Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 02 20/12/06 16:32 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 23 ARALIK 2006 CUMARTESİ dört şovalyesi Dördü de başarılı birer işadamı. Dostlukları ilk gençlik yıllarına kadar uzanıyor... Kaz Dağları’nın güney yamaçlarında kutsal meyvenin hakettiği değeri korumak için savaşıyorlar... Mahmut Ş. Boynudelik, Erhan Şengel, Haluk Yurtkuran ve A. Müfit Erkarakaş’ı zeytinyağı şövalyeliğine götüren serüven, 1993 yılında başlamış. Emeklilik rüyasıyla yola çıkmışlar. İleride, aileleriyle birlikte kalabilecekleri, doğa içinde, stresten uzak, huzur dolu bir yaşam sunacak yer arayışları onları Çanakkale’nin Küçükkuyu beldesinde eski bir Rum köyü olan Adatepe’ye kadar getirmiş... Zeytinyağının KENTLİ FANTAZİSİ... Merhaba Türkiye’de karikatüre davanın Turgut Özal ile birlikte başladığı bilinir. Ancak, konuyla ilgili yapılan araştırmalar, çizgiye yönelik baskının ta Osmanlıya kadar uzandığını ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çıkan ilk bağımsız mizah gazetesi Diyojen, yayınladığı karikatürlerden ötürü önce geçici sonra da tamamen kapatıldı. Hatta Teodor Kasap, çizdiği bir karikatür sebebiyle üç yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bittti mi? Kocaman bir hayır. Mebusan Meclisi’nde mizah yayınlarının yasaklanıp yasaklanmayacağı saatlerce tartışıldı. Yetmedi. II. Abdülhamid döneminde karikatür dahi çizilemedi. Karikatürsiyaset ilişkisi o tarihten günümüze kadar bir dargın bir barışık süregeldi. Kimi hükümetler ya da tek tek siyasetçiler, her türlü baskı ve peşisıra açtıkları davalarla çizeri susturmaya, sindirmeye çalıştılar. Mizaha gönül verenlerin ise pes etmeye niyeti yoktu. Onlar, çini mürekkepleriyle “arı kovanına çomak sokmayı” sürdürdüler, büyük bir inatla... AKP ile birlikte son dönemlere damgasını vuran çizerimiz Musa Kart’ın Kedi karikatürü ve Penguen Dergisi’nin Tayyipler Alemi kapağı oldu... Tayyipler Alemi nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın dava açtığı genç kuşak karikatüristlerden biri de Erdil Yaşaroğlu idi. Bu hafta konuk ettiğimiz Erdil Yaşaroğlu ile muhalif mizahı masaya yatırdık. Yaşaroğlu, siyasilerin mizaha karşı neden bu kadar hırçın olduklarını şu sözlerle dile getiriyor: “Karikatürde yaptığımız bir çok şeyi yazıya çevirsek hakkımızda herhalde 150 dava açılırdı. Bizi okuyanların tamamına yakını 1825 yaş arası genç seçmen. Onlar günlük siyasi olayları bizden takip ediyor. Etkisi yüksek o yüzden bizimle bu kadar uğraşıyorlar. ” İyi hafta sonları... AYŞE YILDIRIM Fotoğraf: KEMAL NURAYDIN Ölümsüzlüğün ve barışın simgesi zeytin ağacıyla tanışınca emeklilik düşlerinin yerini ‘üreterek dinlenme’ almış. Önce birkaç parça zeytinlik almışlar. Bakımı, hasadı, zeytin işlenmesi derken iyi bir sızma zeytinyağı nasıl elde edilir merakına tutulmuşlar. Araştırmaları geleneksel tarzda üretimin en iyi sonucu verdiğini ortaya koymuş. Bunun üzerine tarihi bir fabrika satın almışlar. Tek amaçları iyi bir zeytinyağının nasıl üretildiğini ispat etmek olmuş. “Başarılı olmak için canımızı dişimize takmalıydık. Aksi takdirde yerel zeytinyağı aristokrasisi nezdinde bir kentli fantazisinin daha hüsrana uğraması kaçınılmaz olacaktı” diyorlar. Neyse ki kutsal meyve onları utandırmamış. Üretimlerini önce eşe dosta dağıtmaya başlamışlar. Ancak kısa sürede büyük beğeni kazanınca bu kez markalaşarak butik üretime yönelmişler. Adatepe Zeytinyağı böyle doğmuş... Bugün gururla anlatıyorlar zeytinyağı yolculuklarını... Ağaçtan taşa prensibini benimsemişler. Zeytinler toplandıktan sonra en geç 12 saat içinde kasalarla taşınıyor fabrikaya. Taş değirmende ezilip u verilmeden preslerde sıkılıyor. Artık köylüler de onları örnek alıyor. Öyle ki, saklama ve kendi çaplarında markalaşma, hatta ambalajlama girişimleri için bile kapısını çalıyorlar Adatepe Zeytinyağı Fabrikası’nın. ört arkadaş, yaşam sevincini kutsayan bu mucizevi sıvıyla yarattıkları Adatepe markasının etiketi için de yöresel bir öykünün kahramanı Refika’yı seçmiş. Adatepe Köyü’nde 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Refika takma adıyla bir Rum güzeli yaşarmış. Köyün Rum ve Türk cemaati arasında çok sevilen Refika, hem güzel hem de çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde ya da zeytin toplarken şarkılar söyler, çok da güzel dans edermiş. Refika’nın güzelliği ve iyilikseverliği çevre köylerde de dillere destanmış. Ancak mübadele nedeniyle Refika da diğer Rumlarla birlikte Yunanistan’a gitmiş. Refika’nın gidişi köyde büyük üzüntü yaratmış. Onun adına türküler yakılmış, danslar edilmiş... Sakız Adası’na yerleşen Refika’nın Yunanistan’ın ilk güzellik kraliçesi seçildiği yönünde efsaneler duyulmuş. Bu hikayeyi köye geldikleri dönemde hayatta olan Abdi Amca’dan dinleyen dört arkadaş Refika’nın izini sürmeye karar vermiş. “Sakız Adası’na yaptığımız seyahatte kendisine ait herhangi bir ipucu bulamadık. Ne var ki, tesadüfen bir antikacıda bulduğumuz resimdeki kızın güzelliği ve yüzündeki ifade bizi derinden etkiledi. ‘Bu kesinlikle Refika olmalı’ diyerek resmi alıp köye getirdik. Adatepe’nin yaşlılarına resmin Refika’ya ait olabileceğini söylediğimizde, gözyaşlarını tutamayıp heyecanla ‘Evet, bu o’ dediler. Biz de çağlar boyunca insanlar güzellik ve sağlık veren, saf ve doğal Adatepe Zeytinyağları’nın alameti farikası olarak Refika’nın resmini etiketimizde ölümsüzleştirmeye karar verdik” diyorlar. D Refika’nın öyküsü YAPACAK ÇOK ŞEY VAR Bununla da kalmamış dört arkadaşın yaptıkları. Zeytinin kendilerine sunduğu onuru karşılıksız bırakmak istememişler. Ona hakettiği değeri vermek, yerli ve yabancı ziyaretçlerde bir farkındalık yaratsın diye, fabrikayı yaşayan bir müze konseptiyle düzenleyip Türkiye’nin ilk ve tek zeytinyağı müzesi haline getirmişler. “Daha yapacak çok şeyimiz var” diyorlar ve hedeflerini sıralıyorlar: ? Giderek betonlaşan Ege sahillerinden hiç olmazsa kuzey Ege’mizi koruyabilmek için mümkün olduğu kadar çok insanı bu işe özendirmek, ? Sürdürülebilir yerel bir ekonomi için geleneksel tarım ürünü olan zeytinciliğin geliştirilmesi ve zeytin yan ürünlerinin çeşitlendirilmesi, ? Zeytinyağının temelini oluşturan Kuzey Ege mutfağının tanıtılması için müze bünyesinde deneme lokantasının açılarak yerli ve yabancıların ziyaretine açılması, ? Sahip olduğu mikroklima ile dünyanın en nefasetli zeytinyağını üreten Adatepe’nin uluslararası bir marka haline gelmesi için çalışılması, ? Yaptıklarımız ve yapacaklarımızı komşu yöre ve ülkelerle paylaşmak için yerel ve uluslararası atölye çalışmaları, seminerler ve toplantılar düzenlenmesi, ? Ve en önemlisi, iyi zeytinyağının elde edilmesi ve aynı kalitenin sürdürülmesi...” İlk zeytincilik müzesi yılında sabunhane olarak inşa edilen Adatepe Zeytinyağı Müzesi, geçmişte sabun üretimi ve sonrasında sinema, düğün salonu, elişi kursu gibi sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılmış. Bina bir marangoz ve tekne ustasının paylaştığı bir harabe durumundayken kurucular tarafından keşfedilmiş. Zeytincilik kültürünün bu denli yaygın olduğu bölgede bir müzenin eksikliğini fark eden kurucular, binayı müze haline getirmeye karar vermişler. Çağdaş sergileme tekniklerinin uygulandığı müzede, ağaçtan soframıza ulaştırılan zeytinyağının geçirdiği tüm aşamalar büyük dijital baskılı görsel malzemelerle öyküleştiriliyor. Adatepe zeytinyağı müzesinde zeytinyağı üretiminde kullanılan çeşitli aletler, zeytincilikle ilgili eski demir ve tahta mengeneler, zeytinyağı küpleri, amforalar, çeşitli zeytin toplama araç ve gereçlerinin yanısıra, geleneksel usulde zeytinyağı sabunu yapım tekniği de açıklamalı olarak sergileniyor. Zeytinyağı ve zeytin konulu dokümanlar da müzede zengin bir arşiv oluşturuyor. Adatepe zeytinyağı müzesinde bulunan eşya ve bilgiler çok uzun süren araştırmalar sonucunda elde edilmiş. Müzenin kurucuları, sergilenen objeleri ve doküman arşivini zenginleştirmek amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Müze ücretsiz olarak ziyaretçilere açık. 1957 Segolene Royal, Şahe Fidan, Güldünya AYÇA AKPEK 1953 yılında Senegal’de koyu Katolik asker bir babanın kızı olarak dünyaya geldi. Babası Jacques Royal kız çocuklarını insan olarak görmediği için belki de “benim beş çocuğum ve üç kızım var” diyen biriydi. Kadınların erkeklere sorgusuz itaat etmesi gerektiği düşünülen bir evde büyüdü. Bu evde itaatsizlik de şiddet kullanılarak cezalandırılırdı. Bu şiddet o kadar dayanılmaz boyutlara geldi ki annesi evden kaçmak zorunda kaldı. Babası kız çocuklarının okutulmasına karşı olduğundan güçlükle üniversiteye gidebildi. 19 yaşında, annesinden boşanmayı reddettiği ve çocuklarının eğitim masraflarını üstlenmediği için babasına dava açtı. Uzun yıllar süren bu davayı kazandı. Ardından babasını reddetti. Üniversite öğrencisiyken tanıştığı François Hollande ile evlenmedi. Ama ondan dört çocuk sahibi oldu. Bakan oldu, önemli devlet kademelerinde görev yaptı. Şimdi Fransa’da Sosyalistler’in cumhurbaşkanı adayı! Rakiplerinin; “Cumhurbaşkanı olursa çocuklara kim bakacak?” sözlerine aldırmadan Segolene Royal yukarıdaki hikâyenin kahramanı Segolene Royal, Ellysee Sarayı’na çıkmaya hazırlanıyor. O Fransız erkeklerine meydan okuyor hem de kadın olduğunu gizlemeye gerek görmeden. Fransızların deyimiyle “Sego”nun Fransa’sında kadınlar seçme ve seçilme hakkına 1944’te kavuştular. Charles de Gaulle eşit oy hakkı bildirgesiyle Fransız kadınlarına siyasetin kapılarını araladı. “Sego”, De Gaulle’ün araladığı bu kapıdan topuklu ayakkabılanyla geçiyor. Bizim kadınlarımız ise seçme ve seçilme hakkını pek çok Avrupalı hemcinsinden önce, 1934’te elde etti. Ama rakamlar parlamentodaki kadın sayısı bakımından Uganda’nın bile gerisinde olduğumuzu gösteriyor. Parlamentodaki kadın sayısının düşüklüğü ile sınırlı değil elbette kadın hakkı ihlalleri ülkemizde. Her gün onlarca kadının çığlığını duyuyor, dramına tanık oluyoruz. Bu durumda akla şu soru geliyor; eğer Segolene Royal Türkiye’de doğsaydı. Koyu dindar bir babanın sekiz çocuğundan biri olarak örneğin Urfa’da dünyaya gelseydi acaba akıbeti nasıl olurdu? Çocukluğunu ev işlerinde annesine yardım edip, tarlada çalışarak geçirecek ve belki ilkokula kadar okuyabilecekti. “Haydi kızlar okula” kampanyasını yürütenler onun babasına da gidecekler ama ikna edemeyeceklerdi. Eğer şanslıysa berdel ile değil görücü usulü ile evlendirilecekti. Her iki şekilde de hiç tanımadığı bir adamın karısı olacak, tıpkı annesi gibi en az beş belki daha fazla çocuk doğuracaktı. Kocasından yediği dayağın karşısında suskun kalacak, kaderini kabullenip benden daha kötü durumda olanlar da var diyerek kendini avunacaktı. Eğer kaderini kabullenmiyorsa evden kaçmayı deneyecekti. Büyük şehrin varoşlarında yer bulmaya çalışacaktı kendine. Ardından aile meclisi hakkında ölüm kararı verecek, sığındığı devlet kurumlan bile koruyamayacaktı onu. Güldünya’nın başına gelenler ona da olacaktı. Sonunda ölümü de seçebilecekti. Tıpkı Şahe Fidan gibi sırtında çocuğu ile intihar edecekti. Eğer Segolene Royal sahip olduğu ailesiyle Türkiye’de doğsaydı seçenekleri ölümle sınırlı olacaktı. En iyi ihtimalle annesinin kaderini paylaşacaktı. Yaşam daha iyi seçenekler sunmayacaktı önüne. Belki istisnai bir şekilde tüm zorluklan aşıp okumayı başarıp ve siyasete de girebilse de yaşam biçimi ve evlenmeden çocuk sahibi olması ahlaka mugayir sayılacak ve dışlanacaktı. Kuvvetle muhtemel delege dahi olamayacaktı girdiği siyasi partide. En önce kadınlar karşı çıkacaktı ona. Ama Segolene Royal Fransa’da doğdu. Yaşadığı ülke şanssız başladığı yaşamına ve tüm zorluklarına karşın sonsuz seçenekler sundu önüne. Ve diğer Fransız kadınlarının da kaderini değiştirmek üzere şimdi Fransa’nın cumhurbaşkanlığına aday. Segolene Royal, Fransa cumhurbaşkanlığına seçilecek kuvvetle muhtemel. Belki ülkemize de gelecek cumhurbaşkanı sıfatıyla. Kadını cinsel bir obje olmaktan kurtardığını düşündükleri için kapattıkları kadınların, kocaları karşılayacak onu. Ve kadın olmaktan hatta kadın kelimesini telaffuz etmekten imtina edenler tarafından alkışlanacak. Onun kimliğinde ifade buluyor Fransa’nın özgürlük, eşitlik ve adaleti. Onun yelkeninde özgürlük ve eşitlik rüzgârı var. Bizim önümüzü ise din, töre ve gelenekler kesiyor. Seçeneklerimiz Şahe Fidan, Güldünya ve benzerlerine tanıdığımızla sınırlı. Kuşkusuz bizim ülkemizde de var basarı öyküleri. Ancak gelişmişlik başarıyı istisna olmaktan çıkarıyor ve yurttaşlarına eşit haklar sunuyor, kaderini değiştirme şansı tanıyor. Tıpkı Segolene Royal’in öyküsünde olduğu gibi. aakpek@hotmail.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu, Mustafa Doğan Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr