Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Dağların Hakimi (El Rey de la Montaña) Yönetmenliğini Gonzalo López ile Gallego’nun yaptığı filmin başrollerini Leonardo Sbaraglia, María Valverde, Thomas Riordan ile Andrés Juste paylaşıyor. Film, Arjantin sinemasının son dönem örneklerinden biri. Quim, kırsal bölgede karmaşık yollarda arabasını sürmektedir. Ormanlık alana geldiğinde kaybolur. Yolunu bulmaya çalışırken birden üzerine ateş açılır. Mermilerden kaçmaya çalışırken, kendi gibi kaybolduğu belli olan güzel Bea ile tanışır. Birbirlerinden de şüphelenmekle beraber Quim ve Bea ormana doğru kaçmaya başlarlar. Savunmasız şekilde soğuğun ortasında başlayan bu kaçış heyecanlı saatleri beraberinde getirir. Ormanlık alanda tek başlarına kalan Bea ve Quim nerede oldukları belli olmayan silahlı kişilerin hedefi haline gelirler. Ormanda kaybolan ikili, kimden kaçtıklarını ve nereye kaçacaklarını bilmeden git gide çaresiz bir durumun içine sürükleneceklerdir. ? Beni Aya Uçur (Fly Me To The Moon) Senaryosunu Dominic Paris’in yazdığı ve Ben Stassen’in yönettiği 3 boyutlu animasyon film Beni Aya Uçur, çocuk yaştaki üç sineğin Apollo 11 ile uzaya gitme macerasını konu alıyor. Büyükbabası gibi bir maceraperest ve kahraman olmak isteyen sinek Nat, 2 arkadaşını ikna ederek Apollo 11 ile Ay’a gitmeye karar verir. Astronotların uzay başlıklarının içinde unutulmayacak bir yolculuğa çıkan ve bir televizyon kanalında astronotların arkasından dünyaya el sallayan sinekler hem ailelerini telaşlandırır hem de Rusya’da televizyon seyreden sinekleri kıskançlıktan delirtirler. Rus sinekler, Amerikan kahramanlarımızın tamamlamaya çalıştıkları görevi sabote etmek için Yegor adında sinsi bir ajanla anlaşırlar. Nat’in büyükbabası, 50 sene önce Paris’te aşk yaşadığı güzel Rus sineği Nadia ile mucizevi bir şekilde bir araya gelir ve Nadia, Rus sineklerin alçakça planından Büyükbaba’yı haberdar eder. Torununu kurtarmak isteyen Büyükbaba, gençliğindeki enerjisini tekrar içinde hissederek harekete geçer. Bu sırada, uzaygemisinde felakete yol açabilecek bir kısa devre sorunu, Nat ve arkadaşı I.Q.’nun çabalarıyla çözülür. Daha önce sineklerin varlığından ve başardıklarından habersiz olan astronotlar, tebrik etmek yerine sinekleri bir deney tüpünün içine sprey sıkarak hapsederler. Heyecanlı bir olay silsilesi sonrası tüpü kırıp NASA görevlisi Armstrong’un başlığına gizlice giren Nat, o tarihi adımları inceleme zevkine ulaşır. I.Q. ve Scooter ise Aldrin’in başlığının içinde bu tarihi olaya tanıklık eder. Dante 01’deki tinsellik Tutukevi gemisi Dante 01, düşman gezegen Dante’nin boğucu atmosferinde dolaşmaktadır. Gemide yakın gezegenlerin en azılı altı suçlusu (Dominique Pinon, François Levantal, Bruno Lochet, François HadjiLazaro, Dominique Bettenfeld) bulunmaktadır. Bu amansız tutuklular en karanlık çapraşık deneylerin kobaylarıdır. Psikopat güdümleyici César’ın (Dominique Pinon) yönetiminde bir direniş kalkışması başlar. Bu direniş gizemli SaintGeorges’un (Aziz Georges) uzay gemisine gelmesiyle yarıda kalır. İki yıldır uzayda gezinen, uykuya yatırılarak dondurulan SaintGeorges (Lambert Wilson) bilinmeyen bir varlıkla karşılaşan gemi ekibinden sağ olarak ASLI kurtulan tek kişidir. SELÇUK Bu olaydan sonra ekibinin ölümünden sorumlu tutulan SaintGeorges, yörüngesel istasyon