Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESİ 08 CMYK Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Reis Çelik’in yönettiği ve Halil Ergün, Haluk Piyes, Derya Durmaz ile İbrahim Balaban’ın rol aldığı Mülteci, Almanya’daki mülteci kamplarında yaşanmış gerçek bir öyküyü kaynak alıyor. Film, Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan etnik siyasi çatışmaların bölge insanlarını devlet ya da örgüt yanında tercihe zorladığı bir ortamda babası bölgede etkin bir ağa olan Şivan’ın üzerinden oyunlar oynanmasını konu alıyor. Ağa, Şivan’ın yaşamını kurtarmak için yurtdışına kaçırılmasını sağlar. Şivan bir anda kendini hiç bilmediği bir dünyada, Almanya’da bir mülteci sığınma kampında bulur. Demokrasinin beşiği bilinen Avrupa’nın ortasındaki mülteci kamplarında sığınmacılara uygulanan tecrit politikası zaten arada kalmış olan Şivan’ı kamptan kaçma durumuna getirir. Tutunacağı şeyi kalmayan Şivan’ı, hiçbir şeyini bilmediği bir dünyada hüzünlü bir yolculuk beklemektedir. ? Mülteci (Sicko) Michael Moore’un yönettiği ve Geoffrey Richman, Christopher Seward ile Dan Sweitlik’in editörlüğünü yaptığı belgesel, her zaman kar amaçlı olan Amerikan Sağlık Sistemini gözler önüne seren bir portre. Hasta (Sicko), Günlük yaşamda insanların tıbbi bakımla ilgili karşılaştıkları sıra dışı ve üzücü olayları anlatıyor. Film, Amerika vatandaşlarına “Bizim sorunumuz nedir?” diye soruyor. Moore Amerika’daki sağlık sisteminin dünyada en çok harcamanın yapılmasına rağmen diğer gelişmiş ülkeler arasında alt sıralarda olduğunu gösteriyor. Sonunda Moore 9/11 kurtarma çalışmalarında yer almış, hastalanmış ve evlerinde tedavi olamayan kahramanlardan bir grup toplayıp onları hiç beklenmedik bir yere götürüyor, üstelik dünyanın en zengin ülkesinde göremeyecekleri bir bakım almalarını sağlıyor. ? Hasta ? Lagerfeld Sırları (Lagerfeld Confidential) ? Jumper ? Kolera Günlerinde Aşk (Love in Time of Cholera) ? MÖ. 10.000 (10.000 B. C.) ? İhtiyarlara Yer Yok (No Country For Old Men) ? Hayattan Korkma Bir vicdan dökümü Zoraki kalpazanların iç acıtan öyküsü Kalpazanlar (Die Falscher The Counterfeiters), Hitler Almanya’sının, rakip ülkelerin ekonomisini çökertmek ve piyasalarını alt üst etmek için kurduğu dünyanın en büyük sahte para şebekesini anlatıyor. Ahlakdışı bu işte zorla çalıştırılan insanların, soykırıma uğrayan Yahudiler olması, gerçeği daha da acımasız kılıyor. Kalpazanlar, vicdanları sorgulayan bir film… Mutlaka izlemeli… AvusturyaAlmanya ortak yapımı Kalpazanlar, 80. Oscar Ödül Töreni’nde ipi göğüslemesini bildi. Yapıt, En İyi Yabancı Film dalında tüm rakiplerini geçerek akademinin heykelini kucakladı. Kalpazanlar, dünyanın en ünlü sahte para şebekesinin hakiki öyküsüne dayanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda savaş imparatorluğu Almanya’nın finans yükünü, işte bu kalpazanlık örgütü yani namı diğer “Bernhard Operasyonu” çekiyordu. Daha önce birkaç vasat filmle şansını deneyen Avusturyalı yönetmen Stefan Ruzowitzky’nin dedesi de Nazi işbirlikçisiymiş… Hal böyle olunca Kalpazanlar, bu büyük günahın bedelini ödemeye girişmiş diyebiliriz. Film, bugün yaşı 90’ı aşan Holocoust (soykırım) tanığı Adolf Burger’in acı anılarla döşediği kitabından uyarlandı. Hitler’in ön adını taşımak gibi bir bahtsızlığı da bulunan Slovak Yahudi’si Adolf Burger, düşünür Theodor Adorno’nun, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” dediği meşhur ölüm kampından kurtuldu. Burger, rejisör Ruzowitzky’nin senaryoyu yazmasına da yardım etti. Karl Markovics, August Diehl, Devid Striesow, Martin Brambach, August Zirner, Veit Stübner… Her biri takdire şayan oyunculuklara imza atmış, filme adeta ruhlarını katmışlar. Onlar, işini iyi bilen hamallar gibi Kalpazanlar’ı sırtlamış, yerellikten evrenselliğe taşımayı başarmışlar. (Notlarımız arasına Avrupa Birliği’nin Medya Programı çerçevesinde filme 654.980 Avro maddi destek sağladığını düşelim) Benim kişisel fikrim, yine Yahudi Soykırımı ile ilintili Litvanya yapımı 2006 tarihli Getto’nun (Ghetto) daha özgün ve daha güzel bir film olduğu yönünde… Neyse… Kalpazanlar’ın 28 Mart günü vizyona gireceğini müjdeleyip, kafaları karıştırmadan hikâyeye geçelim. ALPER TURGUT ’de doktorluk yapan Halit Hüseyni (Khaled Hosseini), doğum yeri Afganistan’ı 1979’da Sovyet ordusunun işgaliyle ülkesini terkeder. 1999’da TV haberlerinden Afganistan’ı denetimi altına alan Taliban rejiminin müziği, sinemayı, sihirbazlığı, uçurtma uçurmayı yasakladığını öğrenir. Belleğindeki silinmiş, uzak anıları belirginleşip depreşir: “Çocukluğumda hep sokaklarda uçurtma uçururdum. Bu haberler beni ASLI öylesine etkiledi ki oturup on iki saat yazdım” diyor Hüseyni. 2003’ SELÇUK durmaksızın te yayımlanan kitabı The Kite Runner (Uçurtma Avcısı) uluslararası bir başarı kazanır, en çok satanlara girer. Roman, duyarlı bir dostluğu, kendini feda edebilme öyküsünü işler. Yetmişlerin Kabilindeki zengin çocuk Emir’le (Zekeriya İbrahimi) yoksul çocuk Hasan (Ahmed Han Mahmidzada) birlikte uçurtma uçurmayı çok severler. Emir Paçtun, Hasan ise Hazara’dır. Bir gün Hasan arkadaşına olan sadakatinin bedelini ağır bir biçimde öder. Emir göz göre göre Hasan’a yardım etmeyip korkakça davranmıştır. Bu olaydan sonra dostlukları bozulur. Sovyetler’in Afganistan’a girişiyle Emir’le babası (Humayun Ershadi) ABD’ye kaçarlar. Yıllar sonra pişmanlık, vicdan azabı, bedel ödeme, geçmişi geri kazanma, özür dileme isteğiyle Emir (Halit Abdalla) Afganistan’a geri döner, bu kez de ülkesi köktendinci Talibanların elindedir. Hollywood hemen bu çok satışlı romanla ilgilenir. Anthony Minghella’nın yapımcısı Bill Horberg’le Motosiklet Günlüğü’nün (Walter Salles) yapımcısı Rebecca Yeldham, roman çıkar çıkmaz Hüseyni’yle buluşurlar. Oysa yazar, yoğun içsel anlatımından ötürü kitabından iyi bir film yapılamayacağını düşünmektedir. Roman çeşitli dillere çevrilirken sinema uyarlaması bir kenarda bekler. Yapımcı şirket Dreamworks senaryo yazımını David Benioff’a (Troya) verir. İlk düşünülen yönetmen Sam Mendes (Amerikan Güzeli) Jarhead’i çekmeye gider. Benioff, yapımcılara Stay’de (Gitme) birlikte çalıştığı Marc Forster’ı (Monster’s Ball, Finding Neverland) önerir. Forster kitabı çoktan okumuştur: “Romanı en çok Afganistan’a olan alışılmış bakış açımızı değiştirdiğinden sevmiştim. Afganistan denince akla ilk gelenler Bin Ladin, Talibanlar, terorizme karşı savaş oluyordu. Hüseyni’nin yapıtı genellikle karikatürümsü bir betimleme içeren bu ülkenin derin insancıl yüzünü ortaya çıkararak böylece önyargılarımızı değiştirdi” diyor Forster. Yönetmen filmi ancak yıldız oyuncusuz ve Kabil’ de konuşulan Dari dilinde çekerse yapacağını belirtir: “Bu hassas konuya Amerikalı yönetmenlerden değişik bir açıdan yaklaşmam gerektiğini düşündüm. ABD İnandırıcı, gerçekçi olması için filmi Dari dilinde çekmem gerekiyordu. Çocukların İngilizce konuşarak uçurtma uçurmaları bence feci olurdu” diyen sinemacı çocuk oyuncuları Kabil’de bulmuş. Geriye çekilen, korkak yetişkin Emir içinse Uçuş 93’ te izlediği Mısırlı oyuncu Halit Abdalla’yı seçti. Yetmişli yılların Kabil’i için Fas, Tunus, Hindistan, Türkiye’de çekim yapılması düşünüldü. Sonunda güvenlik açısından Çin’in Kaşgar kenti seçildi. Pakistan, Afganistan, Türki Cumhuriyetleri’nin sınırları yakınındaki, bugüne dek hiçbir Amerikan yapımının çevrilmediği Kaşgar’da tüm ekip aynı otelde altı ay boyunca birlikte kaldı: “Bir aile öyküsü anlatmak için önce bizim aile olmamız gerekiyordu. Emir’ le babasının ilişkisini babamla benimkine çok benzetiyorum. Bende tıpkı Emir gibi konforlu, rahat bir çocukluk dönemi geçirdim, sonra herşeyimizi yitirip ABD’ ye göç ettik. Çekimde tüm bunları yeniden yaşadım. İsveç’ te duygularımızı, coşkularımızı birbirimize göstermezdik, herkes herşeyi içine atardı. Amerika’da yaşamak beni epey değiştirdi, buradaki insanlarsa fazla dışarlak. Uçurtma Avcısı, İsveçAmerikan karışımı bir çalışma oldu” diyen Forster yapımcıların filmi 2006’da çıkarmak istediklerini fakat Afgan çocukların durumundan ötürü gösterim tarihini geciktirdiklerini belirtiyor. Filmdeki şiddet sahnesinden, çocuklar arasındaki etnik ayrımdan ötürü Dreamworks böyle bir önlem almayı uygun gördü: “Bir buçuk yıl öncesine göre ülkedeki ortam öylesine bozulup kötüye gitti ki filmin gösterim tarihi geciktirildi. Biz filmi çekerken Afganistan’da bir özgürlük esintisi, bir umut vardı. Dreamworks’un eğitim dönemlerini tamamladıktan sonra çocukları ülke dışına çıkarıp güvenli bir yere götürmelerine, bu sorumluluk duygularına hayran oldum” diyor Forster. Uçurtma Avcısı (2003) yayımından beş yıl sonra (2008) beyazperdeye geliyor. Halit Hüseyni’nin romanının zengin anlatımına sadık, duyarlı içeriğini koruyan dram Emir’le Hasan arasındaki kendini kurban etme öyküsünü güçlü, gerçekçi, duygulu bir anlatımla aktararak kırk yıl süresince Afganistan’ı sarsan, şiddet içeren değişimleride gözler önüne seriyor. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının tadlarını taşıyan, şablonlardan uzak, dostluk, arkadaşlık, ihanet, vicdan azabı, bedel ödeme, geri kazanma temalarını yetkinlikle işleyen, bugünlerde Batı’da salt terörist ürettiğine inanılan Doğu kültürünün güçlü insani yüzünü gösteren Uçurtma Avcısı 21 Mart’ ta sinemalarımızda. Hüseyni’nin Afganlı iki kadını anlatan yeni romanı A Thousand Splendid Suns’ın (Bin Parlak Güneş) haklarını da Columbia satın aldı, Steven Zaillian’ın (All the King’s Men) yönetmesi gündemde. PARA KAZANMANIN PRATİK YOLU Berlin… 1930’lı yılların henüz ortası… Gelmiş geçmiş en yetenekli kalpazan Salomon Sorowitsch, hayata boş vermiş, gününü gün etmekle meşgul. Nazi Partisi’nin önlenemeyen yükselişi onun umurunda bile değil. Görünüşe aldanmayın… Aslında Rus kökenli Salomon, içinde büyüyen büyük acıdan kaçmaya çabalayan bahtsız bir adam… O, bugün Ukrayna’nın kıyı kenti olan Odessa’da tüm ailesini yitirmiş. Sonrasında yalnızlık denilen kuyuya düşmüş ve geleceğe dair umutları tükenmiş. “Para kazanmanın en pratik yolu, onu yapmaktır” diyen Salomon’un, resim yapmaktaki usta becerisini bir kenara bıraktığını ve kendisini sahte dolar üretmeye adadığını görürüz. İçindeki her şey ölürken iyilik duygusu yine de ayağa kalkmaya çabalar. Yarınların kara günlere gebe kalacağının bilincindeki Yahudilerle, etraflarındaki çember giderek daralan muhalifler, onun kapısını çalarlar. Salomon, onların Almanya’yı terk etmesi için hakikisinden ayırt etmenin mümkün olmadığı pasaportlar hazırlar. Teknik yetersizlik Salomon’un sahtecilikte mucizeler yaratmasını engeller ve Alman mali polisi, kalpazanlar kralının evine baskın düzenler. Kodesi boylayan Salomon Sorowitsch, toplama kamplarının inşasının ardından Mauthausen’e nakledilir. sapkın Adolf Hitler’in gayriahlâkî planları tükenir mi? Dahiyane bir fikirle, sahte para basarak İngiltere ve ABD’yi ekonomik yönden göçertmek ister. Sachsenhausen Kampı içinde ve tabiî ki gizliliğin gölgesinde, sahte para tesisi açılır. Paradan en iyi kim anlar sorusuna yanıt Musevilerdir. Kalpazanların gururu Salomon ile diğer kamplardan seçilen matbaacı, bankacı, el sanatları uzmanı, fotoğrafçı ve grafikerler, 1944 yılında Sachsenhausen’e getirilirler. Tutsaklar şaşkındırlar, insanların öbek öbek katledildiği kampın ortasında, onları bekleyen steril, konforlu ve tehlikeden uzak bir dünyadır. Kıymetli esirler, tertemiz yataklar, kalori listesinden muaf yemek seansı, duş ve tuvalet olanağı karşısında, kollarını sıvar ve işe koyulurlar. İlk tur sterline ayrılır ve Salomon’un önderliğinde, İngiliz hükümetinin bile “bunlar orijinal para” dediği bir imkânsızı gerçekleştirirler. Ödülleri doyasıya eğlencedir. Kısa sürede İngilizlerin elindeki tüm nakit paranın dört katını basarlar. Savaşın sonunun yaklaştığı aylarda sıra dolardadır. Karısını Auschwitz’de kaybeden Adolf Burger, savaş makinesine ve soydaşların katline hizmet etmeyi vicdanına daha fazla yediremez. Ölümü göze alarak, dört dörtlük dolar yaratılması işini sabote eder. Nazilerin sürekli bastırması ve tehlikenin giderek büyümesi karşısında dahi Salomon, Burger’e ihaneti düşünmez. Sabotaja rağmen sahte doların da hakkından gelir ve kâbus dolu yılların bitmesine günler kala arkadaşlarını kurtarmak için parayı Nazilere teslim eder. Artık gideceği yer, üstüne kan sıçrayan sahte paraları tüketeceği Monte Carlo kumarhaneleridir. Geriye, Firavunlar dönemi Mısır’ında, Ortaçağ İspanya’sında, Çarlık Rusya’sında ve ikinci dünya savaşı sırasında soykırıma uğrayan bir ırkın torunlarının, son günlerde Filistin’in kalbi Gazze’de bebeklerin de yok edildiği benzer bir soykırıma imza atmasının acısı kalıyor. İyi seyirler. www.alperturgut.blogcu.com HITLER’İN EKONOMİ PLANI! Nazizmin “Arbeit Macht Frei” (Çalışmak özgürleştirir) mottosu (sayıklama da uyar), Avrupa’yı devasa bir şantiyeye dönüştürmüştür. Köle gibi çalıştırılan Salomon, güçsüzlere sadece ve sadece ölümün dayatıldığı kampta yaşama sarılır. Gestapolar ile SS subaylarının gözüne girmek için yalakalığa terfi eden ve onları anlı şanlı kahraman gibi betimleyen resimlerini yapmaya başlayan Salomon, böylelikle hayatta kalabilecek kadar yiyeceğe de erişmiş olur. Onbaşılıktan başkomutanlığa yükselen kaçkın ve