01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1922 ilkbaharında Batı Cephesi’ne yeni birliklerin sevkedilişi münasebetiyle TBMM önünde düzenlenen uğurlama töreni. neden olabilecek hiçbir yanı bulunmadığı; buna cevap vermekle meclisin gayesinden, prensiplerinden bir şey kaybetmeyeceği yönündeydi. Bu düşünceyi benimseyenler, mektubun cevaplanmasında hiçbir sakınca görmedikleri gibi, fayda olduğunu da düşünmüyorlardı. Oturum sırasında söz alan Edirne Mebusu Şeref Bey’in konu hakkındaki görüşü Besim Bey’inkinden pek de farklı sayılmazdı. Şeref Bey şöyle diyordu: “Efendiler, 16 Mart tarihinde altı asrın bütün Türk ve İslam imanının yaşattığı İstanbul işgal olunurken ve sizin vekilleriniz sürüklenirken bu efendi nerede idi? İzmit karşısında sizin efendiler; sizin sevk ettiğiniz Anadolu’nun imanlı evladı İngilizlerle çarpışırken ve Mehmetçiğin kurşunu İngilizin kalbine girdiği vakit, İstanbul hastanelerine gidip tebrik eden bu efendi idi; şimdi size mektup yazan... İşte Times muhabirine; saltanatın veliahdı namına ‘Sevr ahitnamesini tatbikten başka çare yoktur’ diyen yine bu efendidir!” Bütün bu tartışmaları dikkatle izleyen Mustafa Kemal Paşa, ortaya konan farklı görüşleri dinledikten sonra, mektubun Osmanlı hanedanı ile Büyük Millet Meclisi arasında o güne dek kurulmuş ilk resmi iletişim olması açısından önemli olduğunu vurguladı ve mektuba cevap yazmanın faydalı yanları olabileceği gibi, zararlarının da olabileceğinin altını çizdi. Paşa’ya göre bütün milletle birlikte Meclis’in maruz kaldığı kötülükleri bertaraf etmek için verdiği mücadele sırasında, bu milleti hedefinden saptırmaya çalışan, milletin içine bin çeşit fesat tohumu ekip isyan ve ihtilalleri destekleyen ve bu vesileyle çok kan dökülmesine sebep olan padişah ve mabeyni, bu cevaptan kendilerine olumlu bir pay çıkaracak, İstanbul Hükümeti bundan güç alıp millet içinde bir fikir karmaşasına neden olacaksa şehzadenin mektubunu dikkate alıp cevaplandırmak son derece sakıncalıydı. Gerçi iki senedir yaşananlar gösteriyordu ki millet artık, Büyük Millet Meclisi’nin eriştiği kuvvete ve onun irade gücüne inanıyor, ondan başka bir gücün varlığını kabul etmiyordu. Milletin kabul ettiği bu irade gücüne tabi olmak İstanbul Hükümeti için de kaçınılmazdı ve nihayet onlar da memleketi ve milleti yöneten başka herhangi bir gücün veya makamın olamayacağını anlamışlardı. Vatan toprağı üzerine oynanan oyunların bilincinde olan millet, başka mahallerden gelecek olan telkinlerin zararlarını artık fiilen hissetmeye başlamış ve bu konuda sağduyu geliştirmişti; fakat yine de mektubu dikkate almanın zararları bertaraf edilmeliydi. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, göz önüne alınması gereken bir konu da Şehzade Abdülhamid’in mektubu, Millet Meclisi’ne hitaben yazmış olmasına, hatta “Meclisi Millimiz” diye hitap etmesine ve Meclis’i siyasi başarılarından dolayı kutlamasına rağmen hilafet makamında ve saltanatın başındaki kişinin Büyük Millet Meclisi’ni hâlâ reddediyor olmasıydı. Padişahın, söz konusu mektubun içeriğinden haberdar olup olmadığı kesin olmamakla birlikte şehzadenin mektubu açıktan açığa ve Meclis tarafından okunmak üzere, yani kendisine yapılacak kötülüklere aldırış etmeksizin gönderdiği ortadaydı. Diğer bir ihtimal ise, padişahın tüm bu olup bitenden haberdar olmasıydı ve bu da mektubun Meclis, dolayısıyla da millet üzerinde uyutucu etki yapmak için gönderildiği anlamına geliyordu. 271
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle