Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 07 6/6/07 16:19 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 9 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ 7 Geriye kalaslar kaldı İçindeki çocuğu yitirmeyen tiyatro devi Erol Günaydın’ın yaşamını ‘iki kalas bir heves’le Emine Algan kaleme aldı itabın adı ‘iki kalas film... ‘Peki tiyatro’ bir heves’... Erol diyoruz. “Tiyatroyu Günaydın’ın 74 çok istiyorum” diyor yıllık yaşamını ve devam ediyor: özetliyor. Emine “Ferhan (Şensoy) Algan soruyor diyor ki ‘iyileş hemen Günaydın yanıtlıyor... gel.’ Ferhan’ı da çok Tiyatroya ilk adımından çocukluk seviyorum. Oynarsam günlerine, Ağrı’daki askerlik ve onda oynarım. öğretmenlik günlerinden ‘zoraki İyileşirsem ilk işim Yeşilçamcı’ oluşuna kadar aşkları, orada sahneye hüzünleri, oyunları ve dostluklarıyla çıkmak.” geçen bir Kitabı eline aldığında yaşam.... ‘ilk defa meyva verdi AYŞE Erol Günaydın hayatım’ demiş: “Hep ve Emine Algan’la meyvasız bir ağaç gibi durdum, yapraklar mapraklar vardı YILDIRIM Nişantaşı’nda Günaydın’ın evinde ama meyvesizdim. Kuruyup gidecektim. Bir kitabım olmasını sohbet ediyoruz. Bacağındaki çok istiyordum. oldu İşte. Herkes imzalarken bakardım ben, rahatsızlığa rağmen neşesinden bir şey kaybetmemiş. şimdi ben de imzalayacağım. Hatta Akşehirliler telefon ettiler Önünde kendi kitabı keyifle okuyor. ‘Bakın bir tane Nasreddin Hoca şenliklerine çağırdılar. Gelirim ama hocalık kendime imzaladım’ diyor. ‘O güzel günlerimizden geriye yapamam eşek üstünde duramam, gelirim de kitap imzalarım sadece kalaslar kaldı’ diye yazmış... dedim. Aziz Nesinler gelip kitaplarını imzalarlardı ben de “Kitabın adını neden iki kalas bir heves koydunuz” oturup muhabbet ederdim onlarla. Keşke şimdi yaşasaydı da diyoruz.. Anlatıyor: ben de bir masa atsaydım yanına. Çok hoşmuş kitap. Bunca “İki kalas bir heves dedim çünkü ben Akçaabat’tan geldim. yıl boşa, kaybolup gidecekti yoksa...” Çocukluğum da oralarda geçti ve tiyatronun t’sini bile Tam 8 ay sürmüş kitap için yapılan söyleşiler. O kadar çok bilmiyordum. Buraya geldim Galatasaray lisesinde okumaya şey anlatmış ki Günaydın... Üstelik anlatmadığı o kadar çok başladım. Tevfik Fikret tiyatro, konferans salonumuz vardı. şey kalmışki... ‘Onları da kendime sakladım’ diyor. (Bir İşte beni ilk defa itiş kakış orada sahneye çıkarttılar. Orası kaçını sohbet sırasında anlatıyor) Kitabın olduğu gibi ahşaptan yapılmıştır, bir küçük balkonu vardır, kapağındaki fotoğraf Okan sandalyeleri ahşap, perdeler kadife. Kapıdan girdiğin zaman Bayülgen’e ait. Günaydın, bir ahşap kokusu gelir, mis gibi, o kadar güzel kokarki o kitaptan bugünün genç ahşap. Ben orada ilkin o kokuyu aldım, sonra pudra kokuları sanatçılarının, şovmenlerin geldi. Benim ilk tiyatroda edindiğim şey, tiyatronun tarifini öğreneceği çok şey olduğunu da yapan herşey o ahşap kokusudur. Sonra öğrendim ki bizim sözlerine ekliyor. eskiler tiyatronun tarifini yaparken ‘iki kalas bir heves’ Kitaptan bir iki anı: İşgal görmeyen Diyadin’in kurtuluş günü! diyorlarmış. Yani iki tane tahta parçası yanyana gelip “... (Ağrı’da öğretmenlik günleri) Kaymakamla üstünde heveslerini tatmin ediyorlar. Bu çok hoşuma gitti. arkadaş olduk. Kaymakam diyor ki, ‘Ben Atatürk’ü seven Onun için adını iki kalas bir heves koydum.” bir kaymakamım, buraya idealist olarak geldim. Bakma, “Kendinize imzalarken neden ‘geriye sadece kalaslar herkes burada sürgün ama ben sürgün değilim’ falan filan. kaldı’ yazdınız?” diye soruyoruz. Biraz hüzünlü Halbuki onu da sürdüler, herkes sürgündü. oradan öteye nereye gideceksin, İran yahut Rusya! birazda kızgın bir yanıt geliyor: Ama kaymakam ısrarlı, ‘Burada “O eskilerin heves ettikleri tiyatroda, birtakım işleryapmak istiyorum’ insanlarda çok şeyler değişti. O zamanlar diyor, ‘çünkü insan eserleriyle televizyon yok. Bir radyo var, bir de iki anılır.’ Sonra ağzından baklayı kalasla bir hevesimiz vardı. Biz çok çıkardı: ‘Bir hamam düşündüm, bir fırın, bir lokanta.’ ‘İyi olur’ bağlıydık bu hevesle tiyatrolara. Bütün dedim ben de. Alem adamdı kaymakam. Bir gece aklına gelmiş, bayram icat ustalarım da öyleydi. Sonra Türk tiyatro etti. ‘Yahu Ağrı 15 Nisan’da kurtuldu, bayram yapılıyor. orası 15’inde tarihine baktığım zaman öyle insanlar kurtulduysa ertesi gün de gelip burayı almışlardır. 16’sı da Diyadin’in kurtuluşu gelmiş, bu ülkede tiyatro yapabilmek olsun’ dedi, oldu mu sana bayram!” için öyle mücadele vermişler ki o nasıl ? “...İstanbul’da tiyatroların bitmesi, tiyatrocuların yüzündendir. Bunu hevestir öyle. Bir tanesi komik kimse söylemiyor! Herkes birbirini kolluyor ama doğrusu budur. Eğer olacağım diye bütün ağzındaki dişleri hakkaniyetli bir tiyatro yapmış olsalardı, mesela benim çalıştığım tiyatrolar, çektirmiş. Çenesini burnuna değdirme yanındakilere iyi maaş verselerdi, hiçbiri onlardan kaçmazdı. Hatta tiyatrolarda patron yarışı varmış ve herkes gülermiş. yemeği başka, oyuncu yemeği başkaydı. Şimdi bu adamlar insanları Bunlar çok kötü ve acı şeyler. (...) Yani bence güldürebilmek, mutlu edebilmek için Türk tiyatrosunda, İstanbul’da onbeşyirmi bu tahtaların üzerinde neler yapmışlar. tiyatro varken, hepsi karıkoca tiyatroları Ama bizim çoğu tiyatrocularımız bunları olduğu için yürümedi. İşte Sururiler de öyle; Yusuf SururiAlev Sururi, hepsi karıkoca bilmedikten o eskilere gidip tiyatrosu. Maaile! Aile tiyatrosu. Bizde çok düşünemiyorlar bunların neler çektiklerini. azdır böyle kişinin yaptığı tiyatro. Sonra Sadece kendi hevesleri için yapıyorlar bu işi. Mücap Ofluoğlu da tiyatro yapmıştır, onda da karısı gişede oturuyordu, yani Sonra para da kazanılmazdı tiyatrodan. herkes öyleydi. Aile tiyatrosu olunca, bir ailenin yanına evlatlık gibi Tiyatrocuların itibarı yoktu, şahitliği muteber giriyordun tiyatroya, biraz oynuyordun, ondan sonra şutluyordu seni.” değildi, kimse kızını, evladını tiyatrocuyla ? “... O sırada ben de bağırsaklarımdan rahatsızım, basur mu diye gittik evlendirmek istemezdi. Hakikaten parasız doktorlara. ‘Ameliyat olacaksın, yarın sabah gel yatıralım’ dedi. Ben yaşarlardı. Aldıkları bir iki alkışla çok mutlu adamdan korktum gitmedim. İyi ki de gitmemişim, meğer kansermişim. Hastaneye gittik, dediler ki kansersin. ‘Bak gördün mü kıskandım seni ben olurlardı. Bugünlere geldik bir de baktım ki de kanser oldum’ bugünlerde ne iki kalas düşünen var, ne heves dedim Güneş’e. ‘Allah düşünen var. Herkes o kalasların üzerinde parayı kahretsin bu düşünüyor. Bir an evvel çıkıp da birşey kapmayı kıskançlığı, bak düşünüyor. Sonra televizyon çıkınca kalaslar da kalmadı. kanserimi bile kıskanıyorsun’ dedi. İnsanlar kalasların üzerinde değil, apartman katlarında Güneş hem beni işler yapıyorlar. Bizim tiyatronun hevesi, o ahşap kokuları bekliyor hem bir kayboldu. Küçük Sahne’nin perdesi açıldığı zaman ahşap yandan gidip kokusu gelirdi, şimdi açıldığı zaman pasajın bira kokuları kemoterapi oluyordu. geliyor insana. Yani insanlar bu heves içinde değiller. Ben hemen kalktım ama onu kurtaramadık. İki Tiyatroyu bir basamak yapmışlar, televizyona geçip dizilerden kanserli el ele mücadelemizi yaptık ama tabii benimki çok başındaydı. Ameliyatımda da büyük paralar almak derdindeler. Onun için ben, geriye fıtık ettiler beni, fıtık. İşte kaybettik. kalaslar kaldı diyorum.” Şimdi yarım yamaşak tek kanatla Yeni projeleri de yolda Günaydın’ın. Biri Mahsun uçmaya çalışıyoruz.” Kırmızıgül’ün senaryosunu yazdığı ‘Beyaz Melek’ adlı sinema filmi. Diğeri Sezen Aksu’nun şarkılarından bir aşk filmi ve Galatasaray’dan arkadaşlarının rol almasını istediği bir başka K Âlem adam kaymakam Tiyatroları tiyatrocular bitirdi Karımı kıskandım kanser oldum Fotoğraf: OZAN BİLGİ SEREN Nasreddin Hoca’nın torunları yarışıyor Karikatürcüler Derneği tarafından Nasreddin Hoca anısına her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve bu yıl 27.’si yapılacak Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması, Türkiye’de ve dünyada mizaha gönül veren tüm çizgi ustalarını bir araya getirecek. Amatör ya da profesyonel çizginin gücüne inanan yerli yabancı sanatçılar, gülen düşüncenin evrensel dili olan karikatürün, hoşgörünün egemen olduğu bir dünyanın kurulmasında en önemli araçlardan olduğunu kanıtlamak için birbiriyle yarışacak. Bütün dünya ülkelerinin ister amatör ister profesyonel olsun tüm karikatüristleri, karikatür sanatını gelecek nesile en güzel şekilde aktarmak amacı ile birbirleriyle yarışıyor. 27 yıldan bu yana araklıksız düzenlenen bu yarışmaların sponsorluğunu, Cumhuriyet, Akşam, Aktüel, ATV, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığı, Çankaya Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Mesa, Park Grubu, Demo Grafik Dizayn, Fenerbahçe Spor Klubü, Güneş Gazetesi, İmge Kitapevi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, SELDA GÜNEYSU Show TV, Tercüman, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TRT, TV8 ve Vatan gibi pek çok kurum ve kuruluş üstleniyor. Gerek Türkiye’nin gerekse dünyanın en saygın karikatür yarışmalarından biri olarak bilinen Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması’nın jüri üyeliğini de Turhan Selçuk, Bedri Koraman, Musa Kart, Gürbüz Doğan Ekşioğlu ve Ercan Akyol gibi Türkiye’nin önde gelen karikatür sanatçılarınının yanı sıra dünyanın çeşitli yerlerinden gelen çizerler üstleniyor. “Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması”nın dününü, bu yılki organizasyonu ve Türkiye’de karikatür sanatının yerini Karikatürcüler Derneği Başkanı Metin Peker ile konuştuk. 27 yıldır aralıksız olarak düzenlenen yarışma hakkında bilgi verir misiniz? Bu yarışma ilk kez 1973 yılında, ülke çapında, genç karikatürcüleri yarıştırmak amacı ile düzenlendi. 1980 yılında ülkede yaşanan askeri darbe sonrasında yarışmaya 8 yıl kadar ara verildi. 1988 yılında yeniden başlayan yarışmaya, o tarihten bu yana yurt içinden ve yurt dışından sayısız kişi katıldı. Bana göre katılımın bu kadar büyük olmasının en büyük nedenleri, yarışmanın uluslararası bir nitelik taşıması ve ödüllerinin yarışmadan bir ay sonra sahiplerine ulaştırılıyor olması. Yarışma dünyadaki benzerleri içinde kendine çok iyi bir yer edindi. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması, dünyadaki benzerleri içinde ilk üç arasında bulunuyor diyebilirim. Biraz da Karikatürcüler Derneği’nden bahseder misiniz? Karikatürcüler Derneği, 1970 yılında basınımızın büyük çizgi ustaları, Turhan Selçuk, Ferit Öngören ve Semih Balcıoğlu tarafından kuruldu. O yıllarda çizer olanların hepsi derneğin üyesi oldu. Sanıyorum o zaman yaklaşık 35 kişiydiler. Hatta bugün bile daha önceden karikatür sanatı ile uğraşan ancak daha sonra bu sanattan vazgeçip başka meslek edinen ünlü kişiler de derneğimize üye. Cem Yılmaz ve Sinan Çetin gibi... Dernek, kurulduğu ilk yılda ilk toplu sergisini açtı. Çemberlitaş Darüşafaka Sanat Galerisi’nde açılan sergiye “100. Yıl Sergisi” adı verildi. Karikatürcüler Derneği, bu başlangıç ivmesi ile birçok etkinliğe imza attı. Yurt içinde ve dışında sayısız sergi açarak Türk karikatür sanatının Metin Peker örneklerini dünyaya tanıtmaya çalıştı. Açılan bu sergilerde genellikle, demokrasi, özgürlük, barış, sağlık, çocuk, kadın, televizyon, turizm, terör, insan hakları gibi sorunlar işlendi. Derneğimiz, 20 Aralık 1991 yılında Bakanlar Kurulu Kararı’yla “kamu yararına dernek” statüsünü kazandı. Masanızın üzerinde gördüğüm ve dernek tarafından basılan eserin üstünde neden “Nasreddin Hoca’nın Torunları” yazıyor? Nasreddin Hoca’nın adını biz kendimize simge aldık. 1999 yılında Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın karikatür sanatına bakışı bizleri cesaretlendirdi. Biz de bu cesaretlendirmeden yola çıkarak dönemin Karikatürcüler Derneği Başkanı Bedri Koraman ve yönetim kurulu üyeleri, daha önce hiçbir yerde kitabı yayımlanmamış üyelerimizin bu isim altında kitaplarını yayımlama kararı aldı. Bugüne kadar da 50’ye yakın üyemizin albümünü yaptık. Bunlardan en ünlü olanlarından birisi de Tonguç Yaşar’dır. Ünlü diyorum çünkü kendisi 65 yaşında ama biz ona Nasreddin Hoca’nın torunu diyoruz. Bu gördüğünüz kitapların üstünde bu nedenle öyle yazıyor. Yarışmaya gönderilecek karikatürler en geç 16 Temmuz gününe kadar ya İstanbul’daki merkeze ya da şubelere teslim edilmeli. Sonuçlar 1 Ağustos günü açıklanacak. (www.karikaturculerdernegi.org)