Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 15/8/07 16:43 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 18 AĞUSTOS 2007 CUMARTESİ rih Ta Efsaneyle gerçekleri ayırmak er yıl Ağustos ortasında Hacıbektaş ilçesinde yapılan şenlik, Anadolu tarihin önemli şahsiyetlerinden biri olan Bektaşı Veli adına yapılıyor olması nedeniyle, Tarihçe’nin de ilgi alanına giriyor. Böylesi tarihsel şahsiyetler söz konusu olduğunda karşımıza çıkan sorunlardan biri, efsane ile gerçeğin sıklıkla birbirine karışmasıdır. İnanç önderleri söz konusu olduğunda bu durum daha da belirginleşiyor. Öncelikle Hacı Bektaş örneğinde sıradışı bir durumla karşı karşıya olduERDOĞAN ğumuzu anımsamalıyız. “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyen AYDIN ayrıksı bir inanç önderi söz konusu olan. “72 millete bir nazarla bakmayan / Kırk yıl müderris olsa hakikatte asidir” diyen, “eline beline diline hâkim olmayı” temel düstur edinen bir inanç biçiminin çok özel bir bilgesidir söz konusu olan. Ona atfedilen; “Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir” Deyişi bile, günümüz ortalamasının ilerisinde bir bilgelikle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İ. Melikoff’un, Baba İlyas’ın soyundan gelen Aşıkpaşazade ile Elvan Çelebi, keza Eflaki ve diğer kaynaklardan aktarmalarla gösterdiği gibi, Hacı Bektaş, kardeşi Menteş ile birlikte Babai ayaklanmasının öncüsü Baba Resul’ün yanıbaşında, dahası “Baba Resul’ün halifei has”ı, gözde mürididir. Paralı Frenk askerlerinin katliamıyla ezilecek olan ayaklanmada (1240) Baba İlyas ve Baba İshak yanı sıra Menteş de öldürülenler arasındadır. Hacı Bektaş, Babailerin Selçuklu egemenliğince aranıp öldürüldüğü bu baskı sürecini Sulucakarahöyük’te Hıristiyanlar arasında saklanarak atlatacaktır. Bunu yaparken aynı zamanda kendini eğitecek, düşünceleri doğrultusunda insanları örgütlemeye çalışacaktır. 1271’de öldüğü zaman, ardında zayıf bir çevre ama güçlü bir fikri yapı bırakacaktır. Bu zayıf ilişki ağı, fikri yapının gücü ve ortamın uygun olması nedeniyle, Osmanlının kuruluş sürecinde hızla büyüyecek ve farklılaşacaktır. Ölümünden 200 yılı aşkın bir dönem sonra kaleme alınacak olan Vilayetname ise, Hacı Bektaş ve Bektaşliği, resmi Osmanlı tarih yazımının çarpıtmalarına kurban edecektir. e ç H Osmanlı egemenliğinin istediği bir Hacı Bektaş portresi çizARİH DIŞI İDDİALAR mektedir. Bu kaynağa göre Ahmet Yesevî ile aynı dönemde yaşamış, Bu Vilayetname’yi esas alacak olursak, Babai katliamından onun yaşlılığında gençliğini yaşayan, ondan ders alan bir sağ kurtulmuş Hacı Bektaş, Babailerle asla ilişkilenmemişBektaş söz konusu. Daha garibi bu dönemde Horasan’da kâtir. Aksine gençlik dönemini Anadolu’da değil Türkistan’da, firHıristiyan bir egemenlik olduğu iddia edilmekte ve YeseYesevi’nin yanında geçirmiştir. Doğumundan 6 ay sonra parvî’nin, oğlu Kutbeddin Haydar’ı bu kâfirlerin elinden kurmak kaldırarak şahadet getirmiş, 12 imamdan yedincisi Mutarmak üzere Bektaş’ı görevlendirdiği, Bektaş’ın da bunları sa Kâzım’ın soyundan gelmiş, manen de olsa Hac’ca gitmiş, ezdiğini ve Haydar’ı kurtarıp bu kâfirleri Müslüman yaptırevize edilmiş olsa da namaz dahil ibadetinde İslamcı özelğını öğreniyoruz. Bu tarih dışı iddiaların sonu yok; daha sonlikler gösteren ve tabii Osmanlıyı ‘kâfirlere’ karşı savaşa yönra Ahmet Yesevî’nin, seccadesini eline alıp huzuruna gelen lendiren bir yeniçeri ağasını andırmaktadır. Bektaş’a, “git seni Rum’a saldık” diyerek Anadolu’yu İslâmEsasen Vilayetname’den hareketle çizilecek bir Bektaşı laştırmaya gönderdiğini öğreniyoruz. Veli portresinin gerçeğinden ne kadar uzak olduğunu anlaTabii bunlar, resmi ihtiyaçlar doğrultusunda üretilmiş idmak için birkaç bilgi aktarmakta yarar var: Söz konusu bu dialardır. kaynağa göre Bektaşı Veli, hocası Lokman Perende’ye atHer şeyden önce Ahmet Yesevî’nin yaşadığı zaman ile Hafen, daha küçük bir çocukken Muhammed ve Ali’den Kur’an cı Bektaş’ın yaşadığı zaman arasında tahminen 100 yıl var. okumayı öğrendiği, yine Lokman Perende’nin hac dönüşünDiğer yandan 12 İmam soyu Araptır, oysa Bektaşı Veli Arap deki anlatımına göre, “Kâkö?kenli değil bir Türkmen velisidir. Bu anlamda da Vilayetbe’de namaz kılarken Bektaş’ın da sürekli kendisiyle birlikte namaz kıldığı”, yani cismen olmasa da Hac’a gittiğini (ki Anadolu’ya göçerOrhan Bey ile o, doğmadan ölmüş olan Bektâşı Veli’yi aynı ken cismen gittiği sahnede oynatmak gibi maddî hatalar ve komik mizansenler bir yana, iddiaları da mevburada çizilen Bektâşı Veli portresinin, gerçeğinin tam karşıtı olmak cut) öğreniyoruz. üzere, İstanbul’dan, Belgrat’a, fetihten fetihe koşan (ve tabiî bunun Vilayetname’de kaçınılmaz sonucu, dönüp kendi halkına saldıran) bir Yeniçeri ağası namaz kılan, bir portresi olduğu açıktır. Burada egemene, hele ki onun militarizmine an bile ibadetten yataklık yapan bir Bektaşîliğin, kaçınılmaz olarak kendi zıddına geri kalmayan, üsdönüşünün sonuçları ile karşı karşıyayız. tüne üstlük cihat Bu efsaneyi esas alan Bektaşiliğin Osmanlıcı kanadı Babaganlığın son dedebabası Bedri Noyan da Hacı Bektaş’ın ölüm tarihini 1337 yapan bir Bektaş (738.H)’ye, yani ölümünden 66 yıl sonrasına kadar götürecektir; portresiyle karşı böylece Yeniçeri’nin bizzat onun tarafından kutsandığını karşıyayız. T BEKTAŞİLİĞİN İSTİSMARI name’nin bilgileri doğru değil. Vilayetname ile tarihe inip onu aydınlatacaklarını sananlar, tarihe değil efsaneler dünyasına inmiş olacaklardır. Kuşkusuz efsanelerden de tarihçilerin öğrenebileceği çok şey var; ancak bunlardan öğreneceğimiz tarihsel olgular değil, dönemin ve yazanın siyasal, kültürel dünyasıdır. Dolayısıyla, Vilayetname’nin bize öğretebilecekleri de bunlardır. Ancak onlardan bundan ötesini beklemek tarih yazıcısını ve ona inananları efsane kuyusunda boğar. Yesevilik, özellikleri İslamlaşmanın henüz başarıya ulaşamadığı bir dönemin, İslam’la birlikte eski inançların da birarada yaşadığı bir geçiş dönemine denk düşüyor. Bizzat Yesevi, dönemin İslamcılarınca sapkın görülen, farzlara uymayan, haremlik selamlık ayrımına itibar etmeyen bir dönem bilgesi. Yesevi damar üzerinden sonradan İslamcılaşanlar Nakşibendiliği üretirken İslamcılaşmayıp kendi Alevi sentezini kuranlar ise Bâtıni tarikatlarla ilişkileneceklerdir. Bu anlamda Bektaşı Veli ile Yesevi arasında tarihselteolojik bir etkilenmeden söz edilse de organik bir bağdan kesinlikle söz edilemez. Aksine Bektaşilik açısından organik bir bağ, ancak Babailik ve Vefailik’le kurulabilir. Ki Bektaşı Veli’nin, Ede Bâli, Geyikli Baba vb. dönemin tüm erenleri gibi kendini Vefai gördüğü ve yine bir Vefai olan Baba İlyas’ın halifesi olduğu biliniyor. Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği gibi, “Tacü’lArif’in lâkabıyla da tanınan Seyyid Ebu’l Vefayi Kürdî, Baba İlyas öncesi Batıni inanç ekolünün en büyük etkeni durumundadır.” OSMAN’A ELİFİ TAÇ GİYDİRMEK! Hacı Bektaş’ın, 1160’ta ölen Yesevî’den, gerçek dışı, tarih dışı bir şekilde ders aldırılması yetmezmiş gibi, bir de 1290’larda Osman Bey ile görüşen bir Bektaş ile karşı karşıyayız. Oysa ölümü 1271 olan Bektaşı Veli’nin Yesevî’nin yaşlılığına yetişmesi mümkün olmadığı gibi Osman’ın ilk iktidar dönemine yetişmesi de mümkün değil. Buna rağmen Osman Bey’e Elifi Taç giydirip kılıç kuşatan bir Bektaş’la karşı karşıyayız. Dolayısıyla bütün bu bilgilerden, Vilayetname’nin efsaneler dünyasına ilişkin bir anlatı olduğu sonucuna varıyoruz. Vilayetname’ye göre Bektaş’ın Osmanlı kurucusu Osman Bey’le de aynı dönemde yaşadığını, onunla konuştuğunu, onu kutsadığını, “bizim yaptığımız gibi onu kâfire göndersin” diye Sultan Alaattin Keyhüsrev’e emir verdiğini, bunun üzerine “Osmanoğulları askerinin hiç bozguna uğramadığını” öğreniyoruz. Özetle Vilayetnamede, Alevilikteki Kızılbaş özellikleri de göremediğimiz gibi Hacı Bektaş’a özgü pasifist, barışçı, öteki inançları bir gören anlayışları da göremiyoruz. Ama buna rağmen Hacı Bektaş’a gerçek dışı bir şekilde yüklenen bu Yeniçeri kuruculuğu ve ajitatörlüğü damgasını bir övünç vesilesi yapabilenler de olmaktadır: “1339 yılında Bursa Atıcılar Meydanı’nda mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Bütün gönüller büyük önder Orhan Bey ile evliyalar bağrı başı, erenler başçeşmesi Hacı Bektâşi Veli’nin muhabbetiyle dolanıyordu. Bursa tarihi bir an yaşıyordu. Orhan Gazi yeni bir ordu kurmak üzere, Türklüğün ikinci Nuh’u Hacı Bektâşı Veli’yi davet etmişti. Büyük Türk evliyasının görklü bakışıyla bütün kalpler fetholmuş genç ihtiyar çoluk çocuk in cin dağ taş istiklâle çıkmıştı. Hacı Bektâşı Veli, güzeşteleriyle beraber Bursa’yı şereflendirmişti. Gülbanklar dalga dalga semalara yükseliyordu. Allah Allah şayialarıyla yer gök dolmuştu. Hacı Bektaşı Veli alana ulu bir ateş yaktırmış, üstüne bir kazan oturtmuş, aş pişiriyordu. Hacı Bektâşı Veli ağır ağır doğrulmuş, sağ elini Bati istikametine çevirmiş, manen İstanbul’un, Kosova’nın, Belgrat’ın, Varna’nın, Budapeşte’nin fethini işaret ediyordu”. (26) Turgut Koca Baba’dan akt. Şevki Koca, Cem Dergisi, sayı 96, s. 26. BEKTAŞI VELİ’NİN RESMİ ÜRETİMİ Abdülbaki Gölpınarlı’nın da işaret ettiği gibi Vilayetname, II. Beyazıt zamanında ve Balım Sultan’ın Bektaşi Postnişinliğine atanmadığı, yani 1501 öncesinde, İlyas Bin Hızır (Uzun Firdevsi) tarafından yazılacaktır. (Vilayetname, s.XXVII) Vilayetname, Bektaşiliğin henüz Ali eksenli bir tarikat/inanç haline gelmediği bir dönemin ürünüdür. Nitekim Vilayetname’de Kızılbaş/Safevi söyleminin hiçbir izi bulunmamaktadır ki, bu etki Bektaşiliğe sonradan girecektir. Vilayetname, II. Bayezit’in, Bektaşi türbesinin çatısını tunç levhalarla kaplattığını söylemektedir. Demek ki bundan sonra yazılmıştır. Diğer yandan Vilayetname, Balım Sultan’ın, Kızılbaşlığın halktaki yayılışını etkisizleştirmek üzere Bektaşiliğe getirilen yeniliklerden önce kaleme alınmış görünmektedir. (İ. Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, s.99) Bu dönem, Anadolu Alevîlerinin Osmanlı ve Yeniçerileri tarafından katliamdan katliama uğratıldığı dönemdir aynı zamanda. Kızılbaş düşmanı Osmanlı iktidarı ile entegre olmuş bir Bektaşî Babası tarafından yazılmış olan Vilayetname, Bektaşi Dergahının Osmanlı otoritesinin bir parçası olduğu dönemin ilişkileri çerçevesinde II. Beyazıt ve eaydin?cumhuriyet.com.tr ispatlamaya, Osmanlı iktidarının uzantısı bir Bektaşîlik anlayışını, bizzat Hacı Bektaş üzerinden meşrulaştırmaya çalışacaktır. Devşirme ve Yeniçeri zihniyetini Bektaşîlik görüntüsü altında günümüze taşımaya çalışan bu anlayış, aynı zamanda geleneğin önemli postnişini Kalender Çelebi’den de; “vatan bütünlüğünü tehlikeye atan” bir “asi” diye söz ederek, Osmanlı’yı “vatan” düzlemine yükselten bir anakronizm sergileyecektir. (B. Noyan Bektaşîlik ve Alevîlik, s.154, 115) Benzer sorun alanları Makalat’ta da bulunmaktadır. Doğrudan Hacı Bektaş’a atfedilen Makalat’ın da gerçekte Hacı Bektaş’a ait olmadığı bir yana, tarikat kurmamış olan Hacı Bektaş’a tarikattan sözettirilmekte, “Her ne ararsan kendinde ara / Mekke’de Kudüste Hacda değildir” diyen bu inanç önderine Hac’cın farz olduğu söyletilmektedir (İ. Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, s.107). Tıpkı Vilayetname’nin Hacı Bektaş’a bir paye olarak “hacı” yapmakta, hacca gitmiş göstermesi gibi. Nakşibendî Şeyhi Esat Coşan’ın, Makalat’tan hareketle Bektaşı Veli’nin ortodoks anlamda Müslümanlığını ‘ispatlaması’ da, bu tip sorun alanlarının istismar örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kabul edilmelidir ki bu tarihe yönelik istismar örnekleri, sadece Coşan’da gördüğümüz gibi ‘dışarıdan’ yapılmamakta, Hacı Bektaş, ‘içeriden’ ve çok daha etkili istismar örnekleriyle karşılaşmaktadır.