16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C SPOR ATLETİZM MART SALI FORMANIN RENGİ ÖNEMLİ DEĞİL B en geçen yıl hem Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda hem de Avrupa Şampiyonası’nda siyah forma giydim. Bu kimsenin dikkatini çekmedi. Öncelikle buna anlam veremedim. Ayrıca Atletizm Federasyonu’nun verdiği malzemelerin bedenleri uymuyor. Sonuçta oraya 70 milyon insanı temsil etmek için çıkıyorsunuz. Ama doğru düzgün bir malzemeniz bile yok. Bunu bahane etmiyorum, sadece bilinmesini istiyorum. İnanın giyilebilecek bir malzeme değil. Sponsorumla konuştum, onlara kırmızı beyaz forma yapıp yapamayacaklarını sordum. Renklerinin dışına çıkamayacaklarını ancak göğsümün üzerine bir Ay Yıldız koyabileceklerini söylediler. Ben de bunu kabul ettim. Ay Yıldızlı formayla mücadele ettim, bunun nesini sorun ediyorlar anlamıyorum. DÖRDÜNCÜ HALİL! GÖRKEM ÇÖTELİOĞLU C 12 ‘ umhuriyet Spor Dergi’nin 10. sayısında, o tarihte Fenerbahçe’nin 100. yıl transferleri kapsamında anlaştığı Halil Akkaş’la yaptığımız söyleşiyi ‘En büyük transfer’ başlığıyla vermiştik. Kendisiyle son görüşmemizin üzerinden yaklaşık 5 ay geçti ve Halil son yarışını İngiltere’nin Birmingham kentinde düzenlenen Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası’nda koştu. Yarışı takip edemeyenler için belirtelim; 3000 metrede piste çıkan atletimiz, yarışı dördüncülükle tamamladı ancak yine de hedef tahtası haline geldi. Biz de merak edilen soruların cevaplarını birinci ağızdan duymak için kalkıp Ekrem Koçak Atletizm Pisti’nin yanında yer alan Milli Takımlar Hazırlık Merkezi’ne gittik. Halil kapıdan içeri girdi, diğer atletlerin ve merkezde çalışanların tebriklerini kabul ettikten sonra yanımıza geldi, keyfi gayet yerindeydi. Çaylarımızı içerek sohbetimize başladık. İngiltere’den yeni döndün. Avrupa’yla Türk atletizmi arasında dramatik farklar olduğu ortada. Bunlardan biraz bahseder misin? Yurtdışındaki kamplarda olsun, katıldığımız turnuvalarda olsun görüyoruz; Avrupa’da önce sporcuya destek, daha sonra başarı geliyor. Ama Türkiye’de başarılı olabilmek için kendi çabanla bir yerlere geleceksin, daha sonra devlet, federasyon ve genel müdürlük sana sahip çıkıyor. Ondan sonra bazı imkânları ve şartları senin önüne koyuyorlar. Bu da insanı çok zorluyor. Avrupa’da bir sporcuyu ilkokuldan alıp hangi branşa daha yatkın olduğunu belirleyip hazırlayarak dünya arenasına çıkartıyorlar. Ve başarı yakalanıyor. Başarı geldikten sonra bu sporcu sponsorlar sayesinde başka kimseden maddi manevi destek beklemeden o saatten sonra yarışmış olduğu paralı yarışlardan, Grand Prix’lerden, Golden League’lerden parasını zaten kazanıyor. Ancak Türkiye’de sen kendi çabanla belli bir yere geleceksin ki sponsorlar devreye girsin. Böyle olunca da Türkiye’de atletizm geri kalıyor. Gerçi ülkemiz atletizmi yavaş yavaş gelişiyor. Örneğin son dönemde ayrı ayrı zamanlarda alınan sonuçlarla federasyon her ne kadar başarısız gözükse de Süreyya Ayhan’ın 2002’de Avrupa şampiyonu, 2003’te dünya ikincisi olması, 2004’te Elvan Abeylegesse’nin dünya rekoru kırması, Eşref Apak’ın olimpiyat üçüncüsü olması, 2006 ve 2007’de benim Avrupa ve dünya şampiyonalarında aldığım dereceler hep ayrı dönemlere denk geldiği için bu başarılar yetersiz görüldü. Ben inanıyorum ki bu yıl Osaka’da yapılacak Dünya Şampiyonası’na Türkiye tam kadro katılarak özlenen madalyaları kazanacak. Kenya ve Etiyopya 3 bin metrede söz sahibi. Bu ülkelerin sporcuları gerçekten üstün mü? Onların başarılı olmalarının nedeni yaşadıkları coğrafya. Yüksek rakımda olmalarından dolayı kanlarındaki hemoglobin miktarı daha fazla. Yorulma süreleri daha geç. Zaten biz de yarışlara hazırlanmak için yüksek yerlere gittiğimizde bizim de artıyor. Ama ülkemizin en yüksek yeri Erzurum, 2 bin 500 metre. Onların en düşük rakımlı bölgeleri 3 bin metre. Bu bakımdan biraz dezavantajlıyız. Bir şey daha var... Benim geçen ve bu yıl salon yarışlarında elde ettiğim dereceler var. Ama Türkiye’de bir salon bile yok. Yani salon yarışları yapılacak bir salonumuz yok ki antrenman yapalım? İşte bu açığımızı gidermek için bu yıl Belçika’nın Gent kentinde kampa girdik. 1 ay gibi bir süre orada hazırlandık. Hazırlıklarımız gayet olumlu ve iyi geçti. Ancak sonunda yine 4. oldum... Herkes senin kalitende sporculardan başarı bekliyor. Ancak bu isimler kolay yetişmiyor. Türkiye’de altyapı her spor dalında olduğu gibi atletizmde de sıkıntılı. Bu konudaki göreşlerin neler? Türkiye’de sporcu olmak tamamen tesadüflere bağlı. Örneğin benim bu branşı seçmem tesadüfen oldu. Şu an geldiğim konuma bakıldığı zaman ilerisi için daha iyi şeyler yaptığıma ve yapabileceğime inanıyorum. Geri dönüşü olmayan bir yolda yürüyoruz. Zararın neresinden dönülse kârdır ama Türkiye’de böyle gelmiş, böyle gider... Ben bunun yerleştiğini düşünüyorum. Değişmesi çok zor gibi geliyor. Sadece maddi açıdan değil, ‘Sporcuyu nasıl daha başarılı yapabiliriz’i düşünmek lazım. Ama altyapıdan gelen gençlere yönelik herhangi bir uzmanlık alanında çalışma yok bana kalırsa. Böyle bir sistem yakalandığında inanıyorum ki başarılar gelecektir. Ayrıca Tür ‘ Gelişmediğim söyleniyor olabilir ama ben buna inanmıyorum. Her geçen yıl daha iyi dereceler elde ediyorum, yine de sonunda dördüncülükte kalıyorum. Büyük şampiyonaların hepsi iyi bir taktik gerektirir. Zaten kimse antrenman yapmadan başarılı olamaz. Ailemden, arkadaşlarımdan ve okulumdan uzak kalıp başarılı olmaya çalışıyorum. Başarı da bir ekip işidir. Fenerbahçe’nin, federasyonun, antrenörümün, ailemin desteğiyle ilerliyorum. Böyle eleştiriler beni daha da kamçılıyor. Yanıtımı koşarak vermek istiyorum. kiye ve dünyada en popüler spor futbol olduğu için diğer branşlara amatör gözüyle bakılıyor. Bunun sonuçları da ortada zaten. Şimdi Fenerbahçe’nin sporcususun. Kulüpte gidişat nasıl? Öncelikle şunu söylemek istiyorum; yarıştan sonra beni ilk arayan kulüp başkanımızdı. “Halil, biz seni daha yeni transfer ettik. Yaşın çok genç. Biz senden ilerisi için daha büyük şeyler bekliyoruz. Hiç üzülme” diye konuştu. Dün de yanına gittiğimde “Senin koşman ve başarılı olman için biz ne gerekiyorsa yaparız. Sen yeter ki sporunu yap” dedi. Ben hemoglobinle ilgili bir sağlık sorunu da yaşadım. “Özellikle de bu sorunu bizzat takip edeceğim” diyerek Acıbadem Hastanesi’ne götürdü. Gereken tüm tedaviyi de sağladılar. Yani el üstünde tutuluyorum. Ki büyük bir futbol takımının arkasındaki branşlara neredeyse ‘yok’ gözüyle bakılacak kadar az değer verilen bir ülkede başkanımız, futboldan başka branşları göz ardı etmiyor. Bu, amatör sporculara verdiği değerden anlaşılıyor. Gelelim dopinge... Atletizm gündeme dopingle fazlasıyla gelmeye başladı. Geçen söyleşimizde sponsorların oluşturduğu baskı ve yüksek beklentilerin atletleri dopinge yönelttiğini söylemiştin. Yakın geçmişteki olayları nasıl yorumluyorsun? Başarıyı yakalamanın en basit yoludur doping... Ama bunu yapanlar ilerisi için hayatlarıyla oynadıklarının farkında değil. Yani şurada 3 kuruş kazanmak için böyle bir şeye başvuruyorlar. İleride kat kat fazla tedavi masraflarıyla uğraşacaklarının bile bilincinde değiller. Bence bu kişileri başarı hırsı bürümüş. Peki atletizmin imajının zedelenmesi sizlere nasıl yansıyor? Türk atletizmini çok olumsuz etkiliyor. Örneğin 2 yıl önce Avrupa Atletizm Şampiyonası’na gittiğimizde 16 kişilik kadromuzdan bir bayan, bir de erkek sporcu doping kontrolüne girmişti. Her yarıştan önce sporcuları seçiyorlar. Bir yıl sonra doping olaylarının arttığı dönemde gittiğimizde ise yarıştan önce 8, sonra da 2 kişiyi daha kontrole aldılar. Yani 16 kişilik kadrodan 10’u kontrol edildi. Bu da demektir ki bizden açık açık şüpheleniyorlar. Bu durum da sa dece Türk atletizmine değil; halter, boks, güreş, kısaca bütün dallara yansıyor. Çünkü WADA (Dünya Anti Doping Ajansı) tüm sporları kapsama altına alıyor. Tabii ki doping olaylarının fazlalaşması sonucu Türkiye’ye sabıkalı gözüyle bakıyorlar. İster istemez sporcu da etkileniyor. Türk atletizminin ve federasyonun az sayıda yetenekli atletin yakaladığı başarılarılarla ivme kazandığı ve şimdi de bunun ekmeğini yemeye devam ettiği yönünde eleştiriler var. Sen atletizmin kişiler üzerinden ilerlediğine katılıyor musun? 2002’den bu yana her yıl bir kişinin üzerinden ilerledik. Ama bu yıl ben inanıyorum ki tam kadroyla gideceğimiz Osaka’da asıl durum görülecek. Kısa ve öz şekilde... Sakatlık veya benzer bir sorun yaşanmadığı sürece Osaka’da yapılacak Dünya Atletizm Şampiyonası’nda Türkiye’nin ne konuma geldiği net bir şekilde ortaya çıkacak. Basından şikayetçi misiniz? Bizim yarışlarımızı izlemeye gelen gazeteciler bile spor gazetecisi değil, futbol yorumcusu. Yani bildikleri konu hakkında da yorum yapıyorlar, bilmedikleri hakkında da... Kısacası spor muhabirlerinin atletizm bilgisi yok. Onun için bu da yorumu yapılan kişiyi olumsuz etkileyebiliyor. Birmingham’daki dördüncülüğünden bahsedelim... Beklentiler büyüktü, ‘final korkusu’ yaşadığın ileri sürüldü. Neler diyeceksin? Türk atletizmine bakıldığında bir ilk. Ama yine dördüncülük... En kötü sonuç, seviniyorsun ama madalya yok. Final korkusu da yaşamadım. Çünkü ben yarışlara aşırı konsantre olamıyorum. Yani stres yaşamıyorum, günlük yaşantımda nasılsam aynı şekilde çıkıp yarışıyorum. Zaten beni tanıyanlar bunu gayet iyi biliyor. Geçen yılki Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda gücüm bittiği için geçilmiştim. Avrupa Şampiyonası’nda birinciliğe oynadım, ‘Ya hep ya hiç’ dedik. Orada da son anda geçilip 4. olmuştum. Ama Birmingham’da bacağımda güç varken kullanamadım. 3 kişinin arasında kalınca gücümü yarışa aktaramadım. Her ne kadar beni sonuç için eleştirseler de ben elimden gelenin en iyisini yaptım. Daha iyisi de olabilirdi. Madalyayı herkesten çok ben istiyordum. 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle