22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Galeri kapalı sergi açık ‘İstiklal Serüveni’ başlıklı güncel sanat sergi dizisine ‘Pala Şair’in heykeliyle katılan Halil Altındere farklı yaklaşımıyla tartışma yarattı Galeriler genelde sergiler nedeniyle açık olurlar, gel gelelim İstiklal Caddesi’ndeki Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi 5 Ekim’e dek Halil Altındere‘nin ‘Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim’ adlı sergisi dolayısıyla kapalı. Sanatçı, René Block ELİF editörlüğünde hazırlanan BEREKETLİ “İstiklâl Serüveni” başlıklı güncel sanat sergi dizisinde sıra kendisine gelince İstiklâl Caddesi’nden tanıyageldiğimiz Pala Şair’in balmumundan yapılma heykelini bir zırh içinde galerinin kapısının hemen önünde sergilemeyi, galeriyi de gazetelerle kaplayıp ‘Bunun Bir sergi Olduğundan Emin Halil Altındere Değilim’ demeyi tercih etti. Altındere, Pala heykeliyle caddenin enerjisine katıldığını, Pala’ya ise hakkını teslim ettiğini düşünüyor. Ne var ki, sergi yalnızca Pala Şair’in heykelinden ibaret değil. Kapıya bırakılan ‘Galeri 5 Ekim’e dek Halil Altındere sergisi dolayısıyla kapalıdır’ notu, galerinin bu nedenle kapalı olması durumu ve serginin adından oluşan kavramsal üçlemenin de oluşturduğu bir güncel sanat yapıtı da var işin içinde. Kavramsal sanat tarihine baktığımızda boş galerilerin sergilendiği ve boşlukdoluluk kavramlarının irdelendiğini görmemiz mümkün. Ancak Altındere’ye göre bu sergide durum biraz farklı. Galerinin kapalı olmasının tek nedeni ‘galerinin kapalı olmasının istenmesi’ değil, aynı zamanda dışarıda devam edegelen ve göz önünde bulundurmamız gereken bir sergi de var. Kısacası, galeri serginin hem öznesi hem de nesnesi. Figür niçin Pala Şair? Mevzu yalnızca İstiklal Caddesi’nin ruhunu yansıtmaksa bu binlerce farklı şey olabilirdi? Bu karar hem benim sanatsal serüvenimle, hem galerinin üzerinde bulunduğu caddenin belleğiyle, hem de buradan geçen tesadüfi kişilerin sözsel veya gözsel temasıyla ilintili. Ancak, Pala Şair bu figürlerin en bilindik olanıydı diyebilirim. Kar kış, gece gündüz demeden buralardaydı. Yoldan geçenlerin % 80’i tanıyor onu, o buraya mal olmuş; heykel buraya konduktan sonra anladık. Yaşamını fotoğraf çektirerek kazanıyordu ve fotoğrafının çekilmesini öyle çok seviyordu ki, heykelinin yapılacağını duyunca dört köşe olmuştu. Aslında öyle son derece özel bir bağım yok, yalnızca hakkını teslim etmek istedim. Fakat tabii bir yandan biraz da malzemenin çağrışımıyla ilgili benim bunu seçmiş olmam. Balmumu, politikacılar, üst tabaka insanlar için kullanılan bir malzemedir, sokaktaki insanın balmumu heykeli olmaz. Malzemenin anlamını ters yüz etmek istedim bu şekilde. Altı üste çıkardım. Ama bu heykelden sonra anladık ki aslında Pala en yüksek sandığımız kişilerden de üstün İstiklal Caddesi’nde. Bir siyasetçi 2 yılda unutulur. Ne var ki, bazı kişiler vardır ki, unutulamazlar. Pala unutulmayacak ve bu kadar kişinin belleğindeyse demek ki balmumunu hak etmiş. Bir de serginin diğer boyutu olan ‘kapalı galeri’, serginin adı ve de gazete kağıtlarıyla kaplı kapıya bıraktığınız not gibi kavramsal bir durum var... Serginin başlığı sokaktan geçen birinin kafasındaki soru işareti aynı zamanda. Galeri ise kapalı çünkü sergi dışarıda; ya da kapalı, çünkü sanatçı girmek istemiyor. Bu her iki şekilde, kurum eleştirisi ya da tavır olarak algılanabilir. Bir de o girmeme öyküsünün kendisinin de yapıta dönüştüğü bir paslaşma hali var. Pala Şair’in heykeli ve bu kavramsal durum paslaşmalı olarak sergiyi oluşturuyor; iki durum da ‘birbirinden dolayı’ var. Sistemin göbeğindeyiz ama onu tartışabiliriz İşin kavramsal boyutunu anlayan oluyor mu sizce yoldan geçenler arasından? İnsanların onunla yüzleşip o anı benimsemeleri benim istediğim. O anki düşünceleri, o an önemli olan, daha fazlasına anlam yüklemiyorum çünkü. Pala Şair heykeli ayakları yere basan bir figür, anlaşılmaması mümkün değil. Kavramsal olan kısmını ise, evet yalnızca sanat ortamının elitistleri anlayabilir. Ama dışarıda 15 metrelik billboard’u olan Pala Şair. İnsanlar işte onu görür, bu not bu gazete ne burada demezler. Burası Türkiye’nin en kalabalık caddesi, günde 1 milyon kişi geçiyor, br başka deyişle yaklaşık 28 milyon kişi bu sergiyi görecek. Bu tam da kamunun içindeki sanat, ama yine de bir sınır durum. Başka bir yerde olsaydı zanaat olurdu ama bir sanat galerisinde olduğu için sanat etiketi atfedilebiliyor. Zaten benim işim de sınır durumda, bu iş belediyede sergilense belki de çok ayrı bir şey olacaktı. Ama yapan kişi sanatçı olduğu için, galeride sergilendiği için adı sanat. Bu sanat olmayla olmama arasında. Gerçi, her şeyden ötesi, bilemiyorum, belki de anlıyorlardır. Bir yanda sizin yıllardır takındığınız anarşizan, düzen karşıtı bir tavır var ve şimdi bir banka galerisinin içinde olmasa da çatısı altında bir sergi açıyorsunuz. Ama öyle kaçamak bir durum yaratmışsınız ki, size kimse ‘Neden yaptın bunu?’ diyemez, çünkü siz ‘Bunun bir sergi olduğundan emin değilim, galerinin içine girmedim’ der ve işin içinden kaçarsınız sanki... Kaçacak bir durum yok, çünkü olay zaten ortada. Ben hiçbir zaman ‘Sistemin dışındayım’ demedim. Böyle bir şey de olamaz zaten, sistemin tam da göbeğindeyiz. Ama şöyle bir durum var ki, sistemin içinde olup da onunla tartışabilirsin de... Teslim olmadan, kendi kurallarını kabul ettirerek bir şeyler yapabilirsin. Benim sanatsal anlayışım bu. ONLARI TOKATLIYORUM Sistem dışılık gibi bir iddianız yok yani? Sistem dışılık diye bir şey yok ki! Bu bir yanılsama. Bu biraz romantik bir duruş olurdu açıkçası. ‘Teslim oldum’ demiyorum ama. Bir keresinde şöyle bir söz duymuştum, ‘Sistemin içerisindeyim, çünkü yumuşak yerini öğrenip onu alaşağı etmek istiyorum’. Bu yapılan, sistemi tanımak açısından önemli bir durum. Kurumlarla flörtünüzde kendinizi nasıl gösterdiğiniz, nasıl konumlandığınız önemli yani. Peki size bu yafta nasıl yapıştı? Çünkü bir şey yaparken ‘Acaba yasak mı değil mi?’ diye sorgulayıp kolluk kuvvetlerinden izin almıyorum. Ben bir şey yapmak istersem yaparım, risk alırım, bedeli varsa da öderim. Sanat çevresinden bazı kimseler, ‘Yakışıyor mu böyle bir kuruma bu gazeteler, kapanan galeri hikayeleri’ diyorlarmış. Ben onları kaşıyorum, tokatlıyorum; böyle tepkiler olasıdır. Dağların çocuğu Pala Şair Adı Mustafa Yağcı, lâkabı Pala Şair. Tokat, Erbaa doğumlu. 18 yaşında bir gönül meselesinden dolayı İstanbul’a gelmiş. Eğitimini köy mektebinde almış, ama çevresindekilere göre farklı, ilim öğrenmeye meraklı biri. 16 yıl boyunca Ağa Camii’nin önünde durdu. Geçimini fotoğraf çektirdiği turistlerden aldığı birkaç kuruşla sağlıyordu. İkameti her daim Beyoğlu’nda olsa da düzenli kaldığı bir mekânı yoktu. Madalya ve rozetleri en değerli varlığıydı. Şiir yazar, türkü söylerdi. Atatürk’ü çok severdi; en büyük dileği milletvekili olmaktı. Hayatının kadınını bulsa pala bıyıklarını kesecekti. Bir rivayete göre kartvizitinde “Tarihlere sayfa açan üstün Türk düşünürü, dağların çocuğu, Pala Şair” yazıyordu. Beyoğlu’ndaki varlığını kültürel bir hizmet olarak görüyordu, fotoğrafçı Erhan Şermet‘in bir tasarısında hayatın anlamının “kültürüne sahip çıkmak” olduğunu söylemişti. 5 Mayıs’ta kalp krizinden yaşama gözlerini yuman Pala Şair, şimdi Silivri Yakuplu Mezarlığı’nda. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle