19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 20/12/06 16:33 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 23 ARALIK 2006 CUMARTESİ rih Ta Sarıkamış dramı İttihatçı muktedirlerin Ermeni sorunu temelinde sorgulanması karşısında genellikle soğukkanlılığımızı yitiriyoruz. Bu temelde içine girdiğimiz savunmacı ruh halinden Enver ve Talat Paşaları yüceltip sahiplenme yoluna gidiyoruz. Bu yanıltıcı yüceltme bilinçlerimiz üzerinde ağır bir ipoteğe dönüşerek bizi esir alıyor. Oysa onların bu toprakların kaderine muktedir oldukları dönem, Türk halkının en ağır kırılma dönemlerinden birini oluşturmaktadır. Onların Osmanlı’yı paylaşım savaşına sürükleme ve insan kaynaklarını tüketme konusunda nasıl maceracı ve Alman işbirlikçisi bir tutum sergilediğine önceki haftalar değinmiştim. Bu realiteyi, yüz binin üzerindeki insanımızın hiç yoktan ölüme gönderilmesinin öyküsü olan Sarıkamış dramının yıldönümünde yeniden anımsamak yaşamsal bir önem taşıyor. Yaşamsal bir önem taşıyor, çünkü bu olsa olsa divanı harplik sorumsuzluk bile, dondurularak öldürülen zavallı gençlerimiz üzerinden geliştirilen şahadet hamasetiyle tersyüz edilmeye çalışılıyor. Konuya ilişkin kimi kitap ve TV sohbetlerinde de görüyoruz ki, “tek kurşun sıkmadan öldüler” yargısı bile kimilerinin ağırına gidiyor; sanki durumu kurtarırmış gibi, “hayır, Türk askeri orada çarpıştı, hatta zaman zaman Rusları geriletti” söylemi üzerinden Sarıkamış felaketi saptırılmaya çalışılıyor. Alman emperyalizminin çıkarları ve yayılma amaçları uğruna ülkenin insan birikimlerini telef edenler sorgulanıp yargılanacağına, savaştan övünç üretilerek sorumlular ‘atamız’ diye kahramanlaştırılmaya çalışılıyor. Sarıkamış dramı, tarihten ders alma noktasında üzerinde en çok duracağımız örneklerin başında geliyor. Çünkü orada da, tıpkı Galiçya, Yemen, Sina örneklerinde olduğu gibi bir yurt savunması söz konusu değildi. Ama daha önemlisi Sarıkamış, dünya savaş tarihinin en beceriksiz, en maceracı, en sorumsuz saldırı örneklerinden birini oluşturmaktadır ve tabii faturası korkunçtan da öte olacaktır. Öyle ki, Osmanlı ordusunu Alman çıkarları için kullanmak misyonlu generallerden Liman Von Sanders bile, Sarıkamış saldırısı için, “Savaş tarihi bu taarruz için hiçbir zaman mantıklı bir neden bulamayacaktır” diye yazacaktır. e ç ERDOĞAN AYDIN KORKUNÇ BİLANÇO Hasan İzzet Paşa’nın itirazlarının da bu şekilde devre dışı bırakılmasıyla artık harekât başlayabilirdi. Tabii Enver ve Bronsat Paşaların görüşünün hakimiyetinin faturasını, çoğunun gömülmesi işi bile Ruslara kalacak olan yüz bin evladını kaybeden Anadolu halkı ödeyecekti. 22 Aralık sabahı, “arazi yapısını ve iklim koşullarını dikkate almayan, ölçeği yanlış ve gerekli ayrıntıları içermeyen harita üzerinden yapılan savaş planı” (F. Karaduman) ile harekât başlar. Hesaba katılmayan sorunlar, ilk günden itibaren orduyu vurmaya başlayacaktır. 