18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 4 EKİM 2008 CUMARTESİ Konser R.E.M ilk kez Türkiye’de İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Pozitif, bu akşam, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte S.O.S. İstanbul isimli bir organizasyon düzenliyor. Etkinlik kapsamında bu akşam ünlü Amerikalı rock grubu R.E.M İstanbul’da olacak. Topluluk, ‘Losing My Religion’, ‘Shiny Happy People’, ‘The One I Love’ ve ‘Everyody Hurts’ gibi unutulmaz parçalarıyla Kuruçeşme Arena sahnesinde olacak. Ayrıca Mor ve Ötesi, Spiritualized ve Ayyuka da konser verecek. R.E.M, bu yılın başında çıkardığı ve politik şarkı sözleriyle dikkat çeken son albümleri ‘Accelerate’in Avrupa turnesi kapsamında sevenleriyle Türkiye’de buluşacak. (0216 556 98 00, biletler 90 YTL) Sabaha kadar dans Minimal tekno sahnesinin sakin ritimlerinin güçlü isimlerinden olan Konrad Black, 4 Ekim Cumartesi akşamı Indigo sahnesinde sevenleriyle buluşacak. İçinde vokal barındıran parçaların ‘remix’ yapılması konusunda oldukça başarılı prodüktörlerden olan Black, Tiga’nın efsane parçası ‘Sunglasses At Night’ı yeniden düzenlemişti ve şarkının yeni hali müzik camiası tarafından çok beğenilmişti. Son birkaç yılda dünya tekno sahnesini besleyen plak şirketi Wagon Repair Recordings’in kurucularından olan Black, çok beğenilen setleriyle müzikseverlerin karşısında olacak. (0212 244 85 67, biletler 25 ve 15 YTL) Hall kapılarını açıyor House müziğin efsane isimlerini Türkiye’ye getirerek dinleyicilerine benzersiz geceler yaşatan The Hall, yaz tatilinin ardından 10 Ekim Cuma akşamı saat 23.00’de kapılarını açıyor. İskender Paydaş‘ın ‘Zamansız Şarkılar’ albümündeki bütün parçaları seslendireceği gece saat 23.00’te başlayacak. Bu arada The Hall’de kış ayları boyunca cuma akşamları caz ve funk dünyasının Soweto Kinch Quartet, Daddy G, The New MasterSounds, Chuck Love, Junior Sanchez, Sweet Vandals, Bah Samba Music gibi en özel isimleri ağırlanacak. Cumartesi geceleri ise, house, funk ve disco müziğinin en iyi isimleri sahneye çıkacak. (0212 244 87 37) Caz örnekleri Metallica’nın merakla beklenen yeni albümü “Death Magnetic”, dünyayla aynı anda ülkemizde de çıktı. Topluluğun dokuzuncu albümü olan “Death Magnetic” tam 5 yıl aradan sonra geldi. Metallica artık sadece metal ve rock dinleyenlerin bildiği grup olmanın ötesine APTÜLKADİR geçmiş bir ikon. Hele ki stadyum konseri söz konusu ELÇİOĞLU olduğunda orayı doldurabilecek tek topluluk. Ancak böylesi bir grup 6 7 yıldır derin sancılar içindeydi. 5 yıl öncesi bu durumdan kurtulabilmek için “St. Anger” albümüyle eskiye dönüşü “gürültü” olarak algıladılar. Sonrası ise onları popülerliğin zirvesine taşıyan Bob Rock ile bağlarını koparıp eski günleri hatırlatan Rick Rubin’le anlaştılar. Bu eski günleri tekrar yakalayabilme özlemiydi. Eski dediğimizde öylesi 10 yıl öncesi falan değil hani… Metallica 15 yıllık süreçteki “dünyanın bir numarası” olduğu yıllara değil, onları kimsenin bilmediği, çok az ve müziği bilen mütevazı denilebilecek azlıkta dinleyicisinin olduğu yıllara dönmek istiyorlardı. Metallica, Bob Rock’ın prodüktörlüğü ile 90’ların başında tanışmıştı. 1991’de de bu birliktelik ilk meyvesini siyah kapaklı Metallica albümüyle vermişti. Bob Rock’ın prodüktörlüğü bu albümde grubun kendine has müzik yapısına dokunmamıştı ama müzik endüstrisinin nimetlerinden de yararlanılmıştı. Eh grubu bu boyutta görmek dinleyicisini de mutlu etmişti. Uzun turneler ve stadyumlara taşınan heybetli konserler derken 1996’da Metallica’nın “Load” albümü çıktı. Bu siyah kapaklı albüme göre yepyeni bir dönemdi. Metallica’ya bazı eski tüfek dinleyici küsmüştü. Çünkü onlar başka bir şey haline dönüşmüştü. Ama Metallica’nın herkes tarafından bilindiği dönem de buydu. Metallica sağlığına kavuştu 67 yıldır derin sancılar içindeki grup dünyanın bir numarası olduğu yıllara değil çok az ve müziği bilen dinleyicisinin olduğu yıllara dönmek istiyordu. Hoşgeldin Metallica... Önder Focan’ın çok ilgi gören projelerinden biri olan Standard A La Turc, bu akşam Serdar Barçın ile birlikte Nardis Jazz Club sahnesinde olacak. Focan, Barçın, Erdal Akyol ve Ediz Hafızoğlu hepimizin bildiği pek çok caz şarkısını kendilerine göre yorumlayacaklar. saat 22.30’da başlayacak gecede cazın en güzel şarkıları sanatçılarımızın kendi yorumlarıyla hayat bulacak. Focan ve arkadaşları cazseverler için unutulmaz bir gece yaşatacak. (0212 244 63 27, biletler 25 YTL) Akbank Caz başlıyor Akbank 18. Caz Festivali, 9 Ekim Perşembe akşamı başlıyor. 19 Ekim Pazar akşamına kadar sürecek etkinlik kapsamında Aya İrini Müzesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Akbank Sanat, Babylon, Talimhane Tiyatrosu ve Ghetto’da birbirinden önemli konserler gerçekleşecek. Festival kapsamında 10 Ekim Cuma akşamı saat 20.30’da Rhoda Scott sevenleriyle buluşacak. Küçük yaştan itibaren kilise korolarında şarkılar söyleyen, cazın bir türü olan hard bop ve soul cazın ustası olan Scott, eğitmini Manhattan Music School’da klasik piyano üzerine aldı. Org da çok başarılı olan sanatçı diğer org çalanların tersine sol elini kullanıyor. İsmi; Fats Waller, Jimmy Smith, Bill Doggett, Lou Bennet ve Jimmy McGriff gibi usta caz müzisyenleriyle birlikte anılan Scott, gospel ve klasik stili bir araya getiriyor. (0216 556 98 00, biletler 45 ve 25 YTL) KİMSESİZ DÖNEMİN ŞARKILARI Ancak grup bugün 1996 – 2005 arasındaki şaşalı dönemi istemiyor… Onlar 1983 – 1990 arasındaki döneme geri dönebilmeyi arzuluyordu. O ufak konser salonlarında açılış grubunun bile altında çıktıkları “Kill’Em All”, “Ride The Lightning” albümlerinin dönemini istiyorlar. Alt grup olarak ilk kez turneye çıkabildikleri konserlerin Avrupa ayağında ucuz tur otobüslerinde kaza geçirip efsane basçılarını kaybettikleri yılların müziğini yapmak istiyorlar. Yeni albümlerinde 1986’daki “Master Of Puppets”ın normlarını tekrar hissettirmeyi istiyorlar. Onlar şimdilerde stadyum konserini doldurabilecek tek grup olmalarına rağmen 1988 yılı albümü “And Justice For All” albümünün konserlerindeki basket sahasını ancak doldurabildikleri günleri özlüyorlar. İşte Metallica yeni çıkan ve merakla beklenen albümü “Death Magnetic” de bunu hedeflemişti ve yakalamışlar da. Albüme baktığımzda o “Master Of Puppets”lı yıllara dönüyoruz. Zaten bunun verilerini de 12 Temmuz, Ali Sami Yen konserinde de görmüştük. O gece konseri izlemeye gelenler arasında eski kuşak dinleyici tam tekmildi ama çoğunluk gençti. Hatta onların birçoğu Metallica’nın yukarda bahsini ettiğimiz albümleri yapıldığında daha yeni doğmuşlardı bile. 50’sine 5 kala yaşlardaki bu elemanları dinleyenler arasında 18 değil 12 yaşında bile dinleyici vardı. Bunların çoğu da eski çalışmalarıyla değil, “Load” sonrası albümleriyle grubu tanımış ve tutkunu olmuştu. Oysa ki o geceki konserde “Load” sonrasından (yani grubun popülerleştiği dönemden) tek bir parça bile çalınmamıştı. Sonuç muhteşemdi ve açıkçası yaşı çok genç olanlarda da “yahu niye şu parçayı çalmadı” diye en ufak bir hayıflanmada görmedik. Tam tersine 7’den 77’ye, popçusundan en sıkı rockçısına kadar herkes o “kimsesiz” dönemin şarkılarına eşlik bile ediyordu. Oysa bundan 10 yıl önce Metallica’nın konserinde böyle bir repertuar ve “Death Magnetic” gibi bir albüm yapılsa, bu kelimenin tam anlamıyla “intihar” demekti. Müzik Ödüllü Hough İstanbul’da Bugüne kadar yaptığı 40’ı aşkın muhteşem albümle 7 Gramophone ödülü kazanan Stephen Hough, 7 Ekim Salı akşamı MKM Attila İlhan Salonu’nda konser verecek. Üç kez Grammy’e aday gösterilen sanatçı saat 20.00’de sahneye çıkacak. Bach ve Chopin’den eserler de içeren zengin bir program sunacak Hough, 1983 yılında Naumburg Uluslararası Piyano Yarışması’nı kazandı. Sanatçı Abbado, Ashkenazy, Dohnányi, Dutoit, Gergiev, Jarvi, Levine, Maazel, Oramo, Rattle, Salonen, Slatkin, Tilson Thomas ve Vanska yönetiminde Avrupa ve Amerika’nın en büyük orkestralarıyla birlikte çaldı. (0216 556 98 00, biletler 100, 80, 60 ve 50 YTL) endüstrisi, basını ve organizatörü her ne varsa topyekun engel olurdu. Oysa şimdi ise “Load” ile “ST.Anger” arasındaki dönem gibi bir Metallica albümü grubun ve (ne gariptir ki) müzik sanayinin “intiharı” olmaya eşdeğer. YAĞMACI ZİHNİYET “Load” ile “St.Anger” albümlerinin arası prodüktör Bob Rock’ın dönemiydi. Onun elinde Metallica neredeyse arabeskçinin bile tutkunu olduğu bir topluluk olup 1 numaraya çıkacaktı. Bob Rock’ın önünde şapka çıkarılmaz da ne yapılır. Amma velakin bir hatası vardı ki o da grubu alıp en üst yerlere taşıması fikrine esas olan referansları yok etmesiydi. O grubu aldığında “Master Of Puppets”, “And Justice Fol All” gibi albümlerdeki gücünü görüp ilgilenmişti. Ama o bütün bu referansı silip yeni bir şey yüklemeye kalktı. Aslında bu onun da kabahati değildi doğrusu. Bu kapitalizmin içinde çöreklenen “yağmacı” zihniyetti. Sanata ve sanatçıya müdahale et ve sadece kasa dolsun… İşte mantık buydu. O çok ilgilendikleri sanat yaratımını yapanı ilk önce bir kafese alıp işlemeye kalkarlar. Şimdi bu iflas etti bugün. Bu iflas bugün sadece Metallica’da değil, müziği dinleme alışkanlıklarını da tüketiyor. Bir bakın hâlâ o 10 yıl öncesinin şaşalı imparatorluklarından geriye ne kaldı. Kapitalizmin aklıevvellerinin 10 yıl önce attıkları “serbest piyasa” mavalları nasıl da bir bir çöküyor. Bunların ardından gene o “yıktık” diye sevinç çığlıkları attıkları sosyalizm gülümsüyor insanlık için. İşte Bob Rock, Metallica gibi bir grubun önemini kavradı ve onları daha iyi şartlara taşımaya kalktı. Bunun için de 20 küsur yılını verdi. Başardı da ama bir şeyi kestiremedi: Metallica bir müzik grubuydu… Onu eğip bükmek bir Frankeştayn yaratmaktı. İşte bu Frankeştayn’dan hem grup hem Bob Rock hem de biz kurtulduk. Hoşgeldin Metallica! sirin.guven?gmail.com Kentler ve Kültür Her gece yüzlerce konserin verildiği sayısız performans mekânına sahip bir kent New York; adeta bir “Jukebox” (müzik kutusu) gibi... Sokaklarda, metroda, restoranlarda sürekli değişik müzikler geliyor kulağınıza. New York’un birçok karakteristik özelliği var; ama bana sorarsanız birincisi, müzik konusunda içinde barındırdığı seçeneklerin çeşitliliğidir derim. Öyle ki, Amerikalı gençlerin işlettiği bir Brooklyn kafesinde kzulal?yahoo.com oturup bu yazıyı yazdığım sırada, Aşık Veysel’den “Uzun İnce Bir Yoldayım” çalıyor... New York’u tanıyanlar için şaşırtıcı değil tabii. Bu kentin her tür müziğe açık oluşunun demografik, sosyolojik ve ekonomik nedenleri var. En önemlisi bir göçmen kenti New York. Kentte yaşayan her üç kişiden birisinin Amerika dışında bir ülkede doğduğu düşünülürse, durum daha iyi anlaşılır. Bu farklı insan grupları New York’a gelirken, elbette başta yemek ve müzik olmak üzere, kendi kültürlerine ait özellikleri de beraberinde getiriyor. Bu nedenle, kentin sokaklarında dolaşmak bile, insana kendisini müthiş bir çeşitlilik içinde hissettiriyor. Bizim kentlerimizde eksik olan da bu... Kentlerde yaşayan farklı etnik gruplar yok oldukça, kültürel ortam tekdüze bir hal alıyor... Rant uğruna Sulukule’nin yok edilmeye çalışılması da, bunun son örneklerinden birisi. Kesin olan şudur ki, Sulukule ortadan kalkınca, sadece orada yaşayanlar değil, hepimiz kaybedeceğiz... Çünkü diğer kültürlere kapalı bir ortamda doğup büyüyenler, farklılıklara tahammül gösteremiyor. Oysa ZÜLAL KALKANDELEN demokrasi, farklılıkları zenginlik olarak yorumlayıp onlardan beslenen toplumlarda gelişiyor. Çinlisi, Japonu, İtalyanı, Meksikalısı, Afrikalısı, İspanyoluyla New York, herkesin kendi kültürünü yaşatıp diğerlerininkini de tanıyabildiği kocaman bir platform. Her yerden farklı melodiler yükselirken, parklar, sokaklar, meydanlar, aklınıza gelebilecek her yer performans mekânı... Diğer yandan, kentlerin kültürel ortamını belirleyen faktörlerin en önemlilerinden birisinin ekonomik etkenler olduğu da açıktır. Son yılllarda en büyük kentimiz İstanbul’da konser ve festival organizasyonları oldukça hareketlendi. Bu sayede değişik grupları canlı dinlemek tabii parası ve olanağı olanlar içindaha kolay hale geldi. Fakat İstanbul dışındaki kentlerin durumu kültürel faaliyetler açısından hiç de iç açıcı değil. Ankara bile bunca yıldır bu alanda gelişme gösterememiş, bir başkente yakışmayacak kadar kısır kalmıştır. Anadolu’daki diğer kentlerin hali ise çok daha vahimdir... Akşam eve götüreceği ekmeğin parasını nasıl kazanacağını düşünen insanların çoğunlukta olduğu toplumlarda, doğal olarak kültürel ihtiyaçlar bir lüks haline geliyor. Hayat standardının bizdeki gibi düşük olduğu ülkelerde, insanların yaşamdan beklentileri de asgari düzeye iniyor. Tek bir konsere gitmek, hatta tek bir CD almak bile, birçok kişinin aylık bütçesinde sarsıntıya yol açıyor. Ülkemizde alım gücünün düşüklüğüne ek olarak, bilet fiyatlarının yüksek olması da düzenlenen etkinliklere ilgiyi azaltıyor. Kültürel faaliyetlere yatırım yapmak isteyen firmaların azlığı bir sorun... Yeterli mekânların olmayışı bir diğer sorun... Ama bu ikisinin yanında bir tane daha sorun var ki, onun aşılması epeyce zor gözüküyor... O da, televizyon önünde zaman geçirmeye alışmış insanlarda bu tür etkinliklere katılma kültürünün gelişmemiş olması... Bir konser ya da tiyatro salonu bile bulunmayan kentlerde başka ne beklenebilir? Kültürsüz kalkınma olmayacağını bilen Atatürk’ün direktifiyle kurulan Halkevleri’ni kapatanlar yanıt versin! www.zulalkalkandelen.com RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle