22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 2/11/06 15:59 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 4 KASIM 2006 CUMARTESİ 3 Oda müziğinin son büyük bestecisi Şostakoviç 100 yaşında ERHAN KARAESMEN Dimitri Şostakoviç’i iki kez görme ve yakınında bulunma şansım oldu. Sovyet İmparatorluğu, 1950’lerin sonlarına doğru perdelerini biraz aralayıp dünyayla sanatsalkültürel ilişkiler kurmaya başlıyordu. Guilels, Oistrakh, daha sonra Kogan, Richter, Rostropoviç gibi efsane müzisyenler dünya sahnelerinde boy gösteriyordu. 1961 yılında ise, o müthiş Leningrad Filarmoni’nin Avrupa ülkeleri turu düzenleniyordu. Orkestranın başında Evgeni Mravinsky vardı. Ama, yanında, arkasında, her tarafında Şostakoviç, olağanüstü kişiliğiyle tinsel ve entelektüel sarmalayıcılık yapıyordu. Paris’te iki uygun fırsatta sarhoş olsa da devasa kişiliği hemen dışa vuran bu büyük adamın çok yakınında, tercüman aracılığıyla yapılan konuşmalara tanık olmuştum. Kulağı kesik ve ince esprili biriydi. Ancak, hafifçe hüzünlü bir havası vardı. Gözleri buğuluydu. O dönemlerden bu yana, yurttaş Dimitri ile toplumunu sarmalayan sosyopolitik sistemle tam bağdaşamamanın sıkıntısı içindeki büyük besteci Şostakoviç’in garip bir kişisel bütünleşme sergilediği söylenirdi. İçkiye aşırı düşkünlüğünün de içindeki tatminsizliği ve esrikliği bir miktar örtme ihtiyacından kaynaklandığı anlatılırdı. Doğumunun yüzüncü yılında da, buna benzer saptamaların ve irdelemelerin tazelenerek gündeme geldiği izleniyor. Şostakoviç’in 100. yılı, Rusya’da olduğu gibi sanatkültür olaylarının, buralardaki ucuz ve görgüsüz medyatikliğin çok ötesinde derine dalışlarla ve sentezleme arayışlarıyla kaynaştığı pek çok ülkede festivallerle kutlanıyor. Kitaplar yayınlandı; dergiler özel sayılar yaptılar. Televizyon ve radyolarda Şostakoviç’in yaşamı ve sanatıyla ilgili yayınlara yer verildi. Sanatı ve yapıtlarıyla ilgili taze değerlendirmelerde de gözlendiği gibi, Şostakoviç olayında iş gelip hep sosyopolitik ortamla uyumsuzluğunda düğümleniyor. Oysa sosyal çevre uyumsuzluğundan ve politik güçlerin baskılarından sıkıntı yaşamış pek çok büyük sanatçı gelip geçmiştir, bu dünyadan. Rembrandt, Goya gibi çok büyük ressamlar, Alman Nazizminden kaçmak zorunda kalan Musevi kökenli Avrupalı müzisyenler ilk akla gelen örneklerdir. 19. Yüzyılın yırtılışları arasında iniş çıkışlar yaşamış bir koca Wagner, onun yanı sıra bir koca Chopin bunların diğer örnekleri arasındadır. Hatta, aşırı şaşaalı 250. yıl kutlamaları yapılan bir koca Mozart’ın ve bir kafatası içinde üç beyin taşıdığı betimlemeleriyle bilinen çok özel dahi Leonardo da Vinci’nin sosyopolitik çevre uyumsuzluğundan kendi ölçülerinde nasiplerini almış olduğu da bilinir. Şostakoviç ile ilgili olarak olayın bunca büyütülmesinin arkasında bir miktar da Sovyet rejimini kötülemek için dikkat çekici bir örneğin yakalanmış olduğu düşünülmektedir. Kendisiyle ilgili literatürün bir bölümü antisovyetik ve antikomünist düşüncelerin kuvvetli yansımasını sergiler. Bir diğer bölümünde ise Şostakoviç’in yurttaş Dimitri olarak çocukluğundan beri sergilediği genel çevre uyumsuzluğu ve çabuk hüzne kapılma karakter özelliği dile getirilir. Leningradlı kabiliyetli genç piyanist Dimitri’nin Moskova’da kurulan bürokrasisi bol yeni kültür çevreleri ve merkezleriyle kuvvetli bağlantı sağlayıp oralara kendini kabul ettirmesi aslında epey vakit almıştır. Yaşça büyüğü ve sistemle daha kolay bağdaşabilen (ya da pazarlık edebilen) bir Prokofiev’in bir miktar gölgesinde dolaştıktan sonra 1930’lardan itibaren Şostakoviç piyanistliği falan bir tarafa bırakıp güçlü besteci olarak Moskova eksenli bir faaliyet dizisinin içinde kendini bulmuştur. Müzikal olarak yer yer çok etkileyici olabilen ama genelde eroik duygulara saygı duruşu yaptığı söylenen senfonileri Sovyet rejimine mecburen yakın düştüğünü iddia edenlerin örnek olarak gösterdiği unsurlardandır. Bu bağdaşmadaki zorunluluğun onu hüzne, karanlık düşüncelere, ölümle ilgili müzikal temalara sevk ettiği, bazı yorumcular tarafından iddia edilegelmiştir. Ancak, uyum ve uyumsuzluk kavramlarının ötesinde Şostakoviç’i büyük müzisyen yapan öğelerin başında çok geniş bir yelpaze içinde pek çok türde yapıt üretebilmiş oluşu gelmektedir. Quartet’leri evrensel müzik değerlendirmelerinde epeyce geç keşfedilmiştir. Ancak, günümüzde Şostakoviç’e oda müziğinin son büyük bestecisi olarak bakılmaktadır. Son yıllarda zaten basılır ve yayılır olan dörtlülerinin 100. doğum yılı çerçevesinde dünyanın önemli müzik mağazalarının vitrinlerini daha çok süsler olduğu gözlenmektedir. Müzik basın ve yayın endüstrisinin gözdesi çok popüler bir Mozart’ın 250. yılının hafifçe gölgesinde kalmış ve bizim buralarda ise hepten anılmamış büyük Şostakoviç’in anısına saygılarla. Teknoloji ‘sürat yapıyor’ ? LG’DEN KİTAP KURDU LG Electronics, ‘Kitap Okuma’ özellikli telefonlarını satışa sundu. Özellikle görme engelli kullanıcılar için üretilen dünyanın ilk kitap okuyan telefonu, LG Sangram Kütüphanesi tarafından koordine edilen kitaplar ile metinlerin indirildiği bir veritabanına bağlanıyor. Telefon daha sonra verileri sese dönüştürerek kullanıcıların hizmetine sunuyor. Bu cep telefonunda ayrıca kullanım kolaylığı sağlayan ses menüsü, sestanımayı ve ‘metindensese’ mesaj gönderimini de mümkün kılıyor. 1.3 megapiksel kamera, Bluetooth, MP3 çalar da standart özellikler arasında bulunuyor. ? VIEWSONIC LCD Bilgisayar monitörleriyle tanınan ViewSonic, N4060w model geniş ekran LCD televizyonunu Türkiye’de satışa çıkardı. HD’ye uyumlu N4060w, 40 inç yani 102 cm.lik ekrana sahip. 16:9’luk geniş ekran formatında üretilen model DVD izlemek için ideal bir seçenek. 8 milisaniyelik tepki süresiyle aksiyon filmleri ve spor karşılaşmaları gibi hızlı hareketler içeren görüntülerde kaliteli ve net görüntü sağlıyan N4060w, 1000:1’lik kontrast oranına sahip. Model, 1 megapiksellik 1366x768 çözünürlüklü ekranında, gelişmiş görüntü işleme teknolojisinin de katkısıyla yüksek kaliteli izleme deneyimi yaşatıyor. 20 vatlık SRS WOW hoparlörleri de bulunan ViewSonic N4060w’nin, Türkiye’deki satış fiyatı KDV dahil 3.899 YTL. ? UZAY TURİSTİ... Rus Uzaj Ajansıyla işbirliğinde uzay seyahatleri düzenleyen Space Adventures şirketi, bilgisayar yazılım uzmanı Charles Simonyi’nin beşinci uzay turisti olacağını duyurdu. 9 Martta Rus Soyuz TMA10 uzay aracıyla Uluslararası Uzay Merkezi’ne (ISS) uçacak olan Simonyi, 8 gün sürecek seyahat için 2025 milyon dolar gibi bir ücret ödedi. Yuri Gagarin kozmonot eğitim merkezinde toplam 180 günlük eğitim almakta olan Simonyi, uzayda bulunacağı zaman içerisinde amacının sivil uzay havacılığı için önem teşkil eden deney ve araştırmalarda rol almak ve uzay seyahetinin bilimsel kısmına gençlerin ilgisini çekmek olduğunu belirtti. Simonyi, eğitimi ve uzay yolculuğu ile ilgili resim ve notlarını web sitesinden meraklılarla paylaşacak. Dördüncü uzay turisti İran asıllı iş kadını Anuşeh Ensari 10 günlük seyahatinden geçen ay dönmüştü. (www.charlesinspace.com) ? ROBOT GİYSİSİ Birçok bilimkurgu filminde yer alan, giyene insanüstü güç veren robot giysileri gerçek oldu. Japonya’daki Tsukuba Üniversitesi mühendislik profesörü Yoshiyuki Sankai’nin tasarladığı HAL adındaki model, Cyberdyne şirketi tarafından seri üretime geçiriliyor. Giyene normalin 10 katı gücünde ağırlık kaldırma imkanı veren HAL, yürüme yardımına ihtiyaç duyan bedensel engelliler, ağır fabrika işçileri ve felaket durumlarında kurtarma çalışmaları için kullanılacak. Deneme aşamasında felçli bir insanın dağa tırmanmasını sağlayan HAL, 2007 yılında 20 adet, 2008 yılında ise 500 adet üretilecek. Ürünün maliyeti ise 60 bin dolara yaklaşıyor. erdemhs@gmail.com Türkiye blues’la buluşacak ŞİRİN GÜVEN Türkiye’de blues nedense hep cazın arkasında kaldı. Öyle ki, ülkemizde pek çok caz festivali yapılıyor, ancak sadece bir blues festivali yapılıyor. Hatta orijinal ismi ‘Blues Brothers’ olan film, Türkçeye nedense ‘Cazcı Kardeşler’ olarak çevriliyor. Ve google’ın arama motoruna ‘caz festivali’ yazdığınızda 147 bin, ‘blues festivali’ yazdığınızda ise 15 bin sonuç çıkıyor. ‘Efes Pilsen Blues Festivali’ her yıl Türkiye’deki müzikseverleri blues ile buluşturuyor. Bu yıl 17. yaşını dolduran festival, 9 Kasım20 Aralık tarihleri arasında düzenlenecek. Türkiye ve Kıbrıs genelinde 19 farklı şehirde 22 konserle blues rüzgârı esecek. Buckwheat Zydeco, Larry Garner & Band ve Michael Powers, Türkiye’de sırayla Samsun, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Kayseri, Konya, Ankara, Eskişehir, Bursa, İstanbul, Edirne, Çanakkale, İzmir, Denizli, Antalya, Gaziantep, Mersin ve Adana illerinde konser verecek. Ancak bu yılki Efes Pilsen Blues Festivali’nin önceki yıllardan bir de farkı var. Festival kapsamında Rusya’da, Sırbistan’da ve Kazakistan’da da konserler verilecek. Festivalin bu yılki en önemli konuklarından biri Larry Garner. New Orleans, Louisiana doğumlu Garner’ın müzikle tanışması ailesinin desteğiyle oluyor aslında. 11 yaşında ilk gitarına sahip olduğunda, anne ve babası ona kilisede çalması konusunda şevk veriyor. O zamanlar, blues ve caz müziğin çıkış noktası olarak gösterilen gospel (kilisedeki törenler esnasında org ya da piyano eşliğinde, genellikle bir kadın vokalin söylediği coşkulu doğaçlama müzik) ve blues ile fazlasıyla içli dışlı olan Garner, blues çalmaya başlıyor. Gitar aşığı Garner’ın hızlı elleri, hemen BLUES TANRILARI İZİN VERİRSE... Müzik ile ilgili olarak bulunduğunuz yerden memnun musunuz? “Evet mutluyum ama bir kalp hiç bir zaman yeterince gerçek mutlulukla dolamaz.” Gelecekte müzik ile ilgili yapmayı düşündüğünüz projeleriniz var mı? Ya da henüz hiç gitmediğiniz ama çalmak istediğiniz bir yer... “Şuna çok eminim ki, eğer blues tanrıları izin verirse, atalarımın yanına göçene kadar blues çalıyor olacağım. Önümüzdeki bahar bitirmeyi planladığım yeni bir kayıt üzerinde çalışıyorum şu an. Bir süredir bunun için stüdyodayım. BB King’e ithaf ettiğim bir şarkı da yazdım. Şu sıralar haritada gitmediğim yeni yerler arıyorum zaten. Mesela Londra’da Royal Albert Hall’da hala hiç çalmadım.” Şu sıralar kimleri dinliyorsunuz? Sizce kimler bugünün blues’una yön veriyor? “Larry McCray, Carl Weathersby, Sharrie Williams, Nat King Cole, Ray Charles ve Tommy Castro’nun cd’leri müziksetimde bu aralar. Bu günlerde blues’a kim yön veriyor bilemem ama eğer blues çalacaksanız, Lighting Hopkins’le (efsane bluescu) asla bağınızı koparmamalısınız. O sizi blues’a bağlayacaktır.” çevresi tarafından fark ediliyor. Zaten Garner, 1988 yılında da blues camiasında önemli bir ödül olan ‘BB King Lucille’ ödülünü alıyor. Büyük patlama ise, ödülden sonra İngiltere’de gerçekleşiyor. Garner, 1992 yılında Burnley Blues Festivali’nde adeta herkesi gitarıyla ve müziğiyle büyülüyor. İngiliz plak şirketi JSP Garner ile anlaşıyor ve 1993’de ‘Double Dues’ and ‘Too Blues’ albümleri arka arkaya yayımlanıyor. Garner daha sonra da, sırayla Fransız Gitanes etiketiyle ve Alman Ruf plak ile ikişer albüm çıkarıyor. Larry Garner 17. Efes pilsen Blues Festivali kapsamında Türkiye’nin pek çok ilinde bluesseverler ile buluşacak. Bizler de ünlü blues sanatçısı ile sizin için konserler öncesi söyleştik. Louisiana, Amerika’da doğdunuz, ancak adınız daha çok 1992’de İngiltere’de yapılan Burnley Blues Festivali’ndeki performansınızdan sonra duyuldu. Ayrıca daha sonraki müzik kariyerinize baktığımızda da hep Amerika yerine Avrupa’da aktif olduğunuzu, konserler verdiğinizi görüyoruz. Zaten Amerikan plak şirketleri yerine hep Avrupalı plak şirketleriyle albüm çıkardınız. Acaba Avrupa’ya yoğunlaşmanızın özel bir nedeni var mı? “Aslında ben de tam olarak neden böyle oldu bilemiyorum. Sonuçta ben ilk olarak İngiltere’de farkedildim ve İngiliz JSP etiketiyle albümlerimi çıkardım. Avrupa’da kendi ülkelerinden daha çok kabul gören ve beğenilen pek çok Amerikalı bluescu var. Luther Allison, Muddy Waters, Howling Wolf gibi... Ve hatta Jimmy Hendrix bile beğenilmek, takdir görmek için yaşadığı yeri terketti.” Amerika’daki blues ile Avrupa’dakini karşılaştırabilir misiniz? “Aslında pek karşılaştırılamazlar ama şunu söylemeliyim birlikte ilerliyorlar kesinlikle. Mesela ben daha çok yeni Helena Arkansas Festival’de çaldım. Binlerce izleyici vardı ve farkettim ki yavaş yavaş onlar da benim müziğimi seviyor.” Canlı şovlarınız herkes tarafından çok beğeniliyor ve farklı bulunuyor. Nedeni nedir? “İnsanlar da işin içinde olduğunda, yani insanları görebildiğimde canlı çalmaktan çok keyif alıyorum. Hatta benim için bir tür terapi oluyor bu. Ben bir şarkıdan diğerine geçerken müziğe kendini kaptırmış insanların yüzlerindeki ifadeleri izliyorum. En çok da o zamanlar mutlu oluyorum, insanlar müziğimin içinde olduklarında.” Efes Pilsen Blues Festivali’nin 17.’si düzenleniyor bu yıl. Siz daha önce Türkiye’yi blues ile buluşturan bu festivali duymuş muydunuz? “Aslında geçen yıl bahara kadar festivali duymamıştım hiç ama eğer şansım olursa Türkiye’ye mutlaka gitmem gerektiğini biliyordum. Ve şimdi biliyorum ki, Efes Pilsen Blues Festivali, Türkiye’ye blues getiriyor.” RİFAT MUTLU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle