19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 24/1/07 16:34 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 27 OCAK 2007 CUMARTESİ rih Ta Güvercin olmak ERDOĞAN AYDIN Ne yazık ki sevgili Hrant’ı kaybettik. Tarih bilgisi, bunun ilk gazeteci ölümü olmadığını, bu toprakların muhalifleri cezalandırma geleneğinden en çok nasiplenen mesleğin de gazetecilik olduğunu gösteriyor. ‘Basın Şehitleri Günü’ olan bir başka ülke daha var mı dünyada, bilemiyorum. Batıya göre çok yeni olan basın tarihimiz, daha başlangıcından itibaren sansür, yasak ve öldürmelerle şekillenecekti. Abdülhamit döneminde gemi azıya alan yasaklama, sansür ve sürgünlerden artık kurtulduğunu sandığı 1908 devriminden sonra basının başına gelenler ise daha da garipti. Basın 24 Temmuz 1908’de ilân edilen 2. Meşrutiyet’i öyle büyük bir umut ve sevinçle karşılayacaktı ki, bu tarihi ‘Basın Bayramı’ ilan edecekti. Ancak sansürden kurtuluş bayramı ilân edilerek başlayan bu balayı dönemi, daha bir yılını bile dolduramadan sona erecekti. 6 Nisan 1909 gecesi öldürülen gazeteci Hasan Fehmi, özgürlük umutlarıyla başlayan dönemin sona erdiğinin de ilk kara habercisi olacaktı. Basın özgürlüğünden yoksun tarihimizin göstermelik ‘Basın Bayramı’na karşılık, her yıl sayıları artan ölüleriyle hakiki olan bir ‘Basın Şehitleri Günü’müz olacaktı. Susturmanın veya kan kusturmanın gelenekselleştiği bir coğrafyada yaşamanın bedelini ödüyor aydınlarımız. dolabını çaldı. Babıali’nin böyle bir çeteye yataklık ettiği tahakkuk ederse, böyle bir Babıâli’yi biz üzerimize hakim değil, ayağımıza toz olarak bile kabul edemeyiz. Artık kafidir, fazlasına milletin tahammülü kalmamıştır..” e ç BEŞ PARASIZIM, AMA VİCDANIM RAHAT Ancak toplumun demokratik birikiminin yetersizliği nedeniyle ittihatçıların hak ve özgürlüklere karşı geliştirdiği kıskaç politikasını geriletmek mümkün olamayacaktı. Nitekim Hasan Fehmi’nin katlinden 10 ay sonra Sadayı Millet gazetesinin 26 yaşındaki başyazarı Ahmet Samim de sokak ortasında öldürülecekti. YILDIZ’DAN ÇALINAN İSTİBDAT DOLABI! Öldürülen ilk gazetecimiz Hasan Fehmi, kendisini öldürenler gibi istibdat döneminde Abdülhamit rejimine karşı mücadeleden gelmişti. Pek çok Jön Türk gibi bir müddet Paris ve Mısır’da yaşayan Hasan Fehmi, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra büyük umutlarla vatanına dönecekti. Abdülhamit’e karşı mücadele içinde hedeflenen özgürlüklerin kurumlaştırılması ve yaşanması için gazeteciliğe başlayacak ve Mevlanzade Rıfat’ın çıkardığı Serbesti gazetesinin başyazarlığını üstlenecekti. (Bu yazıda kullandığım bilgileri, gazeteci arkadaşım Ali Er’in, gazeteci cinayetlerine ilişkin baskıya hazırlanan kitabından aldım.) Hızla kendi zıttına dönüşen bu süreçte, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni sözünde durmamakla, eski rejimi yinelemekle ve diktatörlük uygulamakla suçluyordu. Yazılarında düşünce ve basın özgürlüğünün sağlanmasını, gerçek bir kanun devletinin kurulmasını savunuyordu. Sorunları dillendirmekteki ustalığıyla kısa zamanda muhalefetin en etkili kalemi haline gelen Hasan Fehmi’nin yazıları, aydınlar arasında büyük yankı uyandırırken Serbesti’nin okur sayısı da sürekli artırıyordu. Ancak özgürlükler adına verilen sözlerin ihlâli de giderek sistemleşiyor, Hasan Fehmi de, duruşunun bedeli olarak tehdit mektuplarıyla sindirilmeye çalışılıyordu. Bu tehditlere prim vermeme kararlılığını, dahası basın özgürlüğü için ‘Matbuat Mitingi’ hazırlıklarının bedelini canıyla ödeyecekti. 6 Nisan gece yarısı, arkadaşı Kaymakam Ertuğrul Şakir Bey’le birlikte Galata Köprüsü üzerinde Eminönü’ne doğru yürürlerken, hemen arkasından sıkılan 3 kurşunla öldürülecekti. Galata Köprüsü’nün her iki tarafında da karakol olmasına karşın katil, sırra kadem basacaktı. Buna karşın ‘imdat’ diye bağırarak köprünün Eminönü girişindeki polise doğru koşan Şakir Bey, önce katil ‘şüphesiyle’ karakola alınacaktı. O sırada henüz ölmemiş olan Hasan Fehmi ise, hastane yerine Şakir Bey’le birlikte Harbiye Nezareti’ne götürülmek üzere bindirildiği arabada son nefesini verecekti. Hasan Fehmi’nin öldürülmesi büyük tepkiyle karşılanacak, sayıları hızla aran protestocular, önce vezir Hüseyin Hilmi Paşa’dan sonra da Meclisi Mebusan Reisi’nden sözcüleri Burhan Felek aracılığıyla katili ve adalet isteyecekti. Serbesti gazetesi ise, ertesi gün; “Serbest matbuatın ilk kurbanı, ömrünü sürgünlerde geçirmiş olan evladı hürriyetten Hasan Fehmi Bey’in ruhuna fatiha” yazısından ibaret çıkacaktı. Görkemli cenaze töreninin ardından, “Meclisi Mebusan ve Kabine’ye” başlıklı başyazıda ise; “Daha önce, milletin kurtuluş sebebi olan cemiyet, bugün harap ve perişan olmasına neden oluyor...” denilecekti. Mizan gazetesi ise, çok daha sert bir üslupla şunlar yazılacaktı: “..Kahraman ordular, askerler, Allah’ın gayretiyle hürriyeti getirdiler. Hürriyeti meçhul bir çete, fırsatı ganimet bilerek Yıldız’dan istibdat 10 Ocak yazısında “İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar?” diye haykırdığında, belli ki henüz ölümü beklemiyordu sevgili Hrant. Oysa bu topraklarda güvercinler de vurulur sevgili Hrant; adı Hasan Fehmi, adı Ahmet Samim, adı Sabahattin Ali, adı Uğur Mumcu, adı Musa Anter, adı Hrant Dink, güvercinler hep vurulur bu topraklarda... İlginçtir, Ahmet Samim, ölüm tehditleri aldığında değil, bu tehditler kesildiği günlerde öldürüleceğine inanmaya başlayacaktı. Ancak buna karşın çizgisinden taviz vermedi; ama kendince önlem almaya ve kendini ölüme hazırlamaya başladı. Bu günlerde yakın arkadaşı Kıbrıslı Şevket’e yazdığı mektupta öldürüleceğini bildiğini, ama korkmadığını, ölüme hazır olduğunu yazacaktı: “Kardeşim Şevket, (...) Sana gayet ‘confidentiel’ ve namusunuza tevdi edilmek üzere bir müjde vereyim, fakat bunun hariçte işaası etrafımızda dolaşan tehlikeyi daha yakınlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz. İttihat ve Terakki Cemiyeti idamıma hükmetmiş. İdam olunacağım. Bunu yarı resmi bir suretle tebliğ eylediler. Haberiniz olsun. Yalnız arkadaşlardan bir şey reca ediyorum. Bana Hasan Fehmi’ye yaptıkları gibi mükellef bir cenaze alayı tertip etmesinler. Demirci köyünde bir bayır tepesinde küçük ve garip bir köy kabristanı vardır. İstiyorum ki, beni oraya defnetsinler. O mezarlığı kenarında gençliğimin en tatlı birkaç saati şiir ve hülyasını geçirdim, fikrimin o küçük mezarlıkta olduğu kadar hiçbir yerde o kadar derin bir sükun ve istiğraka daldığını bilemem... Mezarlığın bulunduğu tepeden bütün kırlar, tarlalar, etrafın uzakta birer küçük ve yeşil demete benzeyen koruları, ormanları... Ve nihayet ta ilerde Karadeniz’in kah rakid ve kebud, kah beyaz ve mütehevvir sathı bipayanı görülür. Cenazemin orada kalmasını reca ediyorum... Emin olun ki, kalbimde hiçbir korku duymuyorum. Bana dindarane bir tevekkül geldi. Ölmeye razı, hazırım. Yalnız ne zaman olacağını bilmiyorum. Yakında inşallah görüşür ve bunu tafsilatıyla anlatırım. Gözlerini öperim... Ahmet Samim” Ölümünden iki gün önce Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın kendisini makamına çağırıp mutasarrıflık önermesi ise garipti. Ahmet Samim, durduk yerde bu mutasarrıflık işinin nerden çıktığını sorduğunda, Dahiliye Nazırı: “Sizi sevenler, takdir edenler, sizi düşünenler yalnız muhalifler mi? Bizim aramızda da sizi beğenenler, sevenler vardır. Geçen gün adı lazım değil eski dostlarınızdan biri bana öyle çıkıştı ki, ‘Samim’in arkadaşlarından kimi vali, kimi mebus, kimi hatta nazır oldu. O ise hala matbaa köşelerinde...” diyecekti. Ahmet Samim ise; “Ben halimden memnunum. Gerçi beş parasızım, ama derin bir vicdan rahatlığı içinde yaşıyorum. Bu saadet bana yeter” diyecekti. Dahiliye Nazırı: “Peki, şu halde dostuma böyle söyleyeyim” dedi. Sonra uzun süre Ahmet Samim’in elini tutarak, “Bu konuşma aramızda kalacak” dedi. “Bugünden başlayarak dost olacağız. Ne zaman isterseniz, her ne için olursa olsun bu dairenin kapısı size açıktır” diyerek Samim’i uğurladı. (Hüküm Gecesi) Benzer bir tehdit anısı Refik Halid tarafından da anlatılacaktır (ki bu tip anlatılar, Hrant’ın anlatımlarını daha da düşündürücü hale getiriyor): Öyle, sadece altında imza yerine tabanca, mavzer kurşunu resimleri konmuş mektuplarla mı? Hayır! Resmen bir makama çağrılarak, şu suretle: ‘Bazı ateşli hatipler var, aleyhinize galeyan halindeler. Bunları men edememekten korkuyoruz. Emsalini de gördünüz. Dostane tavsiye ederiz ki: Hükümeti ve cemiyeti mukaddeseyi tenkidden vazgeçiniz. Gençliğinize yazık! Kuvvetli kaleminizi lehde kullanmalısınız!’” Güvercin kırımı arklı olana karşı ideolojik koşullandırma, tehdit, keyfi yargılamalar, linç, öldürme, yasaklama, resmi odalarda rüşvet veya tehdit... 100 yıl öncesine dair anlattıklarım ne çok benziyor bu günlere. Hak ihlalleri yanıyla tarih ne denli güncel kalabiliyor sevgili ülkemizde. Susturmak veya kan kusturmak geleneğinde bir şey değişmemiş olduğunu görmek ne acı. 10 Ocak yazısında “İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar?..” diye haykırdığında, belli ki henüz ölümü beklemiyordu sevgili Hrant. “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliğinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz!” diye yazıyordu. Oysa bu topraklarda güvercinler de vurulur sevgili Hrant; adı Hasan Fehmi, adı Ahmet Samim, adı Sabahattin Ali, adı Uğur Mumcu, adı Musa Anter, adı Hrant Dink, güvercinler hep vurulur bu topraklarda... F Muhalefetin adı hainlik Haziran 1910 Perşembe akşamı, arkadaşı Fazıl Ahmet Aykaç’la birlikte Sadayı Millet matbaasından çıkıp Eminönü’ne doğru yürümekte olan Ahmet Samim, karanlığın içinden gelen silah sesi ile kendi etrafında dönerek yere yığılacaktı... Yakup Kadri Karaosmanoğlu, üyeleri arasında Ahmet Haşim ve Refik Halid Karay’ın bulunduğu Fecri Âti edebiyat topluğunun seçkin kalemlerinden Ahmet Samim’in öldürülme nedenini şöyle açıklar: “Çünkü o sıralarda gerek ‘Divanı Harbi Örfi’nin gizli işkence usulleri kullandığına dair belgeleri ortaya atan, gerek SomaBandırma demiryolu imtiyazı işinin içyüzünü açığa vuran tek gazeteci o idi.” “...Bizde garip bir haleti ruhiye var (diye yazmıştı Ahmet Samim, 10 Şubat 1910’daki yazısında). Matbuat Osmanlılığın fezailinden, şevketinden, şan ve kudretinden bahsettikçe vazifesini ika etmiş oluyor; bunun haricinde çıkıp da şu ve şu kusurlardan, filan ve falan şeydeki zaaf ve acizden bahsetti mi, o zaman fena bir hattı hareket takip etmiş oluyor; garazkar oluyor. Hatta bazı garip düşünenler görülüyor ki, garazkarlığı da kâfi görmeyerek sizi ‘ihanetle’, ‘hain bir maksada hizmetle’ ithama kadar varıyorlar. Gazeteler hükümetin zaafını da gösterir, satvetini, şevketini de...” Basın ve düşünce özgürlüğüne dair de şunları yazmış Ahmet Samim: “Bir memleket ki hürriyet vardır, orada efradı milletten her biri, herhangi bir fırkaya mensup olursa olsun, kanaati 9 eaydin?cumhuriyet.com.tr içtimaiye ve siyasiyesi her ne olursa olsun, şahsen hiçbir taarruz ve tecavüze uğramayacağından, hükümetten kanuni ve meşru bir talebi bulunursa tamamen bitaraf ve bigaraz bir muamele, hasılı daima adalet göreceğinden katiyen emin olmalıdır.” ( Sadayı Millet, 29 Ocak 1910) Hasan Fehmi’nin cenaze töreninin yinelenmesini istemeyen polis ve jandarma, Hilal Matbaası’nın kapısını kırıp cenazeyi kaçıracak ve Sultan Mahmut türbesine gömecekti. Arkadaşları, cinayeti ve Ahmet Samim’in mektubunu kamuoyuna duyurmak isteyecek, ancak bunu bastıracak yayın organı bulmakta zorlanacaklardı. Refik Halid Karay: “...Şu var ki bildiri basmak bizi idama kadar götürebilirdi. Fakat, yayınımızı gazete ile yapabilirsek, müebbet kürek cezasıyla kurtulabilirdik. Peki öyle bir gazete nerede? En az bizler kadar deli birini bulmamız, bu delinin de bir gazetesi olması gerekiyordu. Bulduk: Türkiye’nin ilk sosyalisti Hilmi. Gazetesinin adı: İştirak!” diye yazacaktı. Ahmet Samim katlinin arka planını duyuran İştirak’ın özel sayısı, toplatma kararı uygulanana kadar rekor sayıda satılacaktı. Tabii bir bedeli vardı bu işin. Nitekim İştirakçı Hilmi ve Kıbrıslı Şevket, tutuklanıp Bekirağa bölüğüne konulacak, İştirak da kapatılacaktı. Sonradan devreye Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa girerek onları kurtaracaktı. “Tekrarı halinde asarım” tehdidiyle serbest bırakılan İştirakçı Hilmi, 12 yıl sonra, 16 Kasım 1922’de, Bozdoğan kemerinde bir sivil polisin kurşunuyla can verecekti S ahne tozu Kara Sohbet Amelie Nothomb’un romanından uyarlanan Kara Sohbet, Emre Kınay’ın kurduğu Duru Tiyatro tarafından sahneye konuluyor. Oyun, Jerome August adında bir adamın, rötarlı kalkacak uçağını beklerken karşılaştığı Texel Textor adındaki adamla, isteksizce sohbet etmesiyle başlıyor. Öncelikle önemsemediği Texel’in yaşam hikayesindeki cinayetler, tecavüzler ve çocukluğunda yemek yerine kedi mamaları yediğini anlatmasıyla August için bir tür işkenceye dönüşüyor. Oyun, bugün Duru Tiyatro’da sahneleniyor. (Tel: 0 216 338 15 12) Tuhaf Bir Aile Müjdat Gezen Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ‘Tuhaf Bir Aile’, alaturka ailelerde görücü usulü ile kız istemeyi komik bir dille anlatıyor. Toplumun tepkisizliğine mizahla gönderme yapan oyunda kahvehanede geçen sahnenin, kahve fincanları içinde sahnelenmesi gibi alışılmadık biçimsel özellikler de bulunuyor. Oyun, bugün ve 28 Ocak tarihlerinde Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda sahneleniyor. (Tel: 0 216 348 80 72) S ergi Ömer Kaleşi’nin insanları Kenya Fotoğrafları 50 yıldır fotoğraf çeken Erdoğan Mebahar, Kenya seyahati sırasında yakaladığı fotoğraf karelerini sergiliyor. Sanatçı, Kenya’nın doğal ortamında yaşayan ve koruma altına alınmış aslan, kaplan, fil, zebra, su aygırı gibi vahşi hayvanların, Masai Mara köyünde yaşayan ilkel bir kabilenin ve halkın geleneksel kıyafetleri ve ilginç takılarıyla ilgi uyandıran kabile yaşamının portrelerini sunuyor. Kenya’nın Masai Mara Köyü Fotoğrafları Sergisi 24 Şubat tarihine dek Profilo Alışveriş Merkezi’nde sergilenecek. (Tel: 0 212 216 44 00) Demirci’den gülen yüzler 1985 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Dilek Demirci 12. kişisel sergisini açıyor. Sanatçı bu sergisinde hayatın kötü taraflarını unutturmayı amaçlıyor. Eserlerinde hayatın güler yüzlü kısmını ele alan Demirci’nin 17 Şubat tarihinde açılacak olan sergisi, Harmony Sanat Galerisi’nde 11 Mart tarihine dek izlenebilecek. (Tel : 0 216 553 21 67) Inishmaan’ın Sakatı Devlet Tiyatroları bu ay yeni bir oyun sahneliyor. Köklü İrlanda tiyatrosu geleneğinin son güçlü yazarı olarak dünyaca ünlenen McDonagh’ın eseri Inısmaan’ın Sakatı, İrlanda’nın batı kıyısındaki İnishmaan adası insanlarının dünyadan kopuk, yoksun, garip yaşamlarını karanlık bir güldürü olarak anlatıyor. Oyun, 30, 31 Ocak, 1, 2, 3 ve 4 Şubat ‘ta Taksim Sahnesi’nde. (Tel: 0 212 249 69 44) Sansürcü Tiyatro Dot’un Sansürcü adlı oyunu, hem konusu hem de sahnesiyle sıradışı bir oyun. Anthony Nelson’ın yazdığı romandan uyarlanan Sansürcü, film sansürleme kurulunun bodrum katındaki karanlık ofisinde başlıyor. Porno film sansürleme görevlisi bir adamın ofisine bir gün bir porno film yönetmeni olan Miss Fountain, çektiği filmi anlatmak ve savunmak için geliyor. Bir yandan ikilinin diyalogları, bir tarafta da iki monitörden izlenen sansürcü ve karısının diyalogları oyuna farklı bir boyut katıyor.Oyun 31 Ocak ve 1, 2 ve 3 Şubat’ta sahnelenecek. (Tel: 0 212 251 45 45) Tem Sanat Galerisi 7 Şubat6 Mart tarihleri arasında Türkiye’de olduğu kadar yaşadığı Paris’te ve diğer Avrupa ülkelerinde de tanınan ve dünyanın dört bir köşesindeki koleksiyonlara giren Ömer Kaleşi’nin yeni sergisine ev sahipliği yapacak. (Tel: 0 212 247 08 99) Freud ve Çağdaş Sanat Doğumunun 150. yılında başta Avusturya olmak üzere bütün dünyada anılan Sigmund Freud, Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi Sermet Çifter Salonu’na Freud ve Çağdaş Sanat başlıklı bir sergiyle konuk oluyor. Sergi 31 Ocak’a kadar açık. (Tel: 0 212 252 47 00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle