Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ 3 Fransız olimpiyat ekibinde Pekin Olimpiyat Oyunları’na katılan 323 kişilik Fransız sporcu kafilesinde Türk kökenli bir halterci genç kadın var. Müslime Meral Sunar 8 kez Fransa şampiyonu olmuş, çok sayıda Avrupa kupası da olan alışılagelmişin dışında bir sporcu. Fransız edebiyatı mezunu, yazıyor ve Fransa’da polis memuru olarak çalışıyor. Eşi Erdal Sunar da halterci. Üstelik Avrupa şampiyonluğu, dünya ikinciliği gibi dereceleri var. Sakatlığı nedeniyle Pekin’e giden Türk Ulusal Halter Takımı’na katılamayan Erdal da eşinin Pekin rüyasına refakatçi sıfatıyla eşlik ediyor. Müslime’yi Fransa’da Türkçe öğretmenliği yapan Ayşe Jolly isimli arkadaşımın aracılığıyla tanıdım. Onu önce Ayşe’nin elektronik postayla yolladığı 2008 Fransa Halter Şampiyonası kaydında izledim. Müslime’nin kafamızdaki ‘halterci’ UĞUR imgesiyle hiç bağdaşmayan inceliği, bir balerin ‘zarafet’iyle hareket edişi, HÜKÜM kibarlığı ve güzelliği en başta gelen sportif başarısını gölgeleyecek kadar etkiliydi. Kendisini yakından tanıdıkça hayretimiz artmaya devam etti. Fransa’da doğup büyümüş çoğu Türk çocuğundan beklenmedik temizlikte, oldukça zengin ve düzgün bir Türkçe konuşuyordu. Fransa’da polis memuru olarak aktif hayata atılan Müslime, Fransız Edebiyatı diploması almıştı, üstelik kalemi de bileği gibi kuvvetli amatör bir yazardı... Ayrı bir sürpizi de kendisiyle söyleşi yapmazdan kısa bir süre önce yaşadım. Müslime’nin 2006 yılında evlendiği Halter Şampiyonu bir Türk eşinin olduğunu ve Erdal Sunar’ın da şimdilik Fransa’da yarı profesyonel sporculuk yaptığını öğreniyordum. Erdal’ın alçakgönüllü ve efendi haliyse futbol ve basketbol gibi bazı sporların profesyonelleşmesinin özünde insanlığa ve spora neler kaybettirdiğinin dışa vuran en basit kanıtlarındandı. Türkiye’de belki Beden Eğitimi öğretmeni olabilirdim, ancak burada diplomamın eşliğini tanıdılar. İki dersten fark geçmemi istediler. İlk dersi geçtim. Ekim ayında ikinci fark dersinin sınavına hazırlanıyorum. Diplomamı alırsam Fransa’da halter antrenörlüğü yapabileceğim. Eşimin de işi nedeniyle bu durum bize daha uygun geldi. bir Türk kızı FRANSA BENİMLE İLGİLENDİ Müslime sizin Türkçeniz burada doğup büyümüş, okumuş çocuklara oranla epeyce iyi. Bunu neye borçlusunuz? Yok maalesef Türkçem o kadar iyi değil. Annemle babamla evde sürekli Türkçe konuşuyorduk. Ayrıca babam evde sürekli Türk televizyonlarını izliyordu. Bir de Türkçe kitap okuyorum. Sanırım bunun da bana yararı oldu. Erdal ile evlendikten sonra da Türkçem çok ilerledi, çok düzeldi, kelime hazinem zenginleşti. 1999’ta Türk basınında yayımlanan küçük bir haberde, tek isteğinizin ‘ayyıldızlı’ formayı giymek olduğu yazılmış. Bugün durum farklı, niçin? Evet, o zaman Türk Milli Takımını temsil etmek istemiştim. Gençtim, delilik çağıydı. (Gülüyor) Biraz da saflık işte... Deneyimli bir Türk halterci beni başarılı bulmuş, Türk takımına AİLENİN ETKİSİ geçmemi istemişti. Ben de heveslenmiştim, ama Müslime haltere nasıl annembabam izin vermedi. başladınız? Zira onlar için önemli olan Haltere başlamama ailem spordan önce tahsilimdi, vesile oldu. Çok küçükten beri hayatımı garanti altına onları halter kulüplerinde almaktı. Ben de önce takip ederdim. Babam okudum ve bir meslek vücutçuydu. Annem üç çocuk edindim. Polis oldum. dünyaya getirdikten sonra Müslime, Türk kökenli burada “Atletik Güç bir sporcu olarak Sporları” dediğimiz, Olimpiyatlarda Fransız “Halter”e bağlı bir spora renklerini, Fransa’yı başladı. Ağabeylerim de halter Uğur Hüküm temsil ediyorsunuz. yapınca ben de onların izinden Örneğin, Türk bir rakiple gittim. Müslime’nin eşi Erdal Sunar (sağda) 1982 Kütahya yarışacak olsanız neler Ancak hepsini doğumlu, Kütahya Beden Eğitimi Yüksek Okulu hissedersiniz? Nasıl bir geçmişsiniz... Bu istek ve mezunu. 1998’de Yıldızlar Avrupa üçüncüsü, daha duygu bu? heyecan nereden sonra Gençlerde Avrupa Şampiyonu ve nihayet 85 Fransız olmaktan ve kaynaklandı? kiloda 2003’te dünya ikincisi, 2004’te Avrupa Fransız renklerini temsil Onlar da başarılıydı. üçüncüsü ve 2005’te Üniversiteler Dünya ikincisi olur. etmekten çok gurur Haklarında gazeteler ve 2007 Dünya Şampiyonası’nda sakatlanır, bu nedenle duyuyorum. Fransa’da dergilerde yazılar çıkıyordu. bu yıl olimpiyat kadrosuna giremez. doğdum büyüdüm. Fransa Ben de onlardan heveslendim. benimle ilgilendi. Fransa’da Başarılı olduğumu kısa bu duruma geldim. Sonsuz teşekkür borçluyum. Eşimin de zamanda herkes fark etti. Başladıktan iki sene sonra, Türkiye’yi temsil etmesinden çok gurur duyuyorum. 1994’te Fransa Yıldızlar (Junior) Şampiyonu oldum. Sonuçta bir ülkeyi temsil etmek o kadar da kolay değil. Erdal siz haltere nasıl sardınız, Müslime ile nasıl Her ülkenin ayrı bir tarihi, kültürü var. Sırf bunun için bile karşılaştınız ve Fransa’yı niçin tercih ettiniz? saygılı olmak gerekiyor. Erdal: Haltere 1994’te ilkokul 5. sınıfta öğretmenimin Fransa’da doğup büyüdünüz ama, adınız ‘Müslime’ teşvikiyle başladım. İlk başta Kütahya’da 30 kadar bile derhal Müslümanlığı, ‘yabancılığı’, ‘öteki’ni çocuktuk. Gerçi sonunda 34 kişi kaldık ama, o dönemde çağrıştırıyor. Üstelik Fransa’nın taşrasında Naim Süleymanoğlu’nun çok popüler olması hepimizi yaşıyorsunuz. Okulda, sporda, polislik mesleğinizde, heveslendiriyordu. Ben yükseğine kadar devam ettirdim, çevrenizde size nasıl davranıldı, davranılıyor? desem yeridir. Kütahya’da yüksek öğrenimimi yaparken de Geçmişte bu farklılığı nasıl yaşadınız, şimdi nasıl KOMBASSAN ve ASKİ’de halterciliğimi sürdürdüm. yaşıyorsuz? Müslime ile ilk karşılaşmamız 2001 Avrupa Gençler Başta kolay değildi, çünkü ismimden dolayı hemen Şampiyonası’nda oldu. O sene daha ziyade bakıştık. farklı bir insan olduğumu anlıyorlardı. Ama bir insan eğer Gerçek tanışma ve konuşmamızsa 2003 şampiyonasında bir topluma uyum sağlayabiliyorsa, inanıyorum ki, iyi oldu. Sonra haberleştik, telefonlaştık, görüştük. 2006’da da geçinmemek için hiç bir sebep olmaz. Bu tamamen uyumu evlendik. Askerliğimi bitirdiğim ve eşimin iş durumu da istemek sorunu. Bugün etrafımla aram çok iyi. daha müsait olduğu için Fransa’ya gelmeye karar verdim. ral) Sunar 1982 yılında İYON OLDU Müslime (Me ak ARKA ARKAYA ŞAiMP bir ailenin tek ve küçük kızı olar erkek (Mehmet ve Akif) üç çocuklu Fransa’nın Sens kentinde ikis Beden Eğitimi diploması da alır. biyatı mezunu olup ayrıca Yüksek e çalışmak üzere gelirler. doğar. Üniversitede Fransız ede ası Mustafa Fransa’ya 40 yıl önc bab ve m erre Mük esi ann olan Aslen Rizeli ı 8 yıl arkaya arkaya 63 kiloda, nu olan Müslime, 20002007 aras barajın üstüne çıkabilen 1998’de Avrupa Yıldızlar şampiyo nu olur. Olimpiyat elemelerinde piyo şam er halt sa Fran da kilo 2008’de de 69 nları’na katılmaya hak kazanır. eği olarak da Pekin Olimpiyat Oyu tek Fransız kadın haltercinin yed Aynı zamanda edebiyatçı Başta Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy olmak üzere belli bir çevre Türkiye’nin Avrupalı olmadığını savunuyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Fransız arkadaşlarım bu olaylardan sonra bana Türkiye ile alakalı sorular sormaya başladılar. Bence tartışmalar bir bakıma olumlu. Bilgisiz insanların kafalarında sorular uyandırıyor ve onları Türkiye’yi araştırmaya yönlendiriyor. Böylelikle Türkiye’yi daha iyi tanıyorlar. Bu sayede Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini isteyen arkadaşlarım çoğaldı. Mesela, polis meslekdaşlarım arasında Türkiye’ye karşı olanlar birkaç sene önce daha fazlaydı. Bugün çoğunluğu girmesinden yana, zira araştırdılar. Türkiye’yi daha iyi tanıdılar. Bu konuda biz Türk asıllı olanlara da bir görev düşüyor. Fransız edebiyatı okudunuz, ufak tefek yazı denemeleriniz de var. Bunlardan bildiğimiz ilki 1999 İzmit depremine ilişkin. Her yıl yaptığınız gibi ailenizle tatili geçirmek üzere Türkiye’ye gidiyordunuz. O sene yolunuz Yalova’ya düşer. Sizden dinleyelim... Babamın çok eski bir arkadaşının Yalova’da oturduğunu duymuştuk. 20 senedir görüşmemişlerdi. Felaketi onlara misafir olduğumuz gece yaşadık. Dünyanın böyle sarsılabileceğini insan düşünemiyor. Bunun üzerine annemin önerisiyle bir hikâye yazmaya karar verdim. Yaşadıklarımı anlattım. Avrupa’da doğan Türkiye kökenli gençlere tavsiyeleriniz olabilir mi? Onlara Türk asıllı olduklarını unutmamalarını söylemek isterim. Sonra içinde yaşadıkları toplumda uyum sağlamak zorundalar. Spor eşittir kardeşlik ve barış! “Çin’in büyük bilgesi Konfiçyus, kendisine cennet ve cehennemin nasıl yerler olduğunu soran bir adamı önce cehenneme götürür. Cehennemde uzun bir ziyafet masası bulunmaktadır. zenginliğine karşın AYÇA Yemeklerin herkes aç ve mutsuzdur. Çünkü AKPEK masanın her iki yanında oturanların elinde uzun yemek çubuklarından vardır ve ne zaman yemek yemek için birisi çubuğunu kaldırsa çubuk diğerine çarpar ve kimse yemek yiyemez. Cehennemi gören adamı bu sefer cennete götürür Konfiçyus. Cennette yine aynı ziyafet masası kuruludur. Bu kez herkes tok ve mutludur. Çubuklar yine aynı çubuklardır ama cehennemdekinden farklı olarak herkes elindeki çubukla bir diğerini beslemektedir.” Konfiçyus’un tanımladığı cehennem sanırım yaşadığımız dünya olmalı. Çünkü bu dünyada yukarıdaki hikâyede anlatılan dayanışma ve paylaşma duygusundan eser yok. Hatta Konfiçyus’un ülkesinde bile. Çünkü bu dünyadaki cehennemin en belirgin yansımalarından biri de olimpiyat oyunları ve bu sene olimpiyatlara ev sahipliğini ise batının geçen yüzyılın başında “Asya’nın hasta adamı” olarak nitelediği Çin yapıyor. Çin’in olimpiyat hayali ise 100 yıl öncesine dayanıyor. 100 yıl beklendiği için olsa gerek, Pekin Olimpiyatları kökenlilerin Pekin’de otellere girişlerine dahi izin verilmiyor. Hatta hava kirliliğinin önlenmesi için araçların trafiğe çıkmasına büyük ölçüde sınırlama getirildiğini ve sarı gömlek ile kravat takmayan taksi şoförlerine para cezası verildiği de diğer ayrıntılar arasında. Tabii ki, her şey en iyi olmak! adına. Acaba spor gerçekten de barış, kardeşlik ve hoşgörü gibi güzel değerlerin gelişmesine katkıda bulunabilir mi? Sporun devasa bir endüstri olduğu günümüzde bu o kadar da kolay değil. Çünkü daha hızlı, daha yüksek ve daha güçlü olmak, özetle en iyi olmak uğruna her şey. En iyi olanlarsa yalnızca alkışları değil, yüklü miktarlarda parayı da kazanıyor. Örneğin dünyaca ünlü golf oyuncusu Tiger Woods’un geçen sezonki kazancı 128 milyon dolar, futbolcu David Beckham’ın 48 milyon dolar, yarışçı Kimi Raikonnen’inki ise 46 milyon dolar olarak açıklandı. Tiger Woods veya Beckham’ın yaptıkları spor aracılığıyla dünya barışına ne kadar katkıları olduğu ise tartışmalı. Sporun en önemli organizasyonu ise kuşkusuz olimpiyatlar. Pekin Olimpiyatları’nın sloganı “tek dünya, tek düş.” Gerçekten de herkesin tek bir düşü var: Daha hızlı, daha güçlü, daha iyi olmak! C MY B C MY B için rekor düzeyde para harcadı. Olimpiyatlar için Pekin’in neredeyse baştan aşağıya değiştirildiği konuşuluyor; ejderha şeklinde yaptırılan havaalanı, kuş yuvası biçimindeki olimpiyat stadyumu ve tesisler bu değişikliklerden bazıları. Tabii bunların bir maliyeti var: Pekin Olimpiyatları’na tahmini 42 milyar dolar harcandı. Ki, dünya bankasına göre Çin’de günde 1,25 doların altında kazancı olan kişi sayısı 135 milyon olduğunu hatırlatalım. Parasal maliyet bir yana, pek çok kimse olimpiyatların Çin’in bozuk olan insan hakları sicilini daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Öyle ki Tibet