Dante 01’de ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Onun sıradan bir adam olmadığını ayrımsayan yönetim SaintGeorges’u gözetlemesi için psikokalıtımbilimci Elisa B’yi(Linh Dan Pham) görevlendirmiştir. SaintGeorges gemiye iner inmez Elisa B’de peşi sıra gelmiştir. SaintGeorges, uzayda yaşadığı deneyim sonucunda iyice güçlenmiş öteki insanların içindeki kötülüğü bularak onları bu kötülükten arındırabilir duruma gelmiştir. yapmanın pahalıya patlayacağını öğrenince bu isteğimden vazgeçtim.” Çizer, çizgi romancı, grafiker, animasyoncu, tasarımcı, senarist, özel efektçi, sanat yönetmeni Marc Caro’nun 1994’ten 2007’ye dek birçok tasarısı reddedilmiş. Onüç yıl süresince klip, kısa metraj çeken, dostlarının sanat yönetmenliğini yapan Caro, ayrıca Fransa’da bilimkurgu yapmanın çok zor olduğunu belirtiyor. Mitik karakter SaintGeorges’u canlandırmaktan son derece hoşnut olan Lambert Wilson olağanüstü, özgürleştirici bir deneyim yaşadığını vurguluyor: KARAKTERLE BÜTÜNLEŞMEK “Fiziksel anlamda değişmek kendimden sıkılmamak için aradığım birşey. Karakterle bütünleşmeyi, yönetmenin evrenini solumayı çok seviyorum. Bilimkurgu ya da çizgiroman uyarlamalarında oynayan Amerikalı oyunculara imreniyorum. Böylelikle onlar coşturucu biçem alıştırmaları yaşayabiliyorlar” diyen Wilson SaintGeorges karakterini dayanıklı bedenine karşın acı çeken bir ruh, başkalarının acısını yutan, bir varlıkça yoklandığından beri özel güçleri olan, beden diliyle kendini açıklayabilen bir iyileştirici olarak tanımlıyor. Bugüne dek ideal karakterleri, düzgün, kravatlı takım elbiseli kimlikleri canlandıran Wilson, Dante 01’den daha çılgın, daha sıradışı projelerde oynamak istiyor: “Bu filmde bana yapmadıklarını bırakmadılar. Her türlü maddeye bulaştım, gözlerimi kabukla örttüler, her açıdan kamera koşumlarıyla bağlandım, karbon gazı yedim, gerçek farelerle çekmeceye kondum, kumla örtüldüm, duman altında kaldım, selofana sarıldım, zamk, pudra, köpükle kaplandım. Yine de aşırı mutluydum.” De battre mon coeur s’est arrêté’tedeki(Kalbim Çarpmaktan Duracak) yorumuyla en iyi yardımcı kadın oyuncu César’ını alan Linh Dan Pham’ın fiziksel Aşk, sen nelere kadirsin Bir Aradayız, Hepsi Bu (Ensemble, C’est Tout), bir arada olmak denilen o kusursuz büyüyle harmanlanan, değişime, gelişime ve aşka dair bir film. Paylaşma, vicdan ve umut… Yaşamın başka ne ALPER anlamı olabilir ki… TURGUT Bir Aradayız, Hepsi Bu’yu 74 yaşındaki alperturgut.blogcu.com deneyimli aktör, senarist, yapımcı ve yönetmen Claude Berri çekti. Berri’nin kamera arkasında “bir, iki, üç ve motor” dediği yapıtlar arasında Jean de Florette ve devamı Manon des Sources, Fransızların en meşhur yazarlarından Emile Zola’nın başyapıtından uyarlama Germinal ile Lucie Aubrac ve Uranus sayılabilir. Film, aynı zamanda öğretmenlik yapan genç kadın yazar Anna Gavalda‘nın aynı adlı çoksatar romanından adapte edildi. Fransız sinemasının son yıllarda parlayan iki yıldızı Audrey Tautou (Amelie) ve Guillaume Canet (Cesaretin Var mı Aşka) ise başrolleri paylaştı. Önümüzdeki Cuma günü sinemaseverlerle buluşacak olan Bir Aradayız, Hepsi Bu, aşkla anılan kentlerin en ünlüsü Paris’te geçen romantizm dozu epeyi yüksek bir öykü… Sabun köpüğünden bir üst mertebe diyebileceğimiz bu filmin, elemle başlayıp saadete eren tipik örneklerinden daha iyi kotarıldığı ise aşikâr. Sevdanın büyülü gerçekçiliği, insanı değiştirmekteki emsalsiz kabiliyeti ve dahası… Sevi hikâyelerinin her zaman, her yerde ve her koşulda alıcıları vardır. Kim bilir belki de bu film, size hitap ediyordur. İştahsızlık hastalığından mustarip temizlik işçisi Camille, yufka yürekli ancak hayatı boşladıkça karakterini sıfırlayan aşçı Franck ve kekemeliği yüzünden insanlardan kaçan iyilik meleği genç aristokrat Philibert, aynı apartmanda oturmaktadırlar. Devasa dairesinde kira karşılığı Franck’ı barındıran Philibert, kendisine uzun zaman sonra ilk gülümseyen kadın olan zarif Camille ile dostluk kurar. Kış vakti tavan arasındaki küçük ve köhne odasında, hastalığının iyice güçten düşürdüğü bedeni tir tir titreyen Camille, biraz da zorunluluktan Philibert’in sıcak dairesine taşınmaya razı gelir. Hassas Camille’nin varlığıyla rahatı kaçan kaba Franck, çok geçmeden genç kadını düşman beller. Büyük aşklar kavgayla başlar ya, ikisinin arasındaki bu itiş kakış da, aslında aşkın müjdecisidir. Zıtlıklar kısa sürede törpülenir, kıyasıya tartışmalar diner, barış ve huzur egemenliğini ilan eder. Hatta kadın avcısı Franck, Camille’in masumiyetiyle büyümeye heveslenir. Philibert, kendisini bedbaht eden kekelemeyi yenmek için tiyatroya kaydolur. Camille ise adeta mutluluk sarhoşudur. Sonra aralarına Franck’ın hastaneye benzer huzurevinde kalan dünya tatlısı inatçı anneannesi de katılır. Birlikte acıyı göğüslemeyi, birlikte kahkaha koy vermeyi öğreneceklerdir. ANAMORF Anamorf (Anamorph), yönetmen Henry Miller’ın ikinci uzun metrajlı filmi… Başrollerde sinemanın yüz akı diyebileceğimiz iki usta ve ekstra yetenekli aktör Willem Dafoe ve Peter Stormare var. Filmin adı, Rönesans döneminde gelişen bir resim tekniği olan Anamorphosis’den geliyor. Perspektif kurallarını alt üst eden bu akım, bir tuvalde iki resim sergilemeyi sağlıyor. Şayet filme gelirsek, öncelikle senaryonun ayakları yere basmıyor ve olaylar örgüsü, kısa sürede kördüğüme dönüşüyor. Sahibinden az kullanılmış sanatsal polisiye diye tarifelendirebileceğimiz bu keşmekeş, dedektiflik hikâyelerine bayılanlar için tavsiye edilebilir. Vizyona dün giren Anamorph’un konusu ise kısaca şöyle; delideha karışımlı kurt dedektif Stan Aubrey, her biri insanı doğasından nefret ettiren vahşi cinayetleri çözmekten psikolojisini yitirmiştir. Seri cinayetler tekrar başlayınca ekibin başına geçen Stan, sanatçı katilin, beş yıl önce tutukladığı Eddie adlı adamın halefi olduğunu görür. Her cinayet mahalli, maharetli bir ressamın fırçasından çıkmış gibidir. Seri katilin sadece kendisine mesaj bıraktığını gören Stan, ilerledikçe bu kanlı oyuna dâhil olacaktır. İLAHİ KOMEDYA’YA GÖNDERME JeanPierre Jeunet ile ortaklaşa yönettiği Delicatessen (Şarküteri/1991) ve La cité des enfants perdus’den (Kayıp Çocuklar Şehri/1994) beri onüç yıldır film yapmayan Marc Caro, ilk uzun metrajı Dante 01’de (2007) uzay tutukevine gelen SaintGeorges’un varlığıyla ve belirgin ilkeleriyle çevresini, yerleşik durumları değiştirmesini anlatıyor. Bilinmeyen gizemli bir varlıkça ele geçirilen SaintGeorges edindiği bu yeni gücüyle öteki tutukluların düşmanca davranışlarına karşı koyar, Dante gezegeninden yansıyan kötülük yüklü çekimden kurtulmalarını sağlar. Marc Caro felsefi içerik taşıyan bilimkurgusunda Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sına gönderme yapar. Cehennem, Araf ve Cennet başlıklı üç bölümden oluşan yapıtta, Dante’nin günahlardan ve karanlıktan ilahi aydınlığa doğru yaptığı yolculukla, yolculuğun sonunda Tanrı’yı görmesi anlatılır. İlahi Komedya, insanlık tarihinin çelişkileriyle birlikte yüce bir düzenin sırlarını çözmeye çalışır. Cehennem bölümündeki “Cehenneme İniş” erginlemelerde yaşanan bir deneyimdir. Bu deneyimi yaşayan erginleme adayı bedensel öğelerden, çökelmiş karışık tortulardan arınarak “ikinci doğuş” diye adlandırılan saf bilince ulaşır. Yeraltına inerken acılı deneyimler geçiren birey tümüyle paklanıp saflaşır. Buna ölüm deneyimi de denir. Vicdani hesaplaşma denilen bu deneyimde her insan öldükten sonra kendi kendini yargılar, kefaretini öder, olumsuz düşüncelerden kurtulur. Böylece arınan, saflaşan birey bir anlamda da yeniden doğar. SaintGeorges’da, Dante 01’deki tutukluları günahlarından arındırmaya mı gelmiştir? değişimi ondört saatlik bir fotoğraf seansında gerçekleşmiş. Pham’ın saçları Caro’nun Kayıp Çocuklar Şehri’nden beri birlikte çalıştığı ünlülerin kuaförü John Nollet tarafından traşlanmış. Pham bu deneyimini “Duruşu, davranış biçemini değiştiriyor, yürüyüşünüzü, beden dilinizi, bakışınızı etkiliyor” diyerek özetliyor. Dante 01’de herkes rahipler benzeri saçsız, bu da öykünün tinsel yanını vurguluyor. İnsan düşüncesindeki tinsellik kavramı insanı araca dönüştürmeden geçer. Dün gösterime giren klostrofobik Dante 01, olağanüstü bir görsellik ve tinsellik içeriyor. AŞKIN İNGİLİZCESİ Dün gösterime giren Aşkın İngilizcesi (Broken English), Amerikan sinemasında hatırı sayılır bir yer edinen Yunan asıllı Cassavetes sülalesinin en genç üyesi Zoe Cassavetes tarafından yazıldı ve çekildi. Bağımsız filmlerle ilgimize mazhar olan güzel aktris Parker Posey ise, Aşkın İngilizcesi’ni izlenebilir kılan yegâne şey… Aşk, arada kalmışlık, düzeyli ve düzeysiz (ne demekse artık) ikili ilişkilere kendi penceresinden müstehzi bir gülücük gönderen bu yapım, asla ve asla tozpembe düşlerinden vazgeçmeyenlerimiz için birebir. 30’lar kulübünde hüküm süren hanım kızımız Manhattanlı Nora Wilder, hiç istemediği bir işte çalışmakta ve anlamsız birlikteliklerin yükünü taşıyamayan ruhunu iyiden iyiye cendereye sokmaktadır. En yakın arkadaşı Audrey’nin eşsiz görünen evliliğine (tabii ki yanılsamadır) gıpta eden Nora, diğer yandan da cadı kılıklı çokbilmiş annesinin iğneleyici dilinden kurtulamamaktadır. Günü gelir, yakışıklı, tutkulu ve bıçkın Fransız Julien’le yaşadığı birkaç gün ona gerçek aşkı sunar. Ancak Nora, nazlı bir tereddüt sonucu Julien’in Paris’e dönmesine neden olur. Sonrası mı? Ya tahmin edin ya da gidip sinemada izleyin derim. GERÇEK DEKORLAR Caro, özgün senaryosunu Guerriers du Silence (Sessizliğin Savaşçıları/1994 Julia Verlanger ve Büyük Düş ödülü), La Citadelle Hyponéros (Hyponeros Kalesi/2000 Cosmos ödülü), Wang’ı(1997 Tour Eiffel Bilimkurgu ödülü) yazan Pierre Bordage’la gerçekleştirdi. Gerçek dekorlar ve mekanik efektler kullanan, bunların filme özgünlük kattığını savunan Caro, Dante 01’in bir özel efekt çalışması olmadığını belirtiyor: “Bütçem kısıtlı olduğu için kapalı bir mekanda, yörüngesel bir uzay istasyonunda çalışmayı yeğledim. Başta herşeyin dairesel olmasını istiyordum ama kare bir stüdyoyu yuvarlak C MY B C MY B