Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
nin baştan aşağı tek vücut hale getirildiğini, memleketle ilgili kararları istisnasız bütün kumanda heyetleri ve arkadaşlarıyla birlikte aldığını, vali ve mutassarrıfların hemen tamamının mücadelede kendileriyle aynı tarafta olduğunu, Anadolu’daki milli teşkilatın kaza ve nahiyelere kadar yayıldığını, İngiliz himayesi altında bir müstakil Kürdistan kurulması hakkındaki propaganda ve girişimlerin de bertaraf edildiğini de sözlerine ekliyordu. Bu arada Ankara yolcuları da Amasya’ya vardı. Fuat Paşa’nın yanındaki isimsiz kişinin Rauf Bey olduğu anlaşıldı. Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir’e ise görüşmeler sonucu alınacak kararlar bilahare bildirilecekti. Aynı günün gecesinde yapılan görüşmedeki fikir alışverişleri, ortaya Amasya Genelgesi’nin zeminini oluşturan kararları çıkardı. Amasya kararlarının ilk maddesi, “Vatanın tamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir” cümlesiyle ülkede mevcut durumu tanımlayarak başlıyor, bu maddede ayrıca İtilaf Devletleri’nin etki ve denetimi altında kalan İstanbul hükümetinin sorumluluklarını yerine getirmediği, bu durumun 76 milletin varlığını tehdit ettiği bildiriliyordu. Ardından, bütün Anadolu hareketinin anahtar cümlesi geliyordu: “Milletin istiklâlini gene milletin azm ü kararı kurtaracaktır.” Milletin durumunu görüşmek ve sesini bütün dünyaya duyurmak için, bir an önce, her türlü etki ve denetimden uzak, ulusal nitelikte bir kurumun teşkiline ihtiyaç vardı. Bunun için, Anadolu’nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas’ta bir milli kongre düzenlenecekti. Kongreye katılmak üzere bütün sancaklardan milletin güvenini kazanmış üçer kişi hemen yola çıkarılmalıydı. Bu hareket, her ihtimale karşı mümkün olduğunca gizli ve korunaklı sürdürülmeliydi. Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir, Sivas’ta bir milli kongre toplanması fikrine karşı, bundan önce doğu illeri adına Erzurum’da bir kongrenin toplanmasının yararlı olacağını ileri sürmüş ve bu düşünce kabul görmüştü. Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da toplanması kararlaştırılan kongre için bu illerin müdafaai hukuk ve reddi ilhak derneklerinden seçilen üyeler, Erzu rum’a doğru yola çıkarılmışlardı. Bu nedenle Amasya kararlarının ikincisinde, Erzurum Kongresi üyelerinin de uygun zamanda Sivas’a hareket etmesi isteniyordu. Amasya kararlarının bir diğeri de, müdafaai hukuk cemiyetlerinin telgraflarının çekilmemesi için Posta Müdürlüğü’nden bildirilen emre yönelikti. Karara göre hükümetin bu genelgesi kesinlikle reddedilecek, haberleşme serbestisi yeniden sağlanana kadar protestolara devam edilecekti. Bu konudaki düşüncelerini ayrıca 20 Haziran tarihli bir şifreyle bildiren Mustafa Kemal’e göre söz konusu genelge, milletin sesini boğmak ve vatanın parçalanmasına karşı milletin birleşmesine engel olmak amacını güden “caniyâne ve ha’inâne” bir teşebbüsten başka bir şey değildi. Bu durumu protesto etmek için derhal müdafaai hukuk cemiyetlerinin önderliğinde mitingler düzenlenmesi ve telgrafhaneler işgal edilerek bu emrin geri alındığına dair cevap alınıncaya kadar İstanbul’un resmi haberleşme ağı kesintiye uğratılmaslıydı. Mustafa Kemal, “zerre kadar vicdanı olan bir telgraf memurunun” hükümetin kararına uymayacağına inandığını da ekliyordu.