınız ve şimdiden önemli işlere imza attınız. Sizce farkınız nedir? Nasıl bu başarıyı yakaladınız? Teşekkür ederim, ben de bu durumu çok önemsiyorum gerçekten. Ama açıkcası çok farkım olduğunu düşünmüyorum. Ben sadece işimi yapmaya çalışıyorum, bir fark varsa o da budur herhalde. okuyarak geçirmek bile benim için çok önemli bir durum. Ama bunun için illa okula gitmeye gerek yok tabii. Okul olmadan da oluyor işte. Ben böyle yaşıyorum, böyle çalışıyorum sonuçta. Eğitim kesinlikle gerekli ama okulun şart olduğunu düşünmüyorum. Yani bu işin bir tekniği var sonuçta, ama bu teknik alaylı olarak da öğrenilebilir. KAFAYI SERİN TUTMAK GEREK ‘Sonsuz’ izleyenlere ne anlatıyor?Ben senaryoyu ilk okuduğumda şunu hissetmiştim... Sonsuz, bir umut hikayesi aslında. Bir yolculuk ve arayış hikayesi... Üç karakter üzerinden devam ediyor bu hikaye. Süleyman Turan, Ferhat Gündoğdu ve benim oynadığım karakterler bunlar. Ardından Süleyman Abi’nin aramızdan ayrılmasıyla Şevket Çoruh dahil oluyor... Kaçma ve kovalamalı... Aslında ben filmi izledikten sonra tek kafama taktığım şey şu oldu... Hayatı çok fazla ciddiye alarak yaşamamak lazım. Ama çok sallayarak da yaşamamalıyız tabii... Kafayı serin tutarak yaşamak gerekiyor aslında. Filmden benim anladığım bu. Sonsuz vizyona girdi. Gelecekte belli projeleriniz var mı? Bu sezon dizilerde oynamayacağım gibi görünüyor. İtalya’da çekilecek ‘Sinyor Enrika’ isimli bir film projesi var. Ali İlhan yönetmenliğini yapacak. Kasım’ın ilk haftası onu çekmeye başlayacağız. Yine de ben sete çıkmadan başladım diyemiyorum ama görünen takvim böyle. Kasım’dan Aralık’ın ilk haftasına kadar. Sonra üç hafta da İstanbul’da çekimler yapılacak. Ben bir Türk gencini oynayacağım. Ondan sonra bir tane daha film projesi var ama henüz tamam demediğim için ondan bahsetmeyeyim. Belki futbolcuyu oynarım... Bu kadar genç olmanıza rağmen çok kararlı ilerliyorsunuz. Oyunculuktan başka yapmak istediğiniz şeyler oluyor mu? Bazen Galatasaray maçı ya da milli maç izlerken, topçu olur muydu benden diye aklımdan geçirmiyor değilim. Bir düşünce olarak yani. Küçükken çok isterdim. Baba mesleği olduğu için hep futbola açlıkla büyüdüm. Aklımdan da hala geçiririm. Herhalde 60 70’imi görürsem, o zaman bile geçiriyor olacağım. Belki bir filmde futbolcuyu oynarım, belli mi olur... Eyvah, futbolcu olacaksınız yani sizi bıraksak... Sadece ukde olarak, acaba mı diyorum. İsterdim sonuçta... Ama başka alanlara kayma isteğim yok. Oyunculuğu çok seviyorum gerçekten. Oyuncu olmasam futbolcu olurdum gibi bir durumum yok yani. Bu işin şakası tabii... Yeteneğim olsaydı futbolcu çoktan olurdum zaten ama yeteneğim oyunculukta. Oyunculuk için hedefleriniz neler peki? Şununla oynayım, bununla çalışayım gibi şeyler demiyorum pek. Çünkü daha 24 yaşındayım ve hepsi olabilir. Hayırlısıysa olur zaten, ben öyle bakıyorum bu duruma. Sonuçta ben bana sunulandan mutlu olmayı bilen bir adamım. İstekleriniz olmuyor mu yani oyunculukla ilgili? Yok. Tek isteğim varsa hayatımla alakalı o da temiz kalabilmeyi çok istemem... Gerçekten çok istiyorum. Oyunculukta okullu olmak önemli mi peki sizce? Önemli değil ve önemli... Yani hiçbir şey yapmasanız bile hayatınızın dört yılını sadece tiyatro kitapları Michael Haneke Filmekimi’nde İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Filmekimi, sekizinci yaşında 17–25 Ekim tarihlerinde yine Beyoğlu Emek Sineması’nda. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen, yaklaşan yeni sezonun habercisi olan Filmekimi, seyircilerin yoğun ilgisi üzerine bu yıl dokuz güne uzatıldı. Ayrıca Filmekimi programında bu yıl daha fazla film, daha fazla seansta seyirciyle buluşacak. Huzursuz edici, zorlayıcı, ürpertici filmlerin uzlaşmaz yönetmeni Michael Haneke’nin son filmi Beyaz Bant da Filmekimi’nin merakla beklenen gala filmlerinden. Kamerasını Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’nın Protestan kuzeyinde bir köye çeviren Haneke bu kez sırlar, kötü niyet, entrika ve aile kavgalarıyla örülü Bergmanvari bir köy portresi çiziyor. Film bu yıl Cannes’da Altın Palmiye ve FIPRESCI Ödülleri’nin de sahibi oldu. Yönetmeninin “mutlak değerlerle kurulmuş sistemler terörizme yol açar” tezini açığa çıkaran film, Birinci Dünya Savaşı öncesinde 191314 yıllarında Almanya’nın Protestan kuzeyinde bir köyde olan biteni izliyor ve öğretmenin yönettiği koroyu, korodaki çocukları, onların ailelerini, yani baronu, kâhyayı, papazı, doktoru, ebeyi ve çiftçileri gözlüyor. Tuhaf kazalar, sonunda bir tür ceza ayinine dönüşüyor. Peki tüm bu olanların ardında kim var? Almanya’nın 2010 Oscar aday adayı, yanıtlardan çok sorular sunuyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle