Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dosva • Çevre kirlenmesi konusunda 'küresel' önlemler alınması gerektiğini sürekli dile getiren gelişmiş ülkelerin büyük şirketleri, artan çevre maliyetleri nedeniyle yatırımlarını tamamen ya da kısmen bu tür maliyetlerin oluşmadığı geri kalmış ülkelere kaydırıyorlar. Gelişmiş ülkeler ise özellikle son 30 yılda, uzun bir süre önce giriştikleri sanayileşme yarışının sonucunda kirlenmenin hangi boyutlara varabileceğinin ve ekonomi kuramlarında 'sınırsız' olarak kabul edilen doğal kaynakların hızla tükenmekte olduğunun farkına varmış durumdalar. Önceleri ulusal düzeyde aldıkları 'çevreci' önlemlerin yetersiz kaldığını görerek, çevre sorunlarının 'küresel' etkilerine karşı uluslararası stratejiler saptamak zorunda kaldılar. 1972 Stockholm Konferansı ve 1992 Rio Zirvesi bu çabaların birer sonucu olarak düzenlendi. Rio Zirvesi'nde, Üçüncü Dünya ülkelerinin (77'ler) doğal kaynakların sanayileşmiş ülkelere gelince 'ulusal', azgelişmiş ülkelere gelince ise 'küresel' olarak nitelenmesine serzenişlerı hâlâ akıllarda. Çevre kirlenmesi konusunda 'küresel' önlemler alınması gerektiğini sürekli dile getiren gelişmiş ülkelerin büyük şirketleri, artan çevre Sayfa 5 ISO14000 ve EMAS nedir ? on yıllarda çevre kirlenmesinin önemli boyutlara ulaşması ve bu konudaki halk tepkisinin büyümesi sonucu, şirketler üretim ve ticarette çevre değerlerini giderek daha fazla gözetir duruma geldi. Bu alanda uluslararası düzenlemeler yapılması gereğinin doğması ISO 14000 gibı uluslararası ve EMAS gibı bölgesel birliklere yönelik çevre yönetimi düzenlemeleri geliştirilmeye başlandı. ISO 14000, şirketlerin çevre yönetimi konusunda uymaları gerekli temel ilkelerin çerçevesini belirleyen ve çevre mevzuatlarının uygulanabilirliğinı desteklemek için geliştirilmiş, ISO 9000'in uzantısı niteliğinde bir standartlar serisidir. ISO 14000, Uluslararası Standartlar Enstitüsü'nün bir uzantısı olan Çevre İçin Stratejik Danışmanlık Grubu'nun (SAGE) çalışmaları sonucu oluşturulmuştur. ISO 14000, çevre alanındaki diğer standart serileri gibi herhangi bir sanayi kuruluşunun deşarj S ve emisyonuna ilişkin sınır değerler getirmez. Sadece bu tür standartların ne derecede uygulanabildiği ve hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğini denetleyen ve sorgulayan bir çevre yönetim anlayışı geliştirmeye yönelik düşünülmüştür. Bu nedenle ISO 9000 ıle birleştirilmesi ve böylece çevre yönetiminin şirketlerin denetlenmesinin ana unsurları arasına alınması yönünde çalışmalar yürütülmektedir. EMAS (Ekolojık Yönetim ve Denetim Planı) ise Avrupa Birliği'nin 1995'te uygulamaya başladığı endüstriyel faaliyetlerde çevre performansının geliştirilmesi ile ilgili bir direktıf olup, tüm AB ülkeleri için bağlayıcı niteliği vardır. Çevreyle ilgili denetimlerde, yönetim sisteminin, işlemlerin, gerçek verilerin ve çevre performansının göz önüne alınmasını ve kamuoyuna çevreyle ilgili yıllık bildirimlerde bulunulmasını gerektirir. Türkiye'deki bazı sanayi kuruluşlannca da uygulanmaktadır. kirletilmesi ve tüketilmesinde en büyük paya sahip oldukları çevrenin, temizlenmesi ve kontrolü için geliştirdiklerı teknolojiyi satmak yoluyla yeni ve kârlı bir kazanç kapısı bulmuş durumdalar. Sonuç olarak çevre kirlenmesi, çevre teknolojisi ve danışmanlığı alanında yeni bir pazarın oluşmasına yol açıyor. Ancak gelişmekte olan ülkelerin yeni yeni uyandığı bu alanda da sanayileşmiş ülkeler pazarın hâkimi durumundalar. tta Kalkınmanın çevre somnundan bağımsı/ düşünülemeyeceği anlaşıldı. denetleme sistemleri gibi. Avrupa Birliği; çevre ile ilgili en gelişmiş mevzuatlardan birine sahip. AB bünyesindeki bir komisyon tarafından bu mevzuatları ihlal eden fırmalar saptanmakta ve Sömürünün yeni adı cezalandırılmakta. Avrupa Cevre pazarı. Birliği, çevre alanında EMAS adı verilen standartların Sanayileşmiş Batı ülkeleri, uygulanmasını şart koşuyor. kendi çevresel kırliliklerini AB komisyonunun önlemek amacıyla çeşitli çalışmalarına göre çevre yöntemler geliştiriyorlar. Yeşıl vergiler, büyük miktarlara varan mevzuatını en çok ihlal eden ilk beş ülke sırasıyla Ispanya, cezalar, etkin izleme ve maliyetleri nedeniyle yatırımlarını tamamen ya da kısmen bu maliyetlerin oluşmadığı geri kalmış ülkelere kaydırıyorlar. Belçika, Yunanıstan, Fransa ve Italya. Listenin 6. sırasındaki Britanya'da çevre danışmanlığı ve denetimi yapan şirketlerin sayısı 198590 arasında 4 kat arttı. Arıtma ve diğer kirlenme kontrolü uygulamaları için kullanılan teknolojı ve bilgi birikimi neredeyse tamamen sanayileşmiş Batı ülkelerinde üretilip satılıyor. Böylece gelişmiş sanayi ülkeleri, üçüncü dünyanın doğal kaynaklarını büyük ölçüde kullandıktan sonra, şimdi de Kirii sanayi güneye kayıyor Temiz sanayi ütopik bir kavram. Sanayinin çevreyi kirletmemesi çok zor. Gelişmiş ülkelerde artan çevre maliyetleri nedeniyle fabrikalar azgelişmiş ülkelere kayıyor. özellikle kimya ve çimento sanayiinde, kömür, şişecam gibi sektörlerde bu olgu çok daha fazla. Fransızlann Türkiye'de çimento sektörüne ilgi duymasının başlıca nedenlerinden biri de bu. Kirli sanayiler periferik ülkelere kayıyor. Buna karşılık elektronik gibi yüksek teknolojili imalat sanayii gelişmiş ülkelerde kuruluyor. Böylece dünya ekonomisinde sanayinin dagılımı açısından yeni bir düzene doğru gidiliyor. Türkiye'nin, çevrenin kirlenmesi konusunda çözümleyemediği sorunlar AB'ye girme aşamasında elimizi kolumuzu bağlayacak gibi görünüyor. Çevre kirlenmesinin kontrolü konusunda altyapının oluşturulmaması ve yeterince hazırlanamamamız karşımıza büyük sorunlar çıkaracak. Avrupa şirketlerinin yüksek çevre maliyetleri ödemek zorunda olması yüzünden AB şimdi telafi edici vergiler koymak durumundalar. Mevzuat, teknoloji, altyapı bakımından hazırlanmadan büyük bir hevesle Avrupa Birliği'ne üye olma isteginin doğuracağı sonuçları yaşayacağız. Çevre somnu, siyasal öncelik kazanamıyor Brundtland Raporu'nun temel söylemi "sürdürülebilir kalkınma'idi. Bu söylem, bir anlamda, 1972 yılında ortaya atılan "sıfır büyüme" söyleminin tam karşısında yer alıyor. Büyümenin sınırlandınlması ki bu büyüme hem nüfus artışını, hem de ekonomik büyümeyi anlatmaktadır sanayileşmiş Kuzey ülkeleri ile azgelişmiş Güney ülkelerini karşı karşıya getirdi. Sanayileşmiş ülkelerin bugünkü gelişmişlik düzeyine büyük ölçüde doğal kaynakları tüketerek ve çevreyi kirleterek geldiklerini biliyoruz. O halde, azgelişmiş ülkelerin gelişmelerinin çevreyi korumak gerekçesi ile de olsa engellenmesı mümkün ve de adil midir? Ülkelerin kalkınmalarını sınırlandırarak çevre sorunlannı çözmek için ideolojik yönü ağır basan ve uygulanabilirliği tartışılan bir politika yerine, çevre ile uyumlu bir kalkınma poiitikası yeğlemek çok daha gerçekçi olacaktır. Zaten ekonomik ve toplumsal azgelişmişliğin kendisinin bir çevre sorunu. Türkiye'deki çevre sorunlannın en önemli iki nedeni sanayileşme ve kentleşme. Sürdürülebilir kalkınma anlayışı ile yapılması gereken sanayileşme ve kentleşmeyi önlemek değil, denetim altına alarak bir düzen içinde bugünkü ve gelecek kuşakların yaşam kalitesini yükseltmek olmalı. Türkiye'de her ne kadar resmi belgelerde örneğin 6. ve 7. BYKP'deve 1992 yılında Rio için hazırlanan Ulusal Raporda, sürdürülebilir kalkınma anlayışının hayata geçirilmesi hararetle savunuluyorsa da, uygulamada hayata geçirilemiyor. Ne yazık ki bugün hâlâ çevre koruma çabalannın ekonomik gelişmeyi engelleyeceği görüşü egemen. Bu, ekonomik çıkariara öncelik tanıma biçiminde ortaya çıkıyor. Döviz sağlama gerekçesi ile bugüne kadar pek çok kez zararlı atıklann ithaline izin verildi. Mevzuatta yer almasına karşın ÇED gerektiği gibi yapılmıyor. Çevre koruma düşüncesi kâğıt üzerinde kalıyor, siyasal önceliğe sahip olamıyor. mtmmı