5 saat düşünülen mesafe ancak 4 katı zamanda alınabilecektir. Birlikler birbirlerini kaybedecek, iç haberleşme kopacak ve daha ilk geceden itibaren donmalar görülmeye başlayacaktır. Bu ölüm yürüyüşünü şaşkınlıkla gözleyen Ruslar ise, onu kendi kaderine bırakıp Sarıkamış’a doğru geri çekilecektir. Bunu bile değerlendiremeyen Enver, İstanbul’a “Sarıkamış Fatihi” olarak dönmek için askerlerini Sarıkamış’a sürme inadını sürdürür. Ortada kara kıştan başka düşman yoktur. Yorgunluk ve açlıktan bitap düşen orduyu yürütmek için kurşuna dizmeler de işe yaramaz; giderek her yer donmuş asker cesetleriyle dolu bir ölüm tarlasına dönüşür. 26 Aralık’ta Allahuekber Dağları’nı aşmak için başlayan harekât yaşanan dramı iyice derinleştirir: “Karanlık bir ormanda bir metreyi aşan kar. Gece gündüz devam eden deli bir kar tipisi, göz gözü görmeyen bir kar fırtınası içinde herkesin birbirinden kopuşu... Çaresizlik, açlık, ümitsizlik... Allahuekber’in en korkunç gecesidir. Erler, silahlarını kullanacak düşmanı da göremedikleri için, dinmek bilmez tipinin altında çamların dibine kıvrılarak kendilerini ölümlerin en tatlısı bildikleri donmaya teslim ederler. Subayların sağa sola atılışı, bir intihar arayışı gibidir...” (Şevket S. Aydemir) Harekâtın bilançosu gerçekten de korkunç olacaktır: Sarıkamış dramı yitikleriyle ilgili olarak 3. Ordu belgeleri arasında iki önemli tablo vardır. Bu tablolardan biri Sarıkamış saldırısı başlamadan önce, 22 Aralık 1914 günü, saldırıya katılan savaşçı saldırısını göstermektedir. Öteki tablo ise Sarıkamış dramının perdesi kapandıktan sonraki savaşçı sayısını göstermekte ve 18 Ocak 1915 tarihini taşımaktadır. Bu iki tabloyu bir araya getirdiğimizde şu sonuca varılmaktadır: (22 Aralık 1914) Birlikler 9. Kolordu 10. Kolordu 11. Kolordu 2. Süvari Tümeni Toplam Savaşçı sayısı 36.784 48.943 27.019 5.428 118.174 (18 Ocak 1915) Savaşçı sayısı 2.200 5.200 1.500 8.900 Yitikler 36.784 46.743 21.819 3.928 109.274 Rus askeri şehit olan Türk askerinin başında nöbette... SİZİ İDAM ETTİRİRDİM! Galiçya’ya asker gönderiminde de gördüğümüz gibi Enver Paşa, Alman genelkurmayına yaranmak ve üzerindeki basıncı azaltmak için Anadolu evlatlarını ölüme göndermekte gözü dönmüş bir kararlılık sergiliyordu. Sarıkamış seferinde ek olarak Turan hayallerini gerçekleştirmek gibi ‘milli’ bir bahane de işin tuzu biberi oluyor. Ve sonuçta askerlerin, savaş için meşru bir gerekçe olmadan, üstelik kara kış koşullarında yazlık giyimle ve onlara destekleyecek cephe gerisi yığınak olmadan ölüme sürülmesi şeklinde, ağır bir sorumsuzluk örneği ile karşı karşıya kalıyoruz. O gözü kara ve hayalperest kararlılık nedeniyle, yapılan uyarılar dikkate alınmayacak, tersine tahammülsüzlükle karşılanıp bastırılacaktır. Örneğin bizzat savaşa sürülecek olan 3. Ordu’nun komutanı Hasan İzzet Paşa, bu saldırı dayatmasına karşısında, eski öğrencisi Enver Paşa’yı uyaranlardan biridir. Genelkurmay başkanlığı yapan general Bronsat Von Schellendorf’la birlikte Sarıkamış Harekâtını yönetmek üzere gelen Enver Paşa’ya, 15 Aralık 1914’te, “Olmaz!” diye itiraz edecektir. “Çevreyi görüyorsunuz. Her yerde kar var. Kara kış başlamıştır. Bu koşullar altında, bu mevsimde bir ordu harekâtı iyi sonuç vermez. Kış şiddetini kaybetsin, yollar harekete elverişli duruma gelsin, düşmanı yokedeceğiz.” (Aktaran, Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, s.186) Enver Paşa’nın bu beklemediği çıkış karşısındaki tavrı sinirlenmek ve “Eğer hocam olmasaydınız sizi idam ettirirdim!” şeklinde İzzet Paşayı tehdit etmek olacaktır. Buna rağmen Hasan İzzet Paşa, görüşlerini biraz daha ayrıntılandırarak yineler: “... Önce bir taktik sorununa eğildi. 9. Kolordunun Sarıkamış’a, 10. Kolordunun Novoselim’e varması bir Köpeğin sağlık durumu... O smanlı ordusu tarihinin gördüğü en büyük yenilgiyi yaşamıştı. Ancak buna rağmen 5 Ocak 1915’te İstanbul gazetelerinde yayınlanan resmi bildirinin başlığı; “Her taraftan zafer haberleri geliyor” şeklinde olacaktı. (Age., s.460) Bu büyük katliam sonrası Enver, ne intihar edecek onuru gösterecek ne de istifa edecekti. Kendisi, Balkan yenilgisinin sorumluluğu gerekçesiyle hükümete karşı, dönemin savunma bakanı ve başkomutan vekili Nazım Paşa’yı öldürerek darbe yapıp iktidar olmuştu. Şimdiki yenilgi çok daha korkunçtu ve Nazım Paşa’nın yerinde kendisi bulunmaktaydı. Ancak ona değil darbe yapacak, itiraz edecek bir güç bile yoktu; sırtını Almanlara dayamış, tüm olası muhalifleri etkisizleştirmiş ve Osmanlı’yı, Almanların deyimiyle “Enverland”a çevirmişti. Bu avantajla Sarıkamış haberlerine sansür koymuş, hatta “halkın moralini bozmamak” bahanesiyle Sarıkamış’a dair her türlü yayını yasaklamıştı. Bu korkunç insan kırımının sorumlusu Enver, 7 Ocak’ta çoğu tifüs, kısmi donma, yaralı, aççıplak durumdaki yıkıntıya dönüşmüş 3. Ordu komutanlığını Hafız Hakkı Paşaya bırakarak adeta kaçarcasına İstanbul’a yönelirken en küçük bir sorumluluk duygusu duymuyordu. Daha trajik olanı ise, Alman yoldaşlarıyla Erzurum’a vardığında ilk iş olarak İstanbul’a çektiği telgrafların niteliğiydi: “Herkes onun Sarıkamış harekâtı hakkında hükümete bilgi verdiğini ve başkomutan vekili olarak Süveyş Kanalına yapılan saldırıdan, Bağdat’a doğru ilerleyen İngilizlerden, Çanakkale Boğazı ağzında görülen İngiliz savaş gemilerinden, Avrupa cephesindeki gelişmelerden haber almaya çalıştığını sanıyordu. Oysa, Enver Paşa’nın öğrenmek istediği şeyler başkaydı. O, İstanbul’daki sarayında oturan karısı Naciye Sultan’ın ve köpeğinin sağlık durumunu merak ediyordu Naciye Sultan’ın Enver Paşa’nın yaşamındaki tek kadın olduğu biliniyordu. Bir aylık ayrılıktan sonra eşini heyecanlı sevgi gösterilerinde bulunması pek yadırganmadı. Ama ikide bir köpeğinin sağlığını sorması, evlerinde köpek beslemeyi ulusal alışkanlık biçimine dönüştüren Alman subaylarını bile şaşkına çevirmişti... Kişisel tutkuları uğruna hesapsız davranışlarıyla yüz bini aşan insanın yaşamını acımasızca söndüren; geride yüz binlerce boynu bükük ana, baba, eş, nişanlı, yavuklu, kardeş ve çocuk bıraktıran Enver Paşa, bir bozgun cephesinden değil de turistik bir geziden döner gibi telgraf çekiyor ve bir aydır göremediği sevgili köpeğinin sağlık durumunu öğrenmek istiyordu...” (Sarıkamış Dramı, s.461) haftayı bulacaktı. Ya bu sırada Ruslar yalnız kalan 11. Kolorduya çullanırlarsa? O zaman bu Kolordu ezilecek, belki de yok olacaktı. Sonra, ordunun noksanları henüz giderilememişti. Birliklerin çoğuna kışlık giyecekler verilememiş, gerekli yiyecek stokları yapılamamıştı. Bu noksanlıklar giderilmeden, ne kadar süreceği belli olmayan bir kış saldırısına kalkışmak hatalı olurdu. Saldırının yapılacağı bölge dağlıktı, aşılması güç sırtlarla doluydu. At arabalarının ve topların geçeceği doğru dürüst yol yoktu. Bu yüzden harekat ancak dağ toplarının geçebileceği küçük geçit yollarından yapılacaktı. Birlikler yiyecek ve cephanelerini yanlarında götürecekleri yük hayvanlarının sırtında taşıyacaktı. Hayvanlar hem kendi, hem de savaşçıların yiyeceklerini taşımak zorunda olduklarından, taşımanın verimi çok düşük olacaktı. Gerilerden yiyecek ve cephane yapma olanakları kısırdı. Üstelik karın kalınlığı birçok yerde 11.5 metreyi bulmuştu. Soğuk sıfırın altında 20 derece dolayındaydı ve birkaç gün sonra daha da düşebilirdi. Bu kesimde ısının sıfırın altında 30 40 dereceye düştüğü çok görülmüştü.” “Enver Paşa general B. Von Schellendorf ve Yarbay Feldemann bütün güçleriyle Hasan İzzet Paşa’nın görüşlerini çürütmeye koyuldular. Görüşmeler ilerledikçe Hasan İzzet Paşa’da bir çözülme, direnişinde bir azalma seziliyordu. İleri sürülen karşı görüşleri yanıtsız bırakıyordu.” (Sarıkamış Dramı, s.1867). eaydin?cumhuriyet.com.tr Görülüyor ki, Sarıkamış yitikleri 109.274 savaşçıdır. Ancak yitiğin daha fazla olduğunu vurgulayan bir başka belge daha vardır. Bu belgede, 11. Kolorduya 22 Aralık 1914’ten sonra savaşçı desteği yapıldığı belirtilmektedir. (...) ‘11. Kolordunun saldırıları taburları boşalttığından gelen destek erleri ve subaylarla birlikte 6 tabur bu kolorduya gönderilmiştir’. (...) Bu duruma göre 11. Kolordunun 45 bin dolayında savaşçı desteği gördüğü ve 3. Ordu savaşçı sayısının 122.000123.000’e ulaştığı anlaşılmaktadır. Böylece toplam yitik sayısının 113.000114.000 dolayında olduğu ortaya çıkmaktadır. “Ruslar aldıkları tutsağın 7 bin dolayında olduğunu bildirdiklerine, yaralılardan çok azının geriye gönderildiğine ve onlardan da donmadan sağ olarak cephe gerisine ulaşabilene pek rastlanmadığına göre, Sarıkamış şehitlerinin 101.000107.000 arası olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu şehitlerin yüzde doksanına yakın bölümünün donarak öldüğü bilinmektedir. Bu durumda donanların sayısının 90.00096.000 olduğunu belirtmek fazla hatalı olmayacaktır.” (Sarıkamış Dramı, s.468) S ahne tozu 50’li ve 70’li yıllarda aile 195556 yılları arasında İstanbul’da soylu ve zengin bir ailenin yaşamı ekseninde gelişen oyun, yeni kurulan çok partili demokratik rejimle liberal ekonomik atılımlar yapan Türkiye’deki siyasal süreçte bir ailenin varoluşunu konu alıyor. Aileyle bağlantılı ikinci kuşak figürlerin toplumsal ve siyasal çalkantılar doğrultusunda yaşadıkları 1970’li yıllar ise, oyunun ikinci öyküsünü oluşturuyor. Nesrin Kazankaya’nın yönettiği ve Mehmet Aslan, Nesrin Kazankaya, Muhammet Uzuner’in oynadıkları ‘Şerefe Hatıralar’, bugün ve yarın Muammer Karaca Tiyatrosu’nda sahneleniyor. (Tel: 0 212 244 52 03) Chamaco Semaver Kumpanya’nın sahneye koyduğu Chamaco, Kübalı yazar Abel Gonzalez Melo tarafından kaleme alındı. Kübalı bir yönetmen Orestes Perez Estanquero tarafından sahneye konan oyun, evrensel konusunun yanında Küba’nın kültürel ve sanatsal yapısını tanıyabilmemize fırsat tanıyor. Karel Darin’in işlediği cinayet üzerinden kurgulanan oyunda, insanın yalnızlıkları, çelişkileri, hüzünleri ve koşullar karşısında geçirdiği değişim süreçleri aktarılıyor. Ahmet Kaynak, Mete Horozoğlu, Fatih Dönmez, Gökçe Sezer, Özlem Durmaz, Serkan Keskin’in rol aldığı oyun, 5, 6, 12 ve 13 Ocak tarihlerinde Semaver Kumpanya’da sahnelenecek. (Tel: 0212 585 59 12) Otel odasında oyun Beyoğlu’nda açılan Lush Hip Otel için yazılan ve aynı yerde oynanan Kendine Ait Oda No:104, otelin Sedirli Oda’sında geçiyor. Oyunda, otel odasındaki kadın çantasındaki eşyaları yerleştirmeye başlıyor. Emre Koyuncuoğlu’nun yazıp yönettiği oyunda Güliz Gençoğlu rol alıyor. Kendine Ait Oda No: 104, Ocak ve Şubat aylarında her salı Lush Hip Otel’in Sedirli Odası’nda sahnelenecek. (Tel: 0212 243 95 95) Naif resim severlere Türk naif resim sanatının iki temsilcisi Doğan Akçalı ve Sema Çulam’ın birlikte düzenledikleri sergide, dış etkilerin dışında kalan, içtenlik ve doğa sevgisi ifade ediliyor. resminde kendine özgü duyarlıkları ve resimsel biçimiyle haklı bir yer edinen Doğan Akça ve naif resimlerinde, kirlenen doğaya karşı bir başkaldırış olarak temiz ve kirlenmemiş bir doğa, içinde rahatlıkla nefes alınabilir alanlar çizerek tepkisini koyan Sema Çulam’ın ortak sergileri, renk ve ayrıntı zenginliğinin adeta masum bir gözle betimlendiği tuval üzerine yağlıboya tekniğinde yapılmış resimlerden oluşuyor. Sergi, 4 Ocak tarihine dek Palet Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (Tel: 0 216 302 78 50) S ergi ‘Mevlana’dan Esintiler’ sergisi herkese açık Eray Özbek ve Cem Günen elli yıldır dostlar... Biri çiziyor, diğeri ise yazıyor... Aynı fakültede mimarlık okuyan bu iki arkadaş ilk kez birlikte sergi açtılar. Sergide, Cem Günen’in tasavvufi dizeleri ile karikatürist Eray Özberk’in illustrasyonları, Mevlana’nın 800. doğum yılı dolayısıyla buluştu. Biri tasavvufa gönül veren, diğeri insan sevgisinden yola çıkan iki arkadaşın, Mevlâna’dan esinlenerek bir araya getirdikleri dize, çizgi ve renkler, 14 Aralık’tan itibaren bir ay süre ile Schneidertempel Sanat Merkezi’nde sanatseverleri bekliyor. ‘Mevlana’dan Esintiler’ isimli şiirli desenler sergisi, Mevlâna’nın herkese açık tavrını duyumsatmayı amaçlıyor. Sergideki 30 parça yapıtı 1.5 yılda tamamladıklarını söyleyen Eray Özbek sergi için “Yaşları farklı, inançları ayrı ve zevkleri bambaşka, hemen her insan, bu sergide ona seslenen bir şey bulabilsin” diyerek serginin birleştirici tavrını anlatıyor. Yapıtlarda, Cem Günen’in şiirleri desenlerin içinde hat sanatını, kaligrafiyi andıran şekilde kullanılmış. (Schneidertempel Sanat Merkezi, Bankalar Cad. Felek sok. No: 1 Karaköy) Tüyleri Benzer Kuşlar Irwın, ‘East Art Map’ projesiyle tüm doğu Avrupadakii çağdaş sanatın haritasını ve tarihini çıkarmakla uğraşırken, Batı baskıcı sanat tarihine karşı alternatif bir Doğu sanat tarihi oluşturma imkanını araştıran bir sanat grubu. ‘Tüyleri benzer olan kuşlar beraber gezerler’ sergileriyle, resim sanatındaki ikonografyayı çeşitli üslup ve kolajlarla yeni kombinasyonlara dönüştüren Irwin 27 Ocak’a tarihine dek Akbank Sanat Galerisi’nde görülebilir. (Tel: 0 212 525 35 00) Mustafa Ata Sergisi Çağdaş Türk resim sanatının önemli isimlerinden Mustafa Ata’nın dinamizm yüklü figür soyutlamalarıyla meydana getirdiği yağlıboya resimlerinden oluşan yeni eserlerinde yine yaşamını ve insanoğlunun ruhundaki hareketi sorguluyor. Bunu da insan bedeninin devinimini renkle sentezleyerek anlatmaya çalışıyor. Mustafa Ata’nın sergisi Artdepo Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde, 15 Ocak tarihine dek görülebilir. (Tel: 0 212 351 97 13) Kaçamak komediye dönüşürse Tiyatro İstanbul’un sahneye koyduğu Kaçamak, sosyetenin ünlü isimlerinden Jerar’ın planladığı kaçamağın, olur olmaz aksiliklerle arapsaçına dönüşmesini konu alan bir komedi. Metin Serezli’nin yönettiği ve oynadığı oyunda kendisine, Kerem Atabeyoğlu, Argun Kınal, Ebru Vardal gibi oyuncular eşlik ediyor. Gérard Lauzier’nin yazdığı oyun, bugün ve yarın Profilo Alışveriş Merkezi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. (Tel: 0 212 216 40 70) Çayhane işgal mantığını anlatıyor Geçen yıl Afife Jale ödüllerinde en başarılı prodüksiyon ve en iyi erkek oyuncu dallarında ödül alan Çayhane, Amerika’nın işgal mantığı mizahi bir dille anlatılıyor. Çayhane 1956 yılında sinemaya uyarlanmış bir eser. Vern Sneider’in yazdığı, Şakir Gürzumar’ın yönettiği, Bülent Emin Yarar, Ali Düşenkalkar, Seval Gökçe, Atilla Şendil gibi oyuncuların rol aldığı Çayhane, yarın AKM Büyük Salon’da tiyatroseverlerle buluşuyor. (Tel: 0 212 245 25 90)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle