19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türkiye kendini dünyaya göstermeli İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı’nın yönetim kurulu üyesi Ali Güreli, sanata destek istiyor ‘2010 İstanbul Kültür Başkenti’ diyoruz ama acaba İstanbul kültür başkenti olmaya hazır mı? Yeterince kültür ve sanat etkinlikleri yapılıyor mu? Türk sanatçılarımız yurt dışında tanınıyor mu? Etkinlikler için yeterli donanıma sahip mekanlarımız var mı? Ya da ne yapmalıyız da bunları tersine çevirmeliyiz? Neden yeterince uluslarası sergimiz, fuarımız yok? Bunların olmasının önündeki engeller nedir?.. Tüm bunları Sofa Otel ve Contemporary İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’ye sorduk. Klasik otelcilik anlayışını değiştirmiş, gelen konuklara otelin pek çok köşesinde çağdaş sanat eserleri sergileyen, hatta içinde sergi alanı da bulunduran bir otelin yanısıra dünyanın ve Türkiye’nin en önemli çağdaş sanat eserlerini sergileyen fuarın Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’ye... Çünkü Sofa Otel’de Türkiye’ye gelmesi oldukça zor, dünyada öne çıkmış çağdaş sanat eserleri sergileniyor. Üstelik de otelin her köşesinde... Çünkü bu yıl 1619 Ekim tarihleri arasında yapılacak olan Contemporary İstanbul, Türkiye’nin en önemli uluslararası çağdaş sanat fuarlarından. Yani Ali Güreli işin içinden biri, sanata destek veren biri... Buyrun İstanbul’daki kültür sanat etkinliklerinin azlığının nedenlerine ve çözümlerine... Türkiye’deki kültür sanat etkinlikleri bugün çok yetersiz değil mi? Asla yeterli değil ama zaten bu işin yeterli denilebileceği bir boyutu da yok. Ama bizde ayrıca çok az oluyor sanki. Bunun nedeni desteksizlik diyenler var. Evet. Ülkelerin gelişmesinde bu tür ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu biz yavaş yavaş anlıyoruz. Gelişmiş ülkeler çok önce anlamış tabii bunu. Merkezi hükümetin genel bütçeden kültürel etkinlikleri destek amacıyla ayardığı miktar, aslında ülkelerin medeniyet seviyelerinin göstergeleri. Türkiye’de bu miktar %1’in altında. Gelişmiş ülkelerde ise, %4’leri buluyor. Mesela 2009 yılı İstanbul ve Berlin arasında 20. kardeşlik yılı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle Berlin Senatosu bir işbirliği içerisindeler. Contemporary İstanbul olarak biz bundan altı ay önce Berlin Senatosu’yla anlaştık. Onların desteğiyle Berlin’den 15 sanat galerisi gelecek bu sene Contemporary İstanbul’a. Bunun tüm bütçesini Berlin şehri destekliyor, dolayısıyla da iş kolaylaşıyor. Türkiye’nin de şehirleriyle, merkezi hükümetiyle bunları destekler hale gelmesi lazım. Aslında 2010 bunun için de bir fırsat çünkü ayrılan çok ciddi bir bütçe var, 1 trilyon liraya yakın. Bize aktarılan bilgiye göre bunun %65’i İstanbul’daki kültürel alt yapının yani, eski binaların kültürel amaçlı kullanımına yönelik restarosyonu için harcanacak. Uluslararası sanat fuarları neden daha çok yapılmıyor sizce? Bizde garip bir sorun var, Türkiye’de sanatın el değiştirmesinin üzerinde çok ciddi vergi yükleri var. Sanat eserinin üzerine stopaj ekleniyor ve eğer kurumsal bir yapı varsa üstüne bir de KDV ekleniyor. Stopaj artı KDV, %35’lere geliyor ve bu da son derece caydırıcı. Ayrıca bu da insanları mecburen kayıtsız ekonomiye itiyor. 100 lira olar bir resmi 135 yapıp 35’ini vergiye vermek zor. Bunun çözülmesi lazım. Bu şekilde sanat eserlerinin değerleri çok büyük rakkamlara ulaşıyor ve satılamaz, el değiştiremez hale geliyor. KDV’nin %8’e, şu an %20 olan stopajın da en azından yarısına inmesi lazım. Böylece kayıtlı ekonomi büyür ve insanlar da kolaylıkla sanat eserleri alıp, vergilerini ödeyebilir. Daha çok sanat fuarının yapılabilmesi için bu sorunları çözmek lazım. Bir de uluslararası fuarlar için başka bir sorun daha var. Gümrüklerde sanatın dolaşımına yönelik mevzuat bizde çok büyük zorluklar içeriyor. Satan da, alan da tam güvenemiyor. ‘Acaba gümrükte sanat eserinin başına bir şey gelir mi’ diye düşünüyorlar ve sanat eserlerini Türkiye’deki fuarlara yollamıyorlar. Peki ya Türk sanatçıların eserlerinin yurt dışına gitmesi ve tanınması? Türkiye’deki sanat galerilerinin aynı sanayide, tekstilde olduğu gibi yurt dışındaki fuarlara katılmaları gerekiyor. Sanayicilerin tekstilcilerin fuar katılım bedelinin %50’sini devlet ödüyor. Bunu galeriler için de ödemeliler. Böylece Türk sanatçılar da yurt dışında tanınacak. Bu sanatçımızın, böyle eserleri var demeliyiz yurt dışında. Bizde çok iyi seviyede bir çağdaş sanat üretiliyor bu arada gerçekten. Tabii yetersiz, çok daha fazla üretilmesi lazım ama şu haliyle bile birçok sanatçı yurt dışında tanınır hale geliyor. Uluslararası çok önemli bir sanat fuarına bakıyorsunuz mesela, sadece Almanya’dan 40 tane galeri gelmiş. Oysa Türkiye’den hiç... Olmaz böyle, en azından 10 tane galerinin yurt dışındaki bu tarz fuarlara katılması gerekir. Bu arada bunca yıldır gördüm ki, bu işin özü dünyadaki iletişim ağınızı genişletmek ve doğru noktalara ulaşmak. Siz bu dünyada karar verici, iş üretici, satın alan, satıcı ne kadar çok insana ulaşırsanız gücünüz ve iş yapma hacminiz o kadar büyüyor. Onun için Türkiye iş ağını geliştirmeli ve dünyaya göstermeli. figenatalay?yahoo.com Faks: 0 212 343 72 64 20 EYLÜL 2008 CUMARTESİ 5 ŞİRİN GÜVEN Sorumsuz, öfkeli çocuklar yetiştirmeyin Yeni nesil annebabalar, özgür, kendine güvenen, bilgili çocuk yetiştirdiklerini düşünerek sınırsız, başkalarının özgürlük ve haklarına saygı duymayan, sorumluluk almayan, hep başkalarının onlar adına sorun çözmesini bekleyen çocuklar yetiştirmeye başladılar. Bunun olumsuz sonuçlarını, hepimiz, hemen her ortamda görüyoruz. Yeni nesil çocuklar ve anababaları bazen çok sevimsiz oluyorlar. Okulda, doğum günü partilerinde, sinemada, sokakta, oyun parkında, otobüste, lokantada, alışveriş merkezinde, markette... Her yerde görebilirsiniz onları. Bağıran, tepinen, yaşıtlarının ya da daha küçüklerin oyuncaklarını ellerinden alan, vuran, FİGEN küfreden çocuklar ve onları hiçbir şey müdahale etmeden, hatta ATALAY yapmadan, gülümseyerek izleyen anneler... Bir kere bu çocukların çok “hassas” bir özgüvenleri var nedense! Anneleri, “aman çocuğumun özgüveni zedelenmesin” diye çocuk ne yaparsa yapsın sesini çıkarmıyor. Sınır konulmayan, ne kadar olumsuz davranırsa davransın ceza verilmeyen, hatasının bedelini yaşamayan, sorumluluk almayan, saygısızlığı, bencilliği desteklenen çocuklarla ilgili gözlemlerimi, yetişkin ve çocuk psikiyatristi Prof. Dr. Bengi Semerci’ye aktardığımda, bu durumu yıllardır yazdığını ve konuşmalarında ele aldığını, bunu düzeltmenin yolunun da, kurallı, düzgün, yaşına uygun bilgilendirilen ve kontrol edilen çocuk yetiştirmekten geçtiğini söyledi. Prof. Semerci, yeni nesil annebaba tutumlarını şöyle anlattı: “(Ah, ben ona hiç hayır! diyemiyorum. O kadar çok seviyorum ki üzülmesine dayanamıyorum) Bir çok anne baba bu cümleyi sıkça tekrarlıyor. Ona hayır dememenin sevgisini göstermek olmadığını bilmeden, hatta bazen zarar verici olduğunu düşünmeden. Nelere hayır diyemediklerine baktığımızda çocuğun neredeyse tüm yaşamını görebilirsiniz. Uyku saatinden, yemek yeme düzenine, ders çalışmasına, televizyon seyretmekten, kendine zarar verecek şeyleri denemesine değin gider. Sonuç olarak, anne babalar ya artık hiçbir zaman hayır diyemiyorlar. Onlara ya, çocuklarının gözlerinin önünde zararlı alışkanlıklara kapılmasını, okuldan kopmasını, gitmelerini istemedikleri yerlere gitmelerini çaresizlik içinde seyretmek kalıyor ya da günün birinde kendilerini, çok sıkıştıkları bir anda hayır dediklerini gören, o zamana kadar hayırın anlamını öğrenmediği için şaşkın ve isyankar çocuklarına nedenleri anlatmaya çalışırken buluyorlar.” Ceza ve sınır arasındaki ince çizgi Çocuk yürümeye başladığı andan itibaren evin içinde bir güç gösterisi başlar. İstediğini almaya ve ellemeye çalışan çocukla, ona engel olamaya çalışan büyükler arasındaki bu çatışma, doğru davranılmadığında büyük bir sorun haline gelir. Evdeki eşya çocuğun ulaşamayacağı yerlere kaldırılmaya başlanır, eline aldığında kızılır, ama bazen de oynamasına izin verilir. Çocuk bir türlü büyüklerin yapmaya çalıştığını anlamaz. Yapmaması gerektiğini değil, büyükleri nasıl ikna edeceğini düşünmeye başlar. Oysa kararlı, devamlı ve doğru söylenen “hayır” çocuk için anlamlı olacaktır. Bir süre sonra ne yapacağını, ne yapmamasını öğrenen çocuk, yaptığı ve yapmadığı için ödeyeceği bedeli, kazanacağı değeri de öğrenmiş olmalıdır. Cezalar, çocuğun canını fiziksel olarak yakmayacak, çocuğun yaşına uygun ve bir çeşit bedel ödeme olarak kabul edilebilecek şeylerdir. Çocuğun bir kez daha aynı şeyi yaptığında aynı yaptırımla karşılaşacağı durumlardır. Cezalar mutlaka çocuğun yaşına ve gelişim dönemine uygun olmalıdır. Ayrıca çocuk o cezayı daha önce öğrendiği ve yapmaması gereken bir durum için aldığını bilmelidir. Duruma uygun, haklı bir ceza çocuğu üzmez. Prof. Dr. Bengi Semerci, ceza ve sınır konusunda ergenlik çağı başlangıcında olan bir çocuğun bilgisayarla ilişkisini örnek veriyor: “Ergenlik başlangıcında olan bir çocuğun ne kadar bilgisayar oynama hakkı olduğunu, ders çalışması gerektiğini ve bunun görevi olduğunu öğrenmiş olması gerekir. Ayrıca gelişimsel geriliği yoksa, yaşı gereği isteklerini erteleyebilmesi beklenir. Bu durumda onun gelişimini ve görevlerini aksatacak, olumsuz olarak etkileyecek oranda bilgisayar oynamasına engel olmak zarar vermek bir yana, onun yararınadır. Hatta anne babasının görevidir. Bunun adı ceza değildir. Bu sınır koyabilmektir ve gereklidir. Eğer sınır koymanıza rağmen devam ediyor, görevlerini aksatıyorsa bilgisayarı tamamen kaldırabilirsiniz. Bunu çocuk ceza olarak kabul edecektir. Ama aslında hâlâ sınır koymaktır. Ceza, bunu yaptığınızda kızgınlıkla kötü sözler söyler, yıkıcı davranışlarda bulunur, yalan söyler ya da benzer şeyler yaparsa, o zaman başka hakkını kısıtlamak olabilir. Bu da çocuğu ruhsal sorun yaratacak şekilde zedelemez. Aksine davranışlarını düşünmesine, yaptıklarını kendinin denetlemesi gerektiğini anlamasına neden olur. Çocuklarımıza sınır koymamız veya ceza vermemiz onları sevmekle ilgili değildir. Onlara da bunun sevgi ile ilgili olmadığını anlatmalıyız. Onlar hata yapsalar da, beklentilerimizi karşılamasalar da biz onları severiz. Sınır ve ceza arasındaki ayrımı yapamayan, akılları karışan aileler çocuklarının kişiliklerini zedeleyeceklerinden endişeleniyor. Burada fark edilmeyen bir şey var. Bedel ödemeyi bilmeyen, sınırsız çocuklarla, evden kaçan, umursamaz ve öfkeli çocuklar yaratılmaktadır. Aileler, çocuklarını yetiştirirken onların sınırlarını da belirlemek zorundalar. Yoksa, ruhsal açıdan sağlıksız ve toplumla uyumsuz nesiller oluşur.” NASIL HAYIR DENİR? Prof. Semerci, “Çocuklarımız doğdukları andan itibaren bize güvenmek isterler” diyor. Yani, eğer biz, onlar adına verdiğimiz kararlarda, isteklerde tereddütlüysek, telaşlıysak, kaygılıysak onlar da öyle olacaktır. Onlarla her zaman net ve kararlı konuşmalıyız. Örneğin, “yatman gerekli”, “bu programı seyretmemelisin” gibi isteklerimizi “iyi olur, ama ben aksine ikna olabilirim” ifadesi ve ses tonuyla değil, “gerekli ve yapmalısın” şeklinde söylediğimizde çocuk rahatlayacak ve yapacaktır. Aksi durumda aramızda gereksiz çatışmalar çıkacak, her iki taraf da üzülecektir. Prof. Bengi Semerci, herşeye evet demek kadar, herşeye hayır demenin de yanlışlığına değiniyor. Gerçekten yapılmaması gerekenlere hayır demek çocuğa güven verir. Çocuklar her zaman sınırları zorlar. Ona sınır koymak, bu sınır gerçekçiyse ve doğruysa çocuğu da rahatlatacaktır. Hayır demeniz gereken konularda, başkalarından yardım almak, yani, “deden kızar”, “öğretmen kızar”, “doktora söylerim” demek sizi “iyi” annebaba olarak göstermez. Aksine yetersiz ve ne yapacağını bilmeyen erişkin olursunuz. Çocuk bu durumda yapmaması gerektiğini anlamayacak, sizin yanınızda ama kızabilecek kişilerin uzağında bu davranışların doğru olduğunu düşünecektir. Oysa çocuğunuz için doğru ve yanlışı öğreten otorite anne ve baba olarak siz olmalısınız. Çocuklarımıza doğruyu yanlışı, oluru olmazı öğretmek zorundayız, hem de anne baba olarak birlikte ve tek ses olarak. Onların sınırlara, nerede duracaklarını öğrenmeye, durmadıklarında karşılaşacakları bedelin ne olacağını bilmeye hakları var. Bunları öğrenecekleri yer de aileleri olmalı. Aileleri olmazsa başka birileri öğretebilir ki bu hem zarar hem de acı verici olabilir. ÇOCUK YETİŞTİRMENİN REÇETESİ ? Çocuklarımıza örnek olmalıyız. ? Davranışlarımızda kararlı ve tutarlı olmalıyız ? Onlara yaşlarına uygun davranmalı, becerilerinden fazlasını ya da azını istememeliyiz ? Onları korumalı ve sevmeli, ancak aşırı koruyucu, kendi yaşantımızdan vazgeçip onlar adına herşeyi yapan sonra da kendi kendilerine yetmiyorlar diye kızan anne babalar olmamalıyız. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle