19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 18 EKİM 2008 CUMARTESİ Okyanusu kürekle geçti Erden Eruç’un 10 Temmuz 2007’de başladığı okyanus yolculuğu 17 Mayıs 2008’de son buldu: “Sanki bir cam fanusun içindeyim, dışarıya CEREN bakıyorum. Kalabalığa ÇIPLAK girdiğimde her şey sanki bir kol boyu kadar uzak bana, herkesi seyrediyorum, kalabalığın içinde değilim, uzağım her şeye...” “Atlas Okyanusu’nu kürekle geçen” Gezgin Erden Eruç, 2007 yazında “kürekle Pasifik geçişi” için yola çıktı. Kaliforniya sahillerinden başladığı Pasifik yolculuğu sırasında Ekvator’u iki defa geçerek toplam 9 bin 684 deniz mili katetti. Bu yolculuğu ile okyanus geçişlerinde dünya sıralamasına göre “en uzun süreli yalnız geçişlerde” daha önce 304 gün ile, denizde kaybolan İngiliz okyanus kürekçisi Peter Bird’e ait olan tarihi rekoru devraldı. Makine Mühendisi olan Erden Eruç’un kürekle tanışması İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken gerçekleşmiş. Bu tanışmanın, yalnız başına, koca bir okyanusta kürek çekmeye dek gideceğini sanırım o an kendisi de bilmiyordu. Benim yolculuğum her ne kadar doğayla iç içe olmaya çalışsam da bir dizi insan ilişkisinden oluşuyor. Özlem birikimi yolculuğu daha anlamlı kılıyor. Hayatın anlamı o ilişkiler. O ilişkiler olmazsa yaşamın bir anlamı yok. Köpekbalığı yemişsiniz tadı nasıl, başka neler yiyordunuz? Köpekbalığının kendine özgü bir tadı var. Üre kokusu var, o kokuyu giderdiğiniz zaman köpekbalığı gayet lezzetli. Haşlayarak yiyordum, haşlama dışında başka seçeneğim yoktu. Çiğ de yiyebilirdim yanımda hardal tozu vardı suşi gibi yemek mümkün olurdu ancak parazit olmasın, garanti olsun diye haşlardım. Yediklerim daha çok kurutulmuş yiyeceklerdi. Kaynar suya atıldığında yenir hale gelen özel yiyecekler... Balık tutuyordum. Oltalarım büyüktü. Deniz suyunu su arıtma pompasıyla arıtıyordum çoğu zaman kürek çekmekten daha fazla yorulduğum oluyordu. Okyanusta karşılaştığınız tehlikeli bir anı anlatır mısınız? Teknem devrildi. Ocak ayında Pasifik’teydim. Gece uyuyordum, teknenin iskele tarafından bir dalga vurdu ve tekneyi yatırdı. Tam devrilmedi ama 170 dereceye kadar baş aşağı döndü. Beni tavana attı, bağırarak uyandım. Ondan sonra tekrar doğruldu. Uyandıktan sonra olayı kontrol altına aldım, hemen içerideki suyu boşaltıp ortalığı toparladım. Beni tekrar tavana atmaması için bel kemerini taktım. Sonra uyumaya devam ettim. Okyanusta beni korkutan en büyük tehlike yaklaşan büyük bir geminin teknemi görmemesiydi. Uzun seyahatinizden sonra deniz manzarası artık sizin için nasıl? Uçsuz bucaksız… Deniz mavi, gök mavi. Eskiden deniz manzarası ufka uzanan bir mavilikti, şimdi deniz bir yerlere gitmem için bir yol. Karada daha fazla kaderimizi tayin etme şansımız var. Denizde öyle değil. Denizde biraz daha doğanın keyfine kalıyor işler. Seyahatinizdeki “zor” evreler... Yağmurlu bulutlu evreler beni epey zorladı, sabrımı taşırdı. Bir türlü kuruyamıyordum. Akülerimi şarj edemiyordum ve sürekli olarak deniz beni batıya sürüyordu, güneye bırakmıyordu. Artık ben Avustralya’ya gidemeyeceğim o halde nereye gidiyorsam kabullenmeliyim, “bir yerlerde karaya çıkayım” demeye başladım. Kontrol bende değil, bunu fark edip kabullenmek zordu. www.KaslaGit.com Merhaba Sanat ve edebiyatla uğraşmak zorlu, ağır bir yolculuktur... Kimi zaman sisteme karşı, kimi zaman en yakınındakilere karşı durman gerekir. Geçenlerde eski ‘Hayat Tarih Mecmuası’nın bazı sayılarını karıştırırken bunun bir örneğiyle karşılaştım. Metin And’ın kaleme aldığı bir yazıydı. ‘Meşrutiyette Tiyatro’yu anlatıyordu: “Yıl 1908, Meşrutiyetin ilanı dönemi. Meşrutiyet ile tiyatro faaliyetine genç aydınlar da gönüllü katıldılar. İstanbul Şehremin Rıdvan Paşa’nın oğlu Reşad Rıdvan da bu işe ilk atılanlardandı. Babası istibdat çağında oğlunun merakı yüzünden İstanbul’da tiyatroyu yasakladı. Oğlu hürriyetin ilanından bir hafta sonra İbnirrefik Ahmet Nuri ile bir topluluk kurdu.” Kimi zaman da kendine karşı durman gerekir. İçindeki edebiyat sevgisinin ağırlığı her şeyi siler. Askerlikten ‘yazın’ dünyasına geçen Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi... Edebiyat dünyası yine yasta. Büyük usta Fazıl Hüsnü Dağlarca 94 yıllık yolculuğunu noktaladı. Ardında büyük bir miras bırakarak. Akdeniz Şiirleri’nde ne diyordu: “Havaya da yalıma da ağaca da benzer ama En çok suya benzer Sevgimiz. Morluğun acısı var sonu yok Karışır yaşamımıza Kendiliğinden. Herkes ölünce toprak olurmuş Hayır hayır Bizim su olacağımız besbelli.” ??? Kadını ilgilendiren konularda erkeklerin ahkam kestiği bir toplumda yaşıyoruz maalesef. Bu hafta bunlardan birini yani sezaryen doğumu masaya yatırdık. Bir yanda sezaryenin parasını ödemek istemeyen bakanlık, diğer yandan ticarethane gibi çalışan hastaneler ve arada kalan anne adayları... Bakanlık hastanelerde sezaryen doğum oranını yüzde 15’le sınırlandırınca tartışma başladı. Gamze Erbil ve Zuhal Aytolun hekim ve anne adayı açısından konuyu geniş bir çerçevede araştırdı. İyi hafta sonları... UYKUSUZ GECELER... Koca bir okyanus, yelkensiz, motorsuz küçücük bir tekne, iki kürek, bir de cesaretle Eruç’un 312 gün süren yolculuğu hayret ve heyecanı aynı anda yaşatıyor. Dile kolay, okyanusun ortasında yalnız başına 10 ay... Erden Eruç uzun çalışmalar sonucunda hazırladığı projesini çevresindekiler ile paylaşmaya başladığı zamanlarda; “deli misin, senin tecrüben var mı, yapamazsın” gibi tepkileri almış. Eruç, İsveçli dağcı arkadaşı Göran Kropp’a devrialem hayallerini anlattığında Kropp’un “ne zaman başlayacaksın” sorusu, Eruç’a cesaret verirken aynı zamanda da bir başlangıç olmuş. Okyanusta bir günü yaşamak nasıl? Gün ağarırken uyanırdım. Güneş doğarken bütün ihtiyaçlarımı gidermiş, karnımı doyurmuş kürek başında olurdum. Gün batımına doğru kürekleri bağlıyor, içeriye dinlenmeye geçiyordum. Günlüğümü yazıyor, yapılması gereken haberleşme varsa elektronik mesajlarla yazıyordum. Bütçe olsun, sponsorluk önerileri olsun, dosya hazırlıkları gibi bütün yazışmaları denizden sürdürebiliyordum. Zaman kalırsa da biraz kitap okuyor, sonra da yorgunluktan uyuyordum. Günde kaç saat kürek çekiyordunuz? 1012 saat kürek başında geçiyordu ama gününe bağlı. Eğer civarda kara varsa tekneyi karaya oturtmamak için ayakta kalmam gerekebiliyordu. Örneğin kasımda rüzgar kapanına kapıldım, çıkamadım. Döndüm dolaştım o bölgede. Üç gün boyunca günde dört saat uykuyla devam ettim ve sonra o çıkmazdan kurtuldum. Sürekli kuzeydoğudan ve güneydoğudan rüzgar almaktaydım, bunlar beni ters akıntıyla birlikte aynı yerde hapsetmişti. Böyle durumlar olduğunda uyku süresi azalabiliyor. İşte o zaman az uykuyla milyonlarca kez kürek çekmek gerekiyor. Yalnızlıktan sıkılmadınız mı? Bazen uydu telefonu ile evi arıyordum. Aslında konuşmak yerine yazıyor, düşünüyordum. Bazı anlar kuşlarla konuşup balıkları izlediğim oldu. Kaplumbağa gördüğüm zaman heyecanlanırdım. Yunuslar geldiği zaman mutlu olurdum, kuş gibi ötüp ıslık çalarlar... Teknenin içinde seslerini duyunca “geldiler” diye dışarı çıkardım. Uydu telefonuyla çocuklarla konuşuyor muşsunuz, size neler soruyorlardı? Üşüyor musun, korkuyor musun, köpekbalığı gördün mü, anneni özlüyor musun, gece çok karanlık oluyor mu... Belli saatlerde İLKYAR (İlköğretim Okullarına Yardım Vakfı) ile konuşuyordum. Telekonferans için dışarı çıkmam gerekiyorsa ve yağmur yağıyorsa problem oluyordu. Kafamın üstüne çöp torbası geçirip dışarı çıktığım oldu. Bir yazınızda okudum, yaşamın anlamını da bulmak istiyorum demişsiniz. Denizde bunu buldunuz mu? Cana yakın, sevgi dolu ve lüks 1960’lı yılların başında yüksek gümrük ve kotalar nedeniyle Türkiye’ye doğru dürüst saat gelmiyordu. Bugün ise neredeyse herkesin birkaç saati var. İnsanlar saate doydu. Artık lüks saate ilgi gittikçe artıyor. Saat üreticileri de bu talebi karşılamak için büyük bir yarış içine girdi. Ünlü İsviçreli saat üreticisi Raymond Weil’in Türkiye distribütörü Günsal Saat de bu doğrultuda hedef kitlesini yukarılara taşıyor. Raymond Weil’in bu yıl lüks saat pazarına sunduğu Nabucco Cuare Caldo ve yeni modeli Freelancer Chrono’yu Kıbrıs Merit Otel’de tanıtan Günsal Saat Yönetim Kurulu Başkanı Güneş Hüner, “İnsan vücudunun yaşam kaynağı olan kalbin atışı nasıl hayatla eş anlamlıysa, bir saatin makinesi ve salınımları da saatin yaşam kaynağıdır” diyor. Bu paralelliği canlandırmak isteyen Raymond Weil’in her bir saatin makinesinin biyolojik bir kalp oluşturduğu fikrinden yola çıkarak Nabucco Cuore Caldo modelini gerçekleştirdiğini anlatan Hüner, markanın tarihinde bir ilki gerçekleştirerek saatten sınırlı sayıda ürettiğini söylüyor. İtalyanca ‘cana yakın ve sevgi dolu’ anlamına gelen Cuore Caldo, Raymond Weil’in adını İtalyan operasından alan Nabucco koleksiyonunun bir parçası. Sadece 500 tane üretilen saatin arkasında 1’den 500’e kadar numaralar yer alıyor ve saatin serinin kaç numaralı parçası olduğunu gösteriyor. 200 metreye kadar suya dayanıklı olan Cuore Caldo’da kendinden kurmalı kronografi olan ETA bicompax 7750 mekanik makinenin yanısıra, iki ilave fonksiyon da yer alıyor; Raymon Weil’in üretim tarihinde bir ilk olan salise kolu ile 42 saatlik güç rezervi göstergesi. ŞIK BİR SET 18 karat altının sıcaklığı ve inceliği, modern çelik, ultra hafif titanyum ve karbon fiberin zarif harmanıyla yenilikçi bir tasarım sunan Cuore Caldo, siyah, dama desenli kadran çift taraflı parlamayı engelleyici uygulamayla, 2,5 mm’lik safir kristalle korunuyor. Raymond Weil, Nabucco Cuore Caldo koleksiyonunun lansmanı ile eş zamanlı olarak, lüks erkek aksesuarlarını da piyasaya sunuyor. Saatlerin her biri, saatle uyumlu bir çift yuvarlak, altın kaplama, çelik veya karbon fiber kol düğmesi ve pirinç/karbon fiber tükenmez kalemle beraber şık birer set olarak sunuluyor. Saatin satış fiyatı 19 bin 200 İsviçre Frangı olan saatin 50 tanesi Günsal Saatçilik tarafından Türkiye’de satılacak. Markanın bir diğer koleksiyonu ise ‘şehirli ve kişilikli bir model’ olarak lanse ettiği Freelancer Chronograph. Orjinal ve geometrik zıtlıklarıyla öne çıkan saat, mat siyah kadranı, ince ve zarif stili ile koleksiyonun ruhuna sadık kalarak minimalist bir yaklaşımı benimsiyor. Koyu kahverengi deri kayışıyla satışa sunulan saat 3 bin 250 İsviçre Frangı, çift itme güvenlik sistemine sahip çelik bilezikli olanı ise 3 bin 390 İsviçre Frangı. Raymond Weil’in sadece 32 yılda, 300 yıllık saat markalarıyla aynı seviyeye ulaştığını söyleyen Güneş Hüner, 2007 yılında markalaşma ve kurumsallaşma çalışmalarını yoğunlaştırdıklarını bu amaçla ilk olarak yeni bir logo tasarlandığını belirtiyor. Hedef kitlesini ‘yüksek ve düzenli gelire sahip lüks tüketiciler’ olarak tanımlayan Raymond Weil’in satış ağı, dünya çapında 100 ülkede 4 bin noktaya yayılmış durumda. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle