22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 HAZİRAN 2008 CUMARTESİ 7 Yaşamı güzelleştirmek gerek, yoksa... Tıp, psikoloji, müzik, mankenlik derken oyunculukta karar kılan Selma Ergeç: Dizilerin bir misyonu olsun istiyorum. Türkiye’de de cesur işler yapılsın istiyorum” diyor ve ekliyor: Kapitalist tüketim toplumunun köleleriyiz! Kadınları seven adam YSL YSL’in Dior markasıyla düzenlediği 6 koleksiyon Tam 50 yıllık büyük aşkı, hayat arkadaşı Pierre moda dünyasının bu harika asi çocuğunun rüştünü Bergé onun için, “Bir biçimde bütün kadınlar kanıtlamasına yetecektir. Bağımsız yaratıları ona bir şey borçlu. Enayi değildi ve ne birbirini kovalarken bu seçkinci dünyayı altüst yaptığının farkındaydı. XX. yüzyılın ikinci edecek bir girişimle 1966’da Paris’in sol yakasında yarısında ‘Haute Couture’de (Yüksek “Saint Laurent Rive Gauche” ilk perakende Dikiş/Terzilik) devrim yapmıştı. mağazasını açar. Estetik, güzel kadın giysilerinin Dünyayı ve modayı, özellikle de UĞUR ille de tek tek veya özel terzilerce dikilmesi kadınların dünyasını gerekmediğini göstermiştir. Gerçek anlamda HÜKÜM değiştirdiğini mükemmelen “Pretaporter / Hazır Giyim” devri açılmıştır. biliyordu” şeklinde konuşuyordu. Bu “devrim” kuşkusuz o gün işçi veya dar gelirli Gelmiş geçmiş en popüler modacı, kadınlara güzel bir takım giysileri vitrinde şahsa özel tasarımlı lüks giysileri hazır giyime seyretmekten öteye bir avantaj (!) sağlamamıştı. yayarak bir anlamda demokratikleştiren bu eşsiz Ama zihniyetlerde, göz ve beğeni zevklerinde insan Yves Saint Laurent namı diğer YSL, köklü, radikal bir değişimi estetiğin zirvesi gördüğü simgeliyordu. dişiliği, kadınları seven 1968 sosyalfelsefibir adamdı. Eşcinselliği ekonomiksiyasi patlamasının olsa olsa onun bu kadın hak ve özgürlüklerini, hayranlığını pekiştiren, cinselliğini sorgulaması, zenginleştiren ek bir erkeğin güç ve nüfuzuna etkendi. isyan etmesini hazırlayan Giyim ve kuşam etkenler arasında YSL’nin evrenine ebediyen 1965’te tasarladığı Mondrian damgasını vuran bu adam, robları, tayyör pantalonları ve o devirde Fransız sonrakiler de vardı. 1966’da sömürgesi olan Cezayir’in kadına ilk siyah smokini Oran kentinde 1 Ağustos giydirmesi, onu takip eden 1936 tarihinde, tam adıyla Sahara ve benzeri kılıklar Yves Henri Donat kadının basitçe erkek taklidi Mathieu SaintLarent veya erkeksi giyinmesi dünyaya gözlerini değildi. YSL benzeri tasarım açıyordu. Burjuva bir aile, ve giysilerle kadına hem hastalıklı bir çocukluk, rahatlıkkuvvet sağlıyor, hem Laurent ve Catherine Deneuve oğluna aşırı düşkün bir kendine güven aşılıyordu. Bir anne, cinsel tercihleri çok sosyal bilimci ve nedeniyle çevre uzmanın yıllarca sonra teslim işkencesiyle bunalmış bir ettiği gibi Chanel nasıl ilk gençlik... 14 yaşından kadınlara belli bir özgürlük itibaren moda yolu açtıysa Saint Laurent de dergilerinden esinlenerek kadınlara bağımsızlık, kudretdesenler çizer. Ailesinin iktidar yollarını hazırlamıştı. şaşkın bakışları arasında 1988’de bir adım daha ileri günün birinde Champsgiden bu moda sanatçısı Elysées bulvarına adına podyumları iyice geniş yazdıracağına ant içer. kitlelere taşıyacaktı. Fransız Sözünü hem de nasıl Komünist Partisi’nin yıllık tutacaktır... Genç Yves 18 kitlesel “Fete de yaşında kendini Paris’e l’Humanité” bayramı atar. Aynı yıl, 1954’te vesilesiyle olağanüstü ve HauteCouture Meslek tarihi bir defile hazırlayan Okulu’nda üç ay süreyle YSL 50 bini aşkın bir çizim dersleri alır. Bu topluluk önünde Afrika ve arada ünlü Vogue dünya kültürleri esintili bir dergisinden Michel de gösteri sunuyordu. Yves Saint Brunhoff bazı desenlerini Laurent aslında şu sözleri basmaktadır. Devrin söyleyebilecek cesaret ve önemli aracı uzak görüşlülüğe de sahipti: kuruluşlarından Laine “Kadının en güzel giysisi Sekreterliği’nin açtığı çıplaklığıdır.” yarışmayı kazanıp yine 2002 yılında kendini emekli Brunhoff’un desteğiyle en ederken yanında, başta büyük modaevine, Catherine Deneuve, Christian Dior’a girer. Claudia Schiffer, Laetitia Yeteneğini çok kısa Casta gibi farklı nesillerden zamanda kanıtlayan genç aktris, manken birbirinden Yves, birkaç ay sonra güzel kadınlar dev sanatçıya Dior’un modelist asistanı eşlik ederek ona olan sevgi olur. 1957’de Dior’un bir ve saygılarını sergiliyorlardı. Yakın dostu Pierre Bergé... kaza sonucu ani ölümü O günkü konuşmasında üzerine eşi görülmemiş bir istisnasız bütün kadınları, aslında insanları terfiyle 21 yaşında Dior’un halefi, firmanın Artistik uyarıyordu: “Modayı çok yakından izleyen Müdürü atanır. Moda dünyasının dahi “Küçük kadınları bekleyen bir tehlike vardır. Kendi Prensi” doğmuştur. stillerini, derin doğallık ve zerafetlerini 1958 yılında kendisini derhal zirveye taşıyacak yitirmek. Zerafet bir biçimde devinmek, ilk defilesini “Trapez Koleksiyonu”nu düzenler. yaşamın koşullarına uyum sağlamaktır. O gecede kendinden 6 yaş büyük, edebiyat ve Gönlünde zerafet olmayan zarif olamaz. yayın dünyasının yeni parlayan simalarından Pierre Modalar geçici, stil kalıcıdır. İçinde kendimizi Bergé ile tanışır. Son nefese kadar sürecek bir iyi hissettiğimiz bir kılıkla her şey olabilir. İyi birliktelik başlamıştır. Önce çift yaşamı, 1961’de bir giysi bir mutluluk pasaportudur.” de kendi adına oluşturduğu “Maison de Couture Geçen 1 Haziran’da 71 yaşındayken bir beyin YSL –Modaevi”ndeki ortaklıkları bu olağanüstü tümörünün aramızdan aldığı bu eşsiz kişilik, yaşam ikiliyi benzersiz bir kariyeri yaşamaya itecektir. ve sanatını şöyle özetlemiş: “Ben mutluluk üreten Bergé işin mali ve işletme yanını, Saint Laurent ise bir el sanatçısıyım.” (ugur.hukum@gmail.com) yaratıcılık boyutunu başarıyla yürüteceklerdir. Selma Ergeç, 29 yaşında, genç ve güzel bir kadın. Oyuncu, manken ve fotomodel… Ürkek, utangaç ve kendinden emin… Doğu felsefesi, vejetaryenlik, çevre bilinci, hümanizm… O, ikilemleri olsa da hayata dair doğru bildiği herşeye sıkı sıkıya bağlanmış. Örnek aldığı kişi ise “Pasif Direniş”in mimarı Mahatma Gandhi… Selma Ergeç, yaşamı inadına daha da güzelleştirmek ALPER savunuyor ve ekliyor; “Aksi TURGUT gerektiğini takdirde kapitalist tüketim toplumunun köleleri olarak alperturgut.blogcu.com kalacağız.” Doktor olmak üzereyken biraz da şans eseri oyunculuğa geçen Selma Ergeç, ilk olarak “Böyle mi Olacaktı” (20002001) adlı dizide yer aldı. Ardından sırasıyla “Yarım Elma”, “Şöhret” , “Hırçın Kız” ve “Asi” geldi. Selma Ergeç, 2006 yılında Reha Erdem’in Beş Vakit’i ile Turgut Yasalar’ın Sis ve Gece’sinde oynayarak sinemaya da adımını atmış oldu. Selma Ergeç, tıp, psikoloji ve felsefe eğitimi almış. Babasından meditasyon yapmayı, akupunkturu, annesinden ise alternatif beslenmeyi öğrenmiş. Almanca, İngilizce, Fransızca, Latince, Türkçe biliyor. Binicilik, tekvando, eskrimle yakından ilgilenmiş, resim ve baleyle uğraşmış. Hatta 19931998 yılları arasında Euregio Orchester, Musikschulorchester ve Streichergrupp orkestralarında keman çalmış. Şimdi ise sadece köpeği Viki’ye çalıyor. En başa dönelim, nasıl bir çocukluktu sizinki? Almanya’da doğdum. Babam Türk, annem Alman… Cerrah bir baba ile hemşire bir annenin üç çocuğundan en büyüğüyüm. İlkokula Mersin’de başladım sonra Ankara’ya taşındık ve ardından Almanya’ya geri döndük. Öğrenciliğim Almanya, İngiltere ve Fransa’da geçti. Önce tıp fakültesine gittim sonra psikoloji eğitimi aldım. Hiçbirini tamamlayamadım. Babam bana hakkımı aramak için mücadele etmeyi gösterdi, annem ise sabrı ve disiplini öğretmeye çabaladı. Yoksul ama mutlu bir aileydik, onlardan çok şey öğrendim. Sürekli kitaplarla haşır neşir olan, içine kapanık, melankolik çocukluğumun düşü ise oyunculuktu. Hassas, kırılgan ve asla “boş veremeyen” bir insanın limanıydı. benim fobim. Bu nedenle iki filmin galasını da terk etmek istedim. Ancak sağım ve solum doluydu, başaramadım. Sanırım bu psikolojik bir şey… Büyük bir ıstırap… Eskiden katıydım şimdi ise daha esneğim. Ancak o esnada doyasıya küfretmek istiyorum ve ben gerçekten güzel küfrederim. Mükemmeliyetçiyseniz, her zaman daha iyisini yapabileceğinizi ve kendinizi aşmanız gerektiğini de biliyorsunuz demektir. Geçmişe bakınca hatalarımı görüyorum ve gelişmek adına çok çalışıyorum. Aptal kutusu da denilen TV’lerin sosyal sorumluluk gibi bir derdi de yok. TV’ler manipüle etmeyi biliyor. İnsanlar bunu istiyor demek, kolaya kaçmak olur. Almanya’daki magazin programlarını izliyorum, son derece doyurucu ve hayatın içindeki renkleri yansıtmayı da iyi beceriyorlar. Dizilerin bir misyonu olsun ve Türkiye’de de cesur işler yapılsın istiyorum. İnsanoğlu gelişmek ve ileriye gitmek yerine kendisinden uzaklaşıyor. Özellikle gençlerde korkunç bir bastırılmışlık hali var. Oysa korku üretmek yerine, dünyayı yaşanılır kılmak gerek. KİMSE KÖTÜSÜN DEMEZ Tıp, psikoloji, felsefe, müzik, stilistlik, mankenlik, fotomodellik derken nihayet oyunculukta karar kılmışsınız. Sınır Tanımayan Doktorlar’a katılma isteği, beni tıp seçeneğine yöneltti. O dönem felsefeyle de kafayı bozmuştum. Ama zamanla şunu da fark ettim; tıp okurken sanki bir tarafım yoktu. Aklım ve kalbim ikiye bölünmüştü. Hekimlik mantığa dayalı bir meslekti ve moral yönü eksikti. İşte o ruhu sanatta buldum. Modellik ise severek yaptığım bir işti. Ancak hobi gibiydi. Deyim yerindeyse ben kazara oyuncu oldum. 22 yaşındaydım ve açıkçası bu bana çokta cazip geldi. Şimdi bakıyorum ve evet, rüzgârın estiği yerden memnunum. Oyunculuk eğitimi aldınız mı? İstanbul’da yaşamak istiyordum, Almanya’ya dönmeyecektim. Oyunculuk için özel dersler aldım, misafir öğrenci oldum, atölyelere (workshop) gittim. Psikoloji eğitimimin bana yardımı çok oldu. Oyunculuk tecrübe işi ve sonu yok. Ben ağır ama güvenli adımlarla ilerlemeyi sürdürüyorum. Sinema adı üstünde 7. sanat… Reyting canavarı dizilerin ise ne idüğü belirsiz bir hali var. Siz TV dizilerini nereye koyuyorsunuz? İtiraf edeyim ki; bir diziyi baştan sona seyredemiyorum. Her biri bir film uzunluğunda ve herşeyden en önemlisi dizi senaryolarında “durum” yok. Mış gibi yapıyorsunuz. Bir gün tamamen “sahte” oynayacağım dedim. Ertesi gün “ne kadar iyiydin” dediler. İyi oyunculuk bir yana bazı aktör ve aktrisler, “ben aldığım paraya bakarım” şablonuyla hareket ediyorlar. İnsanlar neden iyi oyunculuğun değil de popüler olmanın peşindedir ve neden herkesin kendisini tanımasını isterler, bilemiyorum. Zannımca bir noktadan sonra ve tabii ki zamanla bu ruh halini yenebiliyorsunuz. Bunun dışında oyunculukta hata payı çok yüksek… Ve bunun dışında fiziksel anlamda da çok yıpratıcı olduğunu ekleyebilirim. Kendinizi eleştirin dersem… Kendimi izleyemiyorum. Başkalarının sözlerine ise ne kadar güven olur, bilemem. Çünkü kimse sizin yüzünüze karşı “kötü oyuncusun” demez. İnsanların karşısına çıkmak C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle