14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 18/7/07 16:36 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Edie ? Dehşet Gecesi (Fall Down Dead ) Si ne ma 8 (Factory Girl: Edie) George Hickenlooper yönetmenliğindeki Edie’de, Guy Pearce, Sienna Miller, Hayden Christensen ve Jimmy Fallon oynuyor. Düş gücüne dayalı dram, Edie’nin kuyrukluyıldız gibi yükselip düşüşünün öyküsünü gözler önüne seriyor. Zengin bir ailenin güzel, yetenekli ve karizmatik kızı olarak dünyaya gelen ve hayatına renk katmak için 60’lı yılların ortasında New York’a taşınan Edie’nin, zamanın aykırı sanatçısı Andy Warhol ile tanışmasıyla tüm hayatı değişir. Warhol’ın bohem ve yaratıcı cenneti olarak bilinen ve önceden bir şapka imalathanesi olarak kullanılan fabrikasına heyecanlı bir giriş yapan Edie, burada isimleri sonradan tüm dünyada birer marka olmuş müzisyenler, şairler, sanatçılar ve oyuncularla bir araya gelme fırsatını yakalar. Gündüz ‘underground filmler’de rol alırken gece tüm New York’lu sanatçıların katıldığı çılgın partilere katılır. O sıralar efsane müzisyen Billy Quinn ile tanışır ve onunla tutku dolu bir aşk yaşamaya başlar. Ancak hızla içine sürüklendiği uyuşturucu batağı hem hayatındaki en önemli arkadaşı Warhol’ın, hem de sevgilisi Quinn’in bir anda kendisini dışlamasına sebep olur. Girdiği bunalım ve ne kadar çabalasa da kurtulamadığı bağımlılıkları bu kırılgan küçük kızı ve bir zamanların güzel prensesini önlenemez bir sona götürecektir. Geçen Nisan ayında Türk seyircisiyle buluşan Ölümle Dans’ın ardından New Films International’ın yapımcılığını üstlendiği ikinci TürkAmerikan ortak yapımı Dehşet Gecesi, işlediği cinayetleri sanat olarak değerlendiren bir seri katil ve kurbanları arasındaki ölümcül kedi fare oyununu konu alıyor. John Keeys’in yönettiği ve Dominique Swain, Mehmet Günsür, Udo Kier ile David Carradine rol alıyor. Sık sık elektrik kesintisi yaşanan şehirde, basının Picasso olarak tanımladığı katilin, öldürdüğü kurbanlarını klasik sanatçıların en ünlü yapıtlarına öykünerek tasarladığı sanat eserleri gibi görmektedir. Garsonluk yapan Christie, gece vardiyası sonrası evine dönerken ‘Picasso’nun işlediği bir cinayete tanık olur. Dehşete kapılan Christie, yakınındaki bir iş merkezine sığınır. Olay yerine gelen polis memurları, ilk başta Christie’nin ‘Picasso’yu gördüğünü zanneden histerik insanlardan birisi olduğunu düşünür. Sokaklarda dolaşarak kurbanlarının sayısını arttıran katil, kahramanların saklandığı binaya adım adım yaklaşmaktadır. Sanat eserinin en güzel halkasını oluşturacak kurbanının arayışını sürdüren katil ile binadakiler arasında gece boyunca süren bir kedi fare oyunu başlar. ??????????????????????????????????? Şimdi eğlence zamanı Özgürlüğün Rengi siyahtır Nelson Mandela namı diğer “Madiba”… O, “Mücadele benim hayatımdır. Hayatımın sonuna kadar siyahların bağımsızlığı için mücadele edeceğim” diyen bir özgürlük savaşçısı… O, halkının baş eğmeyen büyükbabası (Mkhulu)… Siyahî isyanın ve ırkçılık karşıtlığının bu ışıklı ismi, çok değil üç gün önce 89 yaşına girdi. İşte, Özgürlüğün Rengi (Goodbye Bafana), tam 27 yıl cezaevinde yatan yaşayan efsane Mandela’yı beyaz bir adamın gözünden anlatmayı deniyor. Hani, suya sabuna dahi dokunmadan… Meşhur Danimarkalı yönetmen Bille August, 1987’de Fatih Pelle (Pelle Erobreren), 1992’de de İyi Niyetler (Goda Viljan) ile Cannes Film Festivali’nin kazananı oldu. Sefiller (Les Misérables), Smilla ve Karlar (Smilla’s Sense of Snow) ve Ruhlar Evi (The House of the Spirits), August’un diğer önemli filmleri… Goodbye Bafana, dünyanın en meşhur gardiyanı James Gregory’in (2003’te yaşamını yitirdi) aynı adlı romanından uyarlandı. Filmin senaryosu Greg Latter tarafından kaleme alındı. Mandela’nın gerçekleri saptırdığını söylediği romanla ilgili olarak gardiyanyazar James Gregory’e dava açtığını da notlarımız arasına düşelim. Güney Afrika Cumhuriyeti, Almanya, İngiltere, Belçika, Lüksemburg ortak yapımı olan Özgürlüğün Rengi, toplam iki saat 20 dakika sürüyor. Filmin başrol oyuncusu İngiliz asıllı Joseph Fiennes, daha önce Âşık Shakespeare (Shekaspeare İn Love), Luther, Ölümün Kollarında (Killing Me Softly), Elde Makas Koşmak (Running with Scissors), Kapıdaki Düşman (Enemey at the Gates) ve Venedik Taciri (The Merchant of Venice) gibi ses getiren yapımlarda rol alarak kendinden ünlü ağabeyi Ralph Fiennes’ten hiçte geri kalmadığını göstermişti. İnsanlık suçu işkenceyi yücelten, herkesi düşman gören psikolojiyi marifetmiş gibi bir güzel işleyen ABD orijinli 24 dizisinde siyahî başkan David Paelmer’i canlandıran Hollywood yıldızı Dennis Haysbert ise Mandela rolüne soyundu. Özgürlüğün Rengi’nde, Önümüzdeki günlerde üç ilginç animasyon, The Simpsons Movie (Simpsonlar Sinema Filmi), Surf’s Up ASLI (Neşeli Dalgalar) ve Ratatouille SELÇUK sinemalarımızda yer alacak. Dörtyüz bölümü geride bırakarak televizyon tarihine en uzun ömürlü animasyon dizisi olarak geçen Simpsonların sinema versiyonunda Homer Simpson, ailesini ve Springfield halkını gerçeküstü bir serüvene sürüklemekte. Homer her zamanki savrukluğuyla Springfield nehrini nükleer atıklarla kirletince anında çalıştığı santralden kovulur, Springfieldliler de kasabalarını boşaltmak zorunda kalırlar. Sekiz yıl önce girişilen projenin uzun süredir beklendiğini belirten dizinin yaratıcısı Matt Groening sinema filminde bilinen alaycılığı, iğneleyiciliği koruduklarını, karakterleri derinleştirmenin olanaksız olduğu 22 dakikalık dizinin sinema aktarımında kahramanlarını yoğunlaştırdıklarını açıklıyor. Onsekiz yıldır bu sinema filmini düşleyen Groening, dizinin 20 yaşına bastığını vurgulayarak: “İzleyicilerin kahkahalarını sonunda salonda duyabileceğiz, dizide güldürü seslerini işitemiyorduk” diyor. Simpsonların tüm dünyada kültür ikonlarına dönüşmesini Groening halkın bu yaşam felsefesini benimsemesine bağlıyor: “Mutlu budala, hep masum Homer’i itkileri yönlendiriyor. Herkes doğrusu böylesine bilinçsiz olmayı ister, çünkü sonuçta hiç suçluluk duymazsınız. Simpsonlar orta sınıf Amerikan ailesinin eksiksiz bir karikatürü. İnsanlar sevgiyle bağlandıkları bu çizgi karakterler aracılığıyla kendileriyle de alay edebiliyorlar”. Sinema filmine 2003’te başlayan ekip iki yıllık yazımdan sonra 2006’da çizimlere girişmiş. Çizgi dizinin tüm karakterleri farklı boyutlarda filmde de varlar. Bu epik öyküde daha büyük şakalar var. Politik, sosyal ve çevreci iletilerine karşın amaçlarının izleyiciyi salt güldürmek olduğuna değinen Groening: “İnsanların düşüncelerini etkilemek gibi bir güdümüz yok. İngiltere’de Ned Flanders gibi giyinenler varmış. Dizi bir ayna, insanlar görmek istediklerini görüyorlar” diyor. Monsters, Inc’in (Sevimli Canavarlar) yaratıcısı David Silverman’ın yönettiği Simpsonlar Sinema Filmi 27 Temmuz’da gösterimde. Neşeli Dalgalar ve Ratatouille iletileri benzer animasyonlar: Ailenin tüm karşı çıkmasına rağmen düşlerini izle, ünlü bir sörf şampiyonu, ünlü bir şef ahçı ol ya da düşlerini bir yana bırakıp sıradan bir penguen ya da fare ol. Tek amacın fabrikada balık yığınları arasında çalışmak olduğu bir kasabada, iki oğlunu bir başına yetiştirmeye çalışan dul Edna için yaşam zordur. Edna’nın küçük oğlu Cody balık fabrikasında çalışmaktan daha büyük bir şeyin, sörf şampiyonu olmanın düşünü kurmaktadır. Annesinin ve ağabeysinin bu tutkusunu anlayamadıkları Cody ilk profesyonel yarışmasına katılmak üzere yola çıkar. İNSANLARIN BİRER KARİKATÜRÜ Bir zamanların efsanevi sörfçüsü Koca Z ile yolları kesişen genç penguen kazanmanın her zaman yarışı ilk bitirmekle eş anlamlı olmadığını ayrımsar. Önemli olan varış noktası değil yapılan yolculuktur, bu yolculuk süresince edinilen yaşamla ilgili öğretilerdir, dalgaların üstünde kayarken duyulan tutkudur. Aksiyonkomedi Neşeli Dalgalar, düş gücüyle günümüzün reality şov ve belgesel türünün karışımından oluşan bir çalışma. Yönetmenler Ash Brannon’la Chris Buck’ın çizgi filmleri gerçeğin karikatürize edilmiş hali. Fiziğin ve yer çekiminin temel yasalarına bağlı kalınarak gerçek dünyanın dinamikleri karikatürleştirildi, % 70 gerçeklik çekimi yapıldı, gerçek dünyanınsa % 30’u esnetildi. Diyaloglar alabildiğince doğal ya da doğaçlama kaydedildi. Karakter tasarımcısı Sylvain Deboissy: “Penguenleri insanların birer karikatürü olarak yansıttık, izleyici onlarla özdeşleşiyor” diyor. İzleyicinin başroldeki hayvan karakterle özdeşleşmesi Ratatouille’da da var. Ratatouille’un kahramanı fare Remy’nin tek düşü Paris’in beşyıldızlı ünlü bir restoranında şef olmaktır. Çoğu insanın iğrenç bulduğu, tiksindiği fareyi mutfağa sokmayı başaran yaratıcı ekip önce Remy’yi insanlaştırdı: Sivri dişlerini yoketti, insansı yüz anlamı, sevimli bir gülümseme ekleyip iki ayağı üzerine kaldırdı, böylelikle herkes bir farenin yemek yapabileceğine inandı. The Incredibiles’ın (İnanılmaz Aile) yönetmeni Brad Bird, Ratatouille’da 60 000 çizime gereksinim duydu, 20. yüzyıl başındaki ünlü Paris restoranlarının mönüsü referans alındı, klasikromantik mekanlar seçildi, 50’lerin Paris’i yaratıldı. Bu yaratım sürecinde 40’ların, 50’lerin fotoğraflarından, Funny Face (Komik Yüz/1957), Irma La Douce (Sokak Kızı İrma/1963) filmlerinden esinlenildi. Çarpıcı renklerle, benzersiz şafak ve günbatımlarıyla dolu animasyonda flambelerle, sotelerle çevrili Remy kendisine saldırgan, düşmanca davrananlara karşı ondan beklenmedik bir incelikle karşılık verecek, şeflik yolunda ilerleyecek, dostluk, aile, amaca erme, seçimlerin sorumluluğu kavramlarını öğrenecektir. Yönetmen Bird: “Hepimizin olanaksız düşleri vardır. Önemli olan onlara ulaşmak için elimizden geleni sonuna dek yapmak, umudumuzu yitirmemektir” diyor. Neşeli Dalgalar 3 Ağustos’ta, Ratatouille’sa 24 Ağustos’ta sinemalarımızda. ALPER TURGUT Truva (Troy), Wicker Park, Büyük Hazine (National Treasure), Beethoven’ı Anlamak (Copying Beethoven) ve Ateşkes (Joyeux Noël) adlı filmlerde rol alarak oyunculuk yeteneğini kanıtlayan, Alman güzeli Diane Kruger de var. Ve yardımcı oyuncular; Shiloh Henderson, Mehboob Bawa, Sizwe Msutu, Adrian Galley, Terry Pheto, Faith Ndukwana… Türkiye’ye, Bir Film tarafından getirilen Özgürlüğün Rengi, 27 Temmuz 2007 günü vizyona giriyor. Ne yazık ki, çekilen acıları resmetmeyi, köklü bir değişimin derinliğine inmeyi, kült bir ismi masaya yatırmayı unutarak… HÜCREDEN İKTİDARA Güney Afrika Cumhuriyeti, 1960’lı yıllarda kaynayan bir kazanı andırır. Azınlık diyebileceğimiz 4 milyon beyaz, 20 küsur milyon siyahı ezmekte, resmi ideoloji olan ırkçılığın pençesinde bir halk kanlar içinde kıvranmaktadır. Beyazların üstün ırk olduğu safsatasını peşinen kabullenen çavuş kolluklu gardiyanımız James Gregory (Fiennes), yerli diline (Xhosa) hâkim olduğu için ayaklanma önderi Nelson Mandela’nın (Haysbert) sosyal hayattan izole edilmesi görevini üstlenir. O da, Robben Adası’ndaki hapishanede tutulan siyahî siyasileri, terörist olarak belleyen meslektaşlarından çokta farklı değildir. Anlayacağız, Mandela ve arkadaşlarının tecrit koşulları altında çektikleri sıkıntı ve eziyetin haddi hesabı yoktur. Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Başkanı sıfatını taşıyan Mandela, eşini ve çocuklarını, 6 ayda bir görmektedir. İngilizce konuşma zorunluluğu, telefonlu cam kabin, politikasız hoşbeş, sürekli dinleyen ve müdahale eden görevliler… Mektup gönderilmesi ve alınması ise başlı başına büyük bir sorundur. Bizim F tipi cezaevlerindeki uygulamayla benzerlikler taşır. Senede iki mektup hakkını kullanmak isteyenler, 500 kelimeyi geçmeyecek şekilde kâğıt kaleme dertlerini dökebilirler. Tahmin edebileceğiniz gibi siyaset yasaktır. Yoksa kuşa çevrilmiş bir mektup yaratmak, çalımından geçilmeyen genç bir asker için son derece kolay bir iştir. Günlerden bir gün kara bir haber cezaevine gelir. Nelson Mandela’nın, büyük oğlu şaibeli bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Mandela, oğlunu, geleneklerine uygun olarak gömmek ister. Ancak acılı bir babanın son derece insani bu arzusu, ırkçı zihniyet tarafından anında reddedilir. James’teki değişim başlamıştır. Önce içini kemiren çocukluk anıları depreşir. Gözünün önünde, o zamanlar farklı rengini sorun etmediği arkadaşı Fafana’nın hayali canlanmıştır. Okutulacak çocukları ve başlarını sokacakları bir dam için adeta çırpınan hayat arkadaşı Gloria (Kruger), ondaki değişimi fark etmekte gecikmez. Başarılı çalışmaları nedeniyle gizli servise alınan ve asteğmenliğe yükseltilen James’in, ANC ile ilgili araştırmalarını ve Mandela’yla olan yakınlaşmasını engellemeye çabalar. Yine de James, bildiğini okur. Devletin gizli arşivinden ANC’nin bildirgesini (eşitliği savunduğu için beyazların okuması yasaktı) çıkarır ve örgütün, kendinin öcü bellediği komünizme yakın olup olmadığını tartar. Yıllar hızla akıp geçmektedir. Irk ayrımcılığına (Apartheid) karşı büyüyen kapkara bir isyan, önce Güney Afrika Cumhuriyeti’ni sonra dünyayı sarar. Direnişin ivmesiyle, tecrit hücresinden, büyük bir konağa geçen Mandela, doğal sırdaşı James’ten sonra Gloria’nın da kalbini kazanmayı başarmıştır. Ve 27 yıllık tutsaklık (44 yaşında girdiği cezaevinden 71 yaşında çıkar), 1990 yılında halkının nümayişleri arasında sona erer. Mandela, ülkesinin ilk siyahî avukatıdır. Nobel Barış Ödülü’nü kazanarak ve Güney Afrika’nın ilk siyahî cumhurbaşkanı olarak halkına ilkleri yaşatmayı sürdürecektir. DVDVCD Yeniler Little Children (Tutku Oyunları) Yön: Todd Field Oyn:Kate Winslet, Patrick Wilson, Jennifer Connelly/2007, renkli, 137 dakika/Kanal D Home Video. Tom Perrotta’nın öyküsünden çekilen Amerikan Bağımsız Sineması’nın bu başarılı örneğinde Amerikan orta sınıf ailelerin yaşadığı taşradaki tipik insan manzaralarından kesitler izleriz:Anneliği pek beceremeyen, kocasının sanal seksle aldattığı ev kadını Sarah, baro sınavını bir türlü veremeyen, aklı kaykay kaymakta olan yakışıklı işsiz Brad, Brad’in evin reisi, çalışan güzel karısı Kathy, mahallenin sapığı Ronnie. Evlilikleri parlak gitmeyen Sarah’la Brad birbirleriyle yalnızlıklarını, mutsuzluklarını, cinsel açlıklarını, düşkırıklıklarını gidermeye başlarlar. Üniversitedeyken hiç sevmediği Madame Bovary romanı Sarah’ın gözüne başka türlü görünmeye başlar. Yönetmen Todd Field sonunda karakterlerini yargılar, onlara ahlakçı, eğitici bir ders verir.Yeni bir yaşama kaçma planı yapan Sarah’la Brad yetişkin düşlerinden cayıp ailelerine dönerler. Amerika’nın bağnaz, önyargılı, ırkçı, baskıcı, saldırgan yüzü gerçekçi, espirili bir anlatımla karşımızda. The Dead (Ölüler) Yön: John Huston Oyn: Anjelica Huston, Donal McCann, Helena Carroll/1987, renkli, 83 dakika/Saga Collection. James Joyce’un The Dubliners romanından uyarlanan dram, yaşamı oluşturan anlar, anımsamalar üstüne kurulu bir başyapıt. Öteki dünyaya göçmüş yakınların yaşamdakilerle hep bir iletişim içinde olduklarını belirten film, 1904 yılında Dublin’de geçiyor. Her yıl Noel’de akrabalarını, yakın dostlarını yemeğe çağıran kızkardeşler Katie ve Julia, bu yılda seçkin konuklarıyla kutlama yapmaktadırlar. Konakta sürekli bir devinim, evsahiplerindeyse konukları kusursuzca memnun etme telaşı vardır. Akşam yemek, müzik, dans, öykü anlatımı, şiir okuma, şarkı söyleme, sanatopera üstüne konuşmalarla, eskiyi, yitirilenleri anmakla geçer. Gecenin sonunda duyduğu şarkıdan etkilenen Gretta, otele dönünce kocası Gabriel’a bu şarkıyı gençliğinde onun aşkı yüzünden hastalanıp ölen bir delikanlının söylediğini anlatır. Joyce’un etkileyici yapıtının bu çok başarılı sinemaya aktarımı John Huston’ın son çalışması yazın tadında derin, duygu dolu dakikalar içeriyor, yaşamın hem uçuculuğunu hem gerçekliğini alabildiğince yansıtıyor. ASLI SELÇUK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle