22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yaşasın Paris’te Vélib’istler ilginç büyük bir aile oluşturmaya başladılar. İstasyon başı veya trafik ışıklarında beklerken karşılaşmalar, tanışmalar, buluşmalarda büyük aşklar, evlilikler bile doğuyor 28 HAZİRAN 2008 CUMARTESİ 5 özgür bisiklet ‘Erkeklerin işe yarayanı da varmış!’ Bağıra bağıra şarkı söylemek istiyorum diyen ve Balkan şarkılarından oluşan bir albüm çıkaran Yeşim Salkım, ‘Bak “Sen Balkan kızısın. Niye böyle bir iş yapmadın bugüne kadar” diye soran erkek arkadaşı sayesinde bu yola çıkmış... Yeşim Salkım geçen günlerde farklı bir albüm çıkardı: ‘Sen Nasılsan Öyleyim’. Balkan şarkılarından oluşan albümü dinleyen herkes çok şaşırmıştır, hatta “Acaba Yeşim Salkım tarz mı değiştirdi?” diye içinden geçirmiştir. Yeşim Salkım değişmiş evet, ama daha çok gelişmiş... Bir sabah uyanmış ve kendini bambaşka bir yerde bulmuş. İçine döndüğünü, aydınlandığını fark ettiği bir yerde... Onun deyimiyle özüne dönmüş Yeşim Salkım artık... Bir Balkan kızı olarak, Balkan şarkıları söylemeye karar vermiş. Bugüne kadar kendini tekrarladığını, önüne konulan şarkıları okuyarak müzisyen olamayacağını fark etmiş. Kendini değil ama yaşamını değiştirmiş. İşti, güçtü, çalışmaktı, çocuklardı, sorumluluklardı derken kaybolduğunu anlamış. Zamanında korktuğu ve yapamadığı şeyleri gerçekleştirmek için artık cesareti olduğunu da... Hep kısıtlamalarla, “Elalem ne der” diye yaşamanın, kendine değil de etrafa bakarak yaşamanın, gerilemek olduğunu anlamış. Ve şimdi haykırıyor: “Artık kendi içime döndüm, aydınlandım. Şimdi beni tut tutabilirsen. Bir kız dağlara çıkar, eline tefini alıp bağıra bağıra şarkı söyler ya... Eteklerini sallaya sallaya, hiçbir şeyi umursamadan... İşte ben o kız olmak istiyorum artık!” Bakın Yeşim Salkım daha neler söylüyor... Balkan şarkıları söylemeye nasıl karar verdiniz? “Aslında ben karar vermedim. Erkek arkadaşım karar verdi. İnsanların hayatlarındaki erkekler gerçekten ne işe yarar diye düşündüğüm olurdu. Gerçekten işe yarayanı da varmış. Hakikaten, size yol gösterebilen, ‘Bak sen Balkan kızısın. Niye böyle bir iş yapmadın bugüne kadar’ diye soranı varmış.” Şimdi artık kızımı büyüttüm. Unumu eledim, eleğe astım, rahatladım. Ve artık kendi istediğim gibi bir hayat yaşamak istiyorum. Çıkıp ‘Beni Pier Loti’ye götürsenize kahve içmeye’ dedim mesela. Hiç görmediğim pek çok şey var, artık onları göreceğim yavaş yavaş. Yani zamanında korktuğum ve yapamadığım şeyleri gerçekleştirmeye cesaretim var artık. Bu da yaşla ilgili bir şey. Bir kadın 35’ine kadar yaşadıklarını saymasın. Ama 35’inden sonra tut tutabilirsen... Ben de 37 yaşındayım, 18 yaşında da bir kızım var. Artık tamamdır. Kız da büyüdü, ben de... Bundan böyle kendime yatırım yapıyorum. Tut tutabilirsen beni! Çok da güzel bir şeymiş bu. Çünkü hep kısıtlamalarla yaşıyoruz. Hani şu ‘Elalem ne der’ durumu var ya... Ne derse der aslında. ‘Elalem ne der’ deyip sadece elalemi düşünerek yaşamak, kendinize bakmadan, hep sağınıza solunuza bakarak yaşamak ilerlemek değil, gerilemektir. Kendi içine dönmemek çok büyük bir tehlike. Bu, bütün toplumlara zarar vermiştir zaten. Ben artık kendi içime döndüm.” Başka projeleriniz var mı? “Halk müziğiyle ilgili bir şeyler yapmayı düşünüyorum. Yani doğu ve batıyı bir araya getirerek sentezleyerek bir şeyler yapmayı... Halkın kökünün müziğinden bir şeyler üretmeyi düşünüyorum.” Müzikal olarak da dünyaya açılıyorsunuz... “Evet, dünyaya açıldım gerçekten. Bizim çok geniş bir yelpazemiz olduğunu ve kendi içimizden yola çıkarsak çok şey başarabileceğimizi biliyorum. Mesela Mevlana’yı Madonna yıllar önce klibinde bile kullanmış. Biz ise hala doğru düzgün bir filmini bile çekememişsek, bu bizim ayıbımız. Yani bu şey gibi... Karşındakine bakıp ona özeneceğine, önce bir dön aynada kendine bak ve neler yapabileceğini keşfet. Artık bu şekilde çok daha başarılı ve mutlu olunabileceğini düşünüyorum.” Bunları gerçekten bir sabah uyandığınızda mı fark ettiniz? “Bu birikimle alakalı bir şey. Ben 18 yıldır şarkı söylüyorum. İnsanlar her şeyi yaşayabilmeli hayatta. İnişini, çıkışını, dibe vuruşunu, aptallıklarını, bağırıp çağırmayı, lüksü, fakirliği, kıskançlığı, onu, bunu... Bütün her şeyi yaşadıktan sonra onları bir kevgirden geçirip üste kalan tortuları atıp altta kalanlara bakmak lazım. Ve ben de bir gün uyandığımda ‘Ben kendi içimde tamamım artık’ dedim. Artık yeşili daha çok görebiliyorum. Ya da ağaçların içinde olmak bana daha çok keyif veriyor. Kapalı bir mekanda lüks bir yerde oturmaktansa, sahilde bir bankta oturmak daha çok mutlu ediyor beni. Bunu fark ettim ve bu gerçekten çok güzel bir şey. İnsanların olmadığı yerde denize girmek istiyorsan, Bodrum’un göbeğinden salak gibi ev alacağına, git olmadık bir kasabadan al. Ben aslında her şeyin kendi elimizde olduğu fark ettim. Sonuçta siz değiştiğinizde, her şey değişebiliyor.” ŞİRİN GÜVEN Paris sokaklarını ilk kez dolaşanların ilgisini çekebilecek görüntüler arasına klasik yapılar, yollar, anıtlar, köprüler ve benzerlerinin dışında başka bir görüntü daha eklendi: Vélib’. Fransızca “Vélo Libre / Özgür Bisiklet” sözcüklerinden hareketle tasarlanan kısaltmasıyla, Vélib’ ismi takılan bisikletler bir yılda 2,5 milyon Parislinin hayatında gerçek bir altüstlük, adeta bir ulaştırma devrimi yarattı. Kayıtlı 200 bin aboneyi aşan sistem 11 ayın geçici verilerine göre 25 milyon kez kullanılmış. İlk haftalardan itibaren ikiteker ailesine abone bir “Vélib’ist” olmak sıfatıyla, UĞUR girişim birinci yaşını doldururken diyebilirimki, HÜKÜM “İyiki doğdun Vélib’, Yaşasın Vélib’!” Fransa gibi, dünyanın en ünlü ve prestijli uluslararası bisiklet yarışması, “Fransa Turu”na sahip, hatta futboldan sonra en çok lisanslı sporcunun bisikletçi olduğu bir ülkede bisikletin ulaştırma aracı olarak yeterince kullanılmaması uzun zamandır sorumluları düşündüren bir konuydu. Özellikle de Paris Belediyesini. 2001 yılında beklenmedik bir başarıyla Paris Belediye Başkanı seçilen Bertrand Delanoë ve Yeşil müttefikleri Paris’e yepyeni bir hava vermeye kararlıydılar. Kentin ulaştırma hayatı en acil sorunlardan biriydi. ‘Pembe’ radikal Delanoë, liberal ‘Kızıl’lığından bugün geriye yalnızca gri küller kalan Londra belediye reisi Ken Livingston’dan farklı olarak toplu taşımacılığı güçlendirmeyi ve korumalı yolları yaygınlaştırmayı hedeflemişti. Ken, Londra’ya arabalı girişleri, ayrıcalıklılara yeni ayrıcalıklar sağlayacak bir usulle ‘haraca’ bağlarken, Bertrand özel taşımacılığa açık yolları daraltıp, Paris sakinlerine ucuz parking olanakları yaratarak daha uzun soluklu ve kalıcı önlemleri yeğlemişti. Ancak belediye yönetimi en büyük riski, geçtiğimiz yıl kentin geleneksel ulaştırma dokusuna yepyeni ve dev bir ulaşım aracı, yaklaşık 21 bin bisiklet aşılamayla aldı. Çevre kirliliği ve enerji tüketimini azaltmak, Parislilerin spor ve fizik faaliyet kapasitesini arttırmak, yeni bir sosyal ilişki ağı yaratmak gibi adı konan veya konmayan bazı amaçlarla bir taşla bir kaç kuş vurulması hedeflendi. Birinci yılın sonunda her şey mükemmel olmasa da bilanço son derece pozitifti. Bu olumlama geçtiğimiz Mart ayında yapılan belediye seçimlerinde Bertrand Delanoë ve arkadaşlarını çok açık farklı bir sonuçla yeniden belediye yönetimine taşıyarak kendini kanıtladı. Aşı tutmuş, Velib’ Paris’in özgün görüntüleri arasında yerini almıştı. mevcut bisiklet standartlarıyla uyuşmayan 3 vitesli değişik bir bisiklettir. Yaklaşık 2500 avroya mal bu ikitekerlerden 10.658 tanesi ilk kez 15 Temmuz 2007 tarihinde 750 Velib’ istasyonunda hizmete sokuldu. Başkan verdiği sözü tuttu ve 2007 sonunda öngörüldüğü üzere bisiklet sayısı 20.600’e, istasyon sayısı da 1451’e yükseldi. Şayet www.velib.paris.fr internet sitesine girip de ParisVélib’ haritasına bir göz atacak olursanız adeta bir mor menekşe tarlasıyla karşılaşırsınız. Nedeni her iki Velib’ istasyonu arasında en fazla 300 metre uzaklık olmasında yatar. Örneğin benim çalıştığım işyerini merkez alıp 100 metre kutrunda bir daire çizersek etrafımda üç istasyon çıkar. Her istasyona ortalama 20 bisiklet bağlıdır. Her istasyonda bir merkezi, ana ‘Baba’ çevresinde bisiklet yüksekliğine uygun, boylamasına dizili tek tek bisikletlerin takılı olduğu iskele babalarını andırır ufak ‘Baba’lar mevcuttur. Aletlerin hepsi bilgisayar ve elektronik donanımlı ve kendi aralarında bağlantılıdır. Tüm bisikletler numaralı ve merkezi bir sistemle ilintilidir. Bir istasyondan ödünç aldığınız bisiklet anında saati ve dakikasıyla merkeze bildirilir. İade etmenizden 3 saniye sonra şu numaralı bisikletin, şu kadar süreyle kullanılıp, şu saatte, şu numaralı istasyona döndüğü elektronik kayıtlara geçmiştir. YILLIK ABONELİK 29 AVRO Bisikletlerin 30 dakikaya kadar kullanımı bedavadır. Üstü sürelerde, ücret tedrici biçimde yarım ve bir saatlik dilimlerde 12 Avro olarak yükselir. Ödemeler kredi kartlarıyla ve ana ‘Baba’lar aracılığıyla yapılır. İki yanında iki küçük bilgisayar ekranı ve üstten sabit telefon olanağına sahip bu ana ‘Baba’ kanalıyla herhangi bir sorun durumunda Vélib’ merkeziyle konuşup haberleşebilirsiniz. 14 yaşın üstünde, boyu 1.50’den büyük olmak kaydıyla her arzu eden, kredi kartıyla hesabından çekilmeyen 150 Avroluk bir depozit yatırdıktan sonra bir Velib’e dilediği süreyle sahip olabilir. Sabit gündelik abonesi 1, haftalık 5, yıllık abonesiyse 29 avrodur. 30 dakikayı aşan kullanım sürelerinin ardından ödeme yapmazsanız sistemden bir daha bisiklet çekemezsiniz. Vélib’ kartları ana ‘Baba’lardan alınabilecek özel geçici kartlar olabileceği gibi Paris toplu taşımacılığı ortak elektronik kartı ‘Navigo’ da doldurarak kullanılabilir. Zaten mevcut 200 bin abonenin yüzde 60’ı 1 yıllık abone ve Navigo kullanıyormuş. Kalan yüzde 40 ise 1 günlük veya 1 haftalık kartları paylaşıyormuş. Vélib’lerin ortalama kullanma süresi 22 dakika olduğuna göre demek ki, çoğunluk bedava hizmetten yararlanıyor. Örneğin, yağmurlu havalar hariç 11 aydır bu olanağın keyfini çıkartan yazarınız 29 avroluk yıllık abonesinin dışında tek kuruş ödememiştir. PARİSLİLERİN DÜŞÜ Bizim gibi onbinlerce Parisli yıllardır bisiklete binme, biraz olsun hareket edebilme, spor yapabilme düşü görürken, yüzbinlerce Parisli de metronun sıkıntısı veya havasızlığı, özel arabasının bin türlü derdinden nasıl kurtulacağının hesaplarını yapardı. Birden inanılması zor bir olanak doğmuştu. Belediye 24 saat üzerinden 24 saat, 30 dakikalık zaman sınırlaması kaydıyla bedava bisiklet veriyordu. Hem de neredeyse her türlü sorumluluğu ona ait olmak kaydıyla. Bisikleti bırakacak, geldiğinde bulup da alacak yer; parkıydı, sigortası, tamiri, bakımı, hırsızlığıydı gibi bin türlü soruna kafa yormana gerek kalmadan hazırlanmış bir altyapı sunuluyordu. Yıllardır arzu edipte pratik dertlerinden ötürü girişmeye cesaret edemediğimiz bir aracı belediye kamu hizmeti olarak ayağımıza getiriyordu. Nasıl mı ? BİR SABAH... Balkan kızı mısınız? “Evet. Benim ailem o kadar karışık ki... Arnavut, Boşnak, Selanikli, Giritli... Yani anne ve baba tarafım Balkan aslında. Ama işte insanın kendisini ve yaptığı işin sorumluluğunu unuttuğu ve kaybettiği zamanlar oluyor. Kendinizi çıkmazda hissettiğiniz anlar... Tam o sırada da, erkek arkadaşım hayatıma girdi. Bu albüm onunla birlikte hazırladığım bir albüm. Biz bir iş yaptık. Yani bu duygusal ilişkinin getirdiği bir iş değil. Herşeyden önce inandığımız işi yaptık. Onun fikriydi. O beni aydınlattı, ‘Sen bu kızsın. Peki niye böylesin’ dedi. Ve sanırım birinin bana bunu söylemesi gerekiyormuş. Sonra beraber Balkan şarkıları dinlemeye başladık. Ve ben kendimi ‘Etnik şeyler yapmalıyım. Bunlar ne güzel müzikler aslında’ derken buldum. Beş yüz şarkı arasından seçtik albümdeki parçaları. Üstüne Türkçe sözler yazıldı. Sadece bir parçayı Boşnakça okudum. Bu albümün devamını da yapacağız. Boşnakça öğrenip daha çok Boşnakça şarkı okuyacağım. Arnavutça da öğreneceğim. Babam ve babamın tarafı biliyor aslında. Ama ben hiç bilmiyorum. İlgilenmemişim işte... Ama artık aydınlandım. Hani olur ya böyle bir sabah uyanırsınız ve başka bir insan olduğunuzu, özünüze döndüğünüzü fark edersiniz. Bana da öyle oldu ve bu albümü yaptım. Çok da mutluyum.” Aydınlandım, özüme döndüm diyorsunuz. Önceki albümlerinizi dinleyince ne hissediyorsunuz? Onlara yabancılaştınız mı? “Evet yabancılaştım. Eski şarkılarımı seviyorum ama bu albüme baktığımda bir ilerleme kaydettiğimi fark ediyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Çünkü müziğin gerisinde kalmamalısınız, kendinizi tekrarlamamalısınız. Ben hep kendimi tekrarlamışım bugüne kadar. Bu albüm müzik yapmak adına beni aydınlatan albüm oldu. Ben müziği araştırarak yaparsam ancak müzisyen olabileceğimi, onun haricinde önüme konulan şarkıları sadece okursam müzisyen olamayacağımı fark ettim. Tabii o şekilde işimi hakkınca yapamadığımı da gördüm. Şimdi bu albümle bu değişti. Ayrıca mesela artık başka şeyler seyrediyorum. Daha çok belgesel izliyorum, müziğin tarihini daha çok incelemeye başladım.” Yaşamınız da değişmiş yani bu albümle. ”Evet hayatım değişti, tamamen değişti. Ben aydınlandım. Gerçekten... Hayatın da farkına varmaya başladım. Ben İstanbul’da hiçbir yer bilmiyorum mesela. Gezmek adına hiçbir yer bilmiyorum. İlk kez Pier Loti’ye kahve içmeye bu yıl gittim. Hayatımdaki kaybı düşünebiliyor musunuz? Bu kayıpları gördüğünüz zaman, öğrencilik yıllarında yaşadığınız hayatın ne kadar güzel olduğunu fark ediyorsunuz. Sonuçta öğrencilikten sonra bir dönem geliyor. İşti, güçtü, çalışmaktı, çocuklardı, sorumluluklardı derken kayboluyorsunuz. MOR MENEKŞE TARLASI Paris’ten 6 ay önce çok daha küçük ölçekte Lyon kentinde denenen Velib’, Macaristan’da özel olarak üretilen ve hiç bir parçası PİŞMAN DEĞİLİM 11. albüm bu. Kimi zaman yılda iki tane çıkarmışsınız... Ne düşünüyorsunuz? “İsraf resmen... Yapılmaması gereken bir şey aslında. Ama sonuçta her emek değerli ve onlarda da harcanan emek var. Onlar hazinelerim, beni büyüten şeyler. Onlara baktığımda gelişimimi görüyorum, ‘Ne kadar kötü okumuşum’ diyorum. Sonuçta değişmedim ben, geliştim. Yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum çünkü onları yaşamasaydım, ben de, bu albüm de olamazdı.” Peki kendiniz için yapmak istediğiniz bir şey var mı? “Açıkcası şunu istiyorum. Bir kız dağlara çıkar, eline de tefini alıp bağıra bağıra şarkı söyler ya... Eteklerini sallaya sallaya, hiçbir şeyi umursamadan... İşte ben, o kız olmak istiyorum artık.” Müzik dışında yapmak istediğiniz bir proje var mı? “Sinema çok istiyorum. Etiyle, kanıyla, canıyla yaşamış bir karakteri canlandırmayı... Her yönüyle bilmediğimiz birini oynamayı... Mesela Afife Jale’yi her şeyiyle, ama özellikle baş kaldırışıyla canlandırmak çok isterim. Bu ülkenin içinden çıkan, acısıyla, tatlısıyla her şeyi yaşamış bir kadını oynamayı isterim gerçekten. Şimdi bir müzikale başlıyorum: ‘Çalıkuşu’. Ağustos sonunda oyunu İstanbul’da sahnelemeye başlayacağız. Tiyatro Kedi’yle yapıyoruz, yönetmenimiz Hakan Altıner. Çalıkuşu’nu okuduğumda çok etkilenmiştim ben. Kitabın hiçbir zaman aslı gibi çekilemediğini düşünüyorum. Tiyatroda bunu başarabileceğimize inanıyorum. Baş kaldıran bir Feride vardır kitapta, ben de o Feride’yi oynayacağım.” Diyeceksiniz ki değirmenin suyu nereden geliyor? Erdemlerini asla savunamayacağımız reklamlardan! ‘Serbest pazar’ ekonomisini kamu yararına kullanmasını bilen Paris belediyesi 2007’nin başında sistemi açık ihaleye çıkarttı. Finale kalan biri Günde ortalama 120 bin Vélib’ çıkışı kaydedilirken, 21 Amerikalı (Clear Channel), diğeri Fransız (JCDecaux) Haziran Müzik bayramında 141 bin, 2007 Ekim toplu şirketinden, kendilerine ‘Kent Giydiricileri’ deyimini yakıştıran taşımacılık grevlerinde de günde 180 binin üstünde çıkış ikincisi, yani JCDecaux yarışı kazandı. Paris’i kaplayan, tespit edilmiş. Vélib’in bir derin ‘misyon’u olduğunu boyutları 2 ile 8 metrekare arası değişen, dönerli 1600 reklam başlangıçta biraz ima etmiştik. Vélib’istler ilginç büyük bir aile panosunu almak pahasına 850 milyon avroluk bir yatırım oluşturmaya başladılar. İstasyon başı veya trafik ışıklarında yapan şirket, sisteme ait her türlü sorumluluğu üstlenmiş beklerken karşılaşmalar, tanışmalar, buluşmalarda büyük durumda. Bisikletlerin kiralanmasından şimdilik yılda 30 aşklar, evlilikler bile doğuyormuş. Sözleri Pierre Barouh, milyon avro fazladan bir gelir sağlayan belediyenin keyfineyse kuşkusuz diyecek yok. Politik kârı da kremalı cabası... müziği Francis Lai, yorumuysa eşsiz sanatçı Yves Montand’a Sorunlar yok mu? Var. Örneğin, düzenli kullanımda olan 16 ait “Bisikletle” şarkısı geliyor aklımıza: “Bisikletle / Erkenden bin bisikletin dışında kalan bir üçbinlik dilim ya bakımda ya çıktığımızda / Yola düştüğümüzde / Bir kaç iyi ahbap kayıpta. Bazı Vélib’leri Romanya’da Roman göçerlerin çavuştuk / Fernand vardı Firmin vardı / Francis ve karavanlarına takılı veya Kuzey Afrika ülkelerine transfer edilen Sébastien vardı / Ve sonra Paulette (vardı)”. İlla ki taşımalıklarda (konteynır) ve doğal olarak çoğunluğun Paris postacının kızı Paulette, bütün oğlanların vurgun banliyölerinin çöplüklerinde parçalanmış olarak bulmak olduğu Paulette’in hikayesini anlatır şarkı. Hep mümkünmüş. Ayrıca Vélib’istlerin çoğunluğu acemi ya da bisiklet sayesindedir. 1950’lerin saflığı ve sorumsuz sürücü olduklarından Paris içi bisiklet kazaları yüzde 70 romantizmini yakalamak zor da olsa, kim bilir oranında artarak 240 vakaya çıkmış. Son 11 ayda da 3 Vélib’ist Vélib’ kimilerine yeni düşler, kimilerine de kamyon veya otobüs çarpması sonucu ölmüş. Yetkililer sonucun korkulduğu kadar vahim olmadığını, eğitici ve cezai yaptırımların artık kurtulamadıkları göbeklerinden arttırılacağını belirtiyorlar. Bu arada 2008 başından beri ayda ortalama bir kaç gram atma tesellisi 1000 ceza kesiliyormuş. Trafik kurallarına büyük oranda saygılı bir Vélib’ist sağlayabilir... olarak çok tenha bir sabah saat 7’de, hem de 4 yol ağzı olmayan, üstünde yalnızca yaya geçiti olan bir kırmızı ışıkta geçtiğimiz için 90 avro ceza ödemek zorunda kaldığımızı da ekleyelim. İki tekerli aşklar KIRMIZIDA GEÇENE CEZA C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle