22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESİ 67 CMYK 6 8 MART 2008 CUMARTESİ 8 MART 2008 CUMARTESİ 7 Yürüyoruz yan yana güzel günler adına Ortak hedefimiz mutlu bir yaşam. Dertlerimiz ortak olmasa da... Kimimiz eğitim, kimimiz ekmek, kimimiz savaşsız bir dünya, kimimiz kültür, kimimiz çocuk peşinde koşturuyoruz... Farklı bölgelerde farklı yaşamlarla farklı sorunlarla boğuşuyoruz. Sonuçta hepimiz bu ülkenin kadınlarıyız, hayallerimizin peşinde koşan, haklarımız için savaşan. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Türkiye’den kadın manzaralarıyla özetledik durumu. Resmi rakamlara bakarsak Türkiye’de kadının bugün içinde durduğu nokta hiç de iç açıcı değil. Türkiye kadın nüfusunun istihdamı açısından 54 ülke arasında 53. sırada. İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkel Minibaş, Türkiye’de her 100 kadından 32’sinin sigortasız olduğunu, 58’inin hiç bilgisayar kullanmadığını söylüyor. Türkiye’de kadınların ekonomideki yeri yüzde 24 oranında. Bu oran Meksika’da yüzde 41, İtalya’da yüzde 45, Danimarka’da yüzde 72 düzeyinde. Türkiye’de ilköğretim çağındaki her 5 kız çocuğundan 1’i eğitimi bırakıyor. Araştırmalara göre okul masrafını erkek çocuklar lehine kullanan ailelerin oranı yüzde 17.2. Okuma yazma bilmeyen 40 yaş üzeri kadın oranı yüzde 64. Hangi alana bakarsak bakalım çok da farklı rakamlarla karşılaşmayacağımız aşikâr. Sonuçta kadınlar için karar veren siyasi mekanizmaların çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bir ülkede yaşıyoruz hâlâ. Amele pazarında ekmek sırası Uşak’ta kadınlar iş bulmak için halk arasında ‘Kadın Amele Pazarı’ olarak adlandırılan yerde iş arıyorlar. Gündeliği yalnızca 10 YTL’lik işlerden birini kapabilmek için pek çok kadın kar kış demeden saatlerce bekliyor. Pazara her gün gelen 60 yaşındaki Fadime İnce de dahil... İntihar eden oğlunun ardından babasız kalan iki torununa bakmak için yaşam mücadelesi veren İnce, ayda en fazla 45 gün iş bulabiliyor. Amacı ise torunlarını okutabilmek... Fabrika sahiplerininin sabahları işçi seçtikleri pazarda bekleyenlerden biri de 50 yaşındaki Ayşe Çomak. Çomak, para kazanabilmek için her türlü işte çalışıyor. Okuma yazma bilmeyen Hava Akduman ise, ayda iki gün çalışarak eve 5 kilo bile yağ alamadığını vurguluyor. İki çocuğuna bakmaya çalışan anne, belediye yetkililerinden kapalı bir mekan yapmalarını istiyor. Çaylarını yudumlarayarak kahvede iş arayan erkekler gibi kapalı bir alanda bekleyebilmek için... Kızlar imam mı olacak, hatip mi? Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘nin (ÇYDD) kurucusu ve başkanı olan Türkan Saylan, özellikle kız çocuklarının eğitim alabilmesi gerektiğini yıllardır dile getirerek bu konuya dikkat çekiyor. Bu amaçla savaşını 1989 yılından bu yana sürdüren Saylan, ÇYDD ile birlikte yurt genelinde eğitim seferberliğine devam ediyor. Türkiye genelinde projeler yürüterek çok sayıda ilköğretim okulu, çocuklar ve gençler için rehabilitasyon ve kültür merkezleri, yurtlar ve kadınlar için gelir getirici atölyelerin inşası için çalışıyor Saylan. Ayrıca işsiz gençlerin ve kadınların meslek edinmeleri, ekonomik özgürlüklerine kavuşmaları ve kız çocuklarının eğitimleri ile kişisel becerilerinin geliştirilmesi için de çalışmalarını sürdürüyor. Son dönemde 10 yıldır tartışılan ÖSS katsayı sistemindeki çıkmaz hakkında konuşan Saylan, kız çocuklarının imam ya da hatip olamayacağını için imam hatip liselerine sokulmasının belli bir amaca yönelik olduğuna vurgulayarak, çocuklar üzerinden oyun oynandığına dikkat çekti. Güldünya’nın adı bile korkuttu Güldünya Tören, teyzesinin kızının kocası tarafından hamile kaldığı için, İstanbul’da erkek kardeşleri tarafından vurularak öldürüldüğünde 22 yaşındaydı. Töre cinayetlerinin sembolü Güldünya’nın ölümünden dört yıl sonra doğduğu şehir olan Bitlis’te kadınlar, onun adını verdikleri bir dernek kurdular. Dernek kuruluşunda çok fazla destek görmediklerini dile getiren ve erkek egemen bakışın attıkları her adımda karşılarına çıktığını vurgulayan kadınlar, “Sadece Güldünya’nın adını almak bile tepki görmemize yetti. Kadın hakları için kadınlara yönelik bir çalışma herkesi korkuttu. Derneğimize yer bulmakta bile zorlandık” diye konuşuyor. Güldünya Derneği ile şiddete maruz kalan duyarlı kadınlar seslerini örgütlü bir şekilde duyurmaya çalışıyorlar. Her şey yasaktır engelli olduğun için “Bazen yasaklar ülkesinde hissediyorum kendimi/Çünkü her şey yasaktır engelli olduğun için/Değişmez katı kurallar vardır/Farkında bile olmadığın/Aşmak istersin, geçmek istersin/Dağları yol etmek istersin/Önüne, geçilmez engeller koyarlar... Her seferinde sıfırdan başlamak/Atomu ilk defa parçalamak gibi bir şeydir/İçimdeki atomu her seferinde parçalıyorum” dizeleriyle kendini anlatan spastik engelli Şengül Deveci, 1996 yılında Açıköğretim Sosyal Bilimler Bölümü’nden mezun olmuş. Ardından Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğretmenlik formasyonu almış. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nü de bitiren Deveci, şimdi özel bir hastanenin arşiv bölümünde çalışıyor. Deveci, engeli nedeniyle hareketlerini kontrol etmekte zorlanıyor ve bu yüzden girdiği sınavlarda süre konusunda sorunlar yaşıyor. Ek süre istemleri sonuçsuz kalan Deveci, “Sırf bu yüzden üniversiteyi 23 yaşında kazanabildim. İlk sınava girdiğimde kazanabilmiş olsaydım şimdi belki de doktora yapıyor olurdum‘’ diyor. Yüksek lisans ve doktora yapmak istediğini belirten Şengül Deveci, sınavlarda yaşadığı süre konusunda dava açmaya hazırlandığını söyledi. Bu savaşın ucunda entrika var Bülent Ersoy jüri olarak görev yaptığı Popstar Alaturka adlı programda, yaptığı açıklamayla hala konuşuluyor. Doğurgan özelliği olmadığı halde şehit annelerinin içindeki duyguları aktarmak istediğini belirterek başladığı konuşmasında bu harekatın bir savaş olmadığını, masa başı alınan kararlarla gerçekleştiğini söyledi. “Bu savaşın ucunda entrika var. Çocuk doğurmuş olsaydım, birilerinin masa başı oyunları gerçekleşsin diye ben de doğurduğum çocuğu toprağa vereceğim. Var mı böyle bir şey? Evet vatan sağolsun tamam ama göz göre göre de bu çocukları anaları neden toprağa versin?” diyerek düşüncelerini dile getirdi. Kimileri destekledi, kimileri dışladı ve reddetti bu düşünceyi. Hatta Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı ‘halkı askerlikten soğuttuğu’ gerekçesiyle soruşturma başlattı. Yaşamak ve adalet cesaret ister Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink geçen yıl 19 Ocak’ta gazetenin önünde katledildi. Ve tam da o noktada konuşmasını yapan eşi Rakel Dink, kaybettiği eşinin Sevgililer Günü’nde kendisine yazdığı mektuba yanıtını okudu. “Çutağıma eş olmak bana verildi. Bugün çok acılı ve onurlu olarak buradayım. Ben, çocuklarım, ailem ve sizler, çok acılıyız. Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor, kederli bir sevinç yaşatıyor” demişti. O gün bugündür de kederli gücüyle savaşına devam ediyor. Yıl 2008. 19 Ocak. Rakel Dink, Agos Gazetesi’nin önünde yapılan törende ifade ediyor kendini. Hrant Dink’in “Uğruna ölünesi davaları, uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe, belli ki bu tür vahşetler daha çok yaşanacak” sözünü hatırlatarak “Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yas da kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl, yaşamak cesaret ister. Umut cesaret ister. Adalet cesaret ister kardeşlerim” sözleriyle haykırdı hem bir eş, hem bir yurttaş, hem de bir kadın duyarlılığıyla... Rakel Dink, halen Hrant Dink cinayetinin sorumlularını bulmaya çalışıyor; demokratik bir ülke olabilmek adına. İktidar kadınlara el koydu Ş emsa Yeğin, 80 döneminden sonra yoğun bir artış gösteren kadın hareketinin başını çeken Payel Yayınları’nın hem çevirmenliğini, hem de editörlüğünü yaptı. Payel Yayınları, o dönemde kadın hareketine önemli destekte bulundu. Başta Simon de Beauvoir olmak üzere, Kate Millet, Evely Reed gibi kadın hareketinin başını çeken yazarların kitaplarını Türkçe’ye kazandırdı. 85 yılında Şemsa Yeğin de ABD’de Millet’ın evine giderek kadın hareketi üzerine söyleşi yapmıştı ve bu, o yıllarda dört gün boyunca Cumhuriyet’te yayımlanmıştı. Şimdilerde Yeğin, çevirilerine devam etmekle beraber, Piccasso’nun “Kadın yapmak için SENEM önce gırtlağını sıkacaksın” sözünden hareketle merak sardığı heykel çalışmalarına devam KALE ediyor ve kadına, ‘boğazı sıkılan kadın’a hayat veriyor ellerde. Biz de Şemsa Hanım’la Payel ERDEM Yayınları’nın kadın hareketine dair kitaplar yayımladığı o yıllardan yola çıkarak bir ÖZTOP söyleşi gerçekleştirdik; sözü son kertede kaçınılmaz olarak, kadın hareketiyle bağdaştırılmak için tüm çabanın sarfedildiği ‘türban’a getirdik!.. Türkiye’deki kadın hareketini tartışmadan önce sizin konuya bakışınızı öğrenebilir miyiz? İnsanlık tarihinde ilk toplumsal dizge olan anaerkil düzenden ataerkil düzene geçildiği andan itibaren başlamış bir süreçten söz ediyoruz aslında. Ataerkil düzene geçişi başlatan özel mülkiyetin bir toplumsal güç haline dönüşmesidir. Özel mülkiyet üretimin, nüfus artışının, ekonominin doğal gereği olarak sınırsız bir büyüme gösterme eğilimindedir. Mülkiyet, “sahiplik” kimdeyse, güç ondadır. “Sahip” olanların durumlarını korumaları, ayrıcalıklı olmanın tadını çıkarmaları için, bir “sahip olmayanlar” dolayısıyla “güçsüzler” ordusu gerekmektedir. İşte bu ordu kadın ve çocuklardan oluşmaktadır. Benim en kaba, en kısa tarihsel özetim budur. Daha on bin yıl öncesinden “yerleşik düzende” yaşayıp, kendisi ve yavruları için barınak ve yiyecek sağlamak durumunda olan kadını sömürmek ya da onun üzerinde üstünlük kurmak, “kadının kaybedecek şeyleri olması nedeniyle” iktidarlar ve iktidar yani güç sahibi olanlara uygun ortam sağlamıştır. Günümüzde bunun çok iyi örneğini görmekteyiz. İktidar, erkeklerin iş yerlerinde ya da işsiz kahvelerinde değil, kadınların günlerini umarak, bekleyerek, çalışarak geçirdikleri evlere fasulye, pirinç ve sabun dağıtarak, üniversiteye giden erkeklere değil kızlara para vererek hedefine doğru hızla ilerlemektedir. Ben kadın sorununu bir sistem sorunu olarak görüyorum. Kadın doğrudan doğruya sistemle savaşmalı, diyemeyeceğim, çünkü binlerce yıl geriye gitmek ve yeniden başlamak olanaksız. Bu sorunu sisteme dokunmadan çözmek de olanaksız. Lady Montagu 250 yıl kadar önce kadına eğitim hakkı isteğiyle Aynur hikâyesini yeniden yazdı üşleri gerçeğe dönüştüren bir başarı öyküsü onunkisi. Çok değil birkaç yıl öncesine kadar ilkokul mezunu, evli ve iki çoçuk annesi bir ev kadını olarak, çamaşır, bulaşık, yemek gibi rutin ev işleriyle uğraşırken şimdi hesap cetvelleri, bilançolar ve vergi tahakkukları ile ilgili dosyalarla boğuşan üniversite mezunu bir iş kadını Aynur Yeşilkaya. Çocukluk ve genç kızlığa ilk adım attığı yıllarda okula giden yaşıtlarının arkasından imrenek bakan ve gizli gizli gözyaşı döken Ayun Yeşilkaya’nın gecikmeli de olsa düşlerini gerçekleştirmesi, ailesinde mahcubiyetle karışık bir kıvancın yaşanmasına neden MİYASE olurken iş arkadaşları ve komşuları için de “Vay be!” dedirten türden bir yükseliş. İLKNUR Uluslararası denetim ve yeminli mali müşavirlik şirketinde serbest muhasebeci ve mali müşavir olarak çalışan Aynur Yeşilkaya’nın öyküsü, 1964 yılında Tunceli’nin Pülümür ilçesi eski adı Danzig olan Dereboyu köyünde başlıyor. Ailesi 1938’de yaşanan Dersim İsyanı ile Bursa’ya sürgüne gönderilmiş, ancak orada yapamayıp sürgün kararı yumuşatılınca Tunceli‘ye geri dönmüştü. Otuz haneli köyde altı ahır, üstü tek odadan ibaret kerpiçten yapılmış bir köy evinde beş çocuklu Yıldız ailesinin iki numaralı çocuğu olarak doğuyor. Elektirik ve suyun olmadığı, altı ay Pülümür’e bağlı olan altı ay ise “Allah’a emanet” olan köyde çocukların yaşama atılması için tek olanak, beş sınıflı, tek öğretmeni ve tek dersliği olan köy okulunda gördükleri eğitimdi. Kışın dam boyunda yağan kar nedeniyle okula ulaşmanın ancak büyüklerin açtığı tüneller sayesinde gerçekleştiği köyde, kendisinden iki yaş büyük ağabeyi İrfan Hüseyin Yıldız‘la elele tutuşarak gittiği ilkokulları, öğretmenleri hastalandığında ya da bir mazereti nedeniyle izinli olduğunda tatil ediliyordu. Bu koşullarda okuduğu okulda, sınırlı sayıda kitabın bulunduğu kütüphane Aynur’un zamanını en çok geçirdiği yerdi. Gözden kaybolduğu zamanlar ailesi onu bulacağı yeri biliyordu. Sadece kütüphanedeki kitaplar mı? Babası ilçeye gittiğinde yaptığı alışverişlerde ambalaj kağıdı olarak kullanılan gazeteler, yerlere atılmış her türlü matbuat parçası Aynur’un ilgisini çekmeye yetiyordu. Kendisi ilkokul üçüncü sınıfta okurken babası işçi olarak Almanya’ya, ağabeyi İrfan Hüseyin de ortaokulu okumak için Erzincan’a gitmişti. Ona da görev olarak ev işleri, kardeşlerinin bakımı ve hayvanların otlatılması kalmıştı. 80 döneminden sonra yoğun bir artış gösteren kadın hareketinin başını çeken Payel Yayınları’nın çevirmenliğini ve editörlüğünü yapan Şemsa Yeğin, günümüz kadın hareketine eleştirel bir yaklaşım sergiliyor. sesini duyurduğunda, bunu sistemden istiyordu, Mary Wollstonecraft 1792 yılında Kadın Haklarının Savunulması kitabını yayımladığında sistemi eleştiriyordu. Simone de Beauvoir “İnsan kadın doğmaz, olur,” dediğinde kadını toplumun, sistemin yarattığını söylüyordu. Bence feminizm ya da kadın mücadelesi dediğimiz, bu bilince ulaşmış kadınların toplumda çoğalmasıyla başladı, seslerin gürlüğü oranında da bazı haklar kazanıldı. Bu mücadelenin hızlı ilerlemesi içinse eğitim, özellikle de kadınların eğitimi birinci koşul. Gene bu yüzdendir ki mevcut iktidar, örtülü kızlara eğitim hakkı ya da özgürlüğü vermeyi amaçlarken aslında kadını, dinsel inançları bilimden üstün tutmaya çağırmakta, kızlarımızı bunun Din gibi dokunulmazlar var Peki, 68’ler, 80’lerden sonra pek çok yıkımın yanı sıra, kadın hareketinde sonunda bastırılsa da birçok alanda teoride ve pratikte gelişimler yaşanmıştı. Fakat 2000’lerin sonunda Türkiye türbanı tartışır hale gelindi. Ülkenin gittikçe muhafazakâr bir yapı içine girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben şu anda bile size doya doya yanıt vermeye çekiniyorum belki. İçinde bulunduğumuz durum beni çok öfkelendiriyor. Öfkelenmekten başka bir şey yapamadığım için de ayrıca öfkeleniyorum. İçinde bulunduğumuz durum, egemen güçlerin, yani sermayeyi elinde bulunduranların, güçlerini daha da arttırma, dünyaya egemen olma hırslarını doyurmak için yıllardır yürütmekte olduğu politikaların bir sonucu. Yanıtı bu konuşmaya sığamayacak kadar büyük bir sorunu yaşamaktayız. Yalnız şunu söylemek gerek, ülkede türbanlı kafaların çoğalmasını isteyenler, çok çalışkan, çok disiplinli, çok özverili insanlar. Ve ne yazık ki bugün iktidar partisinin tek bir alternatifi yok. Sağda, solda, ortada yok. Ben gene de bu sorunu aşacağımızı ummak istiyorum. 80’lerdeki kadın hareketi içinde dindar kesimden kadınlar var mıydı, en azından bir temas kurulmuş muydu? Öyle bir yapı yoktu. Bu hiçbir zaman da olamayacağı anlamına mı geliyor? Evet. Bu ilişki kurulamaz. Neden? Çünkü onlar en baştan kendilerini “kadın” olarak kabul ediyorlar. Kendilerini erkeğine itaat eden, erkeğini mutlu etmekle yükümlü bir kadın olarak görüyorlar. Hatta kadın olmak avantajlı. Erkek eve bakacak, kadın sıcak çorba yapıp çocuk büyütecek... Böyle gördüğü sürece, kadın özgürlüğünden ya da bağımsızlığından söz etmek olanaksızdır. Kadınların ve erkeklerin kendilerini önce birer insan olarak görmeleri gerekir. Asgari müştereklerde birleşmiyoruz. Din gibi, tanrı gibi “dokunulmaz” konular var karşımızda. getireceği maddi avantajlarla beslemektedir. 80’lerden başlayan ciddi bir kadın hareketi oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? O günler gazetelerde genç insanların cesetlerinin resmini görmediğimiz için sevindiğimiz günlerdi. Öfkelerimizi yüreklerimize kilitlediğimiz günlerdi. Bir su yolu bulup akmaya çalışıyorduk. Üstelik elimizde bize yol gösteren pek çok çeviri kitap yayımlanmıştı. Değerli akademisyenler de dahil kadın sorununun bilincinde olanlar bir hareket başlattı. Kadın Eserleri Kütüphanesinin belediye tarafından bu harekete diyemesek de, “kütüphane” fikrine tahsis edilmesi sonucu bazı etkinlikler başladı. Ancak bu daha çok batı literatüründen beslenmiş olması nedeniyle “ithal” bir hareket oldu. Geleneklerimiz, tarihimiz, bizim kadınımızın durumu üzerine yapılmış incelemeler sonucu gereklilikten doğan bir hareket, “bizim hareketimiz” değildi. Hareket gerekliydi, bugün de gerekli ama beslenecek kaynağı yoktu, hala da yok. Peki kadın hareketi niye ‘bizim hareketimiz’ olamadı? Bunda 80’den sonrasındaki liberal politikaların etkisi olabilir mi? Bunun nedeni daha öncesine dayanıyor. Bilimin hiçbir alanında bizden doğan bir bilim geliştiremedik. Bakınız fen bilimlerine; bir sürü yabancı kelime var. Niçin? Çünkü bizden doğmuş bir bilim yok. ‘Feminizm’ diyoruz örneğin! Niçin ‘kadınların kurtuluşu’ demiyoruz? Bir kadın, “Erkek döver de söver de,” dediği sürece, erkekliğe ve onlardan doğan kaba güce boyun eğmeye mahkum olacaktır. Kadınlarımızdan hiç duydunuz mu, İbrahim Tatlıses‘in sesinin kaç oktav olduğuna dair getirdikleri yorumları? Tam tersi, onun attığı tokatların hayranı oldular! Kadınlarımız daha oradalar, bilinçlenemediler. Liberal politikaların etkisine gelince, bunu az önce yanıtladım sanıyorum. Çok ustaca uygulanmış politikaların etkisi diyelim. Bir de unutmayalım ki, 80 sonrası baskı ve sindirilmişlik yeni bir kuşak sahneye çıkmadan silinmeyecek. O kadar da haksızlık etmemek gerekir sanki; andığınız ithal feminist hareket hiç mi uyum sağlamadı Türkiye’ye, başarılan hiçbir şey yok mu, teoride ya da pratikte? Tabii ki başarılı işler de oldu. Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin açılmış olması, Pazartesi gibi dergilerin yayınlanmış olması, KADER’in kurulmuş olması büyük ve güzel şeyler! Sanıyorum bazı üniversitelerde kadın araştırmaları bölümlerinin kurulması da bu döneme rastlıyor. Biz de herhalde Türkiye’de Kate Millet’in dediği gibi kazanımlarımızı korumaya çalışıyoruz. Bir de kabul etmek gerekir, dünyadaki kadın mücadelelerini anlatan pek çok kitap yayımlandı. Kendilerini erkeklerle eşit gören yeni bir kuşak yetişti. Gençler hem kızlar, hem erkekler cinselliklerini görece olarak daha açık ifade etmeye başladılar. Kadınları konu alan, belki zaman zaman onların haklarını gözeten ama korkarım çoğu kez onlara daha çok kadın olmayı öğreten pek çok televizyon programı yayımlanıyor. Evet, sonuçta mutlaka (daha çok teoride) kazanımlar oldu. Günümüzdeki feminist harekete dair ne söylemek istersiniz? Şu geldiğimiz noktada, ABD’deki feminist hareketle, Türkiye’deki feminist hareketin hiçbir farkı kalmadı. Reel olarak biz global bir dünyada yaşıyoruz. Bugün dil dâhil pek çok alanda ABD uyarlamaları yapılır oldu. Bu da kültürümüze zarar veriyor! Kadın araştırmaları diye bir bölüm var İstanbul Üniversitesi’nde ve orada kaç öğrenci çalışıyor, hangi ürünleri veriyor, basılan kaç doktora tezi var? Bizim toplumumuzdaki insanların incelendiği ve sorunlarına çözüm önerildiği bir akademik ortam yok! Özgün çalışmalardan çok intihaller gazetelerde haber oluyor. Üstelik bir de iktidar kadınlara el koydu! Gençlerimizi bekliyoruz. AB yasalarının bizde hayata geçirilmesini bekliyoruz. Ya da artık beklemiyoruz. Umut vaat eden bir tablo olduğu söylenemez. D bu konudaki tartışmalara dahil olmaya başlamıştı. Bu sırada ağabeyi Mektebi Mülkiye’ye başlamış, kardeşi Ali liseye, Esma ve Yüksel de Ortaokula yazılmıştı. Artık 19 yaşında gelinlik bir kızdı Aynur. Hayırlı kısmeti, Almanya’dan çıkagelmişti. Yıllarca Almanya’da kaçak işçi olarak çalışıp yurda dönen Hulusi Bey‘le evlenmiş, İstanbul’da bir gecekonduya yerleşmişti. Evlenmesinin üzerinden 1 yıl geçmeden ilk oğlu Volkan‘ı doğurmuştu. Kocası biriktirdiği parayla hayalindeki evi yaptırmış, gecekondudan kendi evlerine taşınmışlardı. İlk zamanlar başkasının kahvehanesinde çalışmak durumunda olan eşi Hulusi Bey, artık kendi kahvehanesini de açmıştı. Aynı yıllarda ikinci oğulları Fırat katılmıştı ailelerine. Aynur’un aile yaşamındaki nüfus artışının yanında refah düzeyi de artıyordu. Değişmeyen tek şey kendi deyimiyle okumaya olan tutkusuydu. Bu arada kız kardeşi Esma da, Yeminli Mali Müşavirlik Şirketi kuran ağabeyinin yanında çalışmak üzere İstanbul’a gelmiş kendisinde kalıyordu. Aynur Yeşilkaya, ilkokul mezunu bir ev kadını olmayı kabullenmedi. İki çocuğunu okula gönderirken kendisi de dışarıdan ortaokulu, liseyi bitirdi. Ardından üniversitede okudu. Şimdi stajyer mali müşavir, ama hedefi mali müşavirlik ve İngilizce. İKİ ÇOCUK ANNESİ OKUR MU? Esma, ablasının okumaya olan tutkusundan etkilenmiş, ona dışarıdan ortaokulu bitirme sınavlarına girmesini önermiş, ancak Aynur, bu öneriye önceleri pek sıcak bakmamıştı. Ortaokul bitirme sınavlarının son günü ablasını zorla okula gönderip kayıt olmasını sağlamıştı. Bir yıl içinde çocukları gibi ders çalışan Aynur, dersleri tek tek vererek mezun olmayı başarmıştı. Ortaokul sınavlarına gidip gelirken açık liseyi duymuştu. Kardeşleri ve eşinin desteğiyle açık liseye kaydını yaptırdı. Üç yıl gibi bir zamanda lise diplomasını da almış, gözünü üniversiteye dikmişti. Büyük oğlu Volkan Anadolu Lisesi’ni kazanmış, küçük oğlu da ana okuluna başlamıştı. Her sabah küçük oğlunu ana okuluna götürüp bırakıyor, sonra eve dönerek üniversiteye hazırlık sınavları için ders çalışıyordu. Büyük bir heyecanla sınavlara girip sonuçlara beklemeye başladı. Sonuçları öğrenince ayakları yerden kesilverdi. Çünkü dört yıllık bir fakülteye girebilecek puanı almıştı. Evdeki sorumluluklarını düşünerek Açık Öğretim Fakültesi İşletme Bölümü’ne kaydoldu. Bu süreç oldukça zorlu geçti. Ama sonunda üniversiteyi de 4 yıl içinde bitirip mezun oldu. KARDEŞLER OKUDU O ÇALIŞTI Babası Almanya’da birkaç yıl çalışıp geri dönmüştü. Aynı dönemde ağabeyi Hüseyin de Erzincan’da okuduğu ortaokuldan mezun olup köye gelmişti. Hakim olan amcasının oğlu, kuzenlerinin daha iyi bir eğitim alması için batı illerinden birine göçetmeleri tavsiyesinde bulunmuştu amcasına. Mesela, ailenin sürgüne gönderildiği Bursa olabilirdi. Babasının da aklına yatmıştı bu öneri. Göç kararı verildi. Bursa’nın Gürsu ilçesine bağlı Adaköyü’nde üç gözlü bir ev aldılar. Daha iyi eğitim görmesi için geldikleri Bursa’da kendisinin bu haktan yoksun bırakıldığını öğrendiğinde yıkıldı Aynur. O, tarlada ve evde çalışacak, kardeşleri de onun ürettiği hizmet ve katmadeğer sayesinde eğitimlerini sürdüreceklerdi. Bu arada ağabeyi İrfan Hüseyin liseye, kendisinden küçük kardeşleri Ali, Esma ve Yüksel de orta ve ilkokula başlamıştı. Tarım işçileri için istahdamı bol olan BursaGürsu’da yaz aylarında Aynur, babası, annesi ve ağabeyi ile birlikte çalışıyor, küçük kardeşi Ali’de simit satarak işin olmadığı kış ayları için birikim yapmaya çalışıyorlardı. Tabi azıcık fırsat bulduğunda da koynundan çıkardığı küçük cep defterine önceden başladığı romanı ile ilgili yeni notlar ekliyordu. Birgün ağabeyi Hüseyin’in eline geçen bu amatör roman denemesi, tüm ailenin huzurunda yüksek sesle okunup alay konusu olunca küstü ve yazmayı o gün bıraktı. Bir daha da eline hiç almadı. 78’li yıllar Gürsu’da devrimci mücadelenin doruğa çıktığı bir dönemdi. Ağabeyinin, kuzenlerinin ve komşu çocuklarının elden ele ulaştırdığı kitaplar ve bildiriler, Aynur’un gece yarılarına kadar uykusuz kalmasına neden oluyordu. Sosyalizmi, proleteryayı, Marks‘ı, Lenin‘i ve Mao‘yu öğrenmiş, Hedefleri bitmedi Ondaki bu azmi gören ailesi, “bu kadar başarıdan sonra artık senin iş yaşamına atılman gerek” diyerek yüreklendirdi Aynur’u. İş yaşamına atılacaktı ama hangi alana? Seçim için bir süre düşünüp ağabeyi Hüseyin ve kızkardeşi Esma’nın alanında karar kılmış. “Çocukluk yıllarımda kurduğum hayaller bir bir gerçekleşiyordu ama ben bunun farkında bile değildim. Sanki bunlar olması gerekenlerdi de biraz gecikmişti. Ağabeyim yeminli mali müşavirdi, kızkardeşim de serbest mali müşavirdi. Ben de o alanda çalışmaya karar verdim. Gözümü karartıp 2 yıllık bir staj sürecinden sonra Mali Müşavirlik sınavlarına girmek için gerekli başvuruyu yaptım. Yaklaşık 20 bin kişinin girdiği staj başlatma sınavına yoğun bir şekilde çalıştım. Bu sınava Boğaziçi İşletme mezunu da giriyor, benim gibi Açıköğretim Üniversitesi işletme mezunu da... Bu süreçte kendimi sadece derselere verdim, öyle ki eve misafir bile kabul etmiyordum. Bu sınavda geçme notu 60 idi. Ben üç kez girdiğim sınavda hep bir ya da iki puan eksik alarak başarılı olamadım. Kimsenin umudunun kalmadığı bir anda yeniden sınava girdim ve bu kez 70 puan olarak sınavı başarıyla verdim.” Aynur Yeşilkaya’nın hedefleri sonlanmış değil. Stajyer Mali Müşavirlikten sonra yeni hedefi Mali Müşavirlik. Bu yıl da o sınav için hazırlanıyor. Ağabeyi İrfah Hüseyin Yıldız’ın Yeminli Mali Müşavirlik şirketinde çalışarak iş yaşamında deneyim kazanan Aynur, mali müşavirlik sınavını kazanacağına da emin. Sonraki hedefi İngilizce öğrenmek. “Onlar benim gururum” dediği oğullarından büyük olanı Volkan üniversite, küçük oğlu Fırat ise lise öğrencisi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle