17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 07 24/1/08 16:05 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 26 OCAK 2008 CUMARTESİ 7 Kemanı tek başına sahneye taşımak istiyorum Milyonları kemanla tanıştırmaya kararlı genç bir yetenek Canan Anderson... Kemanı sokaktaki insanlarla buluşturmaya, bir enstrümanın doğu ile batı arasında nasıl kültürel bir köprü kurabileceğini göstermeye çalışıyor sihirli parmaklarıyla. Kah Mozart’ın bestelerine ayrı bir ruh katıyor özgün yorumuyla, kah Nihavent Longa ile kendinden geçiriyor insanları. Kimi şarkılarında kemanın büyülü tınısına, genç sanatçnın sesi de ayrı bir renk katıyor. Ünlü¸ senfoni orkestralarında çalıştıktan sonra döndüğü ülkesinde kemanı ile düşmüş yollara. Pek çok orkestrada baş kemancılık yaptıktan sonra, kendi rengini katmak istemiş Anadolu müziğine. Bir amacı da kemanla şov yapılabildiğini göstermek. Sahnede sergilediği performanslar da bu hedefe ulaştığının göstergesi… Annesi Türk, babası Amerikalı Canan Anderson nereli olduğunu soranlara “Ne mutlu Türküm diyene” yanıtını veriyor gururla… Bakmayın soyadındaki farklılığa, o gerçekten de bizden, tam da içimizden biri… Dünyaca ünlü orkestralarda müzik yaparken neden şimdi Türkiye’de şov dünyasına girmek istiyorsunuz? Oldukça keskin bir yol değişikliği değil mi bu? Keman benim için bir kendimi ifade etme yöntemi. Duygu ve düşüncelerimi, içimdeki fırtınaları en iyi keman yoluyla ifade edebiliyorum. Nasıl yazarlar sözcüklere ruh katarsa ben de kemandan çıkan ezgilere içimden gelen yansımaları katıyorum. 1999’da Türkiye’ye dönerken artık klasik müziğin ötesinde kendi kültürümüzü de kapsayan çalışmalar yapmak istiyordum. Anadolu’da binlerce yıllık bir kültürel birikim var. Müziğimiz de asırlar öncesinden gelen bir kültürel zenginliği ve çeşitliliği barındırıyor. Türkiye’deki bu birikimden kendi payıma düşeni almak, ortaya kemanımla farklı bir bakış açısı çıkarmak istedim. Bu noktada yapmak istediğim şey yeniden birşeyler yaratmaktan ziyade mevcut değerlerimize yorum katmaktı. Tabii en önemlisi de halkımızı kemanla buluşturmak istiyordum. Keman tanınmıyor mu Türkiye’de? Neden bu ihtiyacı hissettiniz? Şüphesiz ki tanınıyor. Kimilerimiz assolistlerin yanında müzik yapan kemancılardan alışığızdır bu enstrümana, kimilerimiz de klasik batı müziği konserlerinden. Son yıllarda eğlence programlarındaki kalabalık orkestralarda da bolca keman görüyoruz; ama halkımızın büyük çoğunluğu ondaki özgün sesin, tınının ve müzik tarihinin derinliklerinden gelen değerin farkında değil. Örneğin, henüz bir gitar gibi günlük hayatın ve kültürümüzün içine birebir giremedi. İnsanlarımızın büyük kısmının yabancı olduğu bir enstrüman. Sadece kemanıyla sahne alıp bu çalgıdaki farklılığı anlatabilen fazla bir sanatçımız da çıkmadı yıllar içinde. Ben tam da bu noktada kemanı tek başına sahneye taşımak istedim. Türkiye’nin Vanessa Mae’i olarak tanımlanmaktan hoşlanmıyor, hatta tepki gösteriyormuşsunuz. Bu benzetme neden rahatsız ediyor sizi? İnanın bu yaklaşımım mesleki bir kıskançlıktan ya da vermek istediğim imajdan kaynaklanmıyor. Her sanatçı sadece kendi ülkesinin değil, aynı zamanda global koşulların ve kültürel ortamların etkisi altında yaratır kendi tarzını. Bunu yaparken belki herkes birilerinden etkilenir, örnek alır; ancak sadece kemanıyla şov yapan bir kadın sanatçı söz konusu diye ona hemen Vanessa Mae etiketi yapıştırılması da hem o sanatçının ortaya koyduğu çabalara, hem de ülkenin özgün birikimine haksızlıktır. Vanessa Mae kendi müziğini yapar, ben kendi müziğimi. İkisi arasındaki farkın algılanması benim isteğim. İlk albümünüz kısa bir süre önce çıktı. Başarmak istediğiniz neydi bu albümde, amacınıza ulaştınız mı? Nuh Tufanı adlı albümüm Ocak ayı başında Dokuz Sekiz Müzik tarafından çıkarıldı piyasaya. Besteci ve aranjör Vedat Özkan Turgay ile yaklaşık 1,5 yıldır çalışıyorduk üzerinde. Aslında albüm için 30’dan fazla kayıt yaptık bu süre içinde. Albüme seçtiğimiz parçalarda kemanın doğu ve batı kültürü arasında nasıl bir köprü oluşturabildiğini vurgulamak istedik. Aslında Anadolu’da yüzlerce yıl içinde oluşan müikal birikime şahsi yorumumla dikkat çkmek hedefimiz de vardı. Seçlen eserler tam da bu yörüngede belirlendi. Bestesi Anadolu’da yaşayan bütün kültürler tarafından benimsenmiş efsanevi türkü Sarı Gelin, Sultanı Yegah Sirto, Şeyh Şamil ve Nihavend Longa da var albümde, Mozart’ın Türk Marşı, Bethooven’in Für Elize’si de... Örneğin, ilk Türk bestesi kabul edilen Ahmet Nesimi’yi seslendirdim büyük bir heyecanla. Tabii Özkan Turgay’ın Nuh Tufanı, Mevlana’ya ve Şeyhzade gibi özgün bestelerini de unutmamak lazım. Şu ana kadar dinleyicilerden aldığımız olumlu tepkiler de arzumuza ulaşmakta olduğumuzun göstergesi sanıyorum. Bazı parçalarda keman virtüözlüğünün yanında sesinizle de yer almışsınız. Bundan sonrasında ikisi bir arada mı gidecek? Bu albümde amacım kemanımı ön plana çıkarmaktı, insanlarımızı kemanla yakınlaştırmaktı. Ancak yıllardan beri sahne alırken sadece keman çalmıyor aynı zamanda şarkı da söylüyorum. Gelecek albümlerde sesimi kullandığım parçaların sayısı da giderek artacak. SABİHA KURTULMUŞ Moğollar oğollar’dan söz edilecekse cümle “Anadolurock’ın efsane grubu” diye başlar. Gerçekten de kuşaktan kuşağa aktarılan bir efsane gibidir Moğollar. Yıl 1968 ve dünya gençliği ayakta, Türkiye’de gençler başkaldırmış. Moğollar işte o isyan ve arayış günlerinde yüzlerini hem Anadolu’ya hem de Batı’ya bakarak doğdu. Kopmalar, yeniden buluşmalarla ve Türkiye’yi HATİCE anlatan ve itiraz eden şarkılarla yıllar geçti. Cahit Berkay, Engin TUNCER Yörükoğlu Moğollar’ın ilk kurucuları arasındaydı ve çok geçmeden aralarına Taner Öngür katıldı. 1976’da dağılıp, 1993’te “Moğollar yeniden kurulsun” kampanyasıyla yeniden toplanan grup aralarına genç müzisyen Serhat Ersöz’ü aldı. Bugünlerde 40. yıllarını konserler ve yeni bir albümle kutlamaya hazırlanan Moğollar artık 5 müzisyenden oluşuyor. Birlikte aynı yollardan yürüdükleri bir başka efsane Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca grubun solisti olarak sahne almaya başladı. 40 yılı bir kez daha anlatmaktan sıkıldılar belki. Ama anlatmalılar çünkü, Moğollar’ın kendi kuşaklarından dinleyicilerinin yerini çoktan hep birlikte “Bir Şey Yapmalı” diye coşan yeni kuşaklar aldı. Söyleşimizde Taner Öngür bütün muhalifliğiyle “meselenin” sosyal ve siyasal derinliklerine inerken Cahit Berkay, 40 yılı bir çırpıda özetleyebilecek kadar aceleciydi. Moğollar’ın kalbi Engin Yörükoğlu ise sololarıyla gençleri coşturduğu davulunun başındaki gibi değildi. Hep sakin ve gülümseyerek, anlatılanlara çoğunlukla “katılıyorum” dedi. İlkgençlik dönemlerimin idolleriyle röportaj yapmak da hayatın hoş bir sürpriziydi. Anadolu rock dediğimiz müziğinizi başlangıçta Anadolu pop diye tanımlamıştınız. TANER ÖNGÜR: O zamanlarda rock diye bir kavram olmadığı için, Beatles’ın, Rolling Stones’un yaptıklarına da pop deniliyordu. 1993’te Moğollar’ı bir kez daha kurduğumuz sırada pop kavramı başka bir yerdeydi ve bize daha uygun düştüğü için Anadolu rock denildi. Anadolu rock toplumsal ve gelecekle ilgili bir vizyondu esasında. 60’ların sonunda, sanayileşmekte olan, kendi yerel kültürüyle evrensel kültür arasındaki toplumda bir arayış vardı. Sonuçta biz ‘beat’ kuşağıyız. Anadolu rock, toplumsal modernleşme süreciyle de bağlantılıdır ve daha uzun süre de devam edecek. Moğollar adı nereden geliyor? CAHİT BERKAY: 1967 ve o yıllar dünyada ve Türkiye’de böyle haşin isimler modaydı. Beatles, Rolling Stones, Animals... Türkiye’de Apaçiler, Haramiler, Moğollar. Yani önemli olan haşin bir isimdi. Şimdiki aklımız olsa bu ismi koymazdık. Yurtdışına dışına açılma hayalimizle Moğollar ismi örtüşüyordu. Moğollar nasıl kuruldu? CAHİT BERKAY: Cahit Berkay, Engin Yörükoğlu, Selçuk Alagöz Orkestrası’nda, Murat Ses ile Aziz Azmet de Siluetler Orkestrası’nda çalışıyor. Gençlik hayalleri, idealleri bizi 1968’de bir araya getirdi. Basçı Hasan Sel bir yıl kalmadan ayrılınca yerine Taner Öngür girdi. Solistimiz Aziz Azmet de grup dışında kaldı. Eğer yurtdışına gidersek, özenti, kopya bir müzik yurdışındaki gruplara benzeyen işler yaparsak hiçbir şansımız olmayacağı konusunda sorular sorduk. İyi ki sormuşuz o soruyu, çünkü o soru sayesinde Moğollar, 40 senedir ayakta. “Bizim özgün bir yapımız, özgün bir müzikal kimliğimiz olsun” lafını söyledikten sonra Efsane grup 40. yılını kutlarken Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca da gruba solist olarak katıldı bir şey yapacak M müziğizin kimliğinin Anadolu’dan beslenmesi gerekti. Yaylı tambur, bağlama gibi birtakım yerel enstrumanlarla Batı müziği ensrumanlarını beraber harmanladık ve ortaya da hala bize mahsus bir sound çıktı. Yani Moğolların türünde soundu olan yeryüzündeki gruplar pek yok. Sonraki gelişmeler? CAHİT BERKAY: Yurtdışında albüm yapmak için hiçbir plak şirketinin kapısında kuyruk beklemedik. Müracaat eder etmez üç gün sonra bir kontrat yapma şansımız oldu. Yaptığımız albümle “Academie Charles Cros” büyük plak ödülünü aldık. Bu albüm Türkiye’de “Anadolu Pop” diye çıktı. 1971’de Moğollar dünyanın en büyük plak firmasından plak yapma teklifi aldı ve biz CBS firmasını kabul ettik. Fakat şartlar öyle gelişti ki ve biz bu önemli fırsatı heba ettik, kullanamadık. Solistimiz yoktu, Barış Manço’nun da gruba ihtiyacı vardı. Barış Belçika’daydı aradık, Mançomongol diye bir grup kurduk. Orada müzik yapacağız ama cebimizde para bitti. “Biraz para kazanalım” diye Türkiye’ye turneye geldik. Turne esnasında Kütahya’da arabamıza gericiler molotof kokteyli attı, ortalık karıştı, herkes bir tarafa dağıldı. Bu olaydan sonra “Bunlar anarşişt, ortalığı karıştırıyorlar, bunları ortadan kaldıralım” diye emir geliyor. Bizi askerlik şubesine çağırdılar. Murat’la ben gittik, albay bile yüzümüze bakmadı. CBS’e yaptığımız ilk 45’liği de götürmüştük. “Bakın işte, böyle böyle ülkemizi tanıtmaya çalışıyoruz” gibi laflar söyledik. Albay yumuşadı, lokum tuttu, çay söyledi. “Öbür iki arkadaş Fransa’da okuyorlar” diye yalan söyledik. Aynı gün akşamı hep beraber trene bindik ve Fransa’ya gittik. Sonra Cem Karaca’yla “Namus Belası”nı yaptık. Cem, oralara gelmek istemedi. Daha sonra Engin’le ben Fransa’da “Düm Tek” diye bir albüm yaptık. Düşünebiliyor musunuz biz o sene üç long play yapmışız Fransa’da... Grup 1976’da neden dağıldı? TANER ÖNGÜR: Şimdi koskoca 40 yıldan bahsediyoruz. Oraya buraya gidiliyor, maceralar yaşanıyor. Ben 10 sene Almanya’daydım, Engin Yörükoğlu 22 sene yaşadı Fransa’da. CAHİT BERKAY: 1976’dan 1980’e kadar Türkiye’nin en çalkantılı dönemleri. Her gün 25 kişi ölüyordu sokakta ve slogan müzik yapamıyorsan yaşama şansın yoktu. 1980 sonrası ortalık arabeskçilere ve tavernacılara kaldı. Lay lay lom türü, suya sabuna dokunmayan şarkıcıların şansı vardı. Ben 1982’de döndüm bir özel şirkette çalıştım. 10 sene boyunca sadece film müziği yaparak hayatımı kazandım. Cem Karaca dönünce Moğollar’ı yeniden kurana kadar onunla çalıştık. Bizim tarz grupların müzik yapma şansı idealist olmakla eşdeğerdir. Çok para mı kazanıyoruz da hala bu işin peşinde harıl harıl koşuyoruz. Hayır. Ama biz kendimizi en iyi bu şekilde ifade ediyoruz. Ülke şartları dünya şartları bizi direkt etkiliyor. Emrah Karaca’nın aranıza katılışı nasıl oldu CAHİT BERKAY: 70’lerden süregelen bir solist sıkıntımız hep vardı. Ben Emrah’la babası sağken de görüşüyordum. Emrah’ın besteleri var, güzel şarkı söylüyor. Hatta annesiyle beraber albüm yapacaktı. Başka isimler vardı ama belki Emrah’tan daha iyi 10 şarkıcı olsaydı benim gönlüm yine Emrah’ı seçerdi. “Emrah olur mu çocuklar” dedim hepsi de “Evet niye olmasın” dedi. Emrah’a açtık, biraz sallandı gitti geldi. “Ne diyorsun abi dalga mı geçiyorsun” dedi. EMRAH KARACA: 1994 yılından beri şarkıcılık yapıyordum ama Moğollar’ın solisti olmak, beşinci elemanları olmak inanılmaz, hayal gibi bir şey. Konser sırasında söyledi Cahit abi. Sevinçten havalara uçtum. Zaten ben Moğollar’ın içinde büyüdüm. Babam yurtdışındayken de onlar hep bizimle beraberdi. Aslında bir aile gibiydik ama zamanı varmış. Müziğe başlamanda babanın etkisi oldu mu? EMRAH KARACAK: Babam söylediği şarkılardan ve düşüncelerinden dolayı yurtdışına gitmek zorunda kaldı ve ben çocuk kafamda bu ayrılığın sebebinin müzik olduğunu düşündüm. Ben iki buçuk yaşındayken gitti ve 10 yaşındayken 1986’da döndü. Babam döndükten sonra 1994’te ben Kıbrıs konserinde Cem Karaca’nın müziğini anlayabildim. Cem Karaca’nın nerede olduğunu orada keşfettim. Ondan sonra babamla hep içiçeydik. Bir albümünde birlikte üç şarkı yaptık, konserlerinde beraber şarkı söyledik. Cem Karaca’nın oğlu olarak yapacağım işlerde önüme çok yüksek bir çıta koyuyordum. Şimdi Moğollar’ın içinde olmak, o ailenin içine girmek bir şekilde aslında benim omuzumdaki bu yükü azaltmış ama üzerime başka bir yük bindi tabii. Sizin Moğollar’daki ilk dönemleriniz nasıl geçti ? SERHAT ERSÖZ: Yeni bir grup kurmak, tanıtımı, soundu bunlar çok çaba ve zaman isteyen şeyler. Benim için öyle bir süreç olmadı. Geçmişe göre “yeni yapılanların kıyaslaması, iyi şeyler işte benim yüzümdendir ya da kötü şeyler de benim yüzündendir” gibi düşüncelerim hep oldu. Ama sıkıntı vermedi. Kimya mühendisiydim, okuyordum, müzik büyük bir aşktı içimde. Moğollar’la müziğin sadece kağıt üzerinde yazılan notalar olmadığını anladım. Müziğin sosyal, politik, kültürel bir görüş, taraf, ifade biçimi olduğunu ve kitleleri ne kadar çok etkileyebileceğini gördüm. Engin Bey, 40 yıldır neden Moğollar’dasınız ENGİN YÖRÜKOĞLU: Çoçuğumuz yani, ondan vazgeçmek mümkün mü? Doğuşunda ebelik yaptık. Hep beraber bu işi yaptık. Kopmak diye bir şey mümkün değil. Müziği seviyorum, yaptığımız müziği seviyorum. Arkadaşlığı, sevgiyi, sevgi alışverişini seviyorum. Kavga etmiyor muyuz? Kavga ediyoruz tabii, ama işin bir parçası zaten. 40. yılımız kolay değil. Bir nevi hayat dersi gibi bir şey Moğollar. 40. yılda müzikal değişim var mı? CAHİT BERKAY: Serhat güncel soundu da çok iyi takip ediyor. Bazı parçalarda ufak deneysel farklılıklar olabilir ama temelde sound aynı. Benim yaptığım bestelerimde bağlama, yaylı tambur, gitar var. Taner’in açılımı daha Beatles, armonileri ve kurgularında oluyor. Son yaptığımız albüme “Niye enstrumantal müzik yapmıyorsunuz” diye eleştiriler geldi. Yeni albümde iki üç enstrumantal parça olabilir. Muhtemelen Nisan başında Moğollar’ın 40. yıl albümü çıkmış olacak. 40. yılında 40 konser mi? CAHİT BERKAY: Şimdi Türkiye’de arkana bir gazoz ya da telefon firmasını almadan 40 konser yapmak mümkün değil, onlar da bize sponsor olmazlar zaten. Bunların aklı fikri şeyde popçularda. TANER ÖNGÜR: 1940’lardan beri, müzik endüsrisi yeni çıkan her şeyi manipüle etmeye çalıştı ama yine karşı bir dalga çıktı. Punk ilk çıktığında karşı bir şeydi bir süre sonra moda ensdüstrisinin oyuncağı haline geldi. Onu yaptıkları anda karşılarına başka bir şey çıkıyor. Bu mücalede böyle sürecek. Moğollar da bu mücadeleyi 40 yıldır sürdürüyor. Moğollar’ın yapacak bir şeyi var. ENGİN YÖRÜKOĞLU: Bir şey yapmalı, Moğollar bir şey yapacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle