Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 18/7/07 16:37 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 21 TEMMUZ 2007 CUMARTESİ 3 Benim Portrem Sergi Erken açılmış bir Santral’ın düşündürdükleri B iri İstanbul’un ilk modern sanatlar müzesi olan İstanbul Modern, diğeri ise Silahtarağa Elektrik santralından koca bir sanat merkezine dönüştürülmesi planlanan Santral İstanbul... Biri 2004’te, diğeri ise geçtiğimiz günlerde açılmasına karşın, ne gariptir ki, ortak bir kaderi paylaşıyorlar. ESRA Hatırlayalım: ALİÇAVUŞOĞLU İstanbul Modern esraali@yahoo.com hazırlıklarını sürdürürken ve açılışına daha birkaç ay varken Başbakan Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle 17 Aralık AB müzakerelerinin karar toplantısı öncesine yetiştirilmişti. Bir anlamda, alelacele açılmış ve başbakanın “benim müzem” söylemine de olanak vermişti. Aynı durum 11 Temmuz’da tekrarlandı. “Ön açılış sergileri” adı ile ulusal ve uluslararası sanat ortamında daha önce örneği görülmemiş bir açılışa ev sahipliği yaptı Santral İstanbul. Bu kez de açılışın öne çekilmesi isteği Tayyip Erdoğan’dan gelmişti. Eylül ayında hem İstanbul Bienali’ne, hem de yeni sezona yetiştirilmeye çalışılan proje açılışı Erdoğan’ın gerçekleştirebilmesi için seçim öncesine çekildi. Türkiye’nin paradokslar ülkesi olduğunu söylemeye gerek var mı bilinmez ama tekrarlayalım: böylece, sanata dair İstanbul’da konumlanan iki büyük merkezin açılışı kültürsanatla özdeşleştirilen sosyal demokratlar iktidarında değil, AKP hükümeti döneminde gerçekleşmiş oldu. denli büyük bir projenin mahremiyetine müdahe edilmesinden ileri geliyor. Nokia, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve Uluslararası Gençlik Vakfı işbirliğiyle 2003 yılında başlayan Düşler Atölyesi projesi, üç yıldır gönüllülere ve çocuklara plastik sanatlar yoluyla yaşam becerileri kazandırıyor. Düşler Atölyesi projesi kapsamında düzenlenen ve maddi imkanı kısıtlı çocukların yaptığı birbirinden ilginç resimlerden oluşan ‘Benim Portrem’ sergisi, Türkiye’nin 10 ilinden gelen çocukların çizdiği sevinçli, mutlu, kızgın, hüzünlü, komik çocuk yüzlerinden oluşuyor. Sergi, 24 Temmuz tarihine dek Akmerkez Alışveriş Merkezi’nde ziyaret edilebilecek. (Tel: 0 212 282 01 70) Kesişen Bakışmalar Beyoğlu Belediyesi’nin 150. yılını kutlama programı kapsamında Beyoğlu Belediyesi ve İtalyan Kültür Merkezi işbirliği ile gerçekleştirilen ‘Kesişen Bakışmalar’ fotoğraf sergisi Avrupa Birliği içinde yer almayan ülkelerde ‘Avrupa Birliği’ kavramını tanıtma ve Akdeniz’in iki kıyısı arasındaki ortaklığı geliştirme amacı taşıyor. Tel Aviv, Roma, Cezayir ve Brüksel gibi ülkelerden sonra Türkiye’de açılan sergide, Avrupa Birliği’ne üye olan ve olmayan ülkelerden seçilen 10 ülke arasında yapılan yarışmadan seçilen fotoğraflar yer alıyor. Kesişen Bakışmalar/Sguardi Incrociati sergisi 28 Temmuz tarihine dek Beyoğlu Sanat Galerisi’nde görülebilir. (Tel: 0 212 252 77 55) MESELESİ OLAN SANATÇILAR ERDOĞAN TARİHE GEÇTİ(!) Uluslararası bir kültür, sanat ve eğitim mekanı olması planlanan Santral İstanbul açılışının Erdoğan’ın seçim propagandası yaptığı bir platforma dönüşmesinin yanı sıra İstanbul Modern’in ardından entellektüel camiayla bir kez daha buluşmasına da olanak sağladığını unutmamak gerek. Bir başka ilginç not ise açılışın seçim yasaklarının başlamasına, yani açılış törenlerinin yasaklanmasına birkaç saat kalaya denk gelmesiydi. Diğer deyişle sanat her zamanki gibi “son dakika”ya kaldı. Bu açılışla, Erdoğan hem ikinci kez büyük bir sanat kurumunun açılışını gerçekleştirdi ve tarihe geçti, hem büyük çoğunluğu kendi oy kitlesine dahil olmayan sanat ortamına seçim vaatlerinde bulundu (Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Haliç’e Leonardo da Vinci’nin köprü projesi uygulanacak) hem de santralın komşusu Eyüplülerle buluşmuş oldu. Aslında açılışa damgasını vuran Bilgi Üniversitesi’nden çok Erdoğan’dı. Başbakan gelmeden sergi salonlarının açılmaması, konuşmaların ardından izleyicilerin bekletilerek Erdoğan ve yanındakilerin binaya alınması bunun kanıtı olsa gerek. Kısaca izleyiciler ön açılış sergilerini ancak gecenin ilerleyen saatlerinde görebildiler. Tayyip Erdoğan’ın gecede vurgu yaptığı konular da ilginçti gerçekten... Örneğin, İstanbul’u “müze fakiri” olarak nitelendirdi ve hükümet olarak özel müzecilikten yana olduklarını bir kez daha yinelemiş oldu. Santral İstanbul özel müzeler arasında ayrıcalıklı bir içeriğe ve konuma sahip hiç kuşkusuz. Çağdaş sanatın üretileceği ve sergileneceği alanlar, ulusal endüstri mirasının multimedya sunum teknikleri ile anlatılacağı enerji mekânları, kütüphane ve bilgi merkezleri, ulusal/uluslararası sanatçı, düşünür ve akademisyenleri ağırlayacak rezidanz programı, İstanbul Bilgi Üniversitesi eğitim binaları ve rekreasyon alanları ile Eylül ayında faaliyete geçmeyi planlıyor Santral İstanbul. Ancak, bu denli geniş kapsamlı bir projenin yaz ortasına denk gelen ve sadece üç hafta açık kalacak olan “ön açılış sergileri”, içeriğini ve niteliğini bir yana bırakırsak, “yapım aşamasında” bir merkezin henüz yerleşmemiş mutfağında gezinti gibi... Galiba rahatsız ediciliği, bu Saydamlığı ile Paris’teki Pompidou’yu, santraldan dönüştürülmüş olmasıyla Londra’daki Tate Modern’i anımsatan Santral İstanbul’un ön açılışında üç büyük sergi yer alıyor. Bunlardan ilki Pompidou Sanat Merkezi’nin Yeni Medya Koleksiyonu’ndan yapılan “Çağdaş Bakış Açıları” seçkisi. Adından da anlaşılacağı üzere bu sergide farklı duyarlılıkları ve meseleleri olan sanatçıların video işleri biraraya getiriliyor. Örneğin Michael Blum, Üç Filozof adını verdiği çalışmasında hem Giorgione’nin aynı adlı yapıtına göndermede bulunuyor, hem de zihnimizi sıkça meşgul eden modern zamanlarda felsefenin işlevine dikkat çekiyor. Santral İstanbul’un ikinci sergisi Almanya’dan ZKM’nin (Sanat ve Medya Merkezi) “Dokun Bana İstanbul” başlığında gerçekleştirdiği ilginç bir deney alanı. İzleyici ve yapıt etkileşimini temel alan bu projede kültürel farklılıklardan yeni ilişkiler kurulması amaçlanıyor. Santral İstanbul’a İspanya Çağdaş Sanat Merkezi MUSAC’ın koleksiyonundan gelen ve “Bireylerarası Bir Yolculuk” başlığında sunulan üçüncü serginin en ilgi çekici bölümü oluşturduğunu söylemek gerek. Aralarında Pipilotti Rist, Fiona Tan, Shirin Neshat, Tony Oursler, Pierre Huyghe gibi Türk izleyicisinin İstanbul bienallerinde izleme olanağı bulduğu aşina isimler var. Bu seçkinin en başarılı işlerinden biri Fiona Tan’ın portreleri... Yüzler adını taşıyan bu çalışma ile Tan, 1989’daki birleşmenin ardından Alman işçi sınıfının fizyonomisi üzerine bir tür arkeolojik çalışma yürütüyor. Geçen Documenta’da sergilenen ve özellikle sunum biçimiyle de dikkat çeken bu çalışma, serginin ana başlığına ilham vermiş sanki. Çünkü gerçek anlamda bireylerarası yolculuğun en çarpıcı örnekleri olduğunu söyleyebiliriz bu portrelerin. Santral İstanbul’un ön açılış sergileri, diğer müze ve galerilerde uzun zaman önce açılmış sergileri görmüş olanlar için kaçırılmayacak bir fırsat. Sergilerin yanı sıra elbette mekanın kendisi başlıbaşına görülmeye, atmosferi ise solunmaya değer. Ama asıl heyecanı eylül ayına saklamak gerek. Kimsin Sen? Ahmet Polat’ın kimlik ve aidiyeti sorguladığı sergi İstanbul Modern’de. Sanatçı, geçmişini sorgulama, kültürel mirasını tanıma sürecinde farklılıkların yerine benzerliklerin araştırılması ve ortaya çıkarılmasının çok daha önemli olabileceğini düşünüyor. Dünyanın en önemli fotoğrafçılık kurumu olan ICP’nin (International Center of Photography/Uluslararası Fotoğraf Merkezi) düzenlediği 22. Infinity Awards’ta ‘Genç Fotoğrafçı’ ödülünü kazanan ilk TürkHollandalı fotoğrafçı olan Ahmet Polat’ın sergisinde Hollanda Transvaal’deki gettodan Dordrecht’teki göçmenlere, 1999 depreminden sosyete manzaralarına dek değişik konuları işleyen toplam 86 fotoğraf yer alıyor. (Tel: 0 212 334 73 00) Oyuna gelmeyin... Ülkemizdeki televizyon programlarının durumunu sahneye koyan ‘Oyuna Gelin Oyuna Gelmeyin’ oyununda, Kemal Kuruçay, Serhat Özcan, Eylem Şenkal, Yıldırım Öcek ve Nilgün Karababa rol alıyor. Ecem Naturel Kozmetiğin desteğiyle ilk olarak Kıbrıs Acapulco Casino’da sanatseverlerle buluşan oyun, skeçlerden oluşuyor. Bir Demet Tiyatro’nun ‘Tirbuşon’u olarak tanıdığımız Serhat Özcan, oyun hakkındaki düşüncelerini “Haldun Taner’den bu yana geleneksel kabere türünü yeniden hayata geçirdik. Hem geleneksel, hem de güncel olayları yansıtan bir müzikli komedi ortaya çıkardık” diye açıklıyor. Tiyatroya uzun yıllar hizmet vermiş Kemal Kuruçay ise oyun hakkında, “Muhalif bir tiyatro olmaya çalıştık. Oyundaki insan problemlerini konu alan skeçler, izleyiciyi güldürürken düşündürüyor. Son dönemlerde ülkemizde her şey sabun köpüğü gibi yapılıyor ve halk izlediği oyundan bir mesaj çıkartamıyor. Şu an her şey çok güzel gibi görünüyor ama Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Biz görevimizi yapmak için koları sıvadık. CHP’den daha muhalif olacağız’’ diyor. Eylem Şenkal da toplumun yozlaştırılmasını konu aldıklarını belirterek, modern teknolojinin gelişmesinin insanlar üzerindeki olumsuz etkisini komedi şeklinde anlatıklarını vurguluyor. ‘Oyuna Gelin Oyuna Gelmeyin’, 27 Temmuz’da Kadıköy Nazım Hikmet Sahnesi’nde izleyiciyle buluşacak. S ahne tozu Santral İstanbul “Ön Açılış sergileri” 12 26 Temmuz 2007. 19.0023.00 saatleri arasında gezilebilir. Silahtar Mah. Kazım Karabekir Cad. No:1 SütlüceEyüp Romanlar kendilerini oynuyor HİCRAN ÖZDAMAR Hayatlarının sadece neşeden oluştuğu sanılan Romanlar, içtenlikleriyle tiyatro oyununda buluştu. İzmir’in renkli kimliğinden bir parca sunan Romanlar, Dramaturg Haluk Işık’ın yazıp yönettiği “Yurdum Kılığında Tüm Dünya” adlı oyunda profesyonel oyunculara taş çıkartırcasına hünerlerini sergiliyor. Okuma yazma bilmeyen çocuktan, en yaşlısına dek 16 Roman yurttaşın yer aldığı oyunda, kırsaldan kent ortamına karışan Roman bir ailenin yaşamından kesitler sunuluyor. Romanların Romanlara çektirdikleri, kent yaşamının ağırlığının anlatıldığı oyunda, kendilerine olumsuz bakanların düşüncelerine de yeni bir yön veriliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Danışmanlığı’nı yürüten Işık, yazdığı ve yönettiği oyunla Romanların zenginliklerine yer verirken, önyargıların da yıkılmasını sağlıyor. Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal Daire Başkanlığı’nca başlatılan Türkiye ve AB tarafından finanse edilen “İzmir’e Kimlik Özelliklerinden Birini Veren Romanların Kültürlerini Tiyatro Oyunu ile Tanıtma Projesi” kapsamında yazdığı “Yurdum Kılığında Tüm Dünya” adlı oyunla kentin farklı bir zenginliğini gösteriyor. “Kendi ülkemizde turistiz” diyor Işık, tiyatronun gerçekliğinden yola çıkarak ülkenin farklılıklarını oyunlaştırdığını söylüyor. “Ötekinin ardındaki beni bulmak için” koyulduğu yolda, “Dünyanın en güzel ülkesinde yaşadığımızı bilmiyoruz. Binlerce yıldır birlikteliğimiz var. Birlikte yaşama erdemlerimizi dünyada örneklerini oluşturacak şekilde değerlendirmeliyiz” diyor. Ülkenin renk yelpazesine ışık katarken, dışlanan ve içselleşen insanların öyküsünde buluştuğunu anlatıyor: “Kültürlerin tanıtımı üstüne bir oyun çalışmayı düşündüm. Çocukluğumda birçok Roman arkadaşım oldu. Bu oyunu yazmadan önce onların arasında 2 aylık bir araştırma yaptım. Roman mahallerine gittim. Getto yaşamlarını izledim. Neyi nasıl yaşadıklarını gördüm. İncelemelerimin ardından oyunu yazdım.” Romanların aitsizlik duygusu içinde hareket ettiğini belirtiyor. Işık, oyunu yazarken düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Bize ait renklerin içi boşaltılıyor. Romanlar, sürekli çalan oynayan salt neşe kaynağı olarak görülüyor. Onların eğlenceden eğlenceye yaşadığı ve tek görevlerinin bu olduğu düşünülüyor. Bu düşünleri ortadan kaldırmak istedim. Bunda haklı olduğumu da Roman arkadaşlarım kanıtladı. Kaldı ki bu duruma en fazla Romanlar karşı çıkıyor. Böyle tanıtılmaya karşı duruyorlar. Romanlara, rengini, tarihini, taşıdıkları sosyal birikimi unutturmak istemiyorum. Onlar coşkulu bir kültürde yaşıyorlar. Oyunla birlikte bir yandan da kendilerini tanıyorlar.” Oyunda kışkırtıcı bir üslup kullandığına da değinen Işık, Romanların kendileriyle yüzleştiğini belirtiyor. 6 profesyonel oyuncunun Roman oyunculara yol gösterdiğini de vurgulayarak, “Oyunda yer alan arkadaşlarımızın çoğu okuma yazma bile bilmiyor. Profesyonel oyuncularımız onlara koçluk yaptı. Oyundaki sözlerini ezberletti. Oyunun dekorunu hazırlayan Aslıhan Önel çok ciddi bir araştırma yaptı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal Daire Başkanı Selma Nalbantoğlu da desteğini esirgemedi. Oyun sırasında özel filmler gösteriyoruz. Bu anlamda Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nin arşivinden çok yararlandık.” Oyunun ardından izleyenlere anket uyguladıklarını belirten Işık, bu projenin son dönemde yaptığı çalışmalar arasında büyük önem taşıdığını vurguluyor. Kendi ön yargılarıyla yüzleştiğini kaydeden Işık, projenin içinde yer almasının kendisini etkilediğine değinerek, “Kendi ülkemizde turistiz. Böylesine büyük bir gelenekten gelen toplumda bu oyun bir yazarın hayatını bu kadar etkilememeliydi” diyor. Ülkedeki farklı tadların tanıtımı üzerine de çalışan Işık, Tataristan’da Nazım Hikmet’in “Ferhat ile Şirin” oyununun ardından ilk kez “Bir Oyun Gibi” adlı tiyatro gösterisiyle Türkiye’yi temsil etmenin gururunu yaşıyor. Saban Tunç Şenlikleri’ne Aydın Şehir Tiyatrosu’yla katıldıklarını belirten Işık, bu ülkede Nazım Hikmet’in ardından ilk kez bir Türk oyunun sergilenmesi nedeniyle yaşadığı mutluluğu anlatıyor. Aydın Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği’ni de yapan Işık, Aydın’ın kardeş kenti Bugulma’daki şenliklere özel davetle katıldıklarını belirtiyor. Yılın yazarı ödülünü kazandığı “Bir Oyun Gibi” adlı eseri sahneledikleri Bugulma Kenti’nde büyük beğeni topladıklarını kaydeden Işık, “Oyunu Türkçe sahneledik. Oyunun metni ve rejisi çok beğenildi. Farklı dilde de olsa sanatın evrensel olduğu bir kez daha kanıtlandı” diyor. Önümüzdeki dönem Haldun Taner ya da Turgut Özakman’ın oyunlarını sahnelemeyi düşündüğünü belirtiyor Işık. Kentte kaldıkları süre içinde ‘Aslan Asker Şvayk’ın yazarı Jaroslav Haşek’in anısına, Haşek Müzesi’ni ziyaret ettiklerini anlatan Işık, müzeye ilk kez bir Türk oyun metninin kabul edildiğini söylüyor. RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com