17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 7 HAZİRAN 2008 CUMARTESİ Ah ahh.. Kozak.. Kozak yolları uzak Siyanürlü altına karşı mücadelelerinde yalnız bırakılan 16 köyün sesi bugün Bergama’da yapılacak mitingde duyulacak İlk yazın yüzünü gösterip, doğanın adeta gülümsediği şu günlerde Ege kıyılarında dolaşıp, özellikle Ayvalık ile Bergama arasında yer alan Kozak yaylasına uzanmak düş gibi bir şeydir. Çağlar boyunca gizemini korumuş bir geçmiş karşılar insanı oralarda önce... Ve Bergama’nın yanıbaşında bir uçtan öteki EROL uca 67 km’lik Kozak el değmemis ÖZKAN yaylasında kültür mirası bir yana fıstık çamı ormanları ile dillere destan olan bu köşe, şu sıralarda altın arayan şirketlerin gözünü diktiği, madencilerin dolaştığı bir köşe olarak dikkatleri çekiyor... Öncelikle Kozak deyince akla gelen tek şey fıstık çamıdır. Ucu bucağı olmayan 16 milyon fıstık çamının bulunduğu bu 66 bin 490 hektarlık bereketli yaylada 17 köy bulunuyor... Ve bu köyler az buz degil, yılda 50 milyon ytl tutarında organik çam fıstığı ihracatını gerçekleştiriyorlar. İncecik dereciklerin, çayların binlerce yıldır sulayıp gittiği, bereket taşıdıgı Kozak yaylasının sessiz insanları o yörük ve Türkmen köyleri şimdilerde hüzünlü... Artık Kozak korkulu düşlerin görüldüğü bir yere dönüşmek üzere... Kozaklılar şaşkın. Zira Bergama’nın dibindeki Ovacık gerçeginden sonra, sıranın kendilerine geldiğini gören 17 köy altın cevheri çıkarmak isteyen Koza altın şirketine karşı kolkola direniyor... Kuşaklar boyunca çam fıstığının getirisi ile rahatça yaşayan ve pek çok yere göre varlıklı sayılan bu köyler zinciri, şimdilerde ağaçlarının kesilmesi ve sularının kirlenmesi tehdidi altında ne yapacaklarını bilemez haldeler... Son olarak 16 köy muhtarının bir araya gelerek Bergama kaymakamlığına verdikleri dilekçe ise hayli ilginç. Öteden beri kendilerinin Kozak yaylasında altın arama çalışmalarına karşı mücadelelerinde Bergama tarafından yanlız bıraktırıldığını belirten muhtarlar topluca Ayvalık’a bağlanmak istiyorlar. Olay bu! Özellikle ‘Kozak yaylası doğal çevreyi koruma kültür ve turizm’ derneği çatısı altında birleşen Kozak insanı dernek başkanı Selim Demircan’ın girişimi ile sürekli paneller slayt gösterileri ve toplantılar düzenliyorlar... Dünya çevre gününden iki gün sonra 7 Haziran’da Bergama’da yapılacak Kozak mitinginde ise bütün dikkatlerin buraya çekilecegide kesin. HÜZÜNLÜ BEKLEYİŞ SÜRÜYOR Baştada belirtmiştik, Kozak yaylasında irili ufaklı 17 köy var. Merkez ise Yukarıbey köyü. Halk ‘nahiye’ diyor oraya... Sırası ile Demircidere, Yukarıcuma, Karaveliler, Ayvatlar, Hisarköy, Çamavlu, Okçular, Güneşli, Terzialiler, Kıranlar, Hacıhamza, Kaplan, Aşagıbey, Aşağıcuma ve Göbeller bunlar... Pırıl pırıl bir Mayıs sabahının serinliğinde, kekik kokuları içinde doğruca Yukarıbey köyüne gider gitmez muhtarı soruyorum. Elinde imzalanmaya hazır dilekçe ve kağıtlarla muhtar İlhan Çakır gülerek karşılıyor beni... Yanında geçtiğimiz 5 Nisan’da Çanakkalede yapılan Kazdağı mitinginde tanıştığım Kozak için çırpınan çevreci Selim Demircan var. İkisi birden durdurulmalı’ diye haykırıyorlar. Yoksa ‘..Kozak bitecek...Kozağı bitirecekler...’ İzmirli çevrecilerin çok iyi bildiği, adım adım dolaştığı Kozak yaylasının girişinde yer alan ‘Yerli tahtacı’ gibi ya da Dikili’ye bağlı ‘Çağlan’ gibi yerlerde ise ‘açık ocak’ işletmeciliğinin yapılacağı ve milyonlarca ton toprağın Ovacığa taşınacağını ise konuya duyarlı insanlar biliyor, görüyor, duyup anlatıyorlar. Kısacası Kozak’ta bir hüzünlü bekleyiş var ki anlatılır gibi değil.... Tarihin gece bekçisi: Yörük Köyü HAYRİ ARSLAN SEVİM ERTEMUR Yaşadığımız dünyada her şeyin yapaylaştığı, sıradanlaştığı, insani değer ve kavramların hızla yitip gittiği günümüzde tarihi Safranbolu’nun hemen yanıbaşındaki Yörük köyü bir gece bekçisi gibi tarihi koruyarak soluk almamıza olanak sağlıyor... Evleriyle ünlü Safranbolu güzel, aynı mimariye sahip, doğal özellikleriyle bozulmadan, yağmalanmadan adeta saklı kalmayı başararak günümüze kadar gelebilmiş ender köylerden olan Yörük Köyü ise bir başka güzel... Safranbolu’nun merkez köylerinden 750 yıllık Yörük Köyü adeta bir açık hava müzesi görünümünde... Baştan söyleyelim, pek çok yeri gezersiniz ama bazı yerler için beyninizin bir yanına “Buraya tekrar gelmeliyim” notu düşersiniz ya işte o yerlerden birisi bu 140 haneli şirin köy... Çevrede bu tür köyler var ama Yörük Köyü yaşayanları tarafından yüzyıllarca korunup, tüm güzellikleriyle günümüze ulaşması sağlanmış tek köy olma özelliğine sahip. Kültür Bakanlığı 1997 yılında, yaşayanların istemi üzerine “Gerçek bir TürkTürkmen köyü olması ve tarihi yapılarının görkemi” nedeniyle koruma altına almış. Bu tarihten sonra turizme açılan köy, bölgeye düzenlenen tur programlarının gözde mekanlarından biri haline gelmiş. Muhtar İbrahim Sarı, bu yılın ilk 5 ayında 30 bin turistin geldiğini belirtiyor. Köye biz de TÜRSAB’ın Kastamonu’ya düzenlediği 3 günlük kültür gezisinden dönerken uğruyoruz. Safranbolu’ya 13 kilometre kala “Yörük Köyü” tabelası göründüğünde otobüs şoförümüz direksiyonu köye doğru kırıyor. Meyve bahçeleri arasında 1 kilometre kadar gidiyoruz. Görünürde ne bir insan, ne bir ev var. Otobüsümüz solda mezarlık bulunan minik bir alanda duruyor. Sadece muhtarlığa ait bir kulübe, kulübenin yanında da bir bekçi. Gelen otobüs ve arabalar belli bir ücret karşılığı buraya park ettiriliyor. Köyün içine araçla girmek yasak. Otobüsten inerek merak içinde köye doğru yürüyoruz. Terk edilmiş bir havası var. Sessiz, sakin... Önce beyaz badanalı, bahçe içinde bir ev karşılıyor bizi. Bahçe kapısının önünde tezgah. Tezgahta, kurutulmuş ve özenle paketlenmiş aklınıza gelebilecek her türlü şifalı ot. Tezgahın hemen yanında yerde büyük bir sepet içinde taptaze sebzeler, salatalar. Bahçeden yeni toplandığı belli doğal, şimdinin moda tabiriyle ekolojik yetiştirilmiş sebzeler adeta “al beni” diyor... “Daha gezimizin başındayız, dönüşte neden olmasın” düşüncesiyle dar arnavut kaldırımdan köyün içine doğru ilerliyoruz. Derken birbiri ardına sıralanmış, her biri diğerini kıskandıracak güzellikte konaklar çıkıyor karşımıza. Köyün en eski konağı günümüzde Odabaşgil olarak anılan 450 yıllık “Obabaşı Konağı”. En yenisi ise 90 yılı geride bırakmış. 93 Safranbolu konağının bulunduğu köyde bir de ortak kullanım alanı olarak 1879 yılında yapılıp, 1996 yılında onarım gören çamaşırhane var. Zamanında köy kadınlarının buluşup çamaşırlarını yıkadıkları bu yer artık o dönemde kullanılan kazanlar ve tokaçlarla süslenmiş bir Sanat Galerisi olarak faaliyet gösteriyor. Tarihi konakların dış ve iç mimarisi hiç bozulmadan günümüze kadar özenle korunmuş. İkiüç veya dört katlı inşaa edilmiş Yörük Köyü evlerinde alt kat ahır olarak kullanılmış. Giriş kısmında ise evin kileri, bahçesinde kuyusu bulunuyor. Üst katlarda yatma, oturma amaçlı odalar bulunuyor. Odalarda duvar ve tavan kaplamaları, süslemeleri muhteşem. Ayrıca bu evlerde odaların her biri bir aileyi barındırabilecek şekilde birbirinden bağımsız olarak inşa edilmiş, ahşap (yatak, yorgan ve yastıkların üst üste yığıldığı) yüklükler ve dolaplar tasarlanmış. Ahşap pencelerer kafesli, pancurlu, kapılar da birbirinden ilginç ve estetik. Kapı kilitleri, tokmaklar dikkat çekiyor. Rehberimiz, tokmağa dolanmış ipin evde kimsenin olmadığı, sarkan ipin ise evsahibinin evde olduğu anlamına geldiğini anlatıyor. Kapı kilidinin açılışı da üç aşamalı ve ilginç. Uğura inanan Yörük köyü sakinleri evlerinin saçak uçlarına eskiden vurdukları geyiklerin boynuzlarını da asmışlar. Hala bazı evlerin saçaklarında bunlar dikkat çekiyor. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz opera sanatçısı Leyla Gencer’in ailesi Çeyrekgiller ile Cemil İpekçi‘nin de köyü Yörük Köyü’nün çok pencereli, ferah yapıları arasında. Sipahioğlu Konağı ve misafirhanesi, Yukarı mahallede Hacı Kavas ve Bekir Efendi Evleri, Muratoğlu Konağı, Cebecioğlu Konağı, Aşağı Mahalle’de Ahşap Cemii, İbrahim Çağlayan Hanesi, Kaymakçıoğlu Konağı, mimarisi ile dikkat çaken eserler arasında sayılıyor. Yörük Köyü de göçten nasibini almış ve bugün köyde sürekli yaşayan 60 kişi kalmış. Ama göçedenler köyleriyle bağlarını koparmamış. Bir ayakları köylerinde, bir ayakları büyük kentlerde. UNUTULMUŞ GEÇMİŞİN PEŞİNDE Kozak köylerini yıllarca önce taa yetmişli yıllarda tanımıştım. Edremit’teki o çocukluk ve ilk gençlik günlerimde Pazar yerlerine Kozak’tan üzüm taşıyan tek arabacıların sesleri hala kulaklarımdan gitmez... Kozak denince ‘...Ah..Ahh! Kozak.. Kozak yolları uzak..!’ derdi üzümcüler... O tozlu, virajlarla dolu yaylanın eski yollarında traktörlerle gidip gördüğüm Perperene antik kentinin yıkıları ise merakımı dahada arttırmıştı bu yöreye... Bugün bile Aşağıbey köyünün alt başındaki çakılkayası mevkiinde izleri görülür ve insanı şasırtır bu ören yeri... Antik çağda Bergama’nın sayfiyesi olarak kayıtlara geçen ve ünlü coğrafyacı Strobon’un anlattığı ve Ramsay’ın haritalarında gözüken ve Bizans çağında bir piskopozluk merkezi olarak tanınan Perperene’nin yıkıları müthiş bir tarihsel zenğinliği sergiliyor...Toprağa gömülü bir tiyatro, agora, tapınak izleri ve kaya mezarları insanı orada hayli şaşırtır... Hala daha kazısı yapılmadan kendi kaderine terk edilmiş saklı koca bir kenttir Perperene... Kozak yaylasının zengin geçmişinin tanığı buralar... Geçtiğimiz haftalarda son olarak gidip dolaştığımızda ise antik kent artık orman ve bitki bolluğu içinde kaybolmuş yapıları ile bir bırakılmışlık içinde idi... Bugün sadece Perperene degil, oraya hiçte uzak olmayan Göbeller köyü yakınlarında ve Madra çayının kenarındakı Sakar kaya ile Asar kaya arasında izleri görülen Trarium adlı yerleşiminde izleri keyifli bir keşif gezisiyle aranıldığında bulunabilir... İşte bu sözünü ettiğimiz üzerinde durduğumuz Trarium’un yanısıra Kytonion yerleşmesi de Misya ile Lidya sınırında olup araştırmacıları bekliyor... Öte yandan buğün Yukarıbey köyünün geniş meydanında insanı karşılayan ve hayrete düşüren bir lahit mezar ile birde çağlar öncesinin ağırlık ölçüsününde hiç degilse sahiplenilerek köy meydanında korunması bile bastığımız toprağın ne derecede zengin ve değerli oluşunu kanıtlamıyor mu sizce? Evet Kozak yaylasında hala daha keşfedilecek kurunması gerekli pek çok ören yeri var... Ayvatlardaki, Okçulardaki kale yıkıları ile Yukarıcuma yakınlarındaki kalıntılar olsun, Nebiler köyünün yakındaki kaplıca ve mağaralar olsun bunlar ilerde değerlenmesi gereken turizm değerlerimizdir, kıymeti bilinmeden bir kenarda unutulmuş kültür mirasımızdır... Oralarda bir hafta sonu muhteşem kayalıklarla ve fıstık çamı ormanı içindeki üzüm bağlarında dolaşmak, köylerde ev yapımı şarapların tadına bakmak bile insanı düşlere sürükler... Yıllardır motorcu ve rallicilerin özelikle ‘off road’cuların bayıldığı bu mekanlar titizlikle korunmalı ve degerlendirilmeli...Yoksa bir avuç altın uğruna bu güzellikler feda edilmemeli ve altın hırsı ile buralara gelmiş gözü dönmüş madencilere Kozak yaylası peşkeş çekilmemeli. Hepsi bu... [email protected] şaşkınlık ve sevinç içinde ‘..Çok büyük bir rastlantı sizin buraya gelişiniz. Biz de Bergama’ya kaymakamlığa muhtarların ortaklaşa imzaladığı dilekçeyi vermeye gidiyorduk buyrun sizde gelin’ diyorlar...Şansın bu kadarına ne denir? Ve bir saat sonra Bergama’ya baglı Kozak köylerinden 16 köy muhtarı ile teker teker tanışıp topluca fotoğraflarını çekiyorum... Hepsi dertli... Hepsi öfkeli altıncılar meselesi açılınca... Kozak halkının siyanürle altın arayan şirketin artık yörelerinde dolaşması, ağaçlarını kesmeye başlaması kimsede keyif bırakmamış besbelli... Yüzlerce yıldır yörenin sembolü olup çıkmış, topçamların kesileceği ve içme sularının zehirlenebileceği endişesi muhtarların yüzlerinden okunuyor... ‘Bunlar ([email protected]/[email protected]) Yani müze köyde aynı zamanda yaşam sürüyor. Tarihi filmlerde gibi hissediyorsunuz kendinizi köyün içinde gezerken. Kimilerinin kapıları açık. Yaşlı teyzeler oturmuşlar kapı girişlerine. Bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da sebze ayıklıyorlar, elişi yapıyorlar. Gelen turistleri görünce, tezgahlarındaki ürünleri gösterip, satmak istiyorlar. Tezgah başındaki Hamdi amca Cumhuriyet Gazetesi’nden olduğumuzu öğrenince İlhan Selçuk’un sağlığını soruyor, selamlarını iletmemizi istiyor. Bu tarihi ve doğal yaşama hayranlık içinde yürürken 300 yıllık Sipahioğlu Konağı‘na varıyoruz. Sipahioğlu Konağı ve hemen yanıbaşındaki Sucu Hafız Konağı bir gezi evi haline getirilmiş. Alt katları bir satış merkezi halindeki bu konakların üst katları otantik sedirleri, o dönemde kullanılan ev eşyaları, kilimleri vs.yle tamamen korunmuş halde. Turistler 2 YTL karşılığı bu konakları gezebiliyorlar. Sipahikonağı‘nın sevimli küçük bahçesinin içerisinde bulunan küçük mutfakta Hatice Özkut, Zekiye Şentürk ve Nurcan Açıkgöz adlı teyzeler oturmuş ceviz kırıyorlar. Selam verip, içeri giriyoruz. Cevizleri kabuklarından ayırmaya ara vermeden “Biz de müşteri bekliyorduk” diye karşılıyorlar. Nurcan teyze, “İsterseniz gözleme yapalım. Peynirli, patatesli, etli nasıl isterseniz yaparız” diyor. Gözlemenin tanesi 2.5 YTL’ymiş. Yanınada nefis bir köy ayranı... Sözün kısası Karabük’teki bu sevimli Bektaşi köyüne arabanızla gidip keyfini daha fazla sürebilir, ruhunuzu arıdırıp, insanlarla muhabbet edebilir, doğal ürünlerden dilediğinizce alabilirsiniz. Kalınacak yer mi? Malesef köyde tek pansiyon var: Yörük Pansiyon (0 370 737 21 53 veya 0 536 463 56 67). Konaklama ücreti 30 YTL. Sahibi Sevim Hanım, 3 odayı pansiyon olarak kiraladığını söylüyